TÜSİAD'dan kürtaj yasağına sert tepki

"Kullanılan dil ve üslup ürkütücüdür."

Kaynak : DHA
Haber Giriş : 14 Haziran 2012 14:21, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42

Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yüksek İstişare Konseyi (YİK) toplantısında konuşan TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner, Avrupa'daki ekonomik krize değinerek, krizlerin, büyük kırılmalar da yaratsalar geçici olduğunu söyledi.

Boyner, toplumun, bilgi çağının ruhuna paralel şekilde gelişip, değiştiğini kaydederek, "Bunun sağlıklı bir gelişme olduğunu düşünüyoruz. Toplumsal modernleşme, çoğulculuğumuzu kabullenmeye de yol açtığı ölçüde demokratik gelişmenin önünü açıyor. Çağımızın ulaştığı bireysel özgürlük anlayışı amacı modernleştirme de olsa, muhafazakarlaştırma da olsa, vatandaşın özel alanına fazlaca müdahale eden devlet anlayışı ile uyuşmuyor. Yasaklar ve dayatmalar sürekli ve sürdürülebilir olmadığı gibi, ancak toplumun bölünmesine ve kutuplaşmasına yol açıyor. Ve konumuz bağlamında eklemek gerekir ki, Cumhuriyet tarihi içinde maalesef Türkiye'deki hiç bir siyasi akımın çok parlak, pir-ü pak, özgürlükler ve hakları hep ön plana alan katıksız demokrat bir sicile sahip olduğunu söylemek de mümkün değildir. Siyasetimizin de bu nedenle toplumumuz kadar hızlı bir modernleşmeye ve demokratik zihniyet devrimine ihtiyacı vardır" diye konuştu.

BAŞKALARININ HAKLARINI KENDİ HAKLARIMIZ KADAR TİTİZLENEREK SAVUNMAK DOĞRU TAVIRDIR

Türkiye'nin önde gelen iş insanlarının örgütü olan TÜSİAD'ın bazen ekonomi dışı konularda fazla görüş serdettiğini düşününenlerin olduğunu kaydederek, "Ama ekonominin yalnızca ekonomi olmadığını da biliyoruz. AB uyum sürecinde bu gerçeği yakından anlama imkanımız oldu" dedi. Boyner, "Küresel ekonomide rekabetçi olmayan sektörlere giderek daha fazla yaslanan bir büyüme stratejisiyle, dünya üretim zincirinde teknolojik açıdan, verimlilik üzerinden sağlam bir halka haline gelmeden, eğitim sistemimizi ideolojik takıntıların oyun alanı haline gelmekten çıkarmadan bu en hırslı ve ulvi hedefimize varmak da söz konusu olamaz. İşte tam da bu nedenlerle biz ekonomi dışında konulara girdiğimizde, siyasi hayatta ortak paydaları aramanın, toplumsal mutabakatı sağlayacak şekilde meselelere yaklaşmanın, dayatmacılıktan uzak olmanın önemini vurguladığımızda, hukuk devletine ne pahasına olursa olsun sahip çıkmamız gerektiğini haykırdığımızda biliyoruz ki, tüm bunlar aynı zamanda ekonomide rahatlığın, refahın ve özgüvenin sürdürülebilmesi için de gereklidir. Siyasi reform süreci ile iktisadi başarı arasındaki bu somut ilişki dolayısıyla bizlerin ekonomi dışındaki konulara kayıtsız kalması düşünülemez. Bunları sadece kendi adımıza değil, vergi veren tüm iş dünyası adına, çalışanlar adına, düşünenler adına, protesto etmenin bedelini çok ağır ödeyen öğrenciler ya da kıyafeti nedeniyle üniversiteye sokulmayan gençler adına, sansürlenen medya mensupları adına, ezilen ve şiddete maruz bırakılan kadınlar adına, iş güvenliği standartlarında geride kalındığı için canını kaybeden işçiler adına yapmak zorundayız. Zira biliyoruz ki, paydalarımız ortak olsa da olmasa da başkalarının haklarını kendi haklarımız kadar titizlenerek savunmak ahlaken ve etik olarak doğru tavırdır. Bu ilkesel duruşun sürmesi için söz hakkımızdan feragat etmememiz, doğru bildiklerimizi dile getirmekten kaçınmamamız, yapıcı eleştirilerimizi, son tahlilde toplumsal çıkarı her şeyin önüne koyma azmini taşıyan bir kurum olarak, en üst düzeyde diyalog arayışını sürdürerek, her fırsatta kamuoyuyla paylaşmamız gerekir" diye konuştu.

KULLANILAN DİL VE ÜSLUP ÜRKÜTÜCÜDÜR

Eğitimin, yalnızca siyasetin meselesi olmadığını belirten Boyner, "Bu sistemde okuyacak olanlar, ülkemizi bir üst lige taşıyacak olanlar, geleceğin rekabetçi dünyasına hazırlanması gerekenler bizim çocuklarımız. Dolayısıyla eğitim konusu bizim birincil paydaşı olduğumuz bir konu" dedi. Boyner, kadın konusuna da değinerek, "Son zamanlarda kadının konumu, toplumsal hayatta layık görüldüğü yer, kadın söz konusu olduğunda kullanılan dil ve üslup en hafifinden ürkütücüdür. Anlaşılması zor bir duyarsızlıkla gündemde tartışılan kürtaj konusu, tecavüzün neredeyse doğal karşılandığını ihsas eden aşağılayıcı beyanlar yalnızca kadınları değil toplumun vicdan sahibi tüm kesimlerini rencide etmiştir, kırmıştır. Tüm araştırmalar kadınların iyi eğitimli olmadığı, iş gücüne katılmadığı ülkelerin küresel rekabette nal toplayacağına işaret ediyor. O zaman bu konuya değinmek de iş insanları olarak bizim görevimiz" dedi.

O ZAMAN DA TÜSİAD YÖNETİMİNE YÜKLENENLER OLURDU

Boyner, kadının ekonomik, sosyal ve siyasal alanlardaki yerinin henüz arzu ettikleri noktada olmadığının altını çizerek, kadının toplum içindeki rolünün erkek ile aynı seviyeye taşınmadığı sürece, toplumun gelişimi, refahı, huzuru ve gelecek nesillerin mutluluğunun tehlikeye gireceğini, ne Türk toplumunu ne de herhangi başka bir toplumu tek kanatla uçurmanın mümkün olmayacağını belirtti. Toplumsal sorumluluk bilinciyle demokratikleşme alanında yaptıkları önemli çalışmaları da anlatan Boyner, "28 Şubat'tan hemen önce 20 Ocak 1997'de, çoğu tespitleri sonraki çalışmalarımıza da temel oluşturmuş, Türkiye'de Demokrasi Perspektifleri adlı raporumuzu yayınladık. 28 Şubat döneminde de hem bu rapor üzerindeki tartışmaları sürdürdük, hem de AB bağlantılı olarak, dolayısıyla özgürlükler ve haklar konusunda, anayasa üzerinden eleştiriler, vurgular yaptık. O zaman da TÜSİAD yönetimine 'Sırası mı, size mi kaldı?' diye yüklenenler olurdu. O zamanki başkanımız da tüm bunlara şu sözlerle yanıt vermişti: 'Biz değilsek kim? Şimdi değilse ne zaman?' Aynen, bizim misyonumuz budur. Varlık sebebimiz budur. Ülkeye yapacağımız hizmetin ölçüsü de budur" diye konuştu.

ULUDERE'NİN FAİLLERİNİ BİLMEK KAMUOYUNUN HAKKIDIR

Türkiye'nin 2023 vizyonunun gerçekleştirilmesi için çözülmesi gereken iki ana mesele olduğunu vurgulayan Boyner, "Birisi Kürt meselesi. Tüm boyutlarıyla Cumhuriyet döneminin en zorlu ve son otuz yılın siciline baktığımızda toplumumuza en ağır bedeli ödeten meselesi bu. Artık ortak aklı kullanmak, şiddet sarmalından çıkmak ve çağın gerçeklerine uygun bir söylemi benimseyerek konuyu siyaseten halletmek zorundayız. Hele Ortadoğu'nun bugünkü halinde, etnik ve mezhep temelli çatışma ihtimallerinin güçlü olduğu bir dönemde Türkiye bu yarayı kapatmadan huzur bulamaz. Demokratikleşme yalnızca sivilleşmeden ibaret olmadığı, şeffaflaşma ve hesap verme bu sürecin ayrılmaz parçaları sayıldığı için Türkiye kamuoyu Uludere faciası ardından yaşananlar karşısında ciddi bir tepki gösterdi. Ortada vahim bir hata varsa bu hatanın nedenlerini ve faillerini bilmek kamuoyunun hakkıdır. Bu olayı şeffaf bir şekilde sonuca bağlamak Türkiye açısından gerçekten bir demokratik devlet olma sınavı niteliği kazanmıştır. Bu nedenle sürdürülmekte olan soruşturmanın en üst düzey ihtimamla ve hızlandırılarak sonuca varmasını tüm duyarlı kamuoyu ile birlikte bekliyoruz. Kürt meselesinde 2005 ve hele 2009 yıllarının yeşerttiği umutların solduğu bir sırada ana muhalefetin bir atılım yapması, iktidar partisinin de buna olumlu yaklaşarak işbirliğine yanaşması doğrusu bize umut verdi" dedi.

YARGI ERKİNİN ÇOK KÖKLÜ BİR REFORMDAN GEÇMESİ GEREKTİĞİNE İNANIYORUZ

Boyner, diğer bir meselenin de yeni Anayasa olduğunu ifade ederek şunları söyledi: "Anayasanın vatandaşlığı nasıl tanımlayacağı ve yeni anayasal düzenin nasıl bir sistemi öngöreceği meselesi. Vatandaşlık tartışmalarına dini azınlıkların ve Alevi vatandaşlarımızın hakları bağlamında Türkiye'de din ve vicdan özgürlüğünün niteliğiyle laikliğin tanımı konularını da ekleyebilirsiniz. AB'nin çeşitli nedenlerle Türkiye üzerindeki yönlendirici etkisinin hayli sınırlı kaldığı, buna karşılık özellikle yargı alanında Türkiye'nin Avrupa standartlarının çok gerisine düştüğü bir zamanda kendi demokratikleşmemizi kendimiz yapmak zorundayız. Anayasa tartışmaları bağlamında temel hak ve hürriyetlerin kayıtlara bağlanmadan güvenceye alınmasını arzu ediyoruz. Bu bağlamda da yargı erkinin çok köklü bir reformdan geçmesi gerektiğine inanıyoruz. Bir taraftan yargının bağımsızlığına ve tarafsızlığına büyük önem veriyoruz. Diğer yandan yargının bir jüristokrasiye, yani yargının kendisini siyasetin yerine koyması türü bir uygulamaya dönüşmesi eğilimlerinden de rahatsız oluyoruz. Bunun da ötesinde yargının evrensel değerler, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası anlaşmalar ve AB sürecinde kabul ettiğimiz hukuki kavramlar ve kurallar içinde işlemesini ve karar vermesini istiyoruz. Geçtiğimiz aylarda Katar'a giden Sayın Başbakan bu Körfez ülkesinde Türkiye'nin AB üyeliğine aday bir Avrupa ülkesi olduğunun altını çizdi. Bu saptamasına tabii ki tümüyle katılıyoruz. Bu durumda bir Avrupa ülkesi gibi hareket etmek, AB'nin yapısal dönüşüm sancıları yaşadığı bir dönemde Avrupa'nın geleceğini düşünmek durumundayız. AB'de vücut bulmuş ilkelerin kendi ülkemizde de hayata geçirilmiş olmasını sağlamalıyız. Türkiye'nin gücünün sentez yaratmaktaki başarısı olduğunu, kendi değerlerine sahip çıkarken evrensel değerleri de hayata aktarabildiğini göstermeliyiz."

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber