Primi öde, 'katılım payı ödeyeceksen' de hastalanabilirsin!...

Haber Giriş : 21 Nisan 2005 11:02, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42
SSK hastanelerinin Sağlık Bakanlığı'na devri, gündemdeki sosyal güvenlik reformuna hazırlık niteliğindeydi. Devir sırasında yaşanan sıkıntılar, Sağlık Bakanı Recep Akdağ ve Çalışma Bakanı Murat Başesgioğlu'na eleştiriler yöneltilmesine yol açmıştı.

Yeni sistemde 'Genel Sağlık Sigortası' kapsamına girmek ve primlerini düzenli ödemek, sağlık hizmeti almaya yetmiyor. Vatandaşın sağlık hizmeti için ayrıca 'katılım payı' ödemesi gerekecek

AKP hükümetinin 'Sosyal Güvenlikte Tek Çatı' propagandasıyla kabul ettirmeye çalıştığı 'reform' başlıyor. 'Reform' gerçekleşirse çalışanların emeklilik yaşı 68'e, emekli olabilmek için gerekli prim ödeme gün sayısı da 9 bine çıkarılacak. Bu düzenleme 2035 yılında başlayacak ve aşamalı olarak 2075 yılında sonlanacak.

Emekli maaşları ile ilgili düzenleme ise yasa çıkınca gerçekleşecek. Şu an Emekli Sandığı'nda yüzde 3, SSK ve Bağ-Kur'da yüzde 2.6 olan yıllık emekli aylığı bağlanma oranları önce yüzde 2.5'e düşürülecek. 2016'dan sonraysa yüzde 2'ye düşürülmüş olacak.

Böylece memur emeklilerinin maaşları yüzde 33, SSK ve Bağ-Kur emeklilerinin maaşları yüzde 23 azaltılarak 'tek çatı altında' toplanacak. Gündemdeki tasarılar, Türkiye sağlık sisteminin finansman yapısında da önemli değişiklikler öngörüyor. Mevcut Genel Sağlık Sigortası (GSS) kanun tasarısı hükümetin ikinci tasarısı. İlki, Haziran 2003'te hazırlanmış ve görüş alınmak üzere ilgili taraflara gönderilmişti. Alınan görüşlerden yararlanıldığı görülmüyor ama, her nedense şimdilerde farklı bir yeni tasarı tercih edilmiş.

1960'lı yıllardan bu yana dönem dönem gündeme gelen GSS'nin kaderi de böyledir zaten. 1967'de hazırlanan ilk tasarı hükümete bile sunulamamıştı. Buna rağmen 1969 yılında İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı'na girmeyi başarmıştı. TBMM'ye 1971'de sunulmuş, kabul edilmemişti. 1974'te yine TBMM gündemine gelmiş, görüşülememişti.

'Genel' değil 'sınırlı' bir sistem
12 Eylül'de ise Anayasa'ya bile girmişti, GSS. 1982 Anayasası'nın 58. maddesinde 'GSS kurulabilir' yazılmıştı. Adı bile defalarca değişmiş; KSS (Kişisel Sağlık Sigortası), SFK (Sağlık Finansman Kurumu) benzeri girişimler kadük olduktan sonra tekrar GSS'de karar kılınmıştı. Bu sefer kanunlaşıp uygulanmaya geçer mi bilinmez ama, eğer gerçekleşirse nasıl işleyeceği belli.

Tasarıya göre Türkiye'de ikamet eden herkes zorunlu olarak GSS'li olacak. Türkiye'de ikamet etmeyen vatandaşlarla, oturma izni almış yabancı uyruklulardan, Türkiye'de bir yıldan fazla kesintisiz olarak ikamet edecek olanlar da bu zorunluluğa tabi olacak.

GSS kapsamına giren ve kendi adına veya bir işverene bağlı olarak çalışan herkes prim ödeyecek. Sigortalının çalışmayan, gelir veya aylık almayan eşi, çocukları ile anne ve babası da böylece GSS'den yararlanabilecek.

GSS primleri gelire göre ödenecek. Prime esas kazancın alt sınırı asgari ücret (488 milyon TL.), üst sınırı ise bu ücretin altı buçuk katı (3.176 milyar TL.) olacak. Sigortalılar bu sınırlar arasındaki gelirlerinin yüzde 12.5'ini GSS primi olarak ödeyecek. Serbest çalışanlar bu miktarın tamamını kendileri öderken, bir işverene bağlı olanlar yüzde 5'ini kendileri ödeyecek, yüzde 7.5'i işveren tarafından ödenecek. Böylece GSS kapsamındaki kişiler, gelirlerine göre, aylık 61 milyon ile 396.5 milyon TL. arasında prim ödeyecek.

GSS kapsamında olmak, sağlık hizmetlerinden yararlanmaya yeterli olmayacak. Primlerini kendileri ödeyenler prim borçları varsa, bir işverene bağlı olarak çalışanlar, son bir yıl içinde 90 gün prim ödemedikleri takdirde sağlık hizmeti alamayacak. Bu koşullara bakınca 'Genel Sağlık Sigortası'nın ne kadar 'genel' olacağı ve iddia edildiği gibi nüfusun tamamını kapsayıp kapsamayacağı kuşkulu hale geliyor.

Öncelikle, mevcut sosyal güvenlik kurumlarının teorik olarak, kâğıt üzerinde bütün nüfusa sağlık güvencesi hakkı sağladığını hatırlatalım. Devlet memurları ve emeklileri Emekli Sandığı'na, işçiler ve emeklileri SSK'ya, kendi adına çalışanlar Bağ-Kur'a üye olarak sağlık hizmeti alabiliyor. Ödeme gücü olmayanlar da Yeşil Kart'tan yararlanıyor.

Meğer herkes güvencedeymiş
Resmi rakamlara göre, örneğin 2000 yılında Türkiye'de yaşayan 69 milyon 338 bin 706 kişinin sağlık güvencesi vardır. Oysa bu rakam Türkiye'nin aynı yıl nüfusunun yüzde 104.6'sını oluşturuyor.

Yani, resmi rakamlara inanacak olursak; ülkemizde sağlık güvencesi olmayan tek bir kişi olmadığı gibi yüzde 4.6 da fazlamız var. Tabii ki kimsenin bu rakamlara inandığı yok. Sağlık Bakanlığı'nın Ulusal Sağlık Hesapları 2000 çalışması ise durumun vehametini ortaya koyar. Hâlâ kamuoyuna açıklan(a)mayan bu çalışmadan yansıyan gayriresmi bilgiler nüfusun yüzde 32,8'nin hiçbir sağlık güvencesi olmadığı yönünde.

Çoğunluğu kırsal kesimde yaşayan veya kayıt dışı sektörde çalışan ya da işsiz ve marjinallerden oluşan ve devletin vergi bile alamadığı bu devasa kitleden düzenli olarak ne kadar GSS primi toplanabileceği bilinmiyor. Halen Bağ-Kur kapsamındaki nüfusun çoğunluğu da primini düzenli olarak ödeyemediği için sağlık hizmeti alamıyor.

Söz konusu kişilerin GSS'den yararlanmaları da mümkün olmaz. GSS tasarısına bakıldığında bugün sağlık güvencesi olmayan bu geniş toplum kesimlerinin gelecekte sigortalı olması yönünde hiçbir düzenlemenin olmadığı görülmektedir. Bu durumda yeni sistemin GSS (Genel Sağlık Sigortası) olmaktan çok bir SSS (Sınırlı Sağlık Sigortası) olması kaçınılmaz görülüyor.


Devlet gerçekten katılıyor mu?
Bu iddiaya karşı ödeme gücü olmayanların priminin devlet tarafından ödeneceği ileri sürülebilir. Hükümetin de GSS'yi kamuoyuna bu yönüyle tanıtmaya çalıştığı görülüyor.

Gerçekten de GSS kanun tasarısına göre prim ödeme gücü olmayanların primleri devlet tarafından ödenecektir. Bu noktada önemli olan prim ödeme gücü olmayanların nasıl tespit edileceğidir. Bu konu 'reform' çerçevesinde hazırlanan Primsiz Ödemeler Kanunu'nda düzenlenmektedir. Bu kanuna göre aylık her türlü geliri net asgari ücretin üçte birinden, yani 116.6 milyon TL.den az olanların GSS primleri devlet tarafından ödenecek. Aylık geliri 117 milyon TL. olanlar ise her ay 61 milyon TL. prim ödemek zorunda.

Kanun tasarısına göre GSS kapsamına girmek ve primlerini düzenli olarak ödemek de sağlık hizmeti almak için yeterli değil. Vatandaşların sağlık hizmetlerine ulaşabilmeleri için ayrıca 'katılım payı' ödemeleri gerekecek. Üstelik bu katılım payları aylık geliri 116.6 milyon TL.den az olan kişiler için de zorunlu olacak. Yani; günde 1 dolardan az geliri olanlar da, sokakta yaşayanlar da sağlık hizmeti alabilmek için para ödemek zorundalar.

Katkı payı oranları
Ayakta tedavide hekim ve diş hekimi muayenesi için 2 milyon TL. katılım payı alınacak. İlaçlar ve tıbbi cihazlar için ödenecek katılım payı ise yüzde 10 ile yüzde 20 arasında olacak. Katılım payları bunlarla da sınırlı tutulmamış. Şu ana kadar ne Emekli Sandığı, ne SSK, ne de Bağ-Kur'da katılım payı alınmayan sağlık hizmetleri de kapsama alınmış.

GSS kanunlaşırsa, bundan sonra hastalar ayaktan yapılan laboratuvar ve röntgen tetkikleri gibi hizmetler için de katılım payı ödemek zorunda kalacak. Bakanlar Kurulu'nda imzaya açılan GSS tasarısında bu katılım payının yüzde 1 olması öngörülmüştü.

Bakanlar Kurulu'ndan TBMM'ye gönderilen tasarıda ise yüzde 3-6 arasında olması uygun görüldü. Katılım payı uygulamasının doğasında olduğu gibi oranın ileride daha da arttığını görmek sürpriz olmayacak.

Zaten GSS tasarısının Haziran 2003 versiyonu bütün emeklilerin de yüzde 1 prim ödemesi önerilmişti. Şimdilik geri çekilen bu hüküm de GSS 'açık' verdiğinde muhtemelen tekrar gündeme getirilecek.

Bu katılım payları için ileri sürülen gerekçe de hayli ilginç. Tasarıya göre katılım payı 'sağlık hizmetlerinin amaç dışı ve gereksiz kullanımını önlemek; suiistimallerin önüne geçmek', kısaca istismarı engellemek için konulmuş. İlk okunuşta mantıklı gözüken bu açıklama aslında gerçeği yansıtmıyor. Bir kez; gelişmiş ülkelerde insanlar yılda ortalama altı, yedi kez hekime çıkarken Türkiye'de bu sayı iki buçuğu bile bulmuyor.

'İstismar' dedikleri nedir?
Türkiye'deki esas sorun insanların sağlık hizmetlerini sık sık ve gereksiz olarak kullanmaları değil, yeterince kullanamamaları.

İkinci olarak 'istismar' tanımının belirsizliğine dikkat çekelim. Gene de sağlık sigortasına sahip insanların gereksiz yere muayene olmaları ve ilaç yazdırmalarını istismar olarak tanımlayalım.

Peki ama, bir insanın aslında sapasağlam olduğu halde sırf GSS'yi istismar etmek için trafik kazası ya da kalp krizi geçirmesi, böbrek hastalığına ya da kansere yakalanması mümkün müdür? Şaka gibi gelebilir, ama GSS tasarısını hazırlayanlar mümkün olduğunu düşünmüş. Tedbir olarak da katılım paylarının kapsamını bütün hastalıkları kapsayacak şekilde genişletilmiş.

Böylece hem genel sağlık sigortasının gereksiz yere zarara uğramasını engellemişler, hem de vatandaşları sık sık bu çeşit hastalıklara yakalanmaktan korumuşlar(!)
Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek, düzenlemeleri 'Ne kadar ekmek, o kadar köfte' sözleriyle tanımlamıştı. GSS kanun tasarısının getireceği düzenlemeler de benzer şekilde özetlenebilir: Ne kadar para, o kadar GSS.

Dr. Osman Öztürk: İstanbul Tabip Odası Basın Sözcüsü

Radikal

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber