İstiklalimizin güvencesi, silahlı kuvvetlerdir. İstikbalimizin güvencesi ise kalemli kuvvetlerdir

Kaynak : Bugün
Haber Giriş : 17 Kasım 2006 13:39, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42
Mehmet Metiner'in Bugün gazetesindeki yazısı

17'inci Milli Eğitim Şurası daha başlamadan tartışmalara konu oldu. Başladıktan sonraki tartışmalar ise tahmin edileceği üzere giderek laiklik eksenine oturtulmak isteniyor.

Bilindiği gibi, 1939'dan beri yapılan Milli Eğitim Şuralarının temel amacı, Milli Eğitim'in hedeflerinin belirlenmesine katkıda bulunmaktır.

Bir tür demokratik bilimsel platform işlevi gören bu şuralardan çıkan sonuçlar, tavsiye niteliklidir. Ne yazık ki ülkemizde Milli Eğitim gibi Atatürk'ün çok önem verdiği bir konuda bile kimi çevreler ideolojik/ politik mülahazalarla karşı duruşlar geliştirebilmekte, demokrasinin ve bilimsel özgürlüğün özüyle bağdaşmayacak bir tür "giyotin mantığı"nı rahatlıkla devreye sokabilmektedirler.

Kaç zamandır bilinçli ve maksatlı bir biçimde Doç. Dr. Hüseyin Çelik'in ismi ve Bakanlığı üzerinden sürdürülen irtica tartışmaları dolayısıyla toplantıya karşı başta Çankaya olmak üzere bazı çevrelerin sergilediği tavır fazlasıyla ideolojik bir militanlık dozu içeriyor. Çok anlamlı ve yenilikçi önerilerin tartışıldığı Şura'yı malum çevreler "katsayı" ve "imam hatip" tartışmasına indirgeyerek hedef saptırmak istemektedirler.

Bu yanlışlığa sol duyarlılığıyla tanınan bir eğitim sendikasının da öncülük ediyor olması, hem solculuk hem de demokratlık adına bence ziyadesiyle üzücüdür.

SEZER'İN TAVRI

Milli Eğitim Şurası'na davetli olduğu halde katılmamakla yetinmeyip bir mesaj yollamayı bile çok gören Cumhurbaşkanı Sezer ne demeye getirmektedir acaba?

Top seslerinin Ankara'da duyulduğu o kritik Milli Mücadele yıllarında bile Atatürk'ün toplanmasını istediği Milli Eğitim Şurası'na karşı Sezer'in sergilediği bu ideolojik-politik karşıtlık sanıldığının tersine ne laiklikle bağdaşır, ne de demokratlıkla.

Sezer'in "Laiklik, adam olmak demektir" tarzındaki yorumu zaten nasıl özürlü bir laikçilik anlayışına sahip olduğunu gösteriyor. Şimdi birileri kalkıp sormaz mı: Türkiye 1937'de resmen laikliği benimsediğine göre, o tarihten önceki yöneticilerimizin "adam olmadığı"nı söylemek ne derece doğrudur ve şıktır? Sultan Abdulhamit'in açtığı modern okullarda eğitim alarak büyüyen, Milli Mücadele yıllarında dindarlık ve hilafet bahsinde ne denli duyarlı olduklarını bildiğimiz Cumhuriyetin kurucu aktörlerine karşı aynı zamanda bu ciddi bir saygısızlık anlamına gelmez mi?

Tek başına ne laiklik, ne de dindarlık "adam olma"nın önşartı değildir. Bunu dile getiren bir laiklik anlayışı da dindarlık anlayışı da özürlüdür. Sayın Sezer'in bu ideolojik laikçi mülahazalarla Milli Eğitim Şurası'nı "protesto" ediyor görüntüsü vermesi, laikliği "giyotin"le atbaşı götüren Fransız Jakoben laikçiliğinin kötü bir izdüşümüdür sadece.

"ÇANKAYA LAİK DEĞİLDİR, LAİK OLMALIDIR!"

"Çankaya laiktir, laik kalacak!" sloganını şu şekilde düzeltmek gerekir: "Çankaya laik değildir, laik olmalıdır!" Ne yazık ki bugün laikliğe layık olmayan bir Çankaya gerçekliğiyle yüz yüze bulunuyoruz..

Sezer'in kendi şahsında yeniden kristalize etmeye başladığı laiklik, zihniyet itibariyle Fransız Jakoben laikçiliğini esas alıyor olsa bile pratikte Fransız laikçiliğinden de farklı özelliğe sahiptir. Bilindiği gibi Fransa'nın ne resmi bir kilisesi vardır, ne de Fransız okullarında zorunlu din dersi uygulaması. Türkiye'nin ise hem Şeyhülislamlık makamını çağrıştıran resmi bir din kurumu (Diyanet İşleri Başkanlığı) vardır, hem de devlete bağlı maaşlı bir din adamları sınıfı vardır. Zorunlu din dersleri uygulaması vs. ise cabası...

Pratikte Fransız laikçiliğinden bile ayrışan Türk tipi laikçilik zaten Anglo Sakson dünyasının demokratik laikliğinden (sekülarizminden) zihniyet olarak tamamen farklıdır. Sezer'in Çankaya'sı laik olabilseydi hoşgörünün ve kuşatıcılığın sembolü olma işlevini görürdü. Ne yazık ki Çankaya "ideolojik taraf" görüntüsüyle laikliğin özüne de demokrasinin kendisine de zarar veriyor. Bu yüzden asıl Çankaya'yı laikleştirmek gerekiyor. Çankaya'yı bütün yurttaşları özgür ve eşit olarak gören kuşatıcı ve özgürlükçü bir laiklik anlayışının merkezi haline dönüştürmek gerekiyor.

İDEOLOJİK DEĞİL PEDAGOJİK VE AKADEMİK...

Bakan Çelik'in Şura'nın açılışında irticalen yaptığı konuşma, tek kelime ile, demokratik bir yüzyılda nasıl bir Milli Eğitim anlayışına sahip olmamız gerektiğini ortaya koyan çok önemli bir perspektife sahip.

Şu sözleri hep birlikte okuyalım: "Ben inanıyorum ki ortak akılla ve bütün ideolojik saplantılarından arınmış olarak, Türkiye'nin birikimi olan bu değerli heyet, bu meseleleri enine boyuna konuşacak ve bizlere yol gösterici tekliflerde bulunacaktır. Soğuk savaş döneminin basmakalıp ideolojileriyle eğitimin meselelerine yaklaşmak eğitimi katletmektir. Biz milli eğitimin meselelerine ideolojik değil pedagojik yaklaşmak zorundayız. Yükseköğretimin meselelerine de ideolojik değil akademik yaklaşmak zorundayız."

İşte bu yeni bir paradigmanın ifadesidir. Demokrasiyle ve yeni yüzyılın özgürlükçü perspektifleriyle uyum gösteren bir yeni zihniyetin ifadesidir. Bence konuya ilgi duyanlar Bakan Çelik'in konuşma metnini www.meb.gov.tr sitesinden indirip okumalıdırlar.

Demokrasiye ayak direyen ve hâlâ soğuk savaş döneminin ideolojik saplantılarıyla hareket edenlerin pedagojik ve akademik mülahazalar yerine laiklik ve irtica gibi anakronik ve bayat ideolojik-politik mülahazalar üzerinden konum almaları, Türkiye adına büyük bir talihsizliktir.

"KALEMLİ KUVVETLER"

Milli Eğitim Bakanı'nın çok önemsediğim bir sözünü yazımı bitirirken sizlerle paylaşmak istiyorum. Bakan Çelik şöyle diyor:

"İstiklalimizin güvencesi, silahlı kuvvetlerdir. İstikbalimizin güvencesi ise kalemli kuvvetlerdir." Entelektüel siyasetçi kuşağının çok önemli bir temsilcisi olarak gördüğüm Çelik'in bu saptaması tek kelime ile enfes!

"Kalemli kuvvetler", Milli Eğitim Şurası'nda özgürce düşüncelerini dile getiriyorlar, öneriler üzerinde adam akıllı tartışıyorlar.

Ama birileri "kalemli kuvvetler"in varlığından laiklik adına rahatsızlık duyuyorsa, bu "kalemli kuvvetler" in bilimsel-entelektüel gücünü kırmak için giyotin işlevi gören laiklik silahını kullanıyorsa, ortada ciddi bir sorun var demektir. Bu tavır, demokrasiye karşı direnmenin bir başka adıdır.

Hem her şey tartışılsın diyeceksiniz, hem de bir şeyler tartışıldığında rahatsızlık duyacaksınız, olmaz öyle şey! Tavsiye niteliği taşıyan çok sayıdaki değerli görüşleri ve önerileri görmezlikten gelip sadece ve yalnızca "katsayı" ve "imam hatip" meselesi üzerinden ideolojik bir gerilim hattı inşa etmeye yönelirseniz, bunun adı olsa olsa ideolojik körlük ve militanlık olur.

ÖNEMLİ BİR KİTAP

Türkiye ve Avrupa Birliği ülkelerinin eğitim sistemleri hakkında bilimsel bilgi sahibi olmak isteyenlere Milli Eğitim Bakanlığı Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü'nce yayımlanan "Türkiye ve Avrupa Birliği Ülkelerinin Eğitim Sistemleri" adlı çok önemli kitabı okumalarını salık veririm. O zaman soğuk savaş döneminden arta kalan ideolojik saplantıları bir tarafa iterek "demokrasi yüzyılı" nda Bakan Çelik'in Milli Eğitim'de nasıl bir "demokratik paradigma" ya kapı aralamak istediğini anlayabilirsiniz.

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber