Ben öğretmen olmalıyım. Yanmalıyım, yakmalıyım

Kaynak : Memurlar.Net
Haber Giriş : 28 Eylül 2006 19:00, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42
BİR ÖĞRETMENİN SABIR TAŞININ ÇATLADIĞI AN

?Beyaz giyme toz olur, siyah giyme söz olur.' Bu türküye aldırmayın siz. Beyaz size çok yakışır, toz da olmaz. Çünkü ben her yeri temizledim. Siyah ise bambaşka durur üstünüzde, korkmayın söz de olmaz. Çünkü ben söz taşımam. Sizin niçin siyah giydiğinizi nerden bilecekler? Sanırım tahmin ettiniz, ben bir hizmetliyim. Bazıları bana müstahdem der, bazıları da hademe. Ne derlerse desinler, yaptığım iş belli.

Yaklaşık dört yıl önce başladım, hizmetli olarak çalışmaya. Aslında dört yıl önce başladı paspas mahkumluğum. Evet, ben bir paspas mahkumuyum. Sabah saat sekizden itibaren paspasımı elime alırım ve akşam beşe kadar bırakmam. Çalıştığım zamanlarda, iki elimle sımsıkı tutarım onu. Ben ondan destek alırım, o benden destek alır. Gemilerdeki forsalar nasıl kürek mahkumlarıysa ben de çalıştığım kurumda paspas mahkumuyum. Eğer sayılırsa bir de öğretmenlik sıfatım var benim. Felsefe öğretmeniyim. Okulu bitireli tam üç yıl oldu. Okul bitti de şu mahkumluk bir türlü bitmiyor. Üstelik suçumun ne olduğunu da bilmiyorum.

Bir öğretmenin hizmetli olarak çalışması, mutasavvıfların nefsini terbiye etmesi gibidir. Her iki durumda da sabrın üst sınırı zorlanır. Ben de sabrımı zorlamaya devam ediyorum. Ancak ukala amirler, bastırılmış güdülerini benim üstümde tatmin ettikleri zaman sabır taşım çatlıyor. Bir öğretmene emir vermek, ona hükmetmek sanırım çok hoşlarına gidiyor. Hepsi için aynı şeyi söyleyemem ama lise mezunu bir amirim var ki beni canımdan bezdiriyor.

Bütün resmi kurumlarda olduğu gibi çalıştığım kurumda da dedikodu mekanizması hat safhada işliyor. Dedikodunun bu şekilde işlemesinin baş mimarları da maalesef hizmetlilerdir. Ama ben dedikodu yapmam. Lise mezunu amirimle aday memurken yaşadığım bir olay, kurumdaki tüm memurlara benim dedikodu yapmadığımı ispatlamıştır. Olay şöyleydi:

Ben, yine her zamanki gibi paspasımla temizlik yapıyordum. Müdür Bey elinde çayıyla yanıma yaklaştı. Heyecanlı bir şekilde, ?Bırak paspası, hemen odama gel.' dedi. İki basamağı daha paspaslayıp Müdür Beyin odasına gittim. Müdür Bey koltuğuna çoktan kurulmuştu. Ben de onun tam karşısına geçtim. Esas duruşta onu dinliyordum.

-Ne var, ne yok? (Müdür Bey çok hızlı konuşur.)

-Ne olsun Müdürüm, değişik bir şey yok.

-Asayiş nasıl, asayiş?

-Berkemaldır her halde, Müdürüm.

-Sen nasılsın? (Hızlı ve yüksek bir sesle)

-Eh, işte. İdare ediyoruz, Müdürüm.


Koltuğa yaslanıp çayından bir yudum aldıktan sonra, sol gözünü hafifçe kapatıp başını iki yana sallayarak sinsi sinsi asıl konuya geldi.
-Zeliha Hanım ne yapıyor? (Zeliha Hanım, kurumda muhasebeci olarak çalışıyor.)

-Ne yapsın, Müdürüm. İşe gelip gidiyor.

-Olur mu hiç. Sadece işe gelip gitmekle kalmıyor. Bugünlerde çok süsleniyor. Kesin var bir şey bunda.

Bu sözleri benim canımı çok sıktı. Bu adamın yapacak başka bir işi yok mu? Zeliha Hanım, niçin bu adamı bu kadar ilgilendiriyor?

-Eee, kimmiş bunun sevgilisi? Sen mutlaka bilirsin, kimmiş?

-Nerden bileyim, Müdürüm?

-Bilirsin, bilirsin. Herkesin dilinde. Herkes konuşuyor.

Derin bir nefes aldım, tahammül mülkümü yıktım ve başladım konuşmaya.

-Büyük beyinler fikirleri, orta beyinler olayları, küçük beyinler ise kişileri tartışır. Ben büyük bir beyin olduğumu iddia etmiyorum ama şurası kesin ki sizde küçücük bir kuş beyni var. Ve bu beyin gittikçe daha da küçülüyor.

Yaklaşık üç saniye süren bir sessizlikten sonra yani Müdür Bey'in jetonu düştükten sonra elindeki yarı dolu çay bardağını tüm gücüyle bana fırlattı ve avazı çıktığı kadar bağırdı.

-Şerefsiz, çık dışarı, çık.

Öyle bir bağırmıştı ki kurumun en ücra köşesindeki memur bile duymuştu sesini. Kötü bir olaydı. Ama yaşadığım bu olayda, benim bir zararım olmadı. Müdür Bey bana hiçbir şey yapamadı. Çünkü kendisi suçunu çok iyi biliyordu.

Bir Felsefe öğretmeni olarak sürekli kendime sorarım: Hayat, bütün bunlara değiyor mu? Yani bu mücadele, bu koşuşturma, bu çaba ne için? Bu soruların bir sürü cevabı vardır. Mutlak doğruyu bulmak çok zordur. Ben doğru cevabı bilmiyorum. Fakat kesinlikle doğru olmayan cevabı biliyorum: Yemek. Bir insan yemek için yaşamamalıdır. Yaşamak için yemelidir. Hayatın amacı mideyi doldurmak olmamalıdır. Bu kadar basit olamaz. Bunları söylüyorum da maalesef ben yemek için yaşıyorum. Kendi boğazım için değil, annemin boğazı için, babamın boğazı için yaşıyor ve çalışıyorum. Bu durumun daha ne kadar devam edeceğini bilmiyorum. Paspas mahkumluğum, gururumu ayaklarımın altına almam artık sabır taşımın üst sınırını zorluyor. Sanmayın ki yaptığım işten utanıyorum. Ama benim yerim orası olmamalı. Ben öğretmen olmalıyım. Yanmalıyım, yakmalıyım.

Öğretmen olmam şu an imkansız gibi. Çünkü MEB kurumlar arası geçiş için Felsefe öğretmenliğine kontenjan vermiyor. KPSS'yle atandığımızda ise atamamızı iptal ediyor. Bütün bunların niçin olduğunu, yani suçumu biliyorum. Suçum gün gibi aşikar: Yemek için yaşamak.

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber