Prof Kılıç: Akademik kariyer karın doyurmuyor

Bu haftaki röportajım değerli bir akademisyen ile. Özellikle uzmanlaştığı çalışma ekonomisi ve endüstri ilişkileri konusundaki başarılı yazıları ve televizyon programlarıyla; sosyal politika, istihdam, sosyal güvenlik gibi konulardaki bilgilendirici açıklamalarıyla birçok insanın sorularına cevap bulmasına hizmet eden Cem Kılıç'ın oldukça ilginç bir kariyer hikayesi var. 39 yaşında profesör olup akademik çalışmalarına devam eden aynı zamanda medya dünyasında aktif rol alan Kılıç ile hem hikayesini hem keyifli anılarını konuştuk.

Kaynak : Türkiye
Haber Giriş : 10 Nisan 2016 17:21, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42
Prof Kılıç: Akademik kariyer karın doyurmuyor

Burcu Çetinkaya

- Şanlıurfalı mısınız?

Evet, Urfa doğumluyum. Babam asker emeklisi, memur. Türkiye'nin farklı yerlerini dolaştık. En son Ankara'nın eğitim için iyi olacağına karar verince bizi orada okuttu. Ankara'da büyüdüm. Gazi Üniversitesi'ni bitirdim.

- Akademik kariyer hayaliniz ne zaman şekillendi?

İlginçtir. Üniversite 1. sınıftayken, dediler ki, "Sizin bölüm başkanı, Urfalı çok ünlü bir profesör; Prof. Dr. Kamil Turan, Siverekli. Milliyetçi, muhafazakar cephenin çok önemli isimlerinden bir tanesidir." Ben hocayı tanımıyordum. Hatta Urfalı olduğunu bile bilmiyordum. 2. sınıf bittiğinde hocayı gördüm ve hayran oldum. Bir akademik duruşu vardı. Urfa'dan çıkıp Paris Sorbonne Üniversitesi'ni bitirmesi, profesör olması, hep gözümün önündeydi. Hocayı tanıyınca onu örnek alıp akademik kariyer yapmak hayalim şekillendi. Ama odasına gittim, "Ben sizden ders alıyorum, aynı zamanda Urfalıyım" dedim. Hoca durdu ve; "Ders alman güzel de, Urfalı olman beni ilgilendirmiyor" dedi. Başımdan kaynar sular indi ama hocanın hemşehricilik, taraf tutma, yandaşlık değil de öncelikle öğrenciyle objektif olarak ilgilendiğini anladım.

- Sonra ne zaman başladı kariyer yolculuğunuz?

3. ve 4. sınıftayken asistanlık sınavına girdim. Orada da Kamil Turan hoca dedi ki, "Urfalı olduğuna göre; yüzde yüzlük bir sınav kağıdı vermen lazım. 99 alırsan seni asistan almam." Ben de yüzde yüz aldım ve kazandım. Sonra yüksek lisansımı burada bitirip doktora için Kanada Carleton Üniversitesi'ne gittim. Ardından buraya geldim, yardımcı doçent oldum. Sonra Amerika'ya Michigan State Üniversitesi'ne gittim, geldim ve akademik hayata devam ettim.

- Profesör ne zaman oldunuz?

2007 yılında.

- Profesör deyince sanki kelli felli, yaşça kemala ermiş birini bekliyoruz değil mi?

Evet, benim de ilginç bir anım var bu konuda. Şeker fabrikalarında seminer veriyorduk. Okuldan bir hocamızın yerine o hafta benim gitmem gerekti. İlk kez gidiyordum. Erzurum Havalimanı'na indim, beni karşılayacak kişi elinde kağıt tutuyor. Ben de sivil giyimliydim. Adama gittim, "O benim" dedim. "Yok ben Profesör Cem Kılıç'ı arıyorum" dedi.

- Akademik kariyer ile karın doyuyor mu?

Türkiye'de akademisyen olmak zor. Yurt dışındaki akademik araştırma imkanları ile bizimkiler arasında fark var ama bu geçmişten gelen bir problem. Doğrusunu söylemek gerekirse karın doymuyor ama benim sosyal güvenlik ile iş hukuku alanında; gazete, televizyon ve danışmanlık hizmetlerine giriyor olmam yine de çok parayla ilgili değil.

- Nasıl bulaştınız bu medya işine?

Prof. Dr. Şükrü Kızılot vesile oldu. Doçentliğimin son yılıydı. Antalya'da bir işveren sendikaları toplantısı vardı. Şükrü Kızılot hocamızdı ve hep ona hayran kalırdım. Çok komplike şeyleri, halkın anlayacağı tarzda anlatan bir insandı. O toplantıda hocaya yakınlaştım, o da beni algıladı. 2008 yılında Türkiye, çok büyük ve başarılı bir sosyal güvenlik reformu yaptı. O zaman bana, "Bu konu üzerine gazete yazısı yazacaksın, senin yerine anlaştım" dedi. Sabah gazetesinin Ankara temsilcisi Okan Müderrisoğlu'nu aradı ve "Cem Hoca, ilk yazıyı yarın sana gönderiyor" dedi. Yaklaşık on ay soru cevapladık. Herkesin anlayacağı dilde reformu anlattık ve gazetecilik serüvenim başlamış oldu.

- Konu olarak önceden ilginiz var mıydı bu mevzulara?

Açıkçası sosyal güvenlik alanı çok piyasaya yönelik geliyordu, bende ise akademik bir taassup vardı, çok model, teori çalışan bir insandım. Çok benimsememiştim başlangıçta ama sonra birşeyi fark ettim. Yazdıklarınızla birilerinin hayatına dokunuyorsunuz, size soru soranlar cevap bulduklarında mutlu oluyorlar. Emekli olamayacağını zanneden birisin, emekli olduğunu görmek ona yardımcı olmak, sağlık imkanı olmayan insan için sağlık imkanlarının oluşturuluyor olduğunu gösterebilmek çok keyifli ve mutluluk vericiydi.

- Peki televizyon?

2009'a geldiğimizde de değerli abim Erman Yerdelen, televizyon programı yapmamı söyledi. Hayatıma dokunan ikinci değerli insan kendisidir. CNBC-e'de Melda hanımla "Finans Cafe" programını yapmaya başladık. Bu bizim 6. yılımız. Şu anda da NTV'de devam ediyoruz.

- Heyecanlandınız mı ilk yayında?

Evet, hala da heyecanlanıyorum. Biz akademisyeniz, bilmediğimiz bir konuda bile binlerce kişinin karşısına bir şeyler söyleyebiliriz ama televizyon ayrı bir şey. Ama yayından 2 dakika sonra heyecanım diniyor ve faydalı bir şeyler anlatmaya çalışıyorum.

- Türkiye'de genel olarak insanların sosyal güvenlik ve iş hukuku konusunda bilgileri yeterli mi? Mesela son çıkan 65 yaş kanunuyla maaş alabileceğini bilmeyenler vardır değil mi?

Kesinlikle var. Özellikle sosyal güvenlik ve iş hukuku alanı, 2000'li yıllardan sonra kanunların sürekli değişiyor olmasıyla da çok karmaşık bir alan haline geldi. Üniversite mezunu, yüksek lisans, doktora yapmış vatandaşlarımız bile bazen bilemiyor. Çalışan insanlar haklarının ne olduğunu gerçekten bilmiyor.

- Peki, şu an vatandaşın bilgi alabileceği bir yer var mı?

Son 2-3 yıldır Sosyal Güvenlik Kurumu bir danışma hattı kurdu. Vatandaşı ücretsiz bilgilendiriyor. Bu hat kurulmadan önce bu işi yapan bir sürü insan ortaya çıkmıştı ve doğru olmayan bilgilerle insanların emekliliğiyle oynadılar. Vatandaşa bu konuda para karşılığı hizmet verilmesi zaten çok yanlış. Danışma hattı, bunun önünü kesti. Büyük firmalara danışmanlık verilebilir ama 65 yaşındaki bir insana doğru kanallardan doğru bilgileri vermek gerekir. Ben de gazete ve televizyon aracılığıyla buna bir katkıda bulunabildiğim için çok mutluyum. Mesela; taşeronlara kadro verilmesiyle ilgili konuda yazıp çizdiklerimin çok etkisi oldu. Hem işçilere hem hükümete etkisi oldu. Bir önceki Çalışma Bakanımız Faruk Çelik ile yakın bir temasımız vardı. Süleyman Soylu'yu ise çok eskiden tanırım. Onun da çok iyi bir enerjisi var ve bu alanda çok şeyler katabileceğine inanıyorum.

- Bu kadar yoğunluk arasında aile hayatınızı da sormak istiyorum. Evli misiniz, çocuk?

2003'te evlendim, 2 oğlum var. Emir 12 yaşında, Yaman da 5... Onlara aşığım. Daha çok eşim onlarla ilgileniyor. İstanbul ve Ankara arasında bölünmüş bir hayatımız var.

- İzliyorlar mı sizi?

Evet. Hatta çok komik bir anımız var. Yazlıkta, anneleri çok playstation oynuyorlar diye kumandayı saklamış. Ben de o gün İstanbul'da televizyon programındayım ve seyirci soruları geliyor. Bizim oğlan yazmış; "Baba, playstationın kumandasını nereye sakladın?.."

- Kaç tane kitabınız var? En son kitabınız hangisi ve sırada kitap projesi var mı?

Akademik 5 kitabım var. Son kitabım (altıncısı) ise, son 3 yıldaki gazete yazılarımdan. Halka en iyi hitap edecek olanlarını birleştirdim ve "Çalışma Hayatı" ismindeki kitabımı çıkardım. 4 ay geçti, 2. baskı oldu. Önümüzdeki dönemde tekrar yazmayı düşünüyorum.

AYNI İSİMLİ SANATÇI VAR

Profesör Cem Kılıç'ın aynı ismi sahip olduğu sanatçımız ile ilgili de ilginç bir anısı var: Bir gün bizim gazetenin ekonomi müdürü aradı. "Hocam Vatan gazetesindeki bulmacadaki resmi gördünüz mü?" dedi. Soru "Yandaki sanatçıyı tanıdınız mı?" idi. Fotoğraf ise benimdi.

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber