# Direnegitimsistemi (Biz nerde hata yaptık?)

"Oysa hepimizin üzülerek ve hatta utanarak kabul etmesi gereken bir gerçektir ki Milli Eğitim Bakanlığı sadece yer değiştirme ve atama yapan bir bakanlıktan öteye gidememiştir. Evet, acı ama gerçek"...

Kaynak : Memurlar.Net - Özel
Haber Giriş : 19 Haziran 2013 10:43, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42
# Direnegitimsistemi (Biz nerde hata yaptık?)

Çocuklar, çocuklarımız; yarınımızı, geleceğimizi milletçe her şeyimizi uğurlarına feda edebileceğimiz gençlerimiz. Birey olarak, millet olarak, ana-baba olarak ileriye dönük tüm hayallerimizi şekillendiren çocuklarımız. Bizler, geleceğini gençlerin üzerine inşa eden, güçlü aile bağları ile tanınan bir milletiz. Geleceğimizin teminatı, gözbebeğimiz gençler için her zaman en iyi ve en güzeli isteyen, bunun için kimi zaman gereğinden fazla korumacı olan geleneksel aileleriz.

Büyümez bizim gözbebeklerimiz öyle kolay kolay. Bırakın 16 yaşın bir dönüm noktası olmasını 18 yaş bile özgürlük çağı başlangıcı falan değildir bizler için. 20 hatta 40 yaşında olsalar bile koruyan kollayan kanatlarımızı üzerlerinden çekemediğimiz yavrularımızdır onlar bizim. Evet, o kadar bağlıyızdır ki çocuklarımıza, yemez yedirir, giymez giydirir, okusunlar diye varımızı yoğumuzu onlara adar, kendi yaşamlarımızı feda ederiz. Onların kıllarına zarar gelse bizim ciğerimiz yanar. İster öz evladımız olsun, ister bir başkasının yavrusu, hiçbirine kıyamayan birer yürek vardır hepimizde.

Peki, ya gaz yiyen, üzerlerine tomalardan su sıkılan, sokaklarda yatan evlatlarımız? Cop yerlerken, gözaltına alınırlarken onlar, neler düşünürüz ki biz? Kim ne kadar haklı olursa olsun nasıl can-ciğer dayanır onları bu hallerde görmeye?

Peki, bizi bu hale getiren ne? Genç yaşlı birbirimize kıyamazken gençlerimizi birbirine, bizi bize düşüren ne?

Bu gençler nasıl bu hale geldi, biz, nerede hata yaptık?

Biz, hatanın büyüğünü eğitim sistemimizin niteliğinden çok niceliğini konuşmakla yaptık. Evet, biz bugüne kadar eğitim sistemimizin niceliğini konuştuk, niteliğini hep ikinci plana bıraktık. Her yer de nitelik yazdık, çizdik, konuştuk belki ama uygulamada hiç başarılı olamadık. Kabul etmek gerekir ki, son on yılda teknik açıdan çok ilerleme kaydettik. Okul ve derslik sayısı son 10 yılda kat kat artırdık. Bilgisayarsız, internetsiz ve öğretmensiz okulumuz kalmadı. Sınıflarımızda derslik yetersizliğinden üçer kişi oturan öğrenci görüntüleri yeni neslin bilmediği anılarımız arasındaki yerlerini çoktan aldı bile… Çağdaşlık ve teknoloji adına sınıflarımızda çağ atladık.

Peki ya eğitimimizin niteliği? Son on yılda eğitim sistemimizin niteliği ile ilgili ne yaptık? On yılda beş bakan değiştirdik, iktidar aynı olmasına rağmen hiç bir bakanın icraatı bir öncekinin devamı niteliğinde olmadı. İş söyleme geldiğinde her bakan döneminde eğitimin niteliğine çokça değindik. Ama eylemde hep yerimizde patinaj yaptık. Bir kez daha, bir kez daha, bir kez daha bir şeyleri sil baştan yeniden yaptık. Çocuklarımız, üzerlerinde yeni bir sistem, yeni bir proje, yeni bir kitap, ders ya da ders aracı denediğimiz birer kobay haline geldi. Peki, ya sonuç? Nitelik? Nitelikteki başarı? Maalesef. Denedik, beğenmedikçe sessizce değiştirdik. Kabul etmek gerekir ki başında millî olan eğitim sistemimizi kişiye göre şekilden şekle soktuk.

Sonuç; 10 yıldır iktidarda olan bir hükümetin kendi iktidarı sırasında yetiştirdiği gençler bugün karşılarında. Direniyor. Evet, bugün Gezi Parkı direnişi ile karşımızdaki gençler yine bu hükümetin eğitim sistemi içinden yetişen gençler, bizim gençlerimiz.

Sokakların bugünkü hali Millî Eğitim Sisteminin iflasının göstergesi olabilir mi?

Biz bu nesli hep kişisel hayallerimizin birer uzantısı olan uygulamalarla sınadık. Bu uygulamalar gelecek nesiller için değil de adeta uygulayıcıların varlıklarını ispat gayesi ile tasarlanmıştı. Çoğunlukla başladıkları her sınıfta yeni ya da henüz tam oturmamış, öğretmenlerinin bile alışmaya çalıştığı uygulamalardı bunlar… Oturmuş bir düzen olamadı ki fazlasını alsınlar. Bir şeyler hep yeni, ama çok şeyler hep eksik kaldı. Şimdi sokaklar bu nesle “değerler eğitimi” konusunda hiçbir şey vermediğimiz gerçeğini vurmuyor mu yüzümüze… Değerler eğitimi, içinde; dostluk, hoşgörü, iyi niyet, saygı, adalet, sorumluluk, hoşgörü ve barışı barındıran sevgi dili öğretimi.

Peki, bugün sokaktaki bu çocuklarda biz değerler eğitimi adına neyi görüyoruz… Vandalizmin zirve yaptığı, sokak başlarının barikatlarla kapatıldığı, devlete ait her görülen eşyanın yakıldığı bir ortamda elebaşı gençlik. Kapatılan yüzler, atılan taşlar, kırılan kalpler, zarar gören birlik ve bütünlük… Bizler, sen ben yok biz varız diye öğrenmemiş miydik? Bu gençler nasıl “sen, siz ve biz” diye ayrılıverdiler.

Bu nasıl sistemdir ki “Beden, zihin, ahlak, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir kişiliğe ve karaktere, hür ve bilimsel düşünme gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı, kişilik ve teşebbüse değer veren, topluma karşı sorumluluk duyan; yapıcı, yaratıcı ve verimli kişiler olarak yetiştirmeyi” temel amaçları arasında sayarken bu noktaya gelebilmiştir. İnsan yetiştirme düzenimiz sınıfta mı kaldı dersiniz?

Bir bakalım…

Kurgulanan sistemle sokaklardan aldık çocuklarımızı, hayattan soyutladık, önce 4 sonra 5 seçenekli sorular arasında bir yarışın içine soktuk onları. Arkadaşlık, dostluk, oyun, eğlence kavramları ve kahkahaları sayfalar arasında kayboldu. İp atlamak, top oynamak yerine hafta sonları dershane kantinlerinde oturmayı öğrendiler küçücük yaşta. Bir daha geri gelmeyeceğini söylediğimiz o gençliklerini test çözerek, masa başında dirsek çürüterek geçirmelerine izin verdik.

Günün birkaç saatini bile kendine ayıramıyorsan sistemin kölesi haline gelmişsindir. Çocuklarımızı modern çağın en masum köleleri haline getirdik. İçlerindeki enerjiyi atacak ne mekân verdik onlara ne de ortam sağladık. Ezberle, testlerle, derslerle doldurduk… doldurduk... doldurduk... Şimdi sokaklardakiler niteliğini düşünmediğimiz bu sistemin isyankâr çocukları olabilirler mi?

Onları sadece bir beden olarak gördük; kalplerini ve ruhlarını doyuramadık. Boş kalan kalplere kirli emeller girdi. Ruhlar karanlık güçlerin yuvası oldu. Gül açan, gül kokan çocuklarımız artık iğrenç kokulara büründü. Kızalım tamam, ama kime, ama neye, belki kızmak beyhude… Acaba hep beraber ağlasak mı? Belki kirlettiğimiz kalpler ancak temizlenir.

Peki ya öğretmenlerimiz. Onlar için ne yaptık? Ülke olarak kabul etmemiz gereken bir diğer gerçek değil midir öğretmenlerimizi özümseyemediğimiz. Bir nesli emanet ettiğiniz kişiler inancını yitirmişse, siz sadece o nesli değil on binleri kaybettiniz demektir. Biz öğretmenlerimizi kaybetmedik mi önce… Maddi imkânları zaten hiç olmadı ama bu, fedakâr öğretmenler için saygıyı, gücü yitirdikleri yere kadar sorun da olmamıştı. Onlara hak ettikleri değeri ilk bizim vermemiz gerekirken tam tersini yaptık. Saygıyı, gücü de aldık ellerinden… Bakanlığa, sisteme rağmen öğretmenlik yapan bireyler olmadılar mı onlar? Şimdi sokaklardakiler ülke olarak arkasında duramadığımız bu sistemin inancını yitirmiş isyankâr öğretmenleri olabilirler mi?

Eğitim Bakanlıkları, eğitim stratejilerini ve politikalarını belirleyen ve bilimsel yöntemler ışığında ölçme ve değerlendirme yapan kurumlardır. Bakanlıklar, belirledikleri eğitim politikaları ve stratejiler ile uzun soluklu eğitim kalitesi artırma başarıları ile var olurlar. Bizim bakanlığımız da bu hususlardaki başarıları ya da çalışmaları ile konuşulmalı ve bunlarla anılmalı idi… Oysa hepimizin üzülerek ve hatta utanarak kabul etmesi gereken bir gerçektir ki Milli Eğitim Bakanlığı sadece yer değiştirme ve atama yapan bir bakanlıktan öteye gidememiştir. Evet, acı ama gerçek… Halk, nabzını yokladığınızda atanamayan öğretmenler, eş durumları veya eğitim sistemimizin bozukluğu ile anlatır size Millî Eğitim Bakanlığını. Bu gerçeğin bir diğer acı göstergesi de Millî Eğitim Bakanlığına her kademeden yapılan ziyaretlerin %96'sının atamalar ile ilgili olmasıdır.

Sadece tayin bakanlığı olarak anılan bir bakanlık olduğunu kabul etmeli ve toplum nezdinde itibarı yüksek bir Milli Eğitim Bakanlığı olmak yolunda yapılabileceklerle ilgili olarak bir kez daha şapkamızı önümüze koymalı, düşünmeliyiz. Temel felsefemizin kendini sürekli yenileyerek değişime ayak uydurmak olduğunu unutmadan, uzun soluklu eğitim politikaları belirlemeliyiz.

Bugün karşımızdaki gençlik araştıran sorgulayan bir nesil, artık bunu bilmek düşünmek gerekiyor. Çocuklarımızın daha çok küçük yaşlarda her şeyi merak etmesi her şeyin nedenini sorması araştıran ve sorgulayan bir nesil olması için çabalar, bunu başarmaya çalışırken sorgulayan bu çocuklara sadece “sus” demek gözümüzü kendi geleceğimize kapatmak olur. Artık onların gerekçesiz susmalarını bekleyemeyiz. Onları anlamalı, onlara anlatmalıyız. Yoksa bugün karşımızda olan ve yaşları 15 ile 25 arasındaki kendi yetiştirdiğimiz bu gençleri anlayabilmemiz mümkün değildir.

Bugün veliler ve öğretmenler olarak, Milli eğitim bakanlığı olarak, Hükümet olarak eğitimimizin niteliğini yeniden sorgulama zamanıdır. Bugün, bu gençleri anlama bu olaylardan ders çıkarma zamanıdır. Bugün kişilerden bağımsız, uzun soluklu ama dinamik bir Milli Eğitim Sistemini konuşma zamanıdır. Yarınımızı, geleceğimizi milletçe her şeyimizi uğurlarına feda edebileceğimiz gençlerimizi anlama bir şeylerden ders çıkarma zamanıdır…

Zaman,değerleri hayat tarzına yansıtan eğitim için el ele verme zamanı,,,,yoksa hep beraber ağlayacağımız günlere merhaba!,

Bekir Sahin

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber