Okul aynı, öğretmen aynı, müfredat aynı ama 'zorunlu eğitim' 13 yıl!

Kaynak : Yeni Şafak
Haber Giriş : 08 Kasım 2010 11:00, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42

Kürşat Bumin

İki hafta kadar önce Başkent TV'nin ekonomi ağırlıklı bir akşam programını izledim. Tamamını değil, yakaladığım yerden itibaren. Söz konusu ("ulusalcı"?) televizyon kanalının (da) izleyicisi değilim. Dolayısıyla sonuna kadar izlediğim program ile tesadüfen karşılaştım.

Moderatörünün adını ?maalesef- hatırlamadığım programın iki konuğu vardı: Prof. Korkut Boratav ve Prof. Ergun Türkcan. Programın yakaladığım bölümünde Fahri Aral'ın yönetiminde kısa sürede değerli birçok çalışmayı kitaplaştıran İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınevi'nden çıkmış "Attila Sönmez'e Armağan / Türkiye'de Planlamanın Yükselişi ve Çöküşü" başlıklı kitaptan söz ediliyordu. Bu kolektif çalışmayı yayına hazırlayan Prof. Türkcan'dı. Kitap, DPT'nin 50. Kuruluş yılında yayınlanmıştı.

Başkent TV'deki programı büyük bir ilgiyle izledim. Konuşmacılar DPT'nin kuruluşunu, gelişimini ve çöküş süreçlerini, yani nasıl yola çıkıldığını, hangi engellerle karşılaşıldığını ve nihayet 24 Ocak 1980 Kararları ile rolünün-işlevinin nasıl ortadan kalktığını anlatıyorlardı.

Hani çokça ?ve çoğu zaman yanlış olarak- yapılan bir sınıflamadan ("cumhuriyetçi-liberal- demokrat") hareket ederek söyleyecek olursak, ekranda iki "cumhuriyetçi" konuşmacıyı dinlediğimiz belli idi. Programı hiç sıkılmadan, tam tersine zevkle ve bilgilenerek izledim. Bu izlenimimi özellikle aktarıyorum, çünkü son yıllarda tek boyutlu bir "liberalizm"in taraftarları topluma öyle bir "korku" saldılar ki, sanırsınız ki aklı başında "cumhuriyetçiler" ile karşı karşıya bir dakika bile geçirmek büyük bir zaman kaybıdır! Boratav ve Türkcan, DPT'nin hayatta olduğu yılları (gerçi hâlâ "hayatta" ama!) o kadar içeriden-yakından (ve o sırasında o kadar "heyecanlı") anlattılar ki, ekranın başından "cumhuriyetçi" olarak kalkmamak neredeyse imkansızdı.

Bilmem siz de şu kanaatimi -az da olsa- paylaşıyor musunuz: Türk malı "cumhuriyetçilik" in son derece büyük yanlışlarından kalkarak "cumhuriyetçiliği" hepten mahkûm etmek "şıp sevdi" tutumun bir örneğidir. Unutmayalım ki, ABD de bir "cumhuriyet". "Cumhuriyet" denilince sadece bu sistemin Fransız halini ve onun bir "fars"ı olan Türkiye Cumhuriyetini mi anlamak zorundayız?

Programın sonlarına doğru, DPT ve dolayısıyla "planlama"nın bugün için nasıl bir anlam ifade edebileceği konusu-sorusu da tartışıldı. Prof. Türkcan -doğru naklediyorumdur umarım- bugün için bu konunun kapandığı belirtti. Anladığım kadarıyla, kendisini "küreselleşme"ye teslim etmiş olan bugünün dünyasında "planlama"ya yer yoktu.

Ancak konuşmanın bu faslında dikkatimi özellikle çeken husus, Prof. Türkcan'ın "bilgi politikası" olarak adlandırdığı bir kavramın Türkiye için nasıl gerekli olduğunu özellikle vurgulamasıydı. Gerçi konuşmacılar DPT yıllarını anlatırken "planlama"nın "sosyal" yönünü defalarca hatırlatmayı unutmamışlardı. Ama Prof. Türkcan'ın bugünler için "bilgi"yi merkeze alan bir "planlama", daha doğrusu bir "politika" önermesinin ayrı bir önemi vardı.

Bu öneriye hiçbirimiz kayıtsız kalamayız herhalde. Zaten bugünün dünyasında gelişmiş ve gelişmişleri yakalamaya çalışan ülkelerde öne çıkan "yarış" bu alanda değil miydi?

O halde, bu önemli alanda biz ne yapıyorduk ve yapacaktık.

Geçenlerde toplanan Milli Eğitim Şûrası'nda kabul edilen önerilere göre, "bilgi politikası"na ilişkin bizim şimdilik aklımıza ve gündemimize gelen ön önemli yenilik, "zorunlu eğitim"in 13 yıla çıkarılmasıydı.

Okul aynı Okul, öğretmenler aynı öğretmen, öğretmen yetiştiren öğretmenler aynı öğretmenler, müfredatlar aynı müfredat, ama "zorunlu eğitim" 13 yıl....

Ufkunu sadece "zorunlu eğitim" süresinin uzatılmasına takmış bu anlayışa ilişkin 28 Şubat döneminde de tekrarladığım şu değerlendirmemi nasıl bulursunuz bilemem: Okul ve dolayısıyla eğitim-öğretimin özü aynı kalmaya devam ettiği sürece "zorunlu eğitim"i değil 8, 13 ya da 18 yıla çıkarsanız bile sonuç değişmeyecektir.

Bu düşüncemi geçen ay RTÜK Başkanı Davut Dursun'un daveti üzerine Ankara'da "Medya Okuryazarlığı Dersinin Önemi" başlıklı konuşmamda da belirttim. Halen seçmeli olarak alınan bu dersin amacı özetle, "öğrencilerin medyaya kritik bakmasını" sağlamaktı. Benim dersin bu haddinden fazla iddialı amacına ilişkin ?Dursun'un ve salonda bulunan Milli Eğitim Bakanlığı'nın yüksek bürokratlarının hoşgörüsüne sığınarak- söylediklerimin özü ise şöyleydi: Öğrencilerin medyaya (da) kritik bakabilmeleri için yeterli bir "bagaj"a sahip olmaları gerekir. Oysa Türkiye'de Okul sanki, bu bagajı sağlamak bir yana, öğrencileri içinde tarih, edebiyat, coğrafya, felsefe gibi disiplinlerin yer aldığı "kültür"e "düşman" etmek için özellikle kurgulanmış bir aygıttır.

Dolayısıyla kendimizi kandırmayalım. Öğrencilerin bu aygıt içinde 13 yıl tutulmaları ortaya bugünkünden farklı sonuçlar çıkarmayacaktır.

Prof. Türkcan'ın sözünü ettiği "bilgi politikası" ("planlaması"?) bambaşka bir iş tabii ki. Kendimizi kandırmayalım ve vakit geçirmeden bu ciddi işe nasıl başlanabileceğini planlamaya başlayalım.

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber