Bakan Dinçer'in TGRT Haber'e verdiği röportajın deşifresi/ Video

Kaynak : Memurlar.Net
Haber Giriş : 29 Mart 2012 12:32, Son Güncelleme : 15 Ağustos 2021 18:59

Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer'in 28.03.2012 Tarihinde TGRT Haber'de Ankara'nın Gündemi Programında Verdiği Röportajın Deşifresi:

MURAT ODABAŞ- Merhaba sevgili izleyiciler. Ankara'nın Gündemi Programıyla yine huzurlarınızdayız.

Sevgili izleyiciler, 12 yıl kademeli eğitim Türkiye'de tansiyonu yükseltti. Kanun teklifi, teklif olarak değil de ideolojik zeminde tartışıldığı için ister istemez tansiyon yükseliyor. Bu programda biz muhalefetin eleştirilerine yer vereceğiz, ama bundan önce 4+4+4 eğitim sistemimize neler getirecek, hangi katkıları, faydaları sağlayacak, daha çok buna bakacağız.

İhlas Ankara Medya Grup Başkanı Nuri Elibol ile birlikte hazırladığımız bu programda konuğumuz Milli Eğitim Bakanı Profesör Doktor Sayın Ömer Dinçer.

Sayın Bakan, hoş geldiniz programımıza.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Teşekkür ediyorum, sağ olun.

MURAT ODABAŞ- Evet Nuri Bey.

NURİ ELİBOL- İzin verirseniz önce şeyden başlayalım; 8 yıllık kesintisiz eğitimden niye vazgeçiyoruz, neyi vardı, ne mahsuru vardı, devam etseydi; bunu söyleyenler var, 8 yıllık kesintisiz eğitimde ne kötülük gördük de vazgeçiyoruz?

İki; 12 yıllık kademeli eğitim sistemi bize yeni ne getiriyor, bunu bir izah etmenizi istiyoruz. Daha sonra bunun sakıncalarını, buna yönelik eleştirileri, muhalefetin yönelttiği eleştirileri soracağız.

8 yıldan niye vazgeçiyoruz, nesi vardı, kötü olan tarafı neydi, öyle soranlar var, nesi vardı da değiştiriyoruz. Yine kademeli eğitim ve 12 yıllık eğitim neler getiriyor, bunun safhalarında neler var, hangi yenilikleri getiriyor; bunları bir anlatın siz. Daha sonra eleştirileri konuşalım isterseniz.

Buyurun.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Aslında tam da burada şunu söylemek lazım: Meseleye yaklaşım tarzı olayları anlamamız konusunda bize yol gösteriyor. Eğer siz meseleye 8 yıllık kesintisiz eğitimi niye değiştiriyorsunuz diye başlarsanız, o zaman bu mesele gerçekten de ideolojik bir zemin üzerinde tartışılmak durumunda kalıyor. Ben size aslında ne yapıyoruz ve niçin yapıyoruz'u anlatırsam, oradan hareketle söylemek daha mümkün.

Şimdi bakınız, tüm dünyada eğitimle ilgili son yıllarda çok ciddi değişiklikler yapılıyor, bunu konuya yakın olan herkes görür. Ülkemizin insanlarının önemli bir kısmı, Türkiye'nin eğitim sistemini kendi çocuğunun başarısı veya kendi çocuğunun eğitim esnasında yaptığı faaliyetler, karşı karşıya kaldığı sorunlar üzerinden değerlendiriyor. Eğer meseleye böyle bakacak olursanız, bu meseleye bakışımız çok sığ bir bakış açısı olur. Dünya ne yapıyor diye bakalım ve Türkiye'nin dünya içerisindeki konumunu değerlendirelim, sonra yapmak istediklerimize oradan bir kapı aralayabiliriz.

Şu anda özellikle gelişmiş ülkelerin, yani bizim rekabette önümüzde olan ülkelerin eğitim seviyesine baktığımızda şunu görürsünüz: Toplam nüfuslarının ortalama eğitim yılı 11-12 yıl ve daha üzeridir. Türkiye'de ise toplam nüfusun ortalama eğitim yılı 6-6,5 civarında. Başka bir ifadeyle; gelişmiş dünya ile Türkiye'nin eğitimi arasında tam yarı yarıya bir fark var. Ciddi şekilde aramızda bir stratejik açıklık oluşmuş vaziyette. Tam bugünlerde dünya bu duruma rağmen yeni eğitim stratejileri belirleyerek farklı hedefler ortaya koymaya başladı. Mesela, Avrupa Birliği ülkeleri hep birlikte 2020 yılına kadar nüfuslarının yüzde 80'ini lise mezunu yapmak üzere hedef belirlediler, toplam nüfuslarının yüzde 80'ini. Bizde bu oran yüzde 28 şu anda. Japonya, çağ nüfusunun yüzde 100'ünü üniversite mezunu yapmak istiyor. Güney Kore, yine çağ nüfusunun yüzde 100'ünü üniversite mezunu yapmak istiyor. Amerika Birleşik Devletleri, çok büyük bir ülke, kalabalık bir nüfusu var, buna rağmen kendi stratejik plan hedefleri doğrultusunda toplam nüfusun yüzde 60'ını -toplam nüfusun bu kez, çağ nüfusunun değil- üniversite mezunu yapabilmek için strateji geliştiriyor.

NURİ ELİBOL- İddialı hedef.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Tabii. Bütün dünya böyle eğitim stratejileri oluşturuyorken, toplam nüfusunun sadece 6 yıllık eğitimde kaldığı bir Türkiye'nin 2023 yılında işte 10 büyük ekonomiden birisi olması, insani gelişmişlik endeksinde üst sıralara çıkıyor olması, PISA sınavlarında sonuncu olmaktan kurtulması mümkün olmaz. O yüzden bizim de ülke olarak çok ciddi anlamda eğitim stratejilerimizi ve paradigmamızı geliştirmemiz lazım. Neyi yapıyoruz biz o zaman? Birinci yaptığımız şey, Türkiye'nin eğitim seviyesini yükseltmek. Başka bir ifadeyle, aslında zorunlu eğitimi 12 yıla çıkarırken biz Türkiye'deki toplam nüfusun eğitim seviyesini lise noktasına getirmeye çalışacağız. Tabii yine bu uzun yıllar alacak, birdenbire olacak bir hadise değil. Eğitimin 12 yıla çıkarılması halinde zorunlu olarak, o zaman ben size bir soru sorayım; bu eğitimin 12 yıl boyunca kesintisiz olması mümkün mü? Bir kapıdan çocuğu alacaksınız, 12 yıl boyunca Türkiye'nin bütün çocuklarına benzer ve ortak bir program uygulayacaksınız ve 12 yıl sonra mezun edeceksiniz. İşte böylesine katı, böylesine standartlaşmış, böylesine kalıptan çıkmışçasına çocuk yetiştirmeye dair dünyada bir yapı da bulunmuyor. Tüm dünya giderek çeşitlenen, giderek esnekleştirilmiş bir eğitim sistemine sahip. Şimdi bakın, dünyanın hiçbir ülkesinde bunu çok iddialı söylüyorum, bazı sivil toplum örgütleri kademeli eğitime karşı çıktıklarında onlara açıkça ben meydan da okudum; dünyanın herhangi bir ülkesinde 12 yıllık kesintisiz bir eğitimin olduğunu bize göstersinler, biz kararımızdan vazgeçeceğiz dedim. Aslında gerçekten böyle bir uygulama yok. Hatta dahasını söyleyeyim size; dünyanın sadece bir ülkesinde bizden başka 8 yıllık kesintisiz eğitim var, onun dışında hiçbir ülkede yine 8 yıl süren kesintisiz bir eğitim yok. Çünkü, eğitim sistemini ne kadar demokratikleştirirseniz, çocuklarınızın potansiyelini o kadar açığa çıkarırsınız.

Eskiden yönetim sistemleri otoriterdi, insanlara neyi, nerede, ne zaman yapılacağını söylerdi ve bunu buyururdu, emrederdi. Ama rekabetçi dünya içerisinde sadece devletlerin değil örgütlerin, hatta sivil toplum örgütlerinin otoriter bir yapı içerisinde insanların bireysel kabiliyetlerini körelttiği çok açık. Onun için bütün ülkeler şimdi bireylerin potansiyellerini açığa çıkarmayı, onların beyin ve beşeri diğer kabiliyetlerini rekabet ortamına sokmayı hedefliyor. O açıdan bakıldığında, bizim de çocuklarımızın potansiyellerini değerlendirecekleri daha demokratik bir zemine ihtiyacımız var. Aslında yapılan şey, 8 yıllık kesintisiz eğitimden vazgeçme meselesi değil. Yapılan şey, dünyadaki gelişmelere ayak uydurma meselesidir. Birileri ise, her zaman olduğu gibi ayak diretiyorlar. Eski tecrübeleri bu kadar kutsuyor olmak, aslında dünyaya ayak uydurma konusunda maalesef ayağınıza ayak bağı oluyorlar.

Şimdi bu açıdan bakıldığında biz eğitimi zorunlu halde 12 yıla çıkarırken, ilkokul, ortaokul ve lise ayrımını yaparak;

Bir; kendi içinde bir esneklik oluşturmaya;

İki; ortaokuldan itibaren seçimlik dersler, seçimlik programlar uygulayarak sistemde daha demokratik bir yapı kurmaya ve nihayet lisede de çocuklarımıza tüm dünya çocuklarının sahip olduğu bilgi ve kabiliyetlere dair kazanımlar sağlamaya çalışıyoruz, yapılan şey bundan ibaret. Burada yine yapılan bir başka düzenleme var; eğitim yaşını 1 yıl önce çekmeye çalışıyoruz biliyorsunuz. Eğitim yaşını 1 yıl öne çekmenin de temel gerekçesi, yine dünyadaki değişme ve gelişmelerle alakalı. Aslında şu anda Avrupa ülkelerinden iki tanesinde eğitim yaşını 1 yıl öne çekmeye dair tartışmalar yapılıyor ve uygulamalar başlamak üzere. Zaten Avrupa ülkelerinin yaklaşık 15'e yakınında şu anda eğitime başlama yaşının üst limiti 72 aydır. 10-11'inde ise 72 ay alt limit olarak görülüyor. Bizim ülkemizde biz 72 ayı alt limit olarak belirlemiş olmakla beraber, çünkü 72 ayı alt limit olarak belirleyince, 72 ila 84 ay arasındaki çocuklarımızı biz birinci sınıfa kabul ediyoruz. Yani, 6 yaşını doldurmuş, 7 yaşından gün almış çocuklarımızı eğitime alıyoruz. Mevcut düzenlemelerimizde bizim şöyle bir esneklik var. Şayet herhangi bir çocuk Aralık ayı sonu itibariyle 72. ayını dolduruyorsa, Eylül ayında onun kaydını yapabiliyoruz. Yani, 68. aydan itibaren çocuğu eğitime alabiliyoruz. Böylece biz aynı sınıfa 68. aydan 84. aya kadar çocukları oturtuyoruz, yani 16 ay farkı olan çocukları aynı sınıfa koyuyoruz. Şimdi yapacağımız bu düzenlemede ise, biz 72 ayı üst limit kabul edeceğiz. En alt limit olarak da 60 ayı kabul edeceğiz ve sadece 12 aylık zaman dilimindeki çocukları aynı sınıfa koyacağız. Hatta burada başka bir durum var, kanun bize 60-72 diye öngörüyor ama, mesela birçok Avrupa ülkesi şöyle bir uygulama yapıyor: Diyelim ki 66 ayı da alt limit olarak belirliyor, 60 ayı değil. 66 ay ile 60 ay arasında ise çocuğun fiziki gelişimine bakıyor, çünkü iyi beslenen çocuğun fiziği gelişiyor ve diğer çocuklarla yarışabilecek hale geliyor. Yahut çocuğun zihni performansına bakıyor veya ailenin rızası varsa diye bir tercih tanıyor ve bütün bu düzenlemelerle birlikte çocuğu alıp almamaya karar verebiliyor. Bazı ülkeler bunu 68 ay olarak belirlemiş, bazıları 64 ay olarak belirlemiş. Eğitime 48 ayda başlatan ülkeler var. 60 ayda başlatan birçok ülke var. Öyleyse biz burada çocukların fizikleri gelişmedi, kalem tutamazlar gibi yahut da çocukların müfredatı ağır gelecek gibi aslında yapılacak şeyin planlamasının ne olduğunu bilmeden eleştiriyor olmak bence çok ahlaki değil. Çünkü, bunu düşünen herkes kadar Milli Eğitim Bakanlığı 80 yıllık, 90 yıllık tecrübesi olan bir bakanlık. Çocukların pedagojileriyle alakalı bilimsel çalışmaların, araştırmaların yürütüldüğü bir bakanlık. Ve sahip olduğu çocuğun tecrübesi değil yaklaşık 17 milyon çocuğun tecrübesine sahip bir kurum olarak biz bunların kararını vereceğiz. Bir toplumda kendi bildiğiniz ve tekil tecrübelerden hareketle topyekun Milli Eğitim Bakanlığına karşı bir güvensizlik oluşturmaya çalışmak, bence çok ahlaki bir tartışma yöntemi değil. Bu açıdan bakıldığında yapılan bütün uygulamalar, dünyadaki çocuklarla rekabet edebilecek bir yapı oluşturmak üzerinedir. Bakınız Amerika Birleşik Devletleri bu yeni eğitim stratejisini belirlerken Mc Kenzie bir rapor sundu Obama'ya. Orada diyor ki, şayet Amerika Birleşik Devletleri'nde ortaöğrenimden mezun olan öğrencilerin bilgi ve yetenekleri Kanada ve Finlandiya'daki ortaöğretimden mezun olan öğrencilerin bilgi ve yetenekleriyle eşit olsaydı, bugün Amerika Birleşik Devletleri'nin gayri safi milli hasılası yüzde 9 ila yüzde 16 daha büyük olacaktı diyor. Ben şimdi soruyorum, bunu tüm Türkiye'ye soruyorum, itiraz edenlere soruyorum ve bu tartışmaları başka yöne çekenlere soruyorum; Türkiye'nin mezun ettiği çocukların bilgi ve yetenekleri Kanada ve Finlandiya'nın, Güney Kore'nin, Singapur'un ortaöğretiminden mezun olan çocukların bilgi ve yetenekleriyle eşit düzeyde olsaydı, Türkiye'nin gayrisafi milli hasılası kaç katı farklı olacaktı, kaç kat? Bu perspektiften bakıldığında, bizim PISA sınavlarında 34 ülke içerisinde 33. olmamız hiç kimseye bu sistemde bir paradigma değişikliği yapmamız gerektiğini düşündürmüyor mu?

NURİ ELİBOL- Biraz da şeyi anlatır mısınız, böyle sade vatandaşın da çok rahat sizi algılayabilmesi, anlayabilmesi için; ilk dört yıl ilkokul, bu süreleri bir anlatır mısın? Bu sürelerde neler var içlerinde, programlarında, bunda da bir kafa karışıklığı var. Herkes bir şey söylüyor, insanların aklında gerçeği değil de o söyleniş şekliyle flaş kelimeler kalıyor ve magazinleştiriliyor iş.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Şimdi bakın, bu çok güzel bir mevzuu. Önce bir kere şunu söyleyelim: Biz bu eğitim sisteminden bahsettiğimizde bir tek ögeden bahsetmeyiz. Bir tek ögeden bahsetseydik, bugün yapılan bu kanundaki değişiklikle eğitim sisteminin tamamını değiştirdiğimiz düşünülüyor olabilirdi. Halbuki eğitim sisteminden bahsettiğinizde öğrencileri, öğretmenleri, okulları ve fiziki altyapımızı, teknik donanımı ve diğer malzemeleri, teşkilatın yapısını, yani eğitim sisteminin yapısını, amaç ve hedeflerini, stratejilerini, yönetim tarzlarını ve süreçlerini, müfredatını, yani aslında eğitim sistemi birbirinden farklı çok sayıda ögenin karşılıklı olarak etkileştiği bir bütündür. Bu bütün içerisinde biz bugün yaptığımız değişiklikle sadece yapısında bir farklılaşma teklif ediyoruz, sadece yapısında. Yapısıyla ilgili değişikliği öngörürken, tabii ki diğer ögeleri üzerinde de bunun etkisi olacak ama, diğer ögelerin tamamını değiştiriyormuşuz gibi sorgulamanın, bunun üzerinden tartışma yürütmenin de bir manası yok. Bunu herkes şimdiye kadar bizim okul öncesiyle ilgili sorunlarımız, eksiklerimiz yok muydu? Herkes bunun üzerinden okul öncesi meseleyi sorgulamaya başladı. İlkokulu sorgulamaya başladı, ortaokulu, SBS imtihanlarını sorgulamaya başladı, üniversiteye giriş imtihanları, fen liselerini, sosyal bilimler liselerini sorgulamaya başladılar; bunların hiçbirisi şey değil. Bu meselenin gündeme getirdiği ve tartışılması gereken meseleler değil.

Esas olarak eğitim sisteminin bu sorunları vardı ve bu sorunlar da yine devam edecek. Bu sorunları da zaman içinde çözeceğiz. O açıdan bakıldığında şunu söylemeliyim: Bugün yaptığımız uygulamada çocuğumuzu şayet 60 aydan alırsak, onlar için bazı değişiklikler söz konusu. Değilse, diğer çocuklarımız için herhangi bir değişiklik söz konusu değil. Bütün veliler rahat olmalılar. Bugün ilkokul ikinci sınıftan itibaren sınıflarda olan çocuklarımız için büyük bir değişiklik olmayacak. Onlar 3, 4, mezuniyete kadar normal kendi programlarını almaya devam edecekler. 5. sınıftan itibaren onların bir avantajı olacak, ortaokulda yaptığımız esneklik onların da eğitiminde fayda sağlayacak onlara. Ve nihayet lise eğitimine de yine devam edecekler, bu kez zorunlu olacak. Eskiden 8 yılı bitirdikten sonra zorunlu değildi biliyorsunuz. Ama şimdi 12 yıla kadar zorunlu olacağı için liseye gitmek zorunda kalacaklar. Ama yine lisede de yapılacak olan esnekliklerden yararlanabilecekler.

60 aylık çocuklarımızı, 60-72 arasındaki çocuklarımızı aldığımızda normalde onlara biz ayrı bir müfredat uygulama imkanına sahibiz. O zaman da o çocuğun yaşına, fiziki gelişmesine, pedagojik ihtiyaçlarına göre bir müfredat uygulayacağız zaten. Bu açıdan bakıldığında herhangi bir tereddüde gerek yok. Çocuklarımızı aldık ilk 4 yıl sınıf öğretmenleriyle onların eğitimini tamamlayacağız.

NURİ ELİBOL- Herkesin uyguladığı program aynı tüm okulların?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Evet. Sonra ortaokula. Normal şartlarda ilkokul ayrı, ortaokul ayrı, lise ayrı olacak. Bugüne kadar yapılan bütün tartışmalarda aslında 6 yaşındaki çocukla 14 yaşındaki çocuğu aynı binaya koyuyorsunuz diye eleştirilmiyor muydu Milli Eğitim Bakanlığı? Bugün bunu ayırıyor işte. İlkokul ayrı, ortaokul ayrı ve lise ayrı tanzim edilecek. Burada kanun bize esneklik veriyor. Çünkü, bu zamana kadarki yapılanmamızda hep 8 yıllık düşünüldüğü için okullar ona göre tanzim edilmişti. Şimdi biz mesela ilköğretimde aynı mahallede veya birbirine yakın mekanlarda iki ilköğretim okulu varsa, birini ortaokula dönüştüreceğiz, diğerini ilkokula dönüştüreceğiz. Ama şayet yoksa o küçük çocukları uzun mesafelere göndermeyi de doğrusu düşünmüyoruz. O yüzden kanun bize esneklik veriyor, diyor ki; şartlar hazırlanana kadar ve imkanlar oluşturulana kadar gerekirse ilkokulla ortaokul birlikte, ortaokulla lise birlikte açılabilir diyor ve aynı zamanda program olarak da yapılabilecek durumda. Biz bunu yapacağız. Ama bu kez de o binalarda binaların özelliğine göre yine mümkünse giriş-çıkışları ayıracağız, mümkünse katları veya bölümleri ayıracağız, mümkünse okul bahçelerini ayıracağız ve çocukları farklı yaşta farklı mekanlarda öğretime alacağız.

Ortaokula geçtiği zaman çocuk bir kere tüm dünya ülkelerinde bir çocuğun alması gereken hangi bilgiler ve kazanması gereken hangi kabiliyetler varsa, onları zorunlu olarak herkese vereceğiz.

NURİ ELİBOL- O dersleri alacaklar.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Alacaklar, bunun kaçarı yok. İster müstakil bir ortaokul olsun, ister ilkokulla birlikte açılmış olsun, ister liseyle birlikte açılmış olsun, hepsi bu zorunlu dersleri alacaklar. Ama onun ötesinde çocuk kendi ihtiyacına ve kabiliyetine göre dersler seçebilecek. Şimdi biz bugüne kadar müzik eğitimi alacak bir çocuğun lisede bu eğitime başlamasının geç olduğunu düşünmedik mi ve eleştirmedik mi Milli Eğitim sisteminde. Bugün işte 5. sınıfta bir çocuk eğer keman çalmaya, saz çalmaya, piyano çalmaya özel kabiliyeti varsa, özel yetenekli çocuklarımız diyelim bunlara isterseniz, onlar için bu fırsatı veriyoruz. Bundan daha iyi bir esneklik ve yapı olabilir mi? Eğer bu çocuğun spora kabiliyeti varsa, bunu 5. sınıftan itibaren tercih ederek yapabilecek. Burada ilgisi önemli çocukların ve yetenekleri önemli. Yine mesela dini eğitimde biz 4 yıllık lise eğitiminin iyi bir din adamı yetiştirme konusunda yetersiz olduğunu tartışmadık mı bugüne kadar?

NURİ ELİBOL- Aslında burada daha çok başka bir şey de tartıştık; bu ülkedeki yaşayan insanların çocuklarının dinini öğrenebileceği bir alan yok. İlla imam hatibe mi gitmesi gerekiyor dinini öğrenmesi için?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Onu da ifade edeceğim.

Öyleyse biz ya bu ortaokul kesiminde seçimlik dersler arasında din derslerini, doğrudan doğruya İslam dinini öğretmek üzere, doğrudan İslam tarihini, Türk tarihini öğretmek üzere dersler koyabileceğiz. Ama sadece o değil, aynı zamanda Hristiyanlığı da çocuk Hristiyansa kendi dinini bu okulda öğrensin. Çünkü, Tevhidi Tedrisat Kanunu başka yerlerde din eğitimi alınmasını engelleyen bir düzenleme içeriyor. Devletin din eğitimini vereceğini söylüyor ve Cumhuriyet bugüne kadar bu görevini ihmal etti. Madem ki demokratik bir ülke olmaya başladık, madem ki eğitim sistemini demokratikleştiriyoruz, öyleyse bu ülkede yaşayan her vatandaşın kendi tercihine uygun bir eğitim alma zeminini hazırlamak görevimiz var bizim ve bunu yapmalıyız diye düşünüyorum. O açıdan bakıldığında imam hatip okulunu tercih edecek öğrenci de ortaokuldan itibaren imam hatip okuluna gidebilecek. Biz ona din derslerini tercih ettiğini kabul edeceğiz ve özel bir program uygulayacağız.

NURİ ELİBOL- Ama normal diğer dersleri de alacak.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Diğer derslerini de alacak, evet. Bu açıdan bakıldığında ortaokul böyle tanımlanmış oldu.

Ortaokuldaki tercih edilen dersler, aslında lisede devam edecek bölümlerin belki zeminini de oluşturacak. Çünkü orada çocuğun kabiliyetine, ailesinin tercihine de biz önem vereceğiz. Lisede çocuğun eğer fen kabiliyeti varsa ve o alanda ders almak istiyorsa veya sosyal bilimlerden devam etmek istiyorsa, güzel sanatlardan devam etmek istiyorsa veya işte din eğitimi almak istiyorsa, çocuklarımız onları biraz daha sistematik bir şekilde almaya başlayacaklar ve kendi okullarında alacaklar. Madem ki biz bütün çocuklar için fen lisesi açamıyoruz, o zaman bizim her okulda matematik hocamız, fizik hocamız, biyoloji hocamız ve fen bilgisi hocamız var, onlar o dersleri seçen çocuklara fen okulunda olan dersleri de vererek o çocuklara da biz eşit bir fırsat sunmuş olacağız. Ve bu süreç içerisinde herkesin arzu ettiği bir eğitimi sunma imkanına kavuşacağız. Ve hakikaten bu noktada şunu söylemek lazım: Türkiye'de ciddi anlamda okullaşma oranlarında ilerlemeler kaydedilmişti ama, bu eğitimin zorunlu olarak 12 yıla çıkması halinde biz bütün çocuklarımızı bu eğitimden geçirmek fırsatına erişeceğiz.

NURİ ELİBOL- Biraz da burada şeyden de bahsedin, ondan sonra diğer konulara geçelim; okul öncesi eğitime aslında sizden önceki dönemde de, bu iktidar döneminde bayağı bir artış var okul öncesi eğitim oranlarında. Bunu zorunlu hale niye getirmediğinize yönelik eleştiriler var. Okul öncesi eğitimi nasıl planlıyorsunuz, nasıl olacak?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Şimdi şu anda okul öncesi eğitimde biz 36 ay ila 72 ay arasındaki çocuklarımızı kabul ediyoruz. Tabii öncelikli olarak 60 ila 72 ay arasındaki çocuklarımızı kabul ediyoruz. Belki bizim 1 yıl öne çekmemizin kolaylaştırıcı tarafı da bu. Zaten biz şu anda 60-72 arasındaki çocuklarımızı bir yıldır eğitimden geçirdik yüzde 67 oranında. Yani, onlar ilkokulda eğitim almaya hazır hale geldiler zaten. Bu açıdan 60 ila 72'yi biz ilköğretime almaya başlayınca, bu kez 36 ila 60 ay arasındaki çocuklarımızı okul öncesi eğitime tabi tutacağız. Yine orada da 48 ila 60 ay arasındaki çocukların okul öncesi eğitiminde yüzde 100 okullaşma hedefine ulaşmak için de stratejilerimizi değiştiriyoruz. Peki bunu niye hukuken zorunlu hale getirmedik? Şimdi bakın tüm dünyanın bu konuda tecrübeleri var. Dünyanın hiçbir ülkesinde, biraz da çocuğun henüz yaşı küçük olduğu için, ailelere çocuğunuzu okula gönderin zorlaması yapılmıyor. Eğitimin önemi vurgulanıyor, erken yaşta eğitim almanın çocuğun hayatında kazandıracağı etkiler ve performans belki anlatılıyor ama, hukuken zorlanmıyor çocuklar. Türkiye'de zorlansın denilmesinin iki sebebi var. Onlardan bir tanesi; eğitimin ücretsiz olması. Çünkü, eğitimi eğer zorunlu hale getirirseniz, hem anayasal olarak, hem de diğer kanunlarda yapılan düzenlemelerde zorunlu eğitim ücretsizdir ve devlet tarafından verilir diyor. Bu açıdan bakıldığında birincisi o. İkincisi ise, zorunlu hale getirerek hukuken bütün çocukların okula kabul edilmesi. Şimdi biz Türkiye şartlarını göz önüne aldık. Türkiye'de yaklaşık olarak 36 bin civarında köyümüz var, ama 44 bin civarında mezramız var. Bu mezraların çoğu 3-5 hane, 8-10 haneden ibaret. Eğer kanunen zorunlu hale getirecek olursanız, o zaman devlet olarak ta o mezralara yeteri kadar çocuk varsa okul açmak, yeteri kadar çocuk yoksa o çocukları alıp taşımak zorundasınız. 3 yaşındaki çocuğu kilometrelerce taşımayı uygun görüyor musunuz siz? Peki, ailesi vermek istemezse çocuğum daha küçük diye, o zaman idari olarak bütün bu ailelere ceza kesmeye kalkmak, devletle vatandaş arasında problem oluşturmayacak mı? O açıdan bakıldığında biz idari olarak yüzde 100'e ulaşmayı hedefleyeceğiz. Ama bu arada kimse hukuken zorlamayacağız. Eğer ücret meselesi bunun için bir engel teşkil ettiği görülürse, o idari olarak çözülebilecek bir şeydir. Kaynak yaratırsınız, zaten aldığımız ücret çok düşük bir ücret bizim, o ücreti almazsınız idari tedbir olarak, bunun için de bir kanun çıkartmaya hiç ihtiyacımız yok. Bu açıdan bakıldığında okul öncesi eğitimden vazgeçmiyoruz, yüzde 100 okul öncesi eğitim için hedeflerimizi yeniden tashih ediyoruz, ama hukuken zorunlu hale getirmiyoruz.

NURİ ELİBOL- Bir de, yine burada yine bu sürelerle ilgili şimdi ortaokulda, bizim eski alışık olduğumuz sistem aslında, ilkokul, ortaokul ve lise. İlkokuldan sonra hani Anadolu'da bir tabir vardır, ağaç yaşken eğilir. Yani, bir şeyi küçük yaşta başladığınızda vermek, pedagojik olarak belki daha kolaydır, ben bir eğitimci değilim ama. Ortaokulda, lisede seçeceği branşa uygun, mesela eskiden vardı, fakültelere gittiğinizde ilk sene hukuka girişte görürsünüz, ekonomiye girişte görürsünüz, yani genel şeyleri görürsünüz. Ondan sonra ikinci sınıftan itibaren artık kendi alanına, ekonomiyse ekonomi, işletmeyse işletme, kendi alanınıza yönelirsiniz. Herhalde ortaokulda da bunlar alınacak. Şöyle bir şey var: Bunlar alınacak, yani ortaokulda çocuk dinini öğrenmek istiyorsak, toplumun aslında en büyük ihtiyaçlarından birisi bu. Ortaokulda herhalde bunu alabilecek. Ayrıca, neden imam hatiplerin ortaokul bölümü açılıyor diye bir eleştiri var. Burada imam yetiştirme veya arzu ettiğimiz seviyede bilgili bir imam yetiştirmenin 4 yılda yapılamayacağı mı düşünülüyor ki ortaokul bölümü açılıyor.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Aslında sadece imam hatip okulunun ortaokulunu açmıyoruz biz. İhtiyaç duyulan başka yerlerde de açıyoruz.

NURİ ELİBOL- Mesela, sanat okulu?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Mesela, güzel sanatlar için ortaokul açma imkanı veriyoruz, spor için ortaokul açma imkanı veriyoruz.

NURİ ELİBOL- Çok iyi.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Çünkü, bazı yetenekler küçük yaşlardan itibaren eğitilmeyi gerektiriyor. Bazı alanlar daha uzun süreli eğitilmeyi gerektiriyor. Burada şunu karıştırmamak lazım yalnız: Özel yeteneklere uygun bir eğitim imkanı vermek, özel ihtiyaçlara uygun bir eğitim imkanı vermekle mesleki tercih yapmak arasında bir benzerlik kurmamak gerekiyor. Mesleki tercihleri biz lise 2'den sonra yapacağız. Lise 2'den sonra yapmamızın temel gerekçesi şu: Yine bu da dünyadaki eğilimlerle çok paralel bir şekilde düşünülüyor. Daha önceki yıllarda meslekler daha çok fiziki yetenekleri gerektiren bir ihtiyaç ortaya koyuyordu. Eğer torna tesviyeci olacaksanız malzemenin niteliğini tanımaya, tesviye yapacak türden torna tutmaya yahut ne bileyim torna tezgahlarını kullanmaya ihtiyaç duyuyordunuz. Bu da beraberinde el yeteneğinin geliştirilmesini, el-göz-ayak koordinasyonu ve benzerlerini gerektiriyordu. Bugün ise artık sanayinin meydana getirdiği gelişme seviyesine bakıldığında, bu tür yeteneklerden çok, daha çok zihni yeteneklere ve teknolojik bilgilere ihtiyaç duyulmaya başlandı. Yani, bugün artık bir torna tesviye tezgahında çalışmıyorsunuz, bir CNC tezgahında çalışıyorsunuz. CNC tezgahı için ise eğelemeye ihtiyacınız yok, bilgisayarda model yapmaya ve bilgisayarın gerektirdiği kadar yabancı dil bilmeye ihtiyacınız var. Bu açıdan bakıldığında, işte bunu öğretecek bir altyapıya, sağlam bir matematik bilgisine, sağlam bir mantık ve teknik resim bilgisine, yine sağlam bir mesleki yabancı dile ihtiyacımız var. Bu açıdan bakıldığında yine mesleki eğitimleri biz lise 2'den sonra yapacağız ama, onun kendi şeklinde de değişiklik olacak. Eskiden olduğu gibi elektrik-elektronik bölümünü seçtim, o dersleri alıp mezun olacağım gibi bir şey olmayacak. Ünite bazlı eğitim yapmaya başlıyoruz. Ve böylece aslında her mesleğin bir başka meslekten bilmesi gereken bir konu varsa onu ünite bazlı alma şansına sahip olacak. Nitekim Milli Eğitim Bakanlığı uzun yıllardan beri ünite bazlı mesleki eğitim için hazırlık yapıyordu. Biz bugüne kadar 6 bine yakın ünitenin malzemesini hazırladık, hem yazılım ve basılı malzeme olarak, hem bilişim altyapısı olarak hazırladık, uygulamaya koymayı bekliyoruz. Bu açıdan bakıldığında Türkiye'de eğitim artık çok farklı bir eğitim olacak ve üstelik de çocuklarımıza hayatının herhangi bir safhasında yaptığı tercihin yanlış olduğunu görmesi halinde bir başka alana geçme imkanı vereceğiz.

MURAT ODABAŞ- Sayın Bakanım, son 4'ü biraz daha açar mısınız? Şimdi ilk iki 4, ilkokul ve ortaokul diyelim mecburi olacak. Ortaokul dediğimiz?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- İlkokul, ortaokul ve lise mecburi olacak, 12 yıl olacak.

MURAT ODABAŞ- Mecburi olacak ama, liseyi biraz ayırıyorsunuz herhalde, o mecburiyetin birtakım şeyleri var. Devam mecburiyeti yok, başka türlü?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Hayır, orada da yanlış anlaşılma var, öyle keyfi bir şekilde isteyen okula devam edecek, isteyen açık öğretimden bu dersleri almak zorunda kalacak diye bir uygulamamız yok. Şu anda böyle bir zorunluluk olmadığı halde geldiğimiz seviye itibariyle biz zaten yüzde 69 oranında çocuklarımızı ortaokullarda eğitiyorduk. Ve nihayet yüzde 85 oranında ilköğretimden mezun olan çocuklarımız ortaöğretime geçiş yapmaya başladılar. Yani, biz yüzde 100'e yaklaşıyorduk. Şimdi keyfi bir şekilde okula kaydını yaptır ama, git açık öğretimden ders al olmayacak.

MURAT ODABAŞ- Öyle bir şey yok, devam mecburiyeti var yani son 4'te de?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Bunun istisnaları için düzenleme yapacağız. Yani, yine herkes liseye kaydını yaptıracak ama, liseye devam etmemek durumunda olanlar için biz istisnaları belirleyeceğiz. Ve o istisnaya uygun olanlar devam etmeyecek, açık öğretimden ders alacaklar veya dışarıdan gelip sınavlarını verebilecekler. Bunun ayrıntısı daha sonra belli olur, birtakım tartışmalar yaptıktan sonra netleştiririz bunları. Ama öyle keyfi bir şekilde benim canım istedi, ben açık öğretime devam edeceğim olmaz.

MURAT ODABAŞ- Bu son 4'te, ortaöğretimde dediniz ki zorunlu dersler var, çocuğun kabiliyetine göre de seçmeli alanlar belirleyeceğiz.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Kabiliyetine göre değil ilgisine ve tercihine göre. Kabiliyetini daha çok lise seviyesinde yapacağız.

MURAT ODABAŞ- Peki, liseye geldiği zaman çocuk o ilgi ve tercihe göre liseler artık çok orada da zorlu dersler olacak muhakkak liselerde de, ama bunun ötesinde mesleğe, iyice mesleğe odaklı bir eğitim mi görecek çocuklar?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Sadece meslek değil orada, işte az önce ifade ettim; fen kabiliyeti varsa çocuğun ve akademik olarak fen bilgilerine yönelmek istiyorsa yönelebilecek, sosyal bilimlere yönelebilecek, Türkçeye, matematiğe yönelebilecek. Güzel sanatlara?

MURAT ODABAŞ- Bildiğimiz meslek liseleri olacak mı?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Meslek liselerinde de mesleklere yönelebilecek.

NURİ ELİBOL- Bu eğitim sistemini meslek eğitimine katkısı ne olacak, yani biraz da bizim böyle bir sorunumuz var ülke olarak. Meslek eğitiminde eğitimin geneline olan oranı gelişmiş ülkelerden veya Avrupa Birliği ülkelerinden farklı konumdayız, biraz gerideyiz. Buna katkısı ne olacak? Çünkü koyduğunuz o 2023 hedefi için, o 2023'te çok ciddi yüksek hedefler var, o hedeflere ulaşmak için çok ciddi Türkiye'nin ara eleman, nitelikli elemana ihtiyacı var. Üniversite mezunu değil. Yani, gidiyorsunuz bir adama ihtiyacınız var, 4 tane üniversite mezunu müracaat ediyor, oysa aradaki teknik eleman yok, bulamıyorsunuz yani. Bu yeni sistemin meslek eğitimine katkısı ne olacak?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Mesleki eğitimle ilgili tartışma yapacaksak, mesleki eğitimin başka sorunları da var. Bu bahsettiğiniz mesela gerçekten çok önemli ve ayrıca tartışılması gereken bir mesele. Ama önce şunu söyleyeyim konuşmamızın başında: 8 yıllık kesintisiz eğitimin etkileriyle ilgili bir değerlendirme yapmıştık, 8 yıllık kesintisiz eğitimin en çok zarar verdiği alan mesleki eğitim olmuştur. Katsayı düzenlemesiyle birlikte ele alındığında 1997-1998 yılında Türkiye'deki mesleki eğitimin genel ortaöğretim içerisindeki payı yüzde 45 ve bu yüzde 38'e kadar düşüyor. Sonra bizim Hükümetimiz geliyor 2003'ten, 2004'ten, 2005'ten sonra aldığı bazı tedbirlerle, teşviklerle falan bu oran artıyor, bugünlerde yüzde 48'lerdeyiz?

NURİ ELİBOL- Yine çok düşük ama.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Tabii, bunu yükseltmek, artırmak istiyoruz. Tabii artırabilmek için mesleki eğitimle alakalı iki konuyu çözmemiz gerekiyor.

NURİ ELİBOL- Affedersiniz, bu şey kompleksinden kaynaklandı biraz, imam hatip liseleri kompleksinden. İmam hatip liselerinin sistem içerisinde oranı nedir, yani diğer liselere oranladığınızda sayısal olarak yüzdesi nedir?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Şimdi yüzde 5 civarında bugünlerde. Ama 1997-1998'de bu 28 Şubat sürecinden önce imam hatip liselerinin oranı yüzde 8. Yani, yine abartıldığı kadar büyük bir oran değil, yüzde 8. Ama o tedbirlerden sonra imam hatip okullarının ortaöğretim içerisindeki payı yüzde 3'e kadar düşüyor. Sonra yine mesleki eğitimde olduğu gibi paralel bir şekilde yüzde 5'e kadar yükselmiş vaziyette. Şimdi belki bu aldığımız değişikliklerle eski oranlarına yeniden ulaşabilecek.

Şimdi bu açıdan bakıldığında bizim mesleki eğitimle ilgili iki sorunu çözmemiz gerekiyor. Onlardan birincisi, piyasanın ihtiyaç ve beklentilerine uygun bilgi ve yetenekler öğretmemiz. İkincisi, bunu sadece devletin yaptığı bir eğitim olmaktan çıkarmamız. Doğrusu, iş adamı örgütlerinin, organize sanayi bölgelerinin ve elemana ihtiyaç duyan kesimin sürece dahil olduğu bir yapı kurmaya ihtiyacımız var. Bu yapıyı kurarsak, zaten piyasayla eğitim arasındaki uyumu sağlama şansımız da artacak. O açıdan biz onunla alakalı çalışmalar da yürütüyoruz diğer taraftan. Mesela, bundan 2 ay kadar önce mesleki eğitim çalıştayı tertip ettik biz 2-2,5 gün süren ve konuyla ilgili bütün temsilcileri bir araya getirdik, uzmanları bir araya getirdik, bu işi nasıl çözeriz tartışmasını yaptık. Büyük ihtimalle orada da ciddi yeniliklerimiz olacak.

NURİ ELİBOL- Herhalde o oran inşallah yükselecek, çünkü piyasanın hakikaten çok ciddi açmazları var.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Bizim hedefimiz, yüzde 55'in üstüne, yüzde 60'a yakın bir noktaya çekmeye çalışmak olacak.

NURİ ELİBOL- Sayın Bakan, şöyle bir örnek vereyim ben size: Benim çocuklarım inşaat sektöründe, onlardan biliyorum. Bir kule vinç, görürsünüz böyle yüksek vinçler o binalara. Kule vinç operatörü, yani en az meslek lisesi mezunu olması lazım, çok hayati bir iş yapıyor, aşağıda bir sürü insanın canına mal olabilecek bir iş yapıyor. Çoğu ilkokul 4 terk, ortaokul terk, bu konuda bir eğitim almış değil. Ve emin olun ki, belki siz Bakansınız, size yakın da maaş alıyor, ücret alıyor, çünkü çok nitelikli bir iş yapıyor çünkü, zor bir iş yapıyor. Bunların hiçbirisi eğitimli değil. Bir seramikçi çağırıyorsunuz, ben inşaat sektöründen örnek vereyim, Avrupa'da bir tesisatçı çağırıyorsunuz, bunlar hep meslek lisesi mezunu, verdiğiniz malzemeyi de heba etmiyor, işçilik de kaliteli çıkıyor, aynı şey sanayi için de geçerli. Herhalde Türkiye'nin bu yeni yapılacak kademeli eğitimin en çok faydası herhalde mesleki eğitime olacak diyorum düşünüyorum.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Mesleki eğitime olacak, evet.

NURİ ELİBOL- Bir de burada tabi, süremiz kısaldı herhalde, birinci bölümü tamamlayacağız, CHP'nin, Cumhuriyet Halk Partisi'nin ve MHP'nin, sizin bir de bilim adamı kimliğiniz var, dinlediniz mi, nedir itirazları; bu itirazlardan hiç mi haklılık payı yok? Siz ilk getirdiğiniz öneriyi getirdiğiniz günden bu yana ne kadar değişikliğe uğrattınız, muhalefetin veya kamuoyunun hangi önerilerini dikkate aldınız, hangilerini almadınız? Bunu biraz konuşalım.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Şimdi öncelikle şunu söyleyeyim: Teklif verildikten sonra, hem muhalefet partilerinin, hem de bazı sivil toplum örgütlerinin özellikle ikinci 4'te açık öğretimden ders alma imkanı getiren esnekliğin çocuklarımızın aleyhine olacağına dair eleştirileri vardı. Orada zaten zannediyorum gözden kaçar bir husus vardı. O da, bu yaş 1 yıl geriye doğru çekilirken diğer kanunlarda buna uygun uyumlar sağlayalım diye düşünerek yapılmış bir hüküm vardı. Nitekim ben daha komisyona gider gitmez burada bazı teknik düzeltmelere ihtiyaç olacak açıklamasını yapmıştım ben. İşte muhalefetin itirazı, sivil toplum örgütlerinin bu konudaki taleplerini de göz önüne alarak onu ikinci 4'ten üçüncü 4'e aldık biliyorsunuz. Ve böylece aslında orada Hükümet normalde rasyonel birtakım teklifler ve talepler olduğunda bunu göz önüne alabileceğini göstermiş oldu. Ve nihayet mesleki eğitimde de yine aynı şeyi mesleki eğitimin de lisede verilmesiyle ilgili, lise 2'den sonra verilmesiyle alakalı eleştirileri dikkate aldı. Onun dışında kanunda çok büyük bir değişiklik olmadı.

Zaten şu anda muhalefetin meseleye bakışı, yapılan değişikliklerin gerekçeleri ve rasyonel bir zemine oturup oturmadığı meselesi değil. Muhalefetin eleştirisi çok açık bir şekilde ideolojik bir eleştiri. Dikkat edecek olursanız, eğitimin 12 yıl olmasıyla alakalı hiçbir itirazları yok ve bununla ilgili bir şey söylemiyorlar, Eğitimin kademeli olmasıyla ilgili hiçbir tutarlı gerekçeleri yok, sadece onlar da kademeli olsun ama, 1+8+4 olsun Cumhuriyet Halk Partisi, MHP'nin bu konuda başka bir teklifi yok, onlar da işte 5+4+3 olsun diye bir önerileri var. Yani her halükarda kademeli olmayla ilgili bir talep onlardan da geldi demeniz mümkün bu açıdan, sadece tercih belirtiyorlar. Halbuki bu tercihleri ve sayıları ortaya koyarken eğitim sisteminin bütünlüğünü göz önüne almanız ve yapıyı ona göre kademeleştirmeniz gerekir. Bugün biz mevcut eğitim sisteminin yapısına bakıyoruz, Şura tavsiye karalarına bakıyoruz, uygulamalara bakıyoruz, dünyanın nereye doğru gittiğine bakıyoruz vesaire. Yani olabilir, 5+4+3 uygulamaları başka ülkelerde de var, 6+3+3 uygulamaları başka ülkelerde de var, ama 4+4+4 de var veya 4+5+3 de var gibi. Bunun önemli olan tarafı, hangi yapıyı benimserseniz benimseyiniz ona uygun bir müfredat uygulamanızdır, onun dışındakiler tercihtir ve bu tercihler de öyle değil böyle olabilir; bu kadar gürültü çıkartmaya hiç gerek yok.

Dolayısıyla eğitimin ilk 8 yılın kesintisiz kalmasıyla ilgili dünyadaki uygulamalardan ben size bahsettim; burada Cumhuriyet Halk Partisi ideolojik bir tavır içerisinde. Onun dışındaki bütün eleştirele bakın, okul öncesini gündeme getiriyorlar, öğretmen açığı gündeme geliyor, derslik ihtiyacı olacak mı, olmayacak mı diye gündeme getiriyorlar. Halbuki 8 yıllık kesintisiz eğitme gelindiğinde Türkiye çok hazırlıksız bir şekilde girmişti, binlerce, 100 binlerden, 200 binlerden, 300 binlerden fazla derslik ihtiyacı vardı. Biz kesintisiz eğitimden sonra, aradan 5 yıl geçmişti, o günden bugüne kadar 169 bin derslik yaptık 8 yıllık iktidarımızda, hala neredeyse 160 bin dersliğe ihtiyaç var. O gün dersliği sorgulamayanlar bugün daha hazır bir Türkiye'nin dersliğini sorguluyorlar, öğretmen sorguluyorlar, fen liselerini sorgulamaya başladılar, SBS'leri, üniversite imtihanlarını sormaya başladılar. Aslında bütün yapılan şey, kafa karışıklığı yaratma çabası, onun dışında bizim yaptığımız değişikliğe ciddi bir itiraz ortaya koyamadılar.

MURAT ODABAŞ- Sayın Bakan, bu yeni sistemle birlikte elbette biraz önce birinci bölümde izah ettiniz, okullarında fiziki yapılarında değişikler gerekecek, esnek de tuttuk dediniz. Fakat en önemlisi müfret konusu, müfret konusu da bu yeni sisteme uyarlanacak. Belki çok fazla gerekmeyecek ama, illa ki müfredat değişecek. Bu konu bu seneden itibaren yasalarsa, çıkarsa kanun, müfredat hazırlanıp yetişebilecek mi yeni döneme? Birinci sorum var.

İkincisi de; bir şey aklıma takıldı, biraz önce birinci bölümde dediniz ki dünyada sadece bir tek ülkede 8 yıllık zorunlu eğitim var. Gelişmiş ülkeler zaten zorunlu hale getirmeden bu işi bu şekilde çözmüşler, özendirmişler; gelir seviyesi yüksek, refah seviyesi yüksek ve herkes çocuğunu okutuyor haliyle. Peki sadece Türkiye'de ve bir başka ülkede 8 yıllık...

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- İrlanda'da.

MURAT ODABAŞ- İrlanda'da. Neden biz 12 yıla Türk milletini zorluyoruz, yani niye bir zorunluluk daha getiriyoruz? Bunun dezavantajları da var, siz daha iyi bilirsiniz, bazı aileler lise çağına gelmiş çocuklarını okutacak imkanları yok, hatta o çocuk aileye bakmak zorunda kalabiliyor. Siz bunu bir kanuni mecburiyete getirseniz bir yerleri zorlarsanız. Zaten kendisi okutuyor herkes, niye zorunluluğu getiriyoruz tekrar? İkinci sorum bu.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Şimdi zorunluluğun getirilmesiyle alakalı dünyadaki konjonktürü genişçe izah ettim. O zaman bir de ülke içine bakalım, ülke içinde eğitimi geliştirmenin gerekçelerini tartışalım isterseniz.

Bakınız, bir kere her şeyden önce maddi imkanları elvermediği için çocuğu okutmama diye bir durum söz konusu olmamalı, çünkü devlet bu tip aileleri destek veriyor. Biz hatırlarsanız, şartlı nakit transferleri yapıyoruz eğitimde ve dolayısıyla maddi durumu uygun olmayan ailelerin hem ilkokuldaki, hem de lisedeki çocuklarına kız ve erkeğe ayrı ayrı olmak üzere ücret ödüyoruz ve böylece maddi problemleri çözecek bir imkan yaratmaya çalışıyoruz. Ama Türkiye'de yoksulluktan kurtulmanın yegane yolu yine çocukları eğitimden geçirmektir. O yüzden, hatırlarsanız, ben Çalışma Bakanı iken özellikle yoksullukla mücadele programları kapsamı içerisinde sosyal danışmanlık sistemleri kurmayı ve İŞ-KUR'u da buna uygun bir şekilde yeniden yapılandırmayı öngören bir düzenlemeyi kamuoyuna teklif etmiştik. Bu yapıya göre özellikle yoksul ailelerin doğrudan doğruya bir danışmanı olacaktı ve bu danışman vasıtasıyla ailelerin ve çocukların eğitimi öncelikli bir şekilde çözmeye çalışacaktık. Bakın, bugün Türkiye'de işsiz olan insanlarımızın yüzde 60'dan fazlası lise altı mezuniyete sahiptir. Böyle görülünce, eğer yoksulluktan kurtulmak istiyorsak veya iş bulmak, çalışmak istiyorsak eğitim bu anlamda zorunlu.

Daha da önemlisi, başka bir perspektiften baktığınızda üniversite mezunlarının Türkiye'de iş bulma oranları gelişmiş ülkelerin üniversite mezunlarının iş bulma oranlarından daha yüksektir. Gelişmiş ülkelerde ortalama yüzde 69 oranında üniversite mezunları iş bulabiliyorken, Türkiye'de erkeklerde bu oran yüzde 85, kızlarda yüzde 71, yüzde 72'dir. Bu açıdan bakıldığında bile, çocukların gerçek anlamda okutulmaları ailelerinin yoksulluktan kurtulmaları için de önemlidir.

Nitekim biz son bir kampanya tertip ettik hatırlayacak olursanız, kampanyamızda kız çocuklarının okullaşmalarıyla ilgili bir program yürütüyoruz. O programda esas üzerinde yaptığımız vurgu, çocuklarımızı okutalım, çünkü bunlar bizim için bir servettir ve bir gelecektir fikri üzerinde duruldu.

Diğer sorunuza ise, yani müfredatla ilgili soruya ise, şimdi zaten bizim Talim Terbiye Kurulumuz bu anlamda bütün görevi yürüten bir kuruldur ve işi, uzmanlığı budur. Ve bunların çok uzun yıllar tartışılarak hazırlanacağına varsaymak da doğru değildir. Artı, Milli Eğitim Bakanlığı bugün zaten yeniden yapılanma süreciden geçti hatırlarsanız, o yeniden yapılanmayı yaparken Milli Eğitim Bakanlığı'nda oluşacak ve eğitim sisteminde yapılacak paradigma değişikliklerine uygun bir düzenlemeyi koymuştu, orada da yine her bir birimde programlar ve öğretim materyalleri üzerinde çalışacak birimler kurulmuşlardı. Ve nihayet biz zaten uzun zamandan beri okul öncesi eğitim için ve mesleki eğitim için Avrupa Birliği projeleri kapsamında, yine Avrupa Birliği'nden uzmanlarla müfredat hazırlama konusunda ciddi çalışmalar yapmıştık. Yani biz sıfırdan bir şeye başlamayacağız, biz var olan programlarımızı Meclisimizin öngördüğü düzenlemelere uygun bir şekilde uyarlayacağız ve yolumuza devam edeceğiz.

NURİ ELİBOL- Size bir eleştiri var, yani birçok eleştiri var da, bu bölümde biraz onları konuşalım istiyorum.

4+4+4 teklifi neden bir teklif olarak geldi, niye Bakanlar Kurulundan tasarı olarak gelmedi? Bunu imzalamayacak bakanlar vardı falan şeklinde tartışmalar oldu kamuoyunda. Bu doğru mu? Neden teklif olarak geldi?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Şimdi bir kere şunu hep beraber kabul edelim: Herhangi bir kanun yapmayla ilgili iki genel yöntem var, Türkiye'nin kullandığı yöntemler.

Birisi; kanun tasarısı şeklinde Bakanlar Kurulundan gelir.

İkincisi ise; milletvekillerinin teklifleriyle olur.

Burada dikkat edecek olursanız, bir tek milletvekili teklif etmedi, AK Parti'nin bütün grup başkanvekilleri teklif etti. Şimdi normal şartlarda Milli Eğitim Bakanlığı olarak biz bu yapılması istenen hususlara dair bir itirazda bulunmadık, çünkü bunun belirli bir zaman içerisinde yapılacağını biliyor ve bununla ilgili de belki biraz daha uzun vadede bir strateji çalışması yürütüyordu. Ama AK Parti seçim zamanında karşı karşıya kaldığı toplumsal beklentileri dikkate aldı gördüğüm kadarıyla. Meşru bir zeminde bir teklif verildi, orada şayet Milli Eğitim Bakanlığı buna itiraz edecek olsaydı buna itirazını yüksek sesle söylerdi. Nitekim itiraz edeceği düzenlemelerle ilgili konu içinde alt komisyona durumu hava ettirdi ve alt komisyonda daha uygun ve daha makul tekliflerle düzeltmeler yapıldı. Biz bu konuyu Bakanlar Kurulunda konuştuk, bakanlarımızdan çok somut bir itiraz da olmadı doğrusu. Çok ayrıntısıyla meseleyi tartıştık, ben bilgilendirdim ve bilgilendirdikten sonra da bize somut bir şekilde şu olmamalıydı türünden bir itiraz gelmedi.

NURİ ELİBOL- Peki sizin Bakanlığınızın böyle bir çalışması, böyle bir hazırlığı var mıydı? Yani AK Parti grup başkanvekillerinden böyle bir teklif gelmeseydi; siyasi parti de tabi ki hedeflerine uygun teklifleri Meclise getirecektir verdiği sözlere uygun veya karşılaştığı sorunlara ilişkin, sizin Bakanlık olarak böyle bir hazırlığınız var mıydı?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Şimdi Bakanlık olarak belki zamanla ve önceliklendirmeyle ilgili bir farklı tercihimiz olabilir. Ancak teklif hazırlık çalışmalarında Bakanlığımızın uzmanları Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde destek verdi. Yani birbirimizden çok kopuk bir uygulamayla karşı karşıya değiliz.

NURİ ELİBOL- Anladım.

Dün şeyi takip ettiniz mi bilmiyorum, Salı günü grup konuşmalarını liderler her hafta Mecliste yapıyordu, dün CHP Grubu Tandoğan Meydanı'nda toplandı. Sayın Kılıçdaroğlu'nu dinlediniz mi bilmiyorum konuşmasını.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Evet, dinledim.

NURİ ELİBOL- Sayın Kılıçdaroğlu'nun bu işin özüne ilişkin çok bir eleştirisi yok, yani işin tekniğine, özüne ilişkin. Mesela orada dile getirdiği suçlamalardan bir tanesi, çocuk gelinler olacak, yani okula gitmeyen kız çocuğu sayısı artacak, Doğu ve Güneydoğu'da veya bazı yörelerimizde, sadece o yöre için değil erken evlilikler olacak, çocuk gelinler olacak. Buna ne diyeceksiniz? Hükümetinizin de bu konuda iyi bir çalışması da var, Sayın Cumhurbaşkanının eşi, Sayın Başbakanın eşi yıllardır da yürütülen kampanyalar var. Aslında bunun oransal sonuçlarına baktığınızda da bu çok böyle değil ama, böyle bir eleştiri var.

MURAT ODABAŞ- Nereden çıkıyor, yani 8 bölü 2'dir diye, yani ne alaka? 12'ye çıkan bir zorunlu eğitime 8 bölü 2'dir diye yaklaşıyor CHP Lideri.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Ben o zaman konuyla ilgili birkaç soru sorayım, sonucu siz ve kamuoyu çıkarsın.

Şu andaki eğitim yapımızda olan nedir? Çocuğumuzu 7 yaşında eğitime alıyoruz, 14 yaşında mezun ediyoruz, sonraki eğitim zorunlu değil. Peki o zaman çocuk gelin olma, çocuk işçi olma ihtimali bu safhada ve bu uygulamada mı daha çok var? Yoksa bizim öngördüğümüz teklifte çocuğu 6 yaşında eğitime alacağız, 17-18 yaşında mezun edeceğiz ve 12 yıl boyunca okumak zorunda kalacak; böyle bir uygulamada mı çocuk gelin olma ve çocuk işçi olma ihtimali var?

MURAT ODABAŞ- Evet, bu çok açık.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Şimdi o kadar açık, o kadar net bir uygulama var ki, normal şartlarda hazırlanan teklifte açık öğretim uygulamasının ikinci 4'te yapılacağına dair düzenleme vardı hatırlasanız, o düzenlemeden hareketle bu eleştiriyi söyleyenler çıkmıştı. O zaman bile bu eleştiri çok haklı, çok doğru bir eleştiri değildi ama, buna istinaden söylenince üçüncü 4'e aktarıldığı zaman bu açık öğretim fırsatı, o eleştiriyi daha devam ettiriyor olmak bence iyi niyetle bağdaşmaz.

NURİ ELİBOL- Gene yöneltilen eleştirilerden birisi, aslında bunun cevabını verdiniz ama, tekrar vermenizi istiyoruz, bunu hazırlayanlar eğitimci değil, yani AK Parti grup başkanvekilleri eğitimci değil, bu teklifi hazırlayıp getirenler eğitimcilerden istifade etmedi tarzında bir eleştirisi var. Bir de uzlaşmadığınızı, muhalefetle uzlaşmadığını, elini uzattığı halde onlarla uzlaşmadığınızı, onları dinlemediğinizi söylüyor Sayın Kılıçdaroğlu.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- O zaman bu halkayı genişletebilirsiniz; eleştirenler eğitim uzmanı mı?

NURİ ELİBOL- Bilmiyorum artık onu.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Eğer siz teklifi verenlerin eğitim uzmanı olmasını bekliyorsanız, eleştirenlerin de eğitim uzmanı olmasını beklerseniz. Orada önemli olan, eğitim uzmanlarının, ister destekleyen, ister eleştirilen olsun, ne düşündüğüdür. Ve şimdiye kadar bir kere özellikle eğitimin 12 yıla çıkarılmasıyla ilgili en az iki tane Şura kararı vardır, 1999 ve 2010 yıllarında yapılan Şuralarda bu karar vardır. Eğitim yaşının 1 yıl önce çekilmesiyle ilgili ta 1981 yılı Şurasında bununla ilgili karar vardır. Ve nihayete eğitimin kesintisiz olmasını talep eden bir tek Şura kararı vardır, onun dışındaki bütün Şura kararları eğitimi kademeli olarak öngörür. Bütün bu Şuralarda bir araya gelenler sizce uzman ve eğitimci değiller mi?

Artı, yine eğer bu tip eleştirilere hak verecek olacak olursanız, benim hemen yanı başımda Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı, öbür yanımda Talim Terbiye Kurulu Bakanı, kendisi Profesör, eğitim bilimlerinde uzun yıllardır çalışan, ayrıca uzun yıllar Talim Terbiye Kurulu Başkanvekilliği de yapmış, bir üniversitede eğitim fakültesinde dekanlık yapmış filan bir insan oturuyor, ama muhalefet bir gazetedeki köşe yazarının ben bir Talim Terbiye Kurulu üyesine sordum, onun haberi yokmuş üzerinden haber yapıyor ve günlerce bunu eleştiriyorlar. Ben o zaman sormaz mıyım, o zaman yanımda oturan arkadaşlar ne oluyorlar diye. Bu açıdan bakıldığında, bu tip eleştiriler aslında sadece kamuoyunu yanıltma üzerine kurgulanmış bence.

Ben şunu söylemeliyim: Milli Eğitim Bakanlığı'nda çalışan herkes bir kere fiili uzman, öğretmenlik yapmıştır. Bugün bizim 80'e yakın yöneticimiz var Bakanlıkta, bu yöneticilerin tamamına yakını, belki 78 tane fiilen 5 ila 10 yıl arasında öğretmenlik yapmıştır. Bu yöneticilerin tam yüzde 60'ı yüksek lisans ve doktora eğitimlidir, o yüzde 60'ın yüzde 60 doktora eğitimlidir. Bu insanların neredeyse yarıyı yakını yabancı dile çok iyi bilir ve başka ülkelerde bu işlerin nasıl yürütüldüğüne dair bilgi sahibidirler. Talim Terbiye Kurulumuzda 10 civarında öğretim üyesi profesör ve doçent insan var, bunların büyük bir bölümü belirli derslerin nasıl okutulacağı üzerine ihtisaslaşmıştır. Şimdi bütün bunları siz eğitim uzmanı saymayacaksınız, Cumhuriyet Halk Partisi'nin sırtını dayadığı birkaç tane ideolojik yorum yapan bilim adamını yahut da uzmanı mı eğitimci sayacaksınız?

Biraz daha genişletecek olursak, bu ülkede çocuğu okulda olan herkes eğitim sorunlarıyla ilişkili ve konu hakkında fikir yürütüyor, öğretmenlik yapan herkes konu hakkında fikir yürütüyor, ailesinde öğretmen olan herkes konu hakkında fikir yürütüyor. Bütün bunlara baktığınızda, tekil hadiselerden genelleştirilerek bir eğitim sistemi hakkında karar verilebilir mi? Herkesin bireysel tecrübelerinin eğitim sistemine yansıması halinde bu ülkede nasıl bir sistem kurgulamak mümkün olur? Bu açıdan biz öğrencilerimizin, öğretmenlerimizin pek çoğunun, ailelerin hemen hemen hepsinin konuyla ilgili eleştirilerini ve tavsiyelerini biz bir beklenti olarak, bir ihtiyaç olarak alırız, bunların ne kadar genelleştirilebilecek sorunlar olduğuna bakarız, beklentiler olduğunu tespit ederiz, sonra bir karar veririz. O verdiğimiz karar birilerinin sorunlarını çözmüyorsa, o zaman birisi eğitim sistemini sorgulamamalı, o sorunun kendi tekil bir hadisesi ve sorunu olduğunu görmelidir. Biz elimizden geldiğince onu da çözmeye çalışırız ama, sistem kurgulanırken öyle tekil hadiseler genelleştirilerek yapılamaz.

NURİ ELİBOL- Uzlaşma...

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Ha, uzlaşma. Uzlaşma için el uzatıyoruz dediler ama, o uzatılan elin içerisinde başlangıçta hiçbir şey yoktu. Ben nitekim bunu dile getirince uzlaşma sözünden ibaret bir uzlaşma olmaz, onun dışında ne teklif ediliyorsa onu konuşalım dediğimizde, mesela siz bugüne kadar Cumhuriyet Halk Partisi'nin Türkiye'nin dini eğitimin nasıl yapılması gerektiğine dair bir teklifte bulunduğuna hiç şahit oldunuz mu?

NURİ ELİBOL- Din eğitimini gelin konuşalım, yapalım diyorlar.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Hayır, teklif etsinler kamuoyuna, görelim.

Yine Cumhuriyet Halk Partisi bugün öngördüğü model 8+4 olsun diye. Tamam, 8+4 olsun teklifi konuşulsa bile, o zaman Cumhuriyet Halk Partisi'nin eğitimin 8 yıl kesintisiz niçin olması gerektiğini kamuoyuna mantıklı bir şekilde anlatması gerekmez mi? Ben diyorum ki, dünyanın hiçbir ülkesinde bu uygulama yok, bu uygulama mesleki eğitime zarar verdi, bu uygulama okullaşma oranlarını yeteri kadar artırma konusunu da sağlamadı ve nihayet bu uygulama bireysel tercihleri öne çıkaran ve özel yetenekleri teşvik eden bir uygulama değil, bu katı bir sistemdir diye eleştiriyorum. Peki onlar buna karşın öyle olmadığına dair bir şey söylüyorlar mı?

NURİ ELİBOL- Efendim komisyon safhasında çok sert tartışmalar oldu, hatta o söylediğiniz teklif uzatılan elinin içinde bant şeyi filan da çıktı, Nabi Hoca az kalsın bir kaza da geçirdi. O kadar muhlis bir adamdır Nabi Hoca, kimseyle kavga etmez, ses tonunu bile yükseltmez, ama kötü şeyler oldu, sert tartışmalar oldu. Sert tartışma demeyelim de Türk insanının siyasette görmek istemediği manzaralar oluştu.

Şimdi teklif Genel Kurulda görüşülüyor, belli bir aşamaya da geldi, bu gece de epeyi mesafe kaydedeceğiniz anlaşılıyor, Genel Kurulda bu tür şeyleri bekliyor musunuz, yani komisyonda yaşananlara benzer?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Hayır, beklemiyorum. Dünkü genel görüşme seyrine baktığımız zaman da bu benim düşüncemi pekiştiren bir uygulama var. Zannediyorum komisyonda olup biten hadiselerden hem AK Parti Grubumuz, hem muhalefet parti grupları ders çıkarmış görünüyorlar, daha olgun bir tartışma zemin var; bu sevindirici.

MURAT ODABAŞ- Sayın Bakanım, bir de biraz önce izah ettiniz ama, bu kanun çıktığı zaman fiziki mekanlar, özellikle ders araç-gereçleri, en önemlisi de öğretmen ihtiyacınız olacak, sınıf öğretmeni ihtiyaçlarınız olacak. İşte bir de Türkiye'nin hep öğretmen atamaları gibi güncel bir konusu var, bu konuyla ilgili gene neler söylerseniz? Buna uygun olarak Milli Eğitim Bakanlığı'nın bütçesinde ilave bir talebiniz olabilir mi yıl sonu başlarken veya şu ara dönemde fiziki mekanların hazırlanması bakımından, yeni öğretmen atamaları bakımından. Bu ciddi de bir bütçe gerektirecek elbette, çünkü mekanları olabildiğince ayırmaya çalışacaksınız imkan ölçüsünde, her 4'ün mekanlarını ayırmaya çalışacaksınız, yer yoksa 4+4'leri bir arada tutmaya çalışacaksınız; onu izah ettiniz. Hem mekan, hem öğretmen bakımından, ders araç-gereçleri bakımından ilave bütçeye ihtiyaç var mı, hazırlıklı mıyız, neler yapılacak? Biraz bundan bahsedelim, son bölümde de Milli Eğitim Bakanlığı, bu konunun dışında, Bakanlığınızı sormak istiyoruz bugüne kadar yapılanlar ve hedefleriniz ne?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Şimdi bakın, bir kere öncelikle şunu söyleyeyim: Şu anda Milli Eğitim Bakanlığı'nın derslik ihtiyacı yok mu? Bu değişiklik olmadan önce bile öğretmen ihtiyacımız yok mu? Bizim bugün halen istihdam ettiğimiz 45-50 bin civarında ücretli öğretmenimiz var, eğitim sistemi aksamasın diye ücretli öğretmen dersliği alıyoruz. Derslik ihtiyacının ve öğretmen ihtiyacının giderilmesiyle ilgili husus, ihtiyacın büyüklüğü kadar ayın zamanda sizin buna sağlayabileceğiniz kaynaklarla akalalı.

NURİ ELİBOL- Bütçeyle ilgili.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Evet, bütçeyle alakalı bir husustur. Keşke bugün hiç öğretmen ihtiyacımız olmasaydı da bu soruyu soranlar haklı olsaydılar.

Türkiye'nin bugün derslik ihtiyacı var mı? Evet, var. Yeni düzenlemede olacak mı? Evet, olacak. Ama yeni düzenlemenin ihtiyacı ne kadar arttıracağına dair bilgi vereceğim size.

Şimdi bakınız, şu anda biz okul öncesi eğitim yapıyoruz ve okullaşma oranımız yüzde 67. Ve mevcut stratejik planlarımız içerisinde 2013-2014 yılında bunu yüzde 100'e çıkartacak şekilde alt yapı kurguluyorduk ve hazırlanıyordu; bunun için kaynaklarımızı ayırmıştık. Nitekim bugün ülkemizde pek çok vilayette okul öncesi eğitim için ihtiyaç duyulan fiziki mekanları yapabilmek için ciddi kaynaklar ayırmıştık; onlar yapılıyor şu anda. Dolayısıyla okul öncesi eğitim için bizim çok büyük bir yatırıma ihtiyacımız olmayacak.

İkincisi; ilköğretim için, yani ilkokul ve ortaokul için şu anda okullaşma oranımız zaten yüzde 98.8 veya 7 civarında. Yani biz o olanda fizik mekanlarımızı oluşturmuşuz ve çocuklarımızı okutuyoruz zaten.

MURAT ODABAŞ- Hani 60 ay olunca çocuk daha, kaç bir çocuk daha; 60 aya inecek çünkü.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Şimdi orada biz onu geçici sağlayacak düzenlemeler yaparız ve bunu Milli Eğitim Bakanlığı yapabilecek potansiyele sahip, bir tecrübesi bulunuyor. Bu açıdan bakıldığında biz onları geçiş süreci uygulayarak, birtakım ayla ilgili düzenlemeler yaparak yapabiliriz.

Daha da önemlisi, ilköğretim için derslik ihtiyacımızın olmayacağıdır. Nitekim ortaokul için de derslik ihtiyacımıza şu anda var ihtiyacımız. Ama bizim planımız şu idi şimdiye kadar: 2016 yılına kadar ortaokulda da okullaşma oranlarının yüzde 90'nın üzerine çıkartmaya çalışıyorduk, böyle bir hedefimiz vardı zaten bizim. Ama son iki yıldır çok iyi bir performans gösteriyor Milli Eğitim Bakanlığı, ilköğretimden ortaöğretime geçiş oranları yüzde 85'lere gelmişti. Bugünkü kanun ilköğretimden ortaöğretime geçişi yüzde 100'e çıkartmayı öngörüyor. Ortaöğretimde okullaşmayı yüzde 100 öngörmüyor, diyor ki ilköğretimden ortaöğretime geçişi yüzde 100 kılacak şekilde tedbir alır diyor, bunun için de Bakanlar Kuruluna başlamak için de 1 yıllık da ek süre öngörüyor. Bakanlar Kurulu ek süreyi kullanmasa bile, tüm ortaöğretimde yüzde 100'lük okullaşma oranına ulaşmak için bizim 4 yıllık zamanımız var. Bu 4 yıl süre içerisinde zaten biz Milli Eğitim Bakanlığı olarak fiziki alt yapıyı oluşturmak için ek yöntemler kullanmak için hazırlık yapmıştık, yani bu olmasaydı bile yapıyorduk.

Şimdiye kadar genellikle yaptığımız şey, bütçe kaynakları ve nihayet hayırseverlerin bize yaptığı katkılardı. Onun üzerine, bu iki yöntemin üzerine biz kamu özel ortaklığı uygulamasını getiriyoruz. Tüm illerimizde kamu özel ortaklığı uygulamasıyla ortaöğretimde eğitim kampusları hazırlığı yapıyoruz. 80

vilayetimizde, belki ilgili pek çok ilçemizde biz ortaöğretim kampusları oluşturacağız ve bunu da kendi sermayemizle yapmayacağız.

İkincisi; kiralama yöntemi getiriyoruz.

Ve nihayet yapılan bir hazırlıkla da hem mesleki eğitimin, hem de özel sektörün payını artırmak üzere yeni teşvikler getiriyoruz.

Bu açıdan bakıldığında, aslında bu vesileyle Milli Eğitim Bakanlığı'nın zaten var olan alt yapı sorunlarını daha çabuk çözme imkanımız olacak.

Öğretmen meselesine gelince; öğretmen için de yine dediğimiz gibi bizim ihtiyacımız var. Bütün gücümüzle Hükümetimizden, Maliye Bakanlığı'ndan bize kadro sağlamalarını ve daha fazla kadro sağlamalarını talep edeceğiz...

NURİ ELİBOL- Hükümetin de en çok üzerinde titrediği bakanlık sizin Bakanlığınız, bütçe talebi geri dönmeye şimdiye kadar.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Son yıllarda, son 2 yıldır, 3 yıldır zaten bize bu konuda daha destekleyici bir tavrı var Hükümetin, ben enim ki azami desteği verecekler.

MURAT ODABAŞ- İzninizle bir ara daha vermek istiyorum.

Evet sevgili izleyiciler, kısa bir aradan sonra programımız devam edecek, bizden ayrılmayınız.

(Reklam Arası)

MURAT ODABAŞ- Evet, sevgili izleyiciler, Ankara'nın Gündemi programını izliyorsunuz. Konuğumuz, Milli Eğitim Bakanı Profesör Doktor Sayın Ömer Dinçer.

Nuri Bey, eleştirilerle ilgili sorunuz yoksa?

NURİ ELİBOL- Eleştirilere kısa kısa cevaplar alalım, var.

MURAT ODABAŞ- Ben bir tek şey sormak istiyorum.

NURİ ELİBOL- Var, onu sona bıraktım Bakanlıkla ilgili.

MURAT ODABAŞ- Sayın Bakanım, 4+4+4 diyoruz. Bu her 4'ün sonunda çocukla bir diplomamı verilecek, bunun ismi ne olacak, yoksa 8'in sonunda bir şey, sadece 12'nin sonunda mı bir diploma alacak çocuklar?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Evet, tek diploma alacaklar.

MURAT ODABAŞ- Tek diploma alacaklar. Peki.

NURİ ELİBOL- Bu sistemle eğitime, dini eğitime ağırlık verdiğiniz ve Türkiye'yi dindarlaştıracağınız yönünde bir eleştiri iddiaları var. Bu sistemin yine eğitimini öne çıkaran bir sistem olduğuna ilişkin eleştiriler var.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Onu izah etsinler o zaman. Aslında eğer böyle bir durum varsa onu izah etsinler. Şimdi eğer kast edilen imam hatip okullarının orta kısmının açılması üzerineyse o zaman ben şunu söylemeliyim: Aslında imam hatip okullarının orta kısmı, Türkiye'de dini eğitimi geliştiren bir yapı kurgulamayacak. Tam aksine bu zamana kadar imam hatip okullarına yapılan bir haksızlığı ve eşitsizliği çözecek. Ben dahasını söyleyeyim. Aslında bugüne kadar olmayan bir şekilde biz Milli Eğitim'in geri kalan yapısı içerisinde de çocuklarımızın din dersi alabileceği, tercihli din dersi alabileceği bir yapı kuracağız. Başka ülkeler bütün bu uygulamaları yapıyorken, bu tip eleştirilere maruz kalmıyor da, bizim ülkemizde bir çocuk, ben kendi dinimi bu okulda öğrenmek istiyorum dediğinde buna müspet cevap vermek niçin eleştiriliyor? Öyleyse bizim gerçek anlamda Türkiye'de devletin eğitime önem verdiği, insanlara saygı gösterdiği, kendisine vergi veren vatandaşların beklentilerini karşıladığı bir yapı kurguluyor. Bu kurgulamayı kimsenin tek taraflı bakarak eleştirmeye hakkı yok. Şimdiye kadar kalıplaşmış zihni format içerisinde algıladığımız eğitim sisteminden farklı bir şeyi biz oluşturmaya çalışıyoruz. Milli Eğitim Bakanlığı ve eğitimdeki çocuklarımız kendi kabuklarını kıracaklar, bir şekil, bir kalıp içerisinde eğitime tabi tutulmayacaklar. Çünkü o şekle, kalıba sokmaya çalıştığınızda, ülkenin uluslararası alanda geldiği yeri gördük. Biçilen bu kalıp bu ülkenin çocuklarına artık dar geliyor. Ve çocuklarımızı küresel düzeydeki aynı yaş grubundaki çocuklarla eşit hale getirmek istiyorsak bizim o çocukların potansiyellerini açığa çıkaracakları fırsatı sağlamamız lazım. O zaman ancak yarıştıklarında geri kalırlarsa endişe duymalıyız. Bugün çocuklarımız geri kalıyorsa, duyacağımız endişe çocuklarımız için olmamalı, kurguladığımız sistem için olmalı. Nitekim biz, bugüne kadar ki eğitim sistemi için endişe duyuyoruz. Çünkü bu yapı Türkiye'de şu anda PİSA sınavlarında az önce ifade ettim, 34 ülke içinde 33. sırada. Bu ülkede aynı yaş grubunda, aynı harcamayı yaptığımız halde Macaristan'daki 15 yaş grubundaki çocuklarla bizimkilerin arasında tam 1 yıl fark matematik dersinde. Avrupa Birliği'ndeki aynı yaş grubuyla bizim çocuklarımız arasında 2 yıllık eğitim farkı var. Bizim bu ülkenin çocukları hak etmiyorlar bunu. Bunun tek sebebi, çocuklarımızın potansiyellerine ve onların bireysel kabiliyetlerine şans tanımayan eğitim sisteminden geçiyor.

NURİ ELİBOL- 1 milyona yakın öğretmeniniz var, idarecisiyle beraber öyle bir rakam yazmışız biz ne kadar doğru bilmiyorum.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Yani şu anda bizim özel sektördeki, Milli Eğitim Bakanlığındaki öğretmenler dahil, açık öğretimdekiler dahil 780 bin civarında, 774 bin civarında, Milli Eğitim Bakanlığı'nın kendisinde olanlar ise aşağı yukarı 670 bin civarındadır, öğretmenimiz var. İdarecileriyle beraber, diğer çalışanlarla beraber o rakam yakın bir rakam.

NURİ ELİBOL- Yani bu kademeli eğitimden onlar memnun mu, böyle bir araştırmanız var mı, halka yönelik bir araştırmanız var, halk buna nasıl bakıyor, öğretmenler bu sistemi tartıştı mı, öğretmenlerin kendi içinde bu tartışıldı mı, öğretmenler bu değişikliğe nasıl bakıyor? Bunu test etme, ölçme imkanınız oldu mu böyle bir şey?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Hayır. Zaten belki soruyu ben şöyle anlamak istiyorum: 4+4+4'le alakalı acaba öğretmenler ne düşünüyorlar diye soracak olursanız, maalesef o konuda öğretmenlerimiz bize çok fazla soru da yöneltmediler, fikir de söylemediler. Sadece anaokulu öğretmenleriyle alakalı ve sınıf öğretmenleriyle alakalı öğretmenlerin programı nasıl olacağını bilmemelerinden kaynaklanan bazı endişeleri bize ulaşıyor. Ama bunun için de hiç de regüle olmaya gerek yok. Biz dediğim gibi çocuğumuzun yaşına uygun müfredatı tanımlayacağız ve o konuda öğretmenlerimizi eğiteceğiz. Ama programı uygulamaya koyduktan sonra da, çok ciddi bir şekilde izleme ve değerleme yapma zorunluluğumuz var. Biz uygulamadan sonra da o izleme değerlemeyi yapacağız. Çünkü Milli Eğitim Bakanlığı'nın iç yapısını buna göre tanzim ettiğimizi ifade etmiştim.

NURİ ELİBOL- Ağustos'ta normalin üstünde bir öğretmen ataması olacak o zaman bu sene?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Öyle bir söz vermedim şimdiye kadar ve benim de bu konuda hiçbir bilgim yok.

NURİ ELİBOL- İhtiyacınız artacak yani ama.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- İhtiyacımız her zaman. Ama o konuda benim hiçbir bilgim yok.

MURAT ODABAŞ- Sayın Bakan, bu kanun çıkarsa hangi sınavlar otomatikman ortadan kalkacak?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Hiçbir sınav otomatikman ortadan kalkmayacak. Belki şunu söylemek lazım: Sınavları tartışıyoruz, az önce ifade ettiğim gibi okul öncesini tartışıyoruz, müfredatı tartışıyoruz. Onların hiçbirisinin bu kanuni düzenlemeyle alakası yok. Onların her birisi eğitim sisteminin sorunları. Tabi biz Milli Eğitim Bakanlığı olarak ve Hükümet olarak Türkiye'de sınav odaklı bir eğitimden yana değiliz. Üniversite sınavının, çocukların hem lise hayatını, hem de üniversite hayatını bu kadar belirleyici olmasından hiç memnun değiliz. Yine eğitim sistemi içerisinde dershanelerin toplumsal bir davranışa dönüşmüş olmasından hiç haz etmiyoruz. Ama bütün bunlar ne çocuklarımızın, ne dershane sahiplerinin hatası. Bizim eğitim sistemindeki yaptığımız kurgu ve oluşturduğumuz tasarımla ilgilidir. Biz bunu değiştirerek ancak çözebiliriz. Şimdi biz Milli Eğitim'in yapısını esnekleştiriyoruz, demokratikleştiriyoruz. Zaman içerisinde müfredatını, okul türlerini buna göre yeniden gözden geçireceğiz. Ve seçmeli dersler yöntemiyle ve programlar yöntemiyle liselerde çocuklarımıza fen ve sosyal bilimler, matematik, Türkçe, edebiyat, güzel sanatlar gibi ve din eğitimi gibi seçmelik alanlar oluşturduğumuzda ve o eğitimi kendi okulunda alabileceği bir altyapıyı kurduğumuzda o zaman sınavlara olan ihtiyaç azalacak. Biz yine sınav yapacağız, bunu tashih etmek lazım. Şimdi YGS kalkıyor, SBS kalkıyor gibi hemen medya kolayca bir başlığı atabiliyor. Aslında dünyanın hiçbir yerinde hem ilköğretimde, hem ortaöğretimde, hem de üniversiteye girişte sınavsız bir uygulama yok. Her ülke sınav yapıyor. Ama bu sınavın hangi amaçla yapıldığı ve metodolojisinin ne olduğu önemlidir. Bizdeki hem SB Sınavları, hem de YGS ve LYS'ler öğrenci seçme üzerine yapılıyor. Niçin? Çünkü eğitimde fırsat eşitliği tam sağlanamadı, okullar arasında kalite farkı var, üniversiteler arasında kalite farkı var, arz talepten daha düşük ve öyleyse seçmek zorunda kalıyoruz. Eğer gerekçeler bütün bunlarsa, önce bu gerekçeleri ortadan kaldırmamız lazım.

Yani bizim dershaneye olan talebi azaltmamız lazım, üniversiteye olan talebi düşürmemiz lazım veya tersi, üniversite arzını yükseltmemiz lazım ve kalite farkı olan okullar arasındaki eğitim ortamlarının iyileştirilmesini sağlamamız lazım. Bütün bunları yaptığımızda, o zaman SB Sınavını biz artık öğrenci seçmek için yapmayacağız. Milli Eğitim Bakanlığı'nı ölçmek için yapacağız. Biz, lise mezunu olan bir çocuğumuza, belirli bir bilgi ve yetenek kazandırmak istiyoruz. Acaba bu bilgi ve yeteneği kazandırabildik mi diye bu sınavı yapacağız.

NURİ ELİBOL- Değerlendirme yapacaksınız.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Evet.

Acaba bu çocuk, uluslararası alandaki çocuklarla rekabet edebilecek bilgi ve kabiliyetle donandı mı diye ölçmek için yapacağız, bu ikisi farklı şeyler. Şimdi insanlar sınavdan rahatsızlar ama, esasında sınavdaki ayrıntıya, çekirdek soruna dikkat çekmek lazım. Çekirdek soru, çocuğu seçme üzerine kurgulandı. Halbuki bunda da ne kadar başarılıyız bence tartışılabilir. Şimdiye kadar ciddi bir şekilde bunlar analiz edilmedi. Bakın ben yavaş yavaş ilköğretimden ortaöğretime geçişle ilgili o izleme değerleme bölümlerini kurduktan sonra analizler yaptırmaya başlıyorum. Yavaş yavaş fen liselerinin, sosyal bilgiler liselerinin performanslarını ölçmeye başlıyorum. Ve değerlendireceğiz. Bugün bir gazetenin manşeti var, gördünüz. Normal şartlarda fen liselerimiz, sosyal bilim liselerimiz, efendim Anadolu liselerimiz ne kadar başarılı bunu ölçmeye ihtiyacımız var. Şimdi Anadolu liselerinde biz öğretmeni seçip gönderiyoruz, öğrenciyi seçip gönderiyoruz. Sınıfa 30'dan fazla öğrenci koyamazsın diye bir nicel ölçü koyuyoruz. Ayrıca teknik donanımını ve altyapısını diğer okullara göre daha iyi hale getiriyoruz, sonra da genel liseyle Anadolu lisesi arasındaki performansı ölçüyoruz, hiçbir metodoloji bunu uygulamaz, hiçbir bilimsel metodoloji bunu onaylamaz. Ama buna rağmen size bir şey söyleyeyim. Genel liselerin başarılı olmalarıyla, Anadolu liselerinin başarılı olmalarını ölçtüğünüzde bugünkü yapı içerisinde anlamlı bir fark yok. O zaman bizim bu okulların hepsine tekrar bakmak, bunların hepsinin çeşitlerini gözden geçirmek ve bunların kendi iç programlarını tanzim etmek gerekmeyecek mi? Biz bu sorunlardan hep şikayet etmemeliyiz bence. Sorunları görmeli, analizlerini yapmalı, bir teşhis koymalı ve o teşhise göre de çözümler, çözüm stratejileri geliştirmeliyiz.

NURİ ELİBOL- Aslında burada eleştirilen biraz da şu: Yani sizin şu anda daha önce bürokrat olarak şimdi de siyasetçi olarak içinde bulunduğunuz parti 10 yıllık iktidarda. 10 yıllık iktidarda olan bir partinin nasıl bugün 2023 hedefi yapıyorsunuz?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Niye bunu yapmadınız?

NURİ ELİBOL- Niye bunu yapmadınız?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Güzel.

NURİ ELİBOL- Yani niye yazıp bozuyorsunuz? Bir eleştiri de var.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Yazıp bozmuyoruz. Bir kere arkadaşlar, eğitimde her şeyin değiştirilmesiyle, eğitimde bazı öğelerin değiştirilmesinin sistem üzerindeki etkisini birbirine karıştırmamak lazım. Biz her şeyi değiştirmiyoruz. Mevcut uygulamalarımızı, tecrübelerimizi bir kenara koymuyoruz, böyle bir şey yapmıyoruz. Sadece okul fiziki binalarını ayırıyor ve programlarını ayırdığımız yapı içerisinde gözden geçiriyoruz. Daha da önemlisi, başka bir şey daha söyleyeyim. Şimdiye kadar niçin yapmadı diye bir eleştiriyi ben görüyorum. Ve bu AK Parti Hükümetine yapılabilecek en büyük haksızlıklardan birisidir, bunun altını çizerek söylemek isterim. Bunun iki sebebi var: Bir; ben size şunu sorayım: Şayet siz fiziki ihtiyaçlarınızı, yani günlük yeme içme ihtiyacınızı karşılayabilecek bir gelire sahip değilseniz, güzel bir elbise almayı yahut da bir ev almayı hiç düşünür müsünüz?

NURİ ELİBOL- Erteleriz onu.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Hep ertelersiniz, yaptınız şey nedir? Akşam yemeği için çoluk çocuğunuza neyi temin edecekseniz, günlük rızkınızı nasıl kazanacaksınız derdidir. Çünkü yeme, içme ve fizyolojik ihtiyaçları, bir insanın güvenlik ihtiyaçlarından daha önemlidir. Aç kalan hırsızlık yapar. Ve aç kaldığı için hırsızlık yapana bütün adalet sistemlerinde hafifletici uygulamalar vardır. Niçin? Dolayısıyla insanların ihtiyacı öncelikli olarak fizyolojik ihtiyaçlar, güvenlik ihtiyaçları, sonra sosyal ve aidiyet ihtiyaçları gibi tasnif edilirken, toplumun ihtiyaçları da öyledir. Bugüne kadar eğitim sektöründe bizim altyapı ihtiyacımız o kadar çok belirgindi ki, eğitimi konuşabilecek durumda değildik, eğitim niteliği her zaman sorundu. O zaman da sorun, şimdi de sorun. Ama o zaman eğitimin altyapısı o kadar ağır bir sorundu ki, eğitimin niteliğini fark etme imkanımız yoktu.

NURİ ELİBOL- 2023'le ilgili eğitim hedefleri var mı?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Olmaz mı? Onları söyleyeyim ben size. Şimdi normal şartlarda AK Parti iktidarı, hem Hüseyin Çelik Bey döneminde, hem de Nimet Çubukçu Hanım döneminde ülkenin eğitim altyapısı konusunda çok inanılmaz bir mesafe kat ettiler. Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihi boyunca kat edilen mesafenin yüzde 60'tan fazlasını 8 yılda kat ettiler. Bence bu ülkede eğitimle ilgili yapılanlar da bir teşekkürü hak ediyor ama. Maalesef bugüne kadar bunları konuşma imkanı olmadığı için yok varsayıldı. Teknolojik altyapı ve okul donanımı itibariyle de bakıldığında aynı durum söz konusu. Neredeyse sadece yüzde 5'e varan oranda bir bilgisayar sınıfı vardı ülkemizdeki okullarda. Ama bugün 8 dersliğin üzerindeki bütün okullarda 29 bin 500 civarındaki okulumuzda bilgisayar sınıflarımız var ve tamamında internet hizmeti var. Öğretmen için de aynı şeyi söylemek mümkün. Yine Cumhuriyet tarihi boyunca bize teslim edildiğinde 2002-2003 yılında 554 bin öğretmenimiz vardı. Biz AK Parti Hükümeti olarak 320 binden fazla öğretmen aldık bugüne kadar ve almaya devam ediyoruz. Öyleyse bu kadar altyapı sorunu varsa bir ülkede, eğitim ihtiyacı açığa çıkamaz. Bugün çıkmışsa, o sorunları çözmeye başladığımız için kendini hissettiriyor. Bu açıdan niye bu?

NURİ ELİBOL- Gazetelere yansıyan size yönelik bir eleştiri daha var bu konuda. Birkaç gündür de hani bu toplum konuyu anladıkça ve bu tartışma rayına oturdukça artık detaylara giriliyor, başka şeylere giriliyor. FATİH Projesi'yle ilgili hakikaten hepimiz izlediğimizde çok heyecanlanmıştık, hala da aynı heyecanımı ben şahsen koruyorum dinlediğimde sizden. Çok ciddi bir değişim ve dönüşüm olarak görüyorum.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Türkiye'nin en büyük fırsat eşitliği yakalama projesidir bana göre o.

NURİ ELİBOL- Evet evet. FATİH Projesi'yle ilgili temin kısmını neden bu kanuna dahil ettiğinizi, biz sizi biraz Müsteşarlık döneminizde de tanıyoruz, akçeli işler konusunda ne kadar hassas bir yapınızın olduğunu da biliyoruz. Bunu kimse size yakıştıramaz da, ama böyle bir itiraz var. Neden FATİH Projesi'yle ilgili tedarik konusunu Kamu İhale Kanunu kapsamı dışında tutuyorsunuz, kanundan mı kaçırıyorsunuz, amacınız ne tarzında bir eleştiri var.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Şimdi tabi doğrusu o konuda da kamuoyunu yanıltacak bilgiler sunuluyor itiraz edenler tarafından. Zannediyorlar ki, bu Kamu İhale Kanunu kapsamına çıkarsa bu hukuksuz bir şekilde Milli Eğitim Bakanlığı'nın birilerine alın bu işi yapın diye verebileceği bir sisteme dönüşecek zannediyorlar, bu doğru bir varsayım değil. Kamu İhale Kanunu'nun aslında pek çok hükmüne tabi olduğu gibi, kapsam dışına bırakılan alanlarda da başka bir hukuki mevzuata tabi hale getiriliyor. Yani yine hukuku bir mevzuatı olacak, yine ihale uygulamaları yapılacak ve ondan sonra işler yapılıp verilecek. Peki, niçin buna ihtiyaç duyuyoruz? Bu önemli bir soru.

NURİ ELİBOL- Evet, yani neden o kapsamdan çıkardınız?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Niçin buna ihtiyaç duyuyoruz bu önemli. Bir; teknoloji o kadar çok hızlı değişiyor ve teknolojide o kadar çok farklı değişken söz konusu ki, bizim mevcut Kamu İhale Kanunu'nun ihaleye çıkmayla ilgili süreçleri ve zamanları, bizim bu ürünü temin etmemize uygun değil. Biz daha kısa zamanda kararlar verebilmeli ve daha çeşitlendirmeye uygun bir yapı oluşturabilmeliyiz, birincisi bu. Mesela biz tablet bilgisayar alacağız. Mevcut Kamu İhale Kanunu'yla ilgili olarak eğer o sürece tam olarak uyacak olursak, hiçbir itiraz olmazsa 3 ayda, eğer itiraz olursa 6 ayda, 1 yılda alabileceğiz. Halbuki ben 1 yılda belki tüm 9. sınıflara, yani 1 milyon 200 bin çocuğumuza tablet dağıtmak zorundayım, bu projeyi gerçekleştirebilmek için.

İkincisi; bunun kendi hukuku olacak, bu kendi hukuku içerisinde ihale edilecek.

Üçüncüsü ise; özellikle akıllı tahtalar ve internet altyapısı için bizim öngördüğümüz sistem oldukça maliyet getiren bir sistem. Yani biz istiyoruz ki sınıfımızda, radyoaktif etkilere maruz kalmasın çocuklarımız. Yani onlar teknik olarak sar değerleri ismini veriyorlar, sar değerlerini biz öyle tasarladık ki şimdi, evdeki bir televizyonun yaydığı sar değerinin altında bir değer olacak. 30 tane tabletin ve bir akıllı tahtanın olduğu bir sınıfta. Ve bunun için de biz sınıflarımıza internet hizmetlerini kabloyla getiriyoruz. Öyleyse Türkiye'de 42 bin, 43 bin civarındaki okulumuza kablo altyapısı oluşturulacak ve her sınıfa 10 megabitlik internet hizmeti sunan bir yapı getirilecek, bu çok büyük bir maliyet gerektiriyor. Bunu Milli Eğitim Bakanlığı olarak biz yapmak yerine, beraberinde belki biz yapsaydık bunu, internet hizmeti almaya teşebbüs ettiğimizde, internet hizmetlerini etkin bir şekilde sağlayamazsak internet hizmeti sunan kurumun, çünkü sizin altyapınız bu işe yetersiz gibi mazeretlerle karşı karşıya kalabileceğimiz bir sorun da vardı. Bütün bunları hesap ederek bize internet hizmeti sunanın aynı zamanda altyapı yatırımlarını da yapmasını öngörüyoruz. Bunun için de o zaman ciddi bir maliyet gerektiriyor, ciddi bir finansman, o aynı zamanda bir finansman yöntemi bizim için. Yani?

NURİ ELİBOL- Onu mevcut kanunla yapamıyorsunuz.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Milli Eğitim Bakanlığı olarak biz buna kaynak ayıramıyoruz ve finansmanını internet hizmetini sunacak kuruma yüklüyoruz. Ve bunun için de mevcut Kamu İhale Kanunu 3 yıllık sözleşme yapma yetkisi veriyor, 3 yıldan daha uzun süreli veremiyor. Halbuki bu yatırım bizim belki 10 yıllık bir sözleşme yapmamızı gerektiriyor. Belki 15 yıllık. Bu açıdan bakıldığında bu süreleri de uzatacak bir esnekliğe ihtiyacımız var. Yani ben şuradan açıkça ifade etmeliyim ki, bu sadece Milli Eğitim Bakanlığı'nın tasarladığı bir model değil FATİH Projesi. Milli Eğitim Bakanlığı belki öncü bir rol üstlendi ama, Ulaştırma Bakanlığı ve Sanayi Bakanlığı, Ekonomi Bakanlığı, TÜBİTAK gibi pek çok kurumun birlikte karar verdiği ve birlikte bir yöntem geliştirdiği yapıdır. O düzenlemeler sadece Milli Eğitim Bakanlığı'nın talebi değildir, aynı zamanda Ulaştırma Bakanlığı'nın, aynı zamanda TÜBİTAK'ın, aynı zamanda Kalkınma ve Ekonomi Bakanlıklarının talebidir. Ve bu kanunda yapıyoruz, çünkü biz şimdi FATİH Projesini biliyorsunuz pilot uyguluyoruz. Uygulamada sorunlarımızı her gün gidip araştırıp tespit ediyoruz, öğretmenlerle görüşüyoruz, öğrencilerle görüşüyoruz. Eylül ayında ise sorunları gidererek daha geniş kapsamlı bir dağıtım öngörüyoruz, onun için buna ihtiyacımız var.

NURİ ELİBOL- Başbakanın açıklaması var değil mi sende? Bu dershaneler okula dönecek tarzında bir açıklaması olmuş.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Evet.

NURİ ELİBOL- Ben aynen okuyorum. Üniversite hazırlık kurslarını ortadan kaldırıyoruz. Bu dershaneler ya liseye dönecekler, ya da kapanacaklar. Çünkü insanların elindeki son imkanları da bu alanlarda kullanmalarını istemiyoruz.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Evet, şimdi orada şunu belki şerh etmek lazım, açıklamak lazım. Sayın Başbakanımızın dershanelerin kapanmasıyla ilgili yahut sınav sistemleriyle ilgili söyledikleri bizim için bir vizyondur. Şimdi bir yönetimde farklı farklı karar seviyeleri vardır. Bir vizyon söz konusu olabilir, bu bir seviyedir ve bu daha ileriki zaman dilimini kapsar. Bir amaçlar ve hedefler ve stratejiler seviyesi vardır, bir de uygulama seviyesi vardır. Başbakanımızın öngördüğü seviye, bir vizyon oluşturuyor bizim için. Biz hakikaten ben de konuşmamın bir tarafında sınav sisteminin, dershanelerin toplumsal bir davranışa dönüşmesinin, üniversite sınavının çok belirleyici bir rol üstlenmesinin toplumdaki rahatsızlıklarını ve ortaya çıkardığı sorunlardan kısaca bahsetmiştim. Biz bu yapı içerisinde eğer talep varsa arz mutlaka olur. Biz bunu talebi ortadan kaldırarak çözeceğiz. Hiç kimseyi kalkıp da özel okula dönüşmek için zorlamayacağız, onun için teşvik vereceğiz. Zaten biz aslında bu dershane sisteminin ulusal ekonomik yapı içerisinde sorun çıkarmadan bir çözüm metodolojisi olarak da görülmesi gereken tarafıdır. Yani biz bir taraftan talebi azaltıyorken, arzda bir kriz oluşmasın diye teşvik sistemiyle de bir dönüşme öngörüyoruz. Aslında düşündüğümüz, birbiriyle uyumlu daha büyük bir stratejinin bir parçasından Başbakanımız bahsetti. Bunu zaman içerisinde kararları verildikçe ve uygulamaya aktarılacak oldukça ayrıntısını kamuoyuyla paylaşırız.

MURAT ODABAŞ- Zaten gelişmiş ülkelerde böyle dershanecilik bir sistem yok herhalde, Türkiye'ye mahsus bir şey mi bu dershane?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Her ülkede dershane var, ancak işte benim toplumsal davranış dediğim de bu; bireysel eksiklikleri gidermeye yönelik kursları her ülke yapıyor. Gidin bütün üniversitelere Amerika'daki, İngiltere'deki, hepsinde yabancı dil kursları var, hepsinde yetenek geliştirme kursları var, yine lise seviyesinde bazı yerlerde geçiş hazırlık için kurslar var. Ama bu bireyin eksikliğini tamamlayacak kurslardır ve bu kadar büyük bir sektör değildir. Bizde ise bireyin eksikliklerini değil eğitim sisteminin tamamlayıcısı gibi bir rol üstlenmeye başladılar, sorun orada. Değilse tek tük kalmış dershanenin olması veyahut da bireylerin talebini karşılayacak eğitim programlarını veren kurumların oluşması hayat boyu öğrenme mantığı içerisinde de belki yararlı sonuçlar doğurabilir.

MURAT ODABAŞ- Efendim, süremiz doldu, çok teşekkür ediyoruz.

NURİ ELİBOL- Var mı ilave bir mesajınız bu 12 yılla ilgili, biz rahat mı olalım, yani toplum rahat mı olsun?

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Ben şunu söylemek istiyorum: Toplumda bu kanun vesilesiyle birdenbire eğitim sisteminin bütün sorunlarını tartışmaya açtığımız bir süreci yaşıyoruz. Bu süreç kafalarımızı da karıştırıyor. Bir tane gerçek var, o da şu: Zorunlu eğitimi 12 yıla çıkarıyoruz ve bunu kademeli hale getiriyoruz. Bunun dışındaki bütün tartışmalar zaman içerisinde eğitim sisteminin çözmesi gereken sorunlar olarak algılanmalıdır ve hiç kimse şundan endişe etmemelidir: Biz bugünkünden çok daha iyi bir eğitim sistemi için bir süreç başlattık, insanlar birazcık da güvenmeliler. AK Parti Hükümetinin bu konudaki bu zamana kadar yaptığı performansın eğitim sisteminde de beklenmesini ben arzu ediyorum.

MURAT ODABAŞ- Tekrar teşekkür ediyoruz, sağ olun efendim.

MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER- Siz de sağ olun.

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber