İDDK, avukatların dava açma yetkisine açıklık getirdi

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, Avukatlık Kanununda geçen "uyarınca hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını sağlamakla görevli olduğu" hükmüne istinaden sürekli davalar açan avukatların yetkilerine açıklık getirdi.

Haber Giriş : 10 Ağustos 2022 13:37, Son Güncelleme : 10 Ağustos 2022 13:38
İDDK, avukatların dava açma yetkisine açıklık getirdi

05/11/2019 tarih ve 30939 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Terör Suçlarının Ortaya Çıkarılmasına veya Delillerin Ele Geçirilmesine ya da Suç Faillerinin Yakalanmasına Yardımcı Olanlara Verilecek Ödül Hakkında Yönetmeliğin yetki yönünden tamamının, bu istemin kabul edilmemesi halinde ise 5, 6 ve 8. maddeleri ile bu Yönetmeliğe göre oluşturulan listelerin iptali istemiyle dava açılmıştır.

Danıştay Onuncu Dairesi ehliyet/kişisel menfaat yönünden davayı reddetmiştir.

İDDK bu kararı onamakla birlikte aşağıdaki açıklamaları yaparak avukatların yetkilerine açıklık getirmiştir:

- 1136 sayılı Kanun'un bütünü ve avukatlık görevinin niteliği ile birlikte değerlendirildiğinde; söz konusu kuralda belirtilen hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını sağlama amacının, avukatın avukatlık hizmeti verdiği hukuki uyuşmazlıklar bağlamında, anılan uyuşmazlıkların adil bir çözüme kavuşturulması amacının bir parçası olarak öngörüldüğü, bu amacın avukatlara kendileriyle meşru, güncel ve kişisel alakası bulunmayan her konuda tek başına dava açma imkanı vermeyeceği sonucuna ulaşılmaktadır.

- Avukat olan davacının, müvekkillerinin hukukunu etkilediğini iddia ettiği işleme karşı müvekkillerine vekaleten dava açabilmesi mümkün olup, müvekkillerinin menfaatini ihlal ettiğini ileri sürdüğü işlemin davacı ile kişisel ilgisi bulunmadığından, bu iddianın davacıya dava açma ehliyeti vermeyeceği sonucuna ulaşılmaktadır.

Bu sebeple, çeşitli basın yayın organları veya medya kuruluşlarının davacının iddia ettiği şekilde, hakkında şeref ve haysiyetini ihlal edici veya gerçeğe aykırı yayın yapıyor olması durumunda anılan Kanunlar uyarınca bunların giderimi için yine anılan Kanunlarda yer verilen makamlara başvurulması gerekmektedir.

- Söz konusu haberlerde yer alan durumun değerlendirilmesi belirtilen Kanunlarda yer verilen makamlara ait olmakla birlikte, haber yapılma şeklinin dava konusu Yönetmelik ile ilişkisi bulunmadığından, davacının söz konusu Yönetmelik eki listelerde bulunmaması sebebi ile Yönetmelik kurallarından menfaatinin etkilendiği söylenemez.

T.C.

DANIŞTAY

İDARİ DAVA DAİRELERİ KURULU

Esas No: 2021/3525

Karar No: 2022/980

TEMYİZ EDEN (DAVACI) : ...

VEKİLİ: Av. ...

KARŞI TARAF (DAVALI) : ...Bakanlığı

VEKİLİ : I. Hukuk Müşaviri Yrd. V. ...

İSTEMİN KONUSU:

Danıştay Onuncu Dairesinin 07/07/2021 tarih ve E:2020/3384, K:2021/3877 sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

YARGILAMA SÜRECİ:

Dava konusu istem:

05/11/2019 tarih ve 30939 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Terör Suçlarının Ortaya Çıkarılmasına veya Delillerin Ele Geçirilmesine ya da Suç Faillerinin Yakalanmasına Yardımcı Olanlara Verilecek Ödül Hakkında Yönetmeliğin yetki yönünden tamamının, bu istemin kabul edilmemesi halinde ise 5, 6 ve 8. maddeleri ile bu Yönetmeliğe göre oluşturulan listelerin iptali istenilmiştir.

Daire kararının özeti:

Danıştay Onuncu Dairesinin 07/07/2021 tarih ve E:2020/3384, K:2021/3877 sayılı kararıyla;

Davacının avukat olarak görev yaptığından bahisle, Terör Suçlarının Ortaya Çıkarılmasına veya Delillerin Ele Geçirilmesine ya da Suç Faillerinin Yakalanmasına Yardımcı Olanlara Verilecek Ödül Hakkında Yönetmeliğin tamamının, mümkün olmaması halinde ise 5. 6 ve 8. maddelerinin ve bu yönetmelik uyarınca hazırlandığı ileri sürülen terör suçundan dolayı arananlara ilişkin listelerin iptalini istemesinde meşru, kişisel ve güncel bir "menfaat" ilgisi bulunmadığı sonucuna varıldığı gerekçesiyle davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmiştir.

TEMYİZ EDENİN İDDİALARI:

Davacı tarafından, Avukatlık Kanunu'nun 2. maddesi hükmünden de anlaşılacağı üzere, avukatların hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını sağlamakla görevli olduğu, bu nedenle avukatların açtığı iptal davalarında ehliyetin geniş yorumlanması gerektiği, anılan maddenin tek başına dahi bu davayı açmak bakamından davacıyı ehliyetli kılacağı, davacı hakkındaki ceza yargılaması süreci içerisinde birlikte yakalandığı kişilerin bu davaya konu listelerde olmasından ötürü çeşitli medya kuruluşlarında davacının açıkça hedef gösterildiği ve hakkında herhangi bir kesinleşmiş mahkumiyet olmamasına rağmen "terörist" olarak ilan edildiği, bunlara dair örnek haber çıktılarının dosyada yer aldığı, davaya konu yönetmeliğe dayanılarak hazırlanan listelerde bulunan kişilerle birlikte yakalanan davacının da "terörist" olarak lanse edilmesinin davacının menfaatini etkilediği ve davayı açmakta ehliyetli olduğunu gösterdiği, bu sebeple temyize konu kararın bozulması gerektiği ileri sürülmektedir.

KARŞI TARAFIN SAVUNMASI:

Davalı tarafından Danıştay Onuncu Dairesince verilen kararın usul ve hukuka uygun bulunduğu ve temyiz dilekçesinde öne sürülen nedenlerin, kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığı belirtilerek temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.

DANIŞTAY TETKİK HAKİMİ DÜŞÜNCESİ:

Temyiz isteminin reddi ile usul ve hukuka uygun olan Daire kararının gerekçeli olarak onanması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca, Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra, dosya tekemmül ettiğinden yürütmenin durdurulması istemi hakkında ayrıca bir karar verilmeksizin ve 2577 sayılı Kanunun 17. maddesinin 2. fıkrası uyarınca duruşma talebi yerinde görülmeyerek gereği görüşüldü:

İNCELEME VE GEREKÇE:

İLGİLİ MEVZUAT:

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinde, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davalar iptal davası olarak tanımlanmıştır. Aynı Kanun'un ilk inceleme konularının belirlendiği 14. maddesinin 3. fıkrasında, dilekçelerin, görev ve yetki, idari merci tecavüzü, ehliyet, idari davaya konu olabilecek kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı, süre aşımı, husumet ve aynı Kanun'un 3. ve 5. maddelerine uygun olup olmadıkları yönlerinden sırasıyla inceleneceği belirtilmiş; 15. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendinde ise, ehliyet konusunda kanuna aykırılık görülmesi halinde davanın reddedileceği hükme bağlanmıştır.

HUKUKİ DEĞERLENDİRME:

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı" başlıklı 2. maddesinde iptal davası; yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı oldukları ileri sürülen idari işlemlerin iptalleri amacıyla menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan dava olarak tanımlanmıştır.

Hukuk devletinin özünü; devletin hukuka bağlılığı, devlet organlarının hukukun içinde kalarak işlem ve eylemler yapabilmesi oluşturmaktadır. Anayasal bir ilke olarak, devletin tüm faaliyetlerinin yargısal denetime açık olması hukuk devletinin vazgeçilmez bir niteliği olup; yargı denetimi, hukuk devleti ilkesinin en önemli unsurlarından biri konumundadır. Bununla birlikte bir idari işlemin yargı denetimine tabi tutulması için yapılacak başvurular belirli usuli koşullara tabiidir. Bu bağlamda bir idari işlemden dolayı iptal davası açılabilmesi için iptali istenilen idari işlem ile davacı arasında bir menfaat ilişkisinin bulunması gerekir. İdari işlem ile davacı arasındaki bağı ve ilgiyi anlatan menfaat ilişkisi kavramından söz edilebilmesi için; gerek doktrin, gerekse içtihatlar, bu ilişkinin meşru, davacıyı etkileyecek bir biçimde kişisel ve güncel olması gerektiğinde birleşmektedirler.

Nitekim, Anayasa Mahkemesinin 18/07/2018 tarih ve 2015/3690 başvuru numaralı kararında da; "2577 sayılı Kanun'un 2. maddesinde yer alan ve iptal davasının subjektif ehliyet koşulu olan "menfaat ihlali" kavramı; idari makamlar tarafından gerçekleştirilen ancak bireyin menfaatini etkilemeyen, bir başka ifadeyle birey üzerinde herhangi bir hukuksal sonuç doğurmayan işlemlerin uyuşmazlık konusu yapılarak hem yargının hem de idarenin sürekli ve gereksiz bir biçimde meşgul edilip işleyemez hale gelmesini engellemek, bu suretle gerek yargı hizmetinin gerekse idarenin asli görevi olan kamu hizmetlerinin hızlı, düzenli ve etkin biçimde yürütülmesini sağlamak düşüncesiyle davacı ile arasında menfaat bağı kurulamayan işlemlerden doğan uyuşmazlıkların esasının incelenmemesi maksadıyla idari yargıya ilişkin bir usul kuralı olarak düzenlenmiştir." ifadelerine yer verilerek sözü edilen usul kuralının düzenlenme amacı ortaya konulmuştur.

Bu bağlamda sözü edilen menfaat ilişkisinin varlığı ve sınırları ise, her olayda yargı yerince uyuşmazlığın niteliğini ve ilgili mevzuat hükümlerini gözönünde bulundurarak dava konusu işlemin davacının hukuki durumu üzerinde yaratabileceği etki ve sonuçlardan hareketle değerlendirilir.

Temyize konu karara ilişkin dosyanın incelenmesinden; davacının, dava konusu Yönetmelik sebebi ile menfaatinin ihlal edildiği iddiasını üç farklı temele dayandırdığı görülmektedir. Bunlar; "davacının avukat olması sebebi ile 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 2. maddesi uyarınca hukuk kurallarının uygulanmasını sağlamakla görevli olduğu", "müvekkillerinin de dava konusu Yönetmelik hükümleri uyarınca, hukuka aykırı olarak Yönetmelik eki listelere dahil edilmiş olduğu" ve "basın yayın organları ile çeşitli mecralarda, dava konusu Yönetmelik hükmü uyarınca listelere dahil edilen kimseler ile birlikte isminin geçirilmesi suretiyle masumiyet karinesinin ihlal edilmiş olduğu" iddialarıdır. Anılan iddialar açısından davacının bakılan davayı açmakta ehliyetli olup olmadığının ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekmektedir.

Davacının, avukat olması sebebi ile 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 2. maddesi uyarınca hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını sağlamakla görevli olduğu iddiası yönünden;

1136 sayılı Kanun'un "Avukatlığın amacı" başlıklı 2. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında: "(1) Avukatlığın amacı; hukuki münasabetlerin düzenlenmesini, her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamaktır.

(2) Avukat bu amaçla hukuki bilgi ve tecrübelerini adalet hizmetine ve kişilerin yararlanmasına tahsis eder." kurallarına yer verilmiştir.

Anılan hüküm, 1136 sayılı Kanun'un bütünü ve avukatlık görevinin niteliği ile birlikte değerlendirildiğinde; söz konusu kuralda belirtilen hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını sağlama amacının, avukatın avukatlık hizmeti verdiği hukuki uyuşmazlıklar bağlamında, anılan uyuşmazlıkların adil bir çözüme kavuşturulması amacının bir parçası olarak öngörüldüğü, bu amacın avukatlara kendileriyle meşru, güncel ve kişisel alakası bulunmayan her konuda tek başına dava açma imkanı vermeyeceği sonucuna ulaşılmaktadır.

Davacının, müvekkillerinin de dava konusu Yönetmelik hükümleri uyarınca, hukuka aykırı olarak Yönetmelik eki listelere dahil edilmiş olduğu iddiası yönünden;

Yukarıda da ifade edildiği üzere, idari işlem ile davacı arasındaki bağı ve ilgiyi anlatan menfaat ilişkisi kavramından söz edilebilmesi için; gerek doktrin, gerekse içtihatlar, idari işlem ile davacı arasında bulunan ilişkinin meşru, kişisel ve güncel olması gerektiğinde birleşmektedir. Menfaatin kişisel olması kavramı ise, dava konusu idari işlemin doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak davacıya etki etmesi olarak tanımlanabilir.

İddia edildiği şekilde, dava konusu işlemin davacının müvekkillerin hukukunu etkiliyor olması durumu ise doğrudan doğruya davacıyı etkilemediği gibi bu durumun idari dava açma hakkı sağlayacak ölçüde dolaylı etkisinden de söz edilmesi mümkün değildir. Zira kastedilen dolaylı etki, Danıştayın yerleşik içtihatları ile kabul edildiği şekliyle; çevre, tarih ve kültürel değerlerin korunması, imar uygulamaları gibi kamu yararını ilgilendiren konularda işlemden dolaylı da olsa kişisel menfaatin etkilendiği durumları ifade etmektedir.

Bakılan uyuşmazlıkta ise; avukat olan davacının, müvekkillerinin hukukunu etkilediğini iddia ettiği işleme karşı müvekkillerine vekaleten dava açabilmesi mümkün olup, müvekkillerinin menfaatini ihlal ettiğini ileri sürdüğü işlemin davacı ile kişisel ilgisi bulunmadığından, bu iddianın davacıya dava açma ehliyeti vermeyeceği sonucuna ulaşılmaktadır.

Davacının, basın yayın organları ile çeşitli mecralarda, dava konusu Yönetmelik hükmü uyarınca listelere dahil edilen kimseler ile birlikte isminin geçirilmesi suretiyle masumiyet karinesinin ihlal edilmiş olduğu iddiası yönünden;

Temyize konu karara ilişkin dosyanın incelenmesinden; dava konusu Yönetmeliğin davacıya uygulanmadığı, kendisinin yönetmelik eki listelerde bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte davacı, hakkındaki ceza yargılaması süreci içerisinde hakkında yakalama kararı verildiği ve bu karar uyarınca birlikte yakalandığı kişilerin bu davaya konu listelerde yer almasından ötürü çeşitli medya kuruluşlarında açıkça hedef gösterildiği ve hakkında herhangi bir kesinleşmiş mahkumiyet olmamasına rağmen "terörist" olarak ilan edildiğini ileri sürmektedir.

Anayasa'nın "Düzeltme ve cevap hakkı" başlıklı 32. maddesinde; "Düzeltme ve cevap hakkı, ancak kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya kendileriyle ilgili gerçeğe aykırı yayınlar yapılması hallerinde tanınır ve kanunla düzenlenir." kuralına yer verilerek hakkında şeref ve haysiyetini ihlal edici veya gerçek dışı yayın yapılan bir kişinin, bu yayına karşı, cevap vererek veya düzeltme yazarak kendisini savunma hakkı koruma altına alınmıştır.

Bu bağlamda, 5187 sayılı Basın Kanunu, 2954 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu, 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun hükümlerinde, Anayasa'nın yukarıda yer verilen düzeltme ve cevap hakkı uyarınca çeşitli düzenlemeler yapılarak, hakkında şeref ve haysiyetini ihlal edici veya gerçek dışı yayın yapılan bir kişi için giderim yolları öngörülmüştür.

Yine söz konusu düzenlemelere ek olarak; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 24. ve 25. maddesinde kişisel varlıkların korunması amaçlanmıştır. Bu maddeler aynı zamanda Anayasa'nın 28.maddesinde düzenlenen "basın özgürlüğü" ilkesinin özel hukuk alanındaki sınırlarını da düzenlemekte ve kişilik haklarına saldırı durumlarına ilişkin giderim yolları öngörmektedir.

Bu sebeple, çeşitli basın yayın organları veya medya kuruluşlarının davacının iddia ettiği şekilde, hakkında şeref ve haysiyetini ihlal edici veya gerçeğe aykırı yayın yapıyor olması durumunda anılan Kanunlar uyarınca bunların giderimi için yine anılan Kanunlarda yer verilen makamlara başvurulması gerekmektedir.

Bu durumda, söz konusu haberlerde yer alan durumun değerlendirilmesi belirtilen Kanunlarda yer verilen makamlara ait olmakla birlikte, haber yapılma şeklinin dava konusu Yönetmelik ile ilişkisi bulunmadığından, davacının söz konusu Yönetmelik eki listelerde bulunmaması sebebi ile Yönetmelik kurallarından menfaatinin etkilendiği söylenemez.

KARAR SONUCU:

Açıklanan nedenlerle;

1. Davacının temyiz isteminin reddine,

2.Davanın ehliyet yönünden reddine ilişkin Danıştay Onuncu Dairesinin temyize konu 07/07/2021 tarih ve E:2020/3384, K:2021/3877 sayılı kararının, yukarıda belirtilen gerekçeyle ONANMASINA,

3. Kesin olarak, 24/03/2022 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber