'Eğitime en büyük zararı sendika veriyor!'

Kaynak : Memurlar.Net
Haber Giriş : 08 Haziran 2006 10:38, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42

Eğitim iş koluna bağlı sendikaların siyasal farklılıklarını bir yana bırakıp paylaştıkları yanlarını ve değerlerini ortaya koyduklarında, farklılıklarından daha çok ortak değerlerinin olduğu görülür. Sendikalar, iktidardan faydalanmayı değil, onlara yön vermeyi esas almalı

A- Türkiye'de sendikacılık ve eğitim sendikacılığının işlevleri:

Kapitalist, emperyalist, küreselci zihniyetlerin politikaları sonucu ülkelerdeki sivil toplum kuruluşların dirençlerinin zayıflatıldığı bir gerçektir. Demokrasiye, insan haklarına, özgürlüklere olan bağlılıklarını ve bu yüce kavramlara katkı sağladıklarını ısrarla belirtmeye çalışsalar da bunun öyle olmadığı artık deşifre edilmiş durumdadır.

Türkiye kök olarak sendikacılığa yatkın bir ülke değildir. Bu yüzden sendikacılığa bodoslama girmiştir. Küreselcilerin yol göstermesiyle farklı bir sendikal kültür oluşturulmuştur. Muhalefet yerine itaat esas alınmıştır. İktidarlara yön verip şekillendirmesi gerekirken iktidarlardan olabildiğince faydalanma yolu benimsenmiştir. Gerçek işlevinin

dışında faaliyet gösteren her türlü kurum, örgüt vs. ahlak sınırlarını zorluyor demektir. Bunun ne denli vahim sonuçlar doğuracağı açık ve nettir.

Türkiye'deki sendikal kültürün aynı zamanda Türkiye'de var olan siyasi parti kültüründen pek farklı olmadığı görülmektedir. Örneğin her ikisi de daha hâlâ lider sultasını aşamamıştır. Fakat burada mühim olan sendikalardır. Mevcut sendikal örgütlenmeler; Türkiye'deki siyasi parti liderlerinin belirli iş kollarında (eğitim, sağlık, diyanet vs.) taban oluşturmak maksadıyla kurdurttukları örgütlenmelerdir.

Özeleştiri yok

Türkiye'de eğitim özgürleştirici bir süreç olmaktan çıkıp bireyi yabancılaştıran, resmi ideolojinin çıkarları doğrultusunda kullanılan bir nesne olma durumuna dönüştü. Eğitim iş kolunda faaliyetlerini sürdüren örgütlenmelerin bu duruma içeriden bir eleştiri yapıp, çocuklarımızın kişilik ve şahsiyet kazanımını engelleyen bu olumsuzlukların giderilmesi onların nesne değil özne olarak aileden, tarihlerinden getirdiği kültür ve inançlarına ve bunları yaşamasına saygı duyan özgürlükçü bir eğitim sisteminin oluşması için gerekli bilgi ve tavrı üretemedikleri görülmektedir.

Eğitim çalışanlarının eğitime ve buna bağlı olarak ülke sorunlarına duyarlı, daha eleştirel ve bilinçle yaklaşmaları beklenirken mevcut eğitim sendikalarının eğitim çalışanlarını promosyonculuğa ve menfaatçiliğe alıştırmaları yüzünden böylesi bir duyarlılığın yok edilmesine neden olmuşlardır.

Sendikaların promosyon yaptığı tek ülke Türkiye'dir. Bu durum dünya sendikacılık tarihinde bir ilktir. Çünkü sendikalar dünyanın neresinde olursa olsun 'vermek' için değil 'almak' için işlev görürler. Bakkal, terzi, manav, market, tüpgaz indirimi, kefilsiz kredi, hayat sigortası hatta en son ev ve arsaya kadar bu promosyon ağını genişletebilmişlerdir. Maalesef üye yapma yollarını bu şekilde gerçekleştirmektedirler. Eğitim sendikaları okullarda öğretmen açığı olup olmadığına bakmaksızın 'üyemin çıkarını gözetiyorum' mantığıyla öğrencilerin derslerinin boş geçmesine aldırmaksızın öğretmenlerin yer değiştirmelerinde aktif rol oynamaktadırlar.

Kalite beklenemez

Bu durumda elbette ki eğitim ve öğretimin kalitesinden söz edilemez. Türkiye'de binlerce öğretmenin bu şekilde sendikalarını devreye sokarak yer değiştirdiği bilinmektedir. Buna il, ilçe milli eğitim müdürlerini, şube müdürlerini hatta okul müdürlerini de eklerseniz eğitimde yaşanan kaosa ve istikrarsızlığa ne denli sebep olduklarını daha iyi anlayabiliriz.

Muhalif bir bilincin uyanmaması daima çalışanların aleyhine olacaktır.

Devlete sırnaşarak hak kazanımı elde etmek mümkün değildir. Ancak yukarıda bahsedildiği gibi şahsi menfaatler elde edilebilir. Bu durumlarıyla eğitim iş kolunda faaliyet gösteren sendikalar Türk eğitim sisteminin tek tipleştirici ve dayatmacı durumunu aynı zamanda halkın yüzyıllık birikimlerinin popüler kültür dayatmalarıyla yoğun bir bilinç uysallaştırması adı altında sessizleştirilmesinde de meydan vermektedirler. Mühim olan ekonomik imkânlara bağlı sorunları (öğretmen yetersizliği, sınıfların kalabalıklığı, dersliklerin yetersiz oluşu, teknik donanım vs.) dillendirmek değildir. Ülkemizde yaşanan siyasal, sosyal sorunlara, insan haklarına, özgürlüklere, ifade özgürlüğünün önündeki engellerin kalkmasına sivil kuruluşların sağlayacağı katkılardır.

Pragmatist bir zihniyetle sendikacılığın yürüyemeyeceği aşikârdır. Kamu çalışanlarının halen yüzde 60'ının sendikalı olmaması ve yapılan anketler sonucunda yüzde 70'inin mevcut sendikal örgütlenmelere güven duymaması

bunun göstergesidir.

B- Sendikalar ideolojik düşünmemelidir:

Milletimiz gereksiz ve anlamsız kamplara bölünmüşken bu bölünmenin işyerlerine taşınması çalışma barışının zedelenmesine neden olmuştur. Bu aynı zamanda Türkiye'deki eğitim sisteminin istikrarını ve kalitesini baltaladığı gibi işyerlerinde düşmanlıkların oluşmasına da neden olmuştur.

Sendikal mücadelede ideolojiye yer yoktur. Bu anlamda sendikalar ideolojik düşünmemelidirler. Bu durum çalışanları kardeş yerine düşman yapar fakat ülkemizde özgürlüğü, kardeşliği dillerinden düşürmeyen sendikalar yeri geldiğinde darbe çığırtkanlığı yapmaktan kendilerini alamamışlardır. Din, ırk, renk, fikir ayrılıklarını dikkate almadan tüm çalışanların yanında olmaları gerektiğine dair ilkeleri tüzüklerinin en başında yer almasına karşın, örneğin 28 Şubat sürecinde inançları gereği başlarını örttükleri gerekçesiyle mesleklerinden ihraç edilen binlerce eğitim emekçisinin mağduriyetini değil kınamak ideolojimize terstir diyerek bu duruma ses çıkarmamışlardır hatta desteklemişlerdir. Böylesi bir sendikal kültürün oluşturulduğu ülkemizde birlik beraberlik, kardeşlik, barış, özgürlük, eğitim-öğretim, kalite vs.'den bahsetmek elbette olanaksızdır.

Sendikalar öncelikle statükocu yapılarından kurtulmalıdırlar. Demokratik bir yapıyla kendilerini yeniden yapılandırmak zorundadırlar. Şekli demokrasiden reel demokrasiye geçmelidirler. Sendika başkanları kendilerini 'ağa' gibi görmemelidir. Kişisel çıkar ve ikbal peşinde koşmamalıdırlar. Ayrımcılıktan ve bölücülükten ayrı durmalıdırlar. 'Herkes için adalet, herkes için özgürlük' ilkesini derhal hayata geçirmek zorundadırlar.

Sivil toplum örgütlerinin gerçek işlevinde faaliyet göstermeleri, özgürlükçü, demokrat, insan haklarına saygılı, fikir ayrılıklarına açık, herkes için adaleti ve özgürlüğü savunabilmeleri ve böylesi bir sendikal kültürün oluşabilmesi için öncelikle siyasi partilere büyük sorumluluklar düşmektedir. Siyasi partiler sivil toplum örgütleriyle 'arka bahçe' ilişkisi yaşamayı kendileri için bir kazanım saymaktan vazgeçmelidirler. Tamamen halka dayanması, halkın gücünü alması gereken sivil toplum örgütleri siyasi partilerin gölgesi altında etkisiz, işlevsiz, kullanılan unsurlar haline dönüştürülmüştür. Bu durum demokrasinin, özgürlüklerin, hukukun gelişmesinin de önünü tıkayan, yaralayan bir durumdur.

Sivil toplum örgütleri de kuruluş ilkelerine, amaçlarına bağlı, gücünü siyasi partilerden değil de tamamen üyelerinden alması hususunda net bir kararlılık ortaya koyarlarsa en azından bu olumsuzluklara bir dur deme şansları olacaktır. Böylelikle çalışanları adına siyaset üretebilecekleri gibi demokrasinin, hukukun ve özgürlüklerin gelişmesinde de aktif bir

rol oynayacaklardır. Bu anlamda Türkiye'de acilen bağımsız bir sendikacılık kültürünün oluşması gerekmektedir.

600 bin öğretmen

Milli Eğitim yaklaşık 600 bin öğretmeni, 15 milyon öğrenciyi ve öğrenci ve öğretmen yakınlarını da içine alarak neredeyse tüm Türk halkını yakından ilgilendiren çok önemli bir kurumdur. Eğitim iş koluna bağlı sendikaların siyasal farklılıklarını bir yana bırakıp, ortak yanlarını ve değerlerini ortaya koyduklarında farklılıklarından daha çok ortak değerlerinin olduğu görülecektir. Hatta bu ortak değerler beraberinde hoşgörü kültürünü de getirecektir.

İdeolojik düşmanlıklar ortadan kaybolacağı gibi eğitimin istikrarı ve kalitesi adına çok ciddi kazanımlar elde edilecektir. Bilindiği gibi her türlü ayrışma, çalışanların zayıflamasına, sermaye ve güç sahipleri tarafından her türlü kazanımların geriletilmesine, yoksulluğa, açlığa, sefalet ücretine mahkûm edilmesine yol açmaktadır. İnsanca yaşama mücadelesi verilecekse eğer bunun yolu bağımsız, herhangi bir yere angaje olmayan sivil toplum örgütleri tarafından verilecektir.

Emperyalist oyunların maşası olan örgütler kardeşliğe, sevgiye, birliğe, özgürlüğe uzaktırlar ve ideolojik düşünmektedirler. Hukukun üstün olduğu bağımsız bir Türkiye özleminden de uzaktırlar. Küreselcilerin Türkiye'de hâkim kılmaya çalıştığı neoliberal ekonomik politikaların altında da ezilerek seslerini çıkaramamaktadırlar. Halbuki ülkemiz açısından neoliberalizmin tek pazarının, küreselleşmenin önündeki tek engel sendikalar olabilmelidir. Bu kadar ayrışmanın ve siyasi partilerle yaşanan arka bahçe ilişkisinin neticesinde bırakınız engel olmayı farkında olmadan bu politikaları destekler duruma düşmüşlerdir.

Sendikaların ciddi bir donanım ve bilgi eksiklikleri olduğu şu ana kadarki faaliyetlerinden, tutum ve tavırlarından bellidir. Bu aynı zamanda kendi rolünü ve ne ifade ettiğini algılayamamakla alakalı bir durumdur. Bunu gözden geçirmeleri gerekmektedir. Muhalefet etmekten, farklı düşünceye sahip çalışanların haklarını savunmaktan korkmamalıdırlar. Örneğin sol görüşlü bilinen Eğitim-Sen Ankara'da başörtüsüne saygı yürüyüşü yapabilmelidir. Farklı görüşlere, inançlara ne kadar açık olduklarını gösterebilmelidirler. Yoksa tüzüklerdeki 'din, ırk, renk, görüş ayırt etmeksizin' ifadesinin ne anlamı kalır? Elbette benzer bir durum diğer sendikalar için de geçerli olmalı. Türkiye sendikal anlamda daha çok yol kat edecektir. Özellikle yeni kurulan sendikalara büyük işler düşer. Onlar geçmişten ders çıkararak herhangi bir yere angaje olmadan, daha geniş bir vizyonla yepyeni bir sendikacılık kültürünün oluşmasında bizlere öncülük edebilirler.

Ufuk Coşkun: Öğretmen-Sen İstanbul İl Başkanı/ Radikal Gazetesi

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber