Talim ve Terbiye Kurulu ne yapar?

Kaynak : Radikal
Haber Giriş : 03 Ağustos 2007 08:20, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42

Toplum, yıllardır zorunlu eğitim süresinin 10-11 ve hatta 12 yıl olmasını bekliyor. Bakanlık, liseleri dört yıla çıkarıyor; zorunlu eğitimi bir yıl uzatıp hiç değilse dokuz yıl yapmıyor. Ortaöğretim Kurumlarına Giriş Sınavı'nı (OKS) kaldıracağız deyip; arkasından, bu tek sınav yerine, 6., 7. ve 8. sınıflarda üç ayrı Seviye Belirleme Sınavı (SBS) yapılacağı açıklanıyor. Liseye geçişte, SBS'nin yüzde 70, ilköğretim başarı notunun yüzde 25 ve davranış notunun da yüzde 5 ağırlıkta olacağı söyleniyor.

Bu arada, yüzdelerin hesaplanmasıyla uygulamaların getireceği sakıncalardan da daha vahim bir şey yapılıyor:

Davranış notunun, niteliği ve işlevi gereği olarak kesinlikle öğrenci hakkında bir değerlendirme yapmaması gereken, rehber öğretmen tarafından belirleneceği açıklanıyor. On binlerce kişinin başvurduğu sınavlarda yarım puanlık farklar sonuca etkili olurken, davranış notu olan beş puanın belirlenmesi, elde somut kanıtların olamayacağı, öğrencinin herhangi bir itirazda bulunamayacağı öznel değerlendirmelere bırakılıyor! Diyelim ki, rehber öğretmen meslek etiğine sadık kalarak bu değerlendirmeyi yapabilecek! Binlerce okulda rehber öğretmen yok; oralarda ne yapılacak? Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni mi, kim denk gelirse o mu, bu değerlendirmeyi yapacak? Sere serpe giyinen mi, tesettüre giren mi; kendini ezdirmeyen mi, hiçbir şeye ses çıkarmayan mı; çete üyesi mi, sevecen olan mı; cemaatçi mi, dinsiz mi; kim daha yüksek davranış notu alacak?

Birleştirilmiş sınıflar

Okulların önemli bir bölümünde, öğrenciler birleştirilmiş sınıflarda okuyor; 60-70 kişilik sınıflarda ders görülüyor; ikili öğretim yapılıyor; yüz binlerce öğrenci bir yerden bir yere her gün taşınıyor; pek çok okulda, eğitim, kadrolularla değil ücretli/sözleşmeli öğretmenlerle yürütülüyor. Bu okullarda okuyan çocukların başarısı, tam teşekküllü ve 25-30 kişilik sınıflı okullarda okuyan öğrencinin başarısıyla karşılaştırılıyor.

Bakanlık, ilköğretimdeki yeni programlarla ezber ağırlıklı eğitimin yerini etkinlik ağırlıklı eğitim olacak diyor, sonra, tek sınav yerine üç sınav koyarak ezberciliği katmerleştiriyor! Bakanlık, her sınavın, bir eleme sınavı olduğunu, genellikle yoksul ve dar gelirli aleyhine işleyip onları eğitim sürecinin dışına iterken, varsılı daha iyi bir konuma getirdiğini de biliyor. Bakanlık, OKS'ye dershanelerle ve özel öğretmenlerle hazırlananların, 6., 7. ve 8. sınıflarda yapılacak SBS'lere de yine dershanelerle ve özel öğretmenlerle hazırlanacaklarını da biliyor; eğitimde fırsat eşitliğini sağlamayacağını ve eğitimin içini doldurmayacağını, var olan çarpık düzenin pekiştirileceğini bile bile, tek OKS'yi üçe çıkarıyor!

Bakanlık, zorunlu eğitimde bir yabancı dilin (İngilizcenin) zorunlu yapılamayacağını; yabancı dile ağırlık verdikçe anadilin zaafa uğrayacağını; ortaöğretim başarısının yabancı dil bilmeyle ilişkili olmadığını; İngilizce sınavının ek bir eleme anlamına geleceğini de biliyor. OKS sonuçları ile PİSA sonuçlarının, öğrencilerin seçme sınavlarında soru sorulan alanlarda da başarısız olduğunu gösterdiğini bile bile, "Sınavda sorulmadığı için öğrenciler yabancı dile yeteri kadar çalışmıyor" aldatmacasıyla, İngilizceden de sınav sorusu olacak diyebiliyor. Zorunlu eğitimin süresini uzatıp, tüm ortaöğretim kurumlarını eşdeğer düzeye getirip, herkesin herhangi bir sınava girmeden istediği liseye gitmesinin yolunu açmıyor; temel görevlerinden birini yadsıyor.

Zorunlu din dersi

Zorunlu olan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinde, ilköğretimde yalnız Suni-Hanefi inancı okutuyor. Her fırsatta dini ve inançları öne çıkaracak kararlar alıyor. Okula uyum sağlayamayan(!) öğrenciyi açıköğretime sürmeye kalkıyor. Özel okullar öğretmensiz kalmasın diye sözleşmeli öğretmenleri kadroya almıyor, özel okullara arka çıkıyor. Yönetici atamalarında keyfiliği öne çıkaran bir yöntem getiriyor. Öğretmenin ek ders ücretlerine göz dikiyor. Neredeyse her gün, bakanlığın bir kararı Danıştaylık oluyor ve alınan pek çok karar Danıştay tarafından iptal ediliyor.

Bütün bu gelişmeler karşısında, Talim ve Terbiye Kurulu'nun (TTK) ne yaptığı merak ediliyor. Bu merak, TTK'nın temel işlevinden ve yasal konumundan kaynaklanıyor. Çünkü, 30 Nisan 1992 tarih ve 3797 sayılı Milli Eğitim Bakanlığı'nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun'un 8. maddesi, TTK'ya çok önemli görevler yüklüyor. İşin ilginç yanı, başka birimler için bu yasada ve başka yasa maddelerinde de görülen 'Bakanlığın verdiği görevleri yapar' ifadesi ya da benzeri bir ifade TTK ile ilgili maddede yer almıyor. İşlevi ve beklenen görevleri itibarıyla, 1926 yılından bu yana hizmet veren TTK, bakanlığın, 'fikri hür, vicdanı hür ve irfanı hür' bir birimi, beyni ve kalbi niteliğindedir. TTK, bu niteliğine uygun hizmet verdiğinde, eğitimde olumlu gelişmeler gözlenmekte; bakanın dümen suyuna girdiğinde, bu temel niteliğinden uzaklaşıp eğitime zarar vermektedir.

Bakan olan kişi öncelikle siyasal bir kimlik taşımaktadır. Siyaset alanında, dün bir başka partide olan kişi bugün eğitim bakanı, yarın turizm bakanı olup öbür gün kendi partisinin ya da bir başka partinin başına da geçebilir. Bakanın kişisel/siyasal tasarruflarını, 'siyasal kişidir/yılların hıncını alıyor/arkasında millet var(!)' ve benzeri düşüncelerle anlayışla karşılayanlar olabilir. Bakan, bugün, yarın ve de her an değişebilir. Yeni bakan, örneğin OKS devam edecek diyebilir. Buna karşın, akademisyenlik ve/ya da TTK üyeliği ve başkanlığı, böylesine kıvraklığı ve esnekliği kaldırmaz. TTK'nın tutumu, eğitsel, toplumsal ve evrensel olmadıkça hoşgörüyle ve anlayışla karşılanamaz.

TTK üyelerinin ve başkanının siyasal sorumluluğu yoktur, seçimlerde halka hesap veriyoruz diyerek kendilerini savunamazlar; sorumlulukları, içerik olarak 'eğitseldir' ve bürokrat olarak yasal bir sorumluluktur.

Kurul ve siyaset

Yasal yapısından anlaşılacağı üzere TTK, bugün AKP'li bakanın, yarın X partili bakanın direktifleri doğrultusunda hareket etmesi için kurulmuş bir birim değildir. TTK, bugünkü Türkçeyle bir eğitim-öğretim kuruludur; siyasal parti organı değildir. TTK, bakanın, genellikle oy kaygısıyla aldığı, alacağı ve almak istediği her karara arka çıkacak bir birim de değildir.

TTK, bakanın iradesiyle değil, kendi özgür iradesiyle eğitsel açıdan olması ve yapılması gerekenleri her koşulda söylemesi beklenen, bakanı eğitsel olmaya yönlendiren ve milli eğitimin amaçlarıyla ilkelerine özen göstermesi gereken bir birimdir. Hele TTK'da akademisyen üyelerin varlığı, kurulun özerkliğini ve eğitselliğini pekiştirecek şanslı bir durumdur. TTK üyeliği ve başkanlığı, bir siyasal anlayışın adamı olarak üstlenilecek bir görev de değildir. TTK Başkanlığı, kişinin eğitim alanında düşündüklerini uygulamaya koyma yeri de değildir.

TTK başkanlığı, kurul iradesini, ülke gerçeklerine ve gereksinimlere göre, eğitsel, toplumsal ve evrensel içerikte oluşturma makamıdır.

TTK'nın görev ve sorumluluğu bağlamında, şimdiki TTK Başkanı'nın

17 Nisan 2007 tarihli Radikal gazetesinde yayımlanan yazısı, talihsiz ve amacını aşan bir yazı olmuştur. O yazıda, kurulun bakanın direktifiyle çalıştığı belirtilmektedir. Bu ifade, TTK'nın yasal konumundan farklı bir biçimde kullanıldığı kuşkusunu uyandırmaktadır. Yazarın, doğru ve yerinde bir saptama yaparak, "Eğitim sistemimizin özellikle son 20 yıldır en göze çarpan özelliklerinden biri merkezi sınavlara olan bağımlılığın ileri düzeylere ulaşmasıdır" dedikten sonra, tek sınav yerine üç sınav yapılmasını savunur duruma düşmesi de bir talihsizliktir.

Aynı zamanda bir akademisyen olan yazarın, eğitim sistemimizi, Türkiye Diyanet Vakfı'nın 1996'da yayımladığı ve laiklikle bilimsellikle bağdaşmayan yorum ve önerilerin yer aldığı 'Türk Eğitim Sistemi: Alternatif Perspektif' adlı kitaptaki sözlere benzer bir biçimde, 'artık tükenme noktasına gelmiş, içi boşalmış okullar' olarak değerlendirmesi de bir başka talihsizliktir. Öncelikle şunu belirtmek gerekir: Sistem tükenme noktasına gelmemiştir; son yıllarda ve de AKP döneminde yapılanlarla, sistem tükenme noktasına getirilmek istenmektedir. Yazarın dediği gibi, sistem tükenme noktasına gelmişse ve okulların içi boşalmışsa, bir başka sakıncalı durum ortaya çıkar: Kimileri kendilerini bir kurtarıcı(!) olarak görebilir, her yapılan olumluymuş gibi sunulabilir ve yapılacak değerlendirmeler şirazesinden çıkabilir.

Gazetedeki yazıda, biraz da bu hava görülüyor. Yazar, OKS'yle ilgili değişikliklerin, 'eğitim öğretimi ve özellikle de öğretmenleri güçlendireceğine, okullarda yaşanan şiddet olaylarının önüne geçeceğine, disiplinsizliklerin azalmasını sağlayacağına, bu yönüyle Türk eğitim sistemi açısından önemli bir dönüm noktası oluşturacağına inanıyoruz' diyor. Yazar yazısını, "OKS'nin kaldırılmasını ve yerine geliştirilen yeni modeli eğitim ve öğretimimizde özellikle son yıllarda merkezi sınavlara dayalı olarak yaşanan birçok problemin çözüm yollarını ve giderek etkisizleşen okullarımızı geliştirebilecek nesnel düzenlemeleri içeren bir dönüm noktası olarak görmek gerekir" sözleriyle bitiriyor. Dikkat edilirse, bu ifadeler de talihsiz ve amacını aşan ifadelerdir: OKS ile ilgili değişikliklere neredeyse ilahi bir güç atfedilip her derde deva olacağı ima edilmektedir.

Bilindiği gibi 17 Nisan, bireyin özgürleşmesinin yolunu açan, halkçı, laik ve bilimsel eğitimi öne çıkaran Köy Enstitüleri'nin kurulmasıyla ilgili yasanın kabul edildiği bir gündür. OKS ile ilgili değişiklikler, işin özünde, halkçı eğitimden bir adım daha uzaklaşıp seçkinci eğitimi daha da yoğunlaştıracak değişikliklerdir. Sözü edilen yazının bir rastlantı sonucu

17 Nisan günü yayımlanmış olması da, herhalde tarihin acı bir cilvesidir.

Rıfat Okçabol: Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber