Alev Alatlı: Kadim doğrular iktidar muhalefet ayrımı tanımaz

Memleket meselelerine vizyonel bakış açıları geliştiren önemli entelektüellerden yazar Alev Alatlı ile sanattan siyasete, sivilleşmeden 'mahalle baskısına' kadar pek çok mevzuyu konuştuk.

Kaynak : Star Gazetesi
Haber Giriş : 23 Temmuz 2015 09:21, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42
Alev Alatlı: Kadim doğrular iktidar muhalefet ayrımı tanımaz

Mehmet Hakan Kekeç

Siyasette 'sivilleşmeden' konuşuyoruz, bedeli de ödeniyor. Acaba benzer süreç sanatta da mı yaşanıyor? Sanatın merkezden çevreye yayılması, bir ayrıcalık aracı olmaktan çıkması; bedel olarak mahalle baskısını mı getiriyor?

Önce şunu söyleyeyim. Bu 'sivilleşme' kelimesinden ben oldum olası haz etmiyorum! Askeri darbelere çakmak için icat edildiydi, gelin görün, serbestleşme, özgürleşme, çoğulculuk, ademi merkeziyetçilik gibi farklı kavramları barındıran bir torba kelime oldu çıktı! Ne mahzuru var diye soracaksınız, mahzuru, meselelerin adını doğru koymamızı zorlaştırıyor olması! Şimdi, kelimeyi 'serbestleşmek' anlamında kullanıyorsak ve varsa bir serbestleşen, onun 'sanat' değil, olsa olsa 'sanatçı' olduğunu söylerim.

-Ne demektir sanatçının serbestleşmesi?

Sanatçının serbestleşmesi sanatçının sanatını icra ederkenki özgürlüğüdür. Ressam resmetmek istediği objeyi ya da temayı veyahut kullanmak istediği tekniği seçmekte özgür müdür? Yazar içinden geleni yazmakta özgür müdür? Müzisyen icra edeceği eseri seçmekte ve yorumlamakta özgür müdür? Yönetmen sahneye koyacağı oyunu, rejisör filme çekeceği senaryoyu seçmekte özgür müdür? Sanattan bahsediyorsak, tartışma konuları bunlar olmalıdır. Sanatçının içrek özgürlüğünden, otosansür eğilimlerine, açık ya da örtülü yasaklara, eserinin beğenilmeme, kınanma korkusuna kadar, türlü faktörlerin irdelenmesini gerektirir.

-Sanatın merkezden çevreye yayılması, dedim ilk soruda. Ama sanırım bu ifade de tanıma muhtaç?

'Sanatta merkez' ancak üstün yeteneklerin sanata standart getirdiği bir kurumun varlığı söz konusu ise anlamlı olabilir. Örneğin, bir Bolşoy, balede performans standartı koyar. Balerinlerin maaşlarını devlet ödediği için değil, bir Anna Pavlova yetiştirdiği için merkezdir. Bu bağlamda onlarca merkezden söz edebiliriz. Bize gelince, Cumhuriyet'le birlikte halkın aşina olmadığı sanat türleriyle tanışmasını sağlayacak bir dizi girişim yapıldı. Devlet opera ve balesi, devlet filarmoni orkestrası, şehir tiyatroları, belediye sanat birimleri, konservatuarlar, halkevleri bu kapsamdadır. Bunlar 'merkez' olabildiler mi? Tiyatroyu alalım, devlet tiyatrosu merkez olabildi mi? Kısmen oldu elbette, hatta konservatuar mezunu olmanın belirli bir ayrıcalığı vardır ve olmalıdır da. Mamafih boynuzun kulağı geçmesi uzun sürmedi.

-Sivil ya da vesayet yolu ile kurulmuş olsun, sanatçı için bütün iktidarlar 'bir' ve 'düşman' mı olmalıdır?

Sanatçının 'iktidar'dan anladığı, işini bildiği gibi yapmasını engelleyen erktir. Bu erk her şeyden önce sanatın içinden, az önce konuştuğumuz 'merkez'lerden çıkar. Ressam olduğunuzu düşünün. Diyelim meselenizi empresyonist tarzda resmetmek istiyorsunuz. En çetin muhalifleriniz klasik tarzı benimseyen meslektaşlarınız olacaktır. Siyasi iktidar ille de empresyonizme karşı tavır alacak ve dolayısıyla sizi kendisine düşman edecek diye bir şey yoktur. Düşünün ki, klasik batı müziği Türkiye'de ilk kez Cumhuriyet iktidarları döneminde revaç gördü. O dönemde de mutsuz çellocular vardı ama öfkeleri siyasi iktidara değil, yetersiz buldukları orkestra arkadaşlarınaydı.

-Kültürel iktidar diye bir şey konuşuyoruz, nedir kültürel iktidar denen?

Dünyanın her ülkesinde, zamanın ruhu doğrultusunda kah güçlenen, kah zayıflayan, nitelik değiştiren, 'sanatçı/kültürel' elit ve iktidar vardır. Bir dönem Pink Floyd ve uzantıları iktidardadır, bir dönem Madonna... Bir dönem, Köy Enstitüleri merkezli edebiyatçılar, bir dönem, toprağı bol olsun, Metin Kaçan ekolü. 'İktidar' olmuşlukları, belirli bir dönem için dahi olsa toplumda karşılık buluyor olmalarından geçer.

-Türkiye'nin 'aydın' sınıfını resmi ideoloji oluşturdu, diyebilir miyiz?

İsterseniz, Türkiye'nin 'aydın' sınıfını resmi ideoloji oluşturdu demeyelim de, Tanzimat'la başlayan/başlatılan, Batılılaşma sürecini içine sindiremeyenler olduğu gibi, şevkle benimseyenlerde oldu diyelim. Bu ikinci grubun Avrupa ve ABD'de odaklanması, öykünmesi teşvik edilmişti, nitekim öyle de oldu. Bunların aralarındaki göreceli olarak daha iyi okumuş yazmış olanlara 'aydın' sıfatı yakıştırıldı, 'münevver' kelimesi muhafazakarlara tahsisli kaldı.

-Erdoğan içeride bir 'iktidar' figürüyken dışarıda BM gibi kurumlarla çatışan bir muhalif. 'İktidar - muhalif' okumalarını yerele sıkıştırmak doğru mu?

Kadim doğrular, 'iktidar-muhalefet okumaları' dediğiniz etkinler üzerinden yorumlanmazlar. 'Doğru' söyleyene göre 'doğru' olmaz! Siyasi iktidar ya da muhalefet, her kim dillendirse de 'doğru'yu teslim etmek durumundasınız. Filistinlilere reva görülen zulmü "oh, olsun" diye karşılıyor olsınız bile, Tayyip Beyin "one munite" çıkışını onurlandıracaksınız! Ya da dünyanın beş süper güç tarafından parsellenmesini doğru bulun, "Dünya beşten büyüktür" tesbitini alkışlayacaksınız! Aksi, hamakat değilse, sahtekarlıktır!

ERKEN SEÇİM ÖNGÖRÜYORUM

-'Beyaz Türkler küstüler' ve sonunda HDP'li mi oldular?

HDP'li filan olmadılar. Papaza kızıp, oruç bozdular ki, bu atar ergen tavrını biz daha önce de yaşadık. Kürtlere bayıldıklarından değil. Hamiş: Bayılmış olsalardı zaten işler bu hale gelmezdi. Bir de sorun bakalım, Beyoğlu'nu "işgal eden" Suriyeliler hakkında ne düşünüyorlar.

-HDP Batı'da kucaklaşma, 21. yy değerleri derken; Doğu'da 20.yy'ın ilk çeyreğini anımsatan ulusçu söylemlere mi hapsoluyor?

21.yüzyıl değerleri dediğiniz, 25 yıl öncesinin sol söylemidir. Ulusçu söylem dedikleriniz için de, TİP bildirgelerine bakacaksınız. Özgür Gündem arşivine girin. Mehdi Zana gibi dönemin kamuoyu önderlerini okuyun. Sağcı söylem istiyorsanız, Ahmet Türk'ün müktesebatına göz atın. Hasılı, tarih sıçrama yapmıyor, bugünden yarına değişmiyor.

-Kılıçdaroğlu % 60'lık kutuptan bahsetti. Bu karşıtlık üzerine kurulmuş bir hareket(sizleştirme) çabası mı?

Son tahlilde öyle. Gerçekçi bir toplumsal değerlendirmeye Kılıçdaroğlu'nun donanımı müsait değil. Daha da acıklı olan, alemin gözündeki çöpü görürken, kendi gözündeki merteği fark edemeyecek kadar tutkulu bir tipoloji olması.

-Ne öngörüyorsunuz bundan sonrası için?

Erken seçim öngörüyorum. Milletin aklını başına toplayacağını, çoluğunun çocuğunun geleceğini ön plana alacağını umuyorum. Bakın, bizimki gibi anı yaşayan, atar ergen sendromunun kural olduğu toplumlarda "kutuplaşma" bile uzun ömürlü olmaz. "Paçozluğun" varoluş niteliklerinden birisi de kaypaklıktır. Anlık çıkarını kollayacağı için, bugün fena halde milliyetperverdir, yarın bir bakmışsınız kozmopolit ses vermiş! Gayri, eşref saatinin gelmesini bekleyeceğiz!

SANATÇILIK AYRICALIK DEĞİLDİR

Sanat özel bir yetenek gerektirir, doğru, ama mesela matematik de özel yetenek gerektirir, cerrahi de öyle. 'Ayrıcalık' ancak işinizde kolay kolay ikame edilemeyecek kadar iyi iseniz, kitlelerin teveccühünü kazanabiliyorsanız söz konusudur.

SANATÇININ ÖDEDİĞİ 'BEDEL' YALNIZLIĞIDIR

Bakın, sanatın olmazsa olmaz şartı özgünlüktür. Neşet Ertaş'ı, Nazım Hikmet'i, Niyazi Sayın'ı düşünün. Sanatçı, bırakın mahalle baskısına boyun eğmeyi, gelir geçer toplumsal yargılara, hatta zamanın ruhuna bayrak açacaktır. Özgünlüğünü yitiren sanatçı, sıradanlaşır. Sanatçı olmaktan çıkar, başka bir şeye evrilir. "Başka bir şey" dediğim, ticarettir, siyasettir, memuriyettir. Sanatçı, sanatçıya sanat adına karşı çıkıyorsa itirazı anlamlıdır. Gerisi, galiz olduğu kadar da sıradan sokak kavgası.

DÜŞMANIMIN DÜŞMANI DOSTUMDUR!

AK Parti faktörü ortadan kalksa karşı 'odaklar'ın makul bir ittifak yapabileceklerini mi sanıyorsunuz! İran'da Şah'a karşı, Tudeh ile Devrim Muhafızlarının ittifak ettikleri günleri hatırlayın! Bu yaşadığımız da fevkalade sıradan bir "düşmanımın düşmanı dostumdur" sendromudur.

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber