Oya mı spastik sistem mi?

Kaynak : Akşam
Haber Giriş : 22 Temmuz 2012 08:38, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42

Barbaros Şansal, bu hafta Metin Sabancı Spastik Çocuklar ve Gençler Eğitim Öğretim Rehabilitasyon Merkezi'nde kalan Oya Aydın'la konuştu? 16 yaşında; hayali modacı olmak; kimsesiz ve spastik. Devletin yetiştirdiği bu genç kız, rahatlıkla girip çıkacağı bir lise bulmak için bile büyük çaba harcamak zorunda. Oya'nın hayatını, hayallerini okurken belki başlıktaki çağrı kalbinize dokunur ve ?Elin Elimde' demek için uğrarsınız yanlarına?

BARBAROS ŞANSAL

[email protected]

Sıcak mı sıcak bir yaz günündeyiz? Betonlaşmış kentin adeta arasına sıkışmış, dönümlerce yeşil arazisi olan saklı bir bahçeye giriyoruz. Burası, Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumu sorumluluğundaki Metin Sabancı Spastik Çocuklar ve Gençler Eğitim Öğretim Rehabilitasyon Merkezi'nin bahçesi ve biz de sevgili Oya ile buluşmak üzereyiz? Oya Aydın, devlet gözetiminde yetişen bir genç kız. Onunla bu röportajı yapabilmek için epey bir resmi yazışmanın ardından ancak izin alabildik?

Uzay mimarisini anımsatan, modern, bol betonlu binanın makam odasına ulaştığımızda canla başla çalışan ?Elin Elimde Derneği' başkanı, üyeleri ve kurum müdürü güleç yüzleriyle bizi karşılıyor. Soğuk sular eşliğinde Oya ile buluşmadan önce ?buradaki çocuklar mı spastik, yoksa sistem mi?' kavramını sorguluyoruz. Çünkü derneğin yakın bir gelecekte Sabancı Vakfı ile sözleşmesinin biteceğini bilgisini alıyoruz. En büyüğü 38 yaşında yaklaşık 70 konuk burada yaşıyor, bakılıyor ve eğitiliyor. Tolgalar, Mehmetler, Haticeler? Kimi arabada, kimi yatakta fakat burada hep varlar. Çoğunun anne-babası hatta hiç kimsesi yok. Adlarını, soyadlarını bile belki de devlet vermiş? Yani burada yaşayanlar; devletin sahip çıktığı ama kimsesi olmayan çocuklar. Yalnızca 10'unun, belki bir yakını var.

Arazinin arka tarafında Sabancı Vakfı, yeni bir merkez daha inşaat etmiş. Açılışı Cumhurbaşkanının eşi Hayrünnisa Gül'ün de olduğu bir törenle yapılmış. Kompleks; ayda 3.000 TL'yi ödeyebilen şanslı çocuklara hizmet veriyor. Orayı da geçip demir konstrüksiyon koridordan ilerleyip atölye alanlarına ve yaşam bölümlerine ulaşıyoruz. Oya bizi kapıda karşılıyor. İçten, samimi ve sıcak bir karşılama bu.

HAYALİ TASARIMCI OLMAK

Hemen yanağına bir öpücük kondurmamı emrediyor. Oya'nın hayali modayla uğraşmak ve de resim yapıyor. Eskizlerini alıp masaya yerleştiriyoruz. Etrafımızda diğer gençler ve eğitmenler de var. Yeni fotoğrafçımız Uygar da deklanşörüyle baş başa. İlk desende karakalem çalışılmış ?ağzı bantlı bir kız çocuğu'; bu söyleşinin nasıl olacağını betimliyor. ?Natalie'nin Sırrı' adlı hikâyeyi okuduktan sonra ödev olarak çizmiş. Devamındaki sayfalardaysa kuşlar, ağaçlar da var. Sayfaları çevirirken sohbete başlıyoruz.

Oya: Bütün hayvanları çok seviyorum.

- Sevmediğin hayvan var mı?

Böcekleri sevmiyorum.

- Neden? Onlar olmasa bu gezegen olmazdı ki? Bu gezegende en çok onlardan var.

Ne bileyim. Bana böyle bir garip geliyorlar.

- Eğer onları çizmeye başlarsan eminim çok seveceksin. Mesela kelebekler de böcek.

Ama onların renkleri çok güzel.

- Uğur böceği de çizmişsin. Bak kıpkırmızı. Peki, en sevdiğin renk hangisi?

Mor.

- Ama o depresyonun rengi? Sıkıntıların mı var ki, moru seviyorsun?

Hayır, depresyonun değil, o lüksün rengi bir kere.

Vaayyyy sesleri yükseliyor, gülüşüyoruz. Oya iletişim kurma konusunda diğerlerinden çok daha önde. Devlet çatısı altında konuştuğumuzdan yönetici ve gönüllülerin tedirginliğini anlamak zor değil. Ama uzun zamandır tanışmanın ve kaynak sağlamak için mücadelemizin verdiği güvenle bizi odamızda baş başa bırakıp nazikçe ayrılıyorlar.

- Mor lüksün değil, Vatikan'ın rengi zaten. Neyse boş verelim? Neden resim yapıyorsun?

Bilmem, resim yaparken kendimi daha rahat hissediyorum. Bir sıra arkadaşım olmuştu, o çok güzel resim yapıyordu. Ona özenerek başladım.

- Peki, moda sektörüne ilgin nereden?

Kıyafetleri eleştirmeyi, onlarla kombin yapmayı ve tonları seviyorum.

- Modayla ilgili eğitim alma ve mesleğe girme olanağın olursa, şu anda yaşadığın ortamdaki insanları da giydirmek ister misin?

İsterim.

- Bazı arkadaşların yardımla giyinmek zorunda, hatta bilinçli seçim bile yapmaları çok zor. Sen ne gibi şeyler giydirmek istersin?

Eşofmanı sevmiyorum, hoş durmuyor. Daha rahat, daha şık şeyler giydirmek isterdim.

- Ama eşofman esnektir ve kolay giyilir. Sen onun yerine, yanlarından açılıp kapanan bir şey düşlemelisin.

Evet ama ince kotlar var ya hani. Onlardan da olur yumuşak olanlarından.

- Ama sürekli oturan ya da yatan biri için uygun olur mu? Tuvalet ihtiyacı gibi temel ihtiyaçlar onları yormaz mı? Ne dersin?

Oya'nın zaman zaman değişen bakışlarından kafasının karıştığını anlıyorum. Hani her yerde boy boy modacıyım diye gezinen ama ekranlardaki beyanatlarında saçma sapan açıklama yapan sözde ?dahi'lerin yanında o gerçekten mantıklı cevaplarıyla beni şaşırtıyor. Bir gün Yıldırım Mayruk'un atölyesinde onu ağırlayacağımızın sözünü verirken, peşin peşin özrümü de sunuyorum. Çünkü merdivenlerimizde rampa ya da asansör yok. ?O da bana sorun olmaz. Portatif bir merdiven rampamız var? diyor.

EĞİTİM HAKKIM VAR!

- Bundan sonra ne yapmak istiyorsun? Adam akıllı bir eğitim mi almak istiyorsun? Bildiğim kadarıyla okula gitmek istedin. Dilek Sabancı Lisesi'nde sınıflar dördüncü kattaydı. Oraya gidip gelmen imkânsızdı. Sonra diğer liseye imtihana gittin. Ne oldu?

Bu yüzden kızdım sonunda. Herkesin eğitim alma hakkı var. Sürekli demokrasi var diyorlar ama?

- Aman Oya sakın! Yok, yok. Demokrasi konuşmayacağız bu röportajda sonra sıkıntı çekmeyelim bak.

Ama hep ?Biz onların iyiliğini istiyoruz? diyorlar, ?Onlar için yapıyoruz? diyorlar ama doğru düzgün bir şey yok?

- Mesela neyi yapmıyorlar?

Sokaklar?

- Şimdi kanun var apar topar hepsini yapıyorlar merak etme. Ancak yaşadığın kentin içinde seni en çok rahatsız edenler ne? İnsanlar, sokaklar, okullar?

Daha çok okul? Şimdi gideceğim okulda da merdiven çıkılması gerekiyor. Benden önce de sandalyeli öğrencileri olmuş ama insanlar beni taşımak zorunda. Asansör yok ya da bozuk. Hoşuma gitmiyor bu durum. Ama buradakiler orayı güvenli ve yakın olduğu için istiyor. ?Bir süre böyle idare et belki bir şeyler yaptırabiliriz? dediler.

- Sen bir vatandaş olarak, bu ülkenin bir genç kızı olarak, kâğıdı kalemi eline alıp yetkili makamlara dilekçe yazdın mı?

-??.(susuyor)

- Neden?

- ??.(yine susuyor)

- Benim için yazar mısın? Söz bu röportajda yayınlayacağım. Resmi olarak da takipçisi olacağım ama el yazınla kimsenin müdahalesi olmadan yapmak zorundayız bunu.

Tamam, ama sen gelip elden alacaksın.

- Söz, Oya gelip elden alacağım?

Henüz gitmeden, röportajı çözdüğüm günün akşamı Oya'nın el yazısıyla yazılmış dilekçesi elime ulaştırılıyor. Bakın Oya neler diyor?

BÖYLE DOĞMAK SUÇ DEĞİL

O arada merkezin konuğu olan diğer gençler yanımıza doluşuyor. Beraber kaldığı oda arkadaşı da yanımıza güler yüzle katılıyor. Sarılıp gülüşerek poz poz resim çektiriyoruz. Hareketleri ya da ifadeleri hatta fiziksel özelliklerindeki deformasyon ve farklı reaksiyonları bizi korkutmuyor. Bilakis sevilip kabul gördüklerinde nasıl sıcak, nasıl sevecen oldukları daha da ortaya çıkıyor. Eğitmenler onları yanımızdan uzaklaştırdığında kaldığımız yerden devam ediyoruz. Çünkü spastik doğmak onların suçu değil! Hele de kimsesiz olmak?

- Oya, burada seni seven ve gözetleyenler de var. Devlet de benimle görüşmene izin verdi. Ama gizlice soruyorum, sevdiklerin ve sevmediklerin neler?

Sevmediğim bir şey yok. Zaten Polyannacılık oynuyorum bazen.

- Neden Kırmızı Başlıklı Kız, Pamuk Prenses ya da Heidi değil?

Şey o her şeye rağmen mutlu olmayı beceriyor ya. Her şey ne kadar sıkıcı gelse de o yaşamayı biliyor ya ondan sanırım.

- Sen de mi öyle yapıyorsun, o biraz kendini kandırmak değil mi?

Bazen doğru değil ama elden ne gelir. Yarı Polyanna'yım. Söyleyeceğimi söylerim zaten.

- Ne geçiyor şu an aklından?

- ??.(susuyor)

- Peki, şu an unut her şeyi. Eğer her türlü imkân verilse, hatta yolculuk imkânın olsa, ne yapmak isterdin?

Hayvanlarla vakit geçirmeyi çok severim. Aslında burada köpekler vardı. Yavrularını da satıyorlardı ya da ben öyle biliyorum. Ama oraya vakıf başka bina yaptırdı. Çok güzel bir de sera da vardı, çiçekler de. O da kalktı. Ben de gittim oraya da, orası büyük ama içinde fazla bir şey yok.

Evet, orada cam tavanlar, özel bakımla ücretli kalanlar var. Ama burada da var onlardan. Hâlâ direnen ve yaşanan umut dolu hayatlar diyorum içimden ve diliyorum ki bu arazi de ileride rant uğruna bu çocuklardan arındırılıp betonla sıvanmaz?

- Tekrar soruyorum. İmkân verilse dışarıda ne yapardın?

İleride iş sahibi olup, para kazanıp ev açmayı isterdim.

- Ne yapacaksın o evde?

Ne yapayım, yaşayacağım.

- Ama buradaki hayatın, buradaki tanıdıkların gelecek mi oraya? Ya burası da kapanırsa?

Buraya bağımlıyım. Ama kapanmayacak burası, geleceğim hep. Öğrendiklerimi yeni gelenlere öğreteceğim.

- Burası mı, orası mı?

Şu anda burası. Dışarının şartlarını bilmiyorum ki? Nasıl bir yaşam olduğunu da bilmiyorum. Yolları, mağazaları, sinemaları bilmiyorum ve biraz korkuyorum. Ne kadar zorlanacağımı da bilmiyorum. Hem dışarıdaki insanlardan korkuyorum hem de dışarıda karşılaşacaklarımdan.

İşte, ?Elim Elinde Derneği'nin umut evleri projeleri burada çok daha önem kazanıyor. Bir avuç ailenin çabası nice umut çiçekleri açtırıyor. Eğer bir ev sağlanır ve 3-5 kişilik yaşama alanları başlarında sorumlularıyla, homojen olarak toplumun içinde yer alırsa hem bu çocuklar hayata daha uyum sağlayacak hem de halk onlarla bütünleşecek. Bir havlu hatta bir yatak bağışlamak çok önemli bu projede. Mimari aksaklık ve müteahhit hataları durumu epey zorlaştırıyor. Hatta ev de bulunsa, konu komşu bu çocuklara itiraz ediyor ve engelli, spastik, otistik, down sendromluları etrafında istemiyor. İşte ?engelli zihniyet' burada iyice belirginleşiyor hatta toplum leşleşiyor? Daha ağır çocukların olduğu bölümü ziyaret etmeden önce son bir soru daha soruyorum.

- Peki, ihtiyaçlarını burada nasıl karşılıyorsun? Bir şey satın almak istediğinde, bir şey yemek istediğinde?

Ablalarımız var, onlara söylüyoruz onlar da alıyor.

- Hangi parayla?

Devletin verdiği harçlık var.

- Yetiyor mu?

Yetmiyor. Kimi ay 85, kimi ay 105 geliyor. O parayla istediklerimizi tarif ederek aldırıyoruz.

- Şu demir bahçe parmaklıklarının dışında milyonlarca insan yaşıyor. Ne demek istersin onlara?

Ne diyeyim; ya vakitleri yok ya da işleri çok. Gelmiyor kimse?

Hislerimi belli etmeden noktalıyorum bu söyleşiyi. Gözyaşım yok ama duygularım sel. Onların yaptığı ve satarak derneğe kaynak sağladıkları bez kedilerden satın alıyorum. Para almak istemiyor, sosyal hizmetler sorumlusu. ?Armağan olsun? diyor ama ikna ediyorum. En azından yerine malzeme konması için diyorum. Aslında derdim, ?emek sömürüsüne alıştırılan toplumumuzda emeğin karşılığını vermek.'

Yan kapıdan ayrılıp, daha ağır çocukların bulunduğu bölüme doğru ilerliyoruz. Bir hayırsever klima taktırmış, ortam serin. Kimine kol protezi takılmış, kimi altı bezli hatta kimi öylesine yatıyor. Genç bir hanım 30 yıldır evlerinde spastik bir fert olduğundan, gözlerinden benim içime akan yaşları dışa vuruyor. Burada şanslı 70 kadar insan yavrusu yaşıyor. Ama gözyaşını gören çocuklardan empati yoluyla çığlıklar ve bağırışlar başlayınca ayrılıyoruz. Tel örgüyle ayrılmış yeni okul da aynı bahçede. Bir de bekçi kulübesi kapısında; nedense? Ana kapıya ulaştığımızda tüm çocuklar toplanmış. Tolga, walker adlı yürüme aletiyle elimi sıkıyor. Bora'nın arabasını bir başka arkadaşı itiyor. Oya ana kapıda. Bir kez daha sarılıyoruz. Tüm bu umutsuzluklara rağmen geleceğe umutla bakıyor ve öyle ayrılıyoruz?

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber