'Biz doktorlar görevimizi iyi yapmıyoruz...'

Kaynak : Vatan
Haber Giriş : 06 Temmuz 2007 08:55, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42

Doktorların umut dağıtması gerek. Çünkü bazen sadece umut bile önemlidir

Doç. Dr. Murat Tuncer, Akdeniz Üniversitesi Organ Nakli Ünitesi'nin nefroloğu. Yani hastaları nakile hazırlayan ve nakil sonrasında da takibini yapan kişi. Bir diyaliz merkezi açıp rahat bir hayat sürmek varken, nakilli hastaların takibi gibi son derece zorlu bir alanı seçen Doç. Dr. Tuncer kelimenin tam anlamıyla bir bilim adamıdır da. Mesela nakil sonrası ilaçların kullanım şekli üzerine yaptığı bir araştırmayla uluslararası ödül sahibidir. Dahası hastaya büyük bir güven ve umut verir. Öyle ki, ?artık hayatım bitti? derken onun yanından ayrıldığınızda kendinizi gelecek planları yaparken bulursunuz.

Neden transplant alanını seçtiniz?

Teyzemi genç yaşta diyaliz makinesi olmadığı için kaybettim. Bir de Antalya Kepez Hastanesi'nde dahiliye asistanlığı yaparken diyaliz makinesi az olduğu ve sosyal güvence kapsamında olmadığı için birçok hastayı ölüme yollardık. Bugünkü gibi hepatitlilere, şeker hastalarına nakil yapabilmek, kan uyumsuz, doku uyumsuz ameliyatlar birer hayaldi. Biz de bu acı karşısında, ?Günün birinde şöyle yapacağız, böyle yapacağız? diye hayaller kurardık. O yüzden ben çok mutlu bir insanım çünkü hayallerimi gerçekleştiriyorum.

O zaman ?organ nakli? neden mucize gibi algılanıyor yani bu işi zor kılan ne?

Doktorun bakış açısı. Şayet o merkezin ekibi isterse nakil kolaylaşır. Kitaplara baktığınızda nakilin önünde engeller vardır; enfeksiyon, kalp hastalığı gibi. Ama enfeksiyonu giderirsiniz yine nakil yaparsınız, kalp hastalığını düzeltirsiniz yine.

Sık sık ?hiç nakil olamayacaklar var? deniyor. Kimdir bu grup?

Hastada beş yıldan az yaşam beklentisi ya da aktif kanser ya da AIDS varsa nakil olamaz. Bunun dışındaki tüm problemler çözülür. Yani tüm diyaliz hastaları nakil adayıdır. Tabii ki o an nakil olamayabilirler. Mesela Hepatit B'si, C'si olanlar gibi. Ama Hebatit B'ye bağlı karaciğer bozulmuşsa bile nakil mümkün. Bunun için karaciğer artı böbrek nakli yaparsınız. Önemli olan ekibin nasıl baktığı. Mevlana ?Ne olursan ol gel, umutsuzluk kapısı değil bu kapı? der. Doktorların da umut dağıtması gerek. Çünkü bazen sadece umut bile çok önemlidir. Siz o umudu verirseniz diyaliz hastaları da kendine daha iyi bakar ve hasta kaybetmezsiniz.

Önce işini sonra eşini...

Diyalizi nasıl yorumlamalı?

Diyaliz geçici, nakil temel tedavidir. Ne yazık ki bu pek söylenmiyor. Oysa biz doktorların görevi hastalara en iyi tedaviyi sunmaktır. Diyalizdeki hastalar haftada üç gün makineye bağlanır, kollarına kalın iğneler girer. Dahası önce işlerini sonra eşlerini kaybeder. Ayrıca organ nakli her yaştaki hastanın ömrünü üç ile üç buçuk kat uzatır. Ve bence her hastaya diyalize başlamadan önce nakil olarak yaşamının üç buçuk kat artacağı anlatılmalı. Bu bir hasta hakkıdır.

Oysa hastalar ve yakınları önce diyalize yönlendiriliyor ve bir süre sonra da herkes buna alışıyor...

Ne yazık ki yeterli bilgi verilmediği için ülkemizde transplantasyon eften püften bir şey sanılıyor. Zaten hasta kendini ailesine yük görüyor. Siz de nakili sadece istediğini yiyip içmek olarak anlatırsanız hastalar, yaşadıkları depresyonun da etkisiyle ?Zaten aileme yüküm, bir de böbrek alıp ayrı bir yük mü olacağım? derler. Hasta yakınları da ?Biraz sıksın dişini, o istediği gibi eğlensin diye niye böbreğimi vereyim? der. Ama nakilin yaşam süresini üç kat artırdığı söylenince durum değişir.

Acil servisler çok önemli

İzmir ve Antalya dışında Türkiye'de organ bağışı yok denilecek durumda. Bu düzelir mi?

Akdeniz Üniversitesi olarak en çok kadavra çıkaran merkeziz ve Avrupa birincisiyiz. Antalya'nın halkı duyarlı da İstanbul'unki duyarsız mı? Hastanelerimizin kaliteyi hedeflemesi lazım. Diyelim ki, çocuğumu acile götürdüm, yeterince ilgilenilmedi, bilgi istedim azarlandım, dışarı atıldım, çocuğum yoğun bakıma çıkarıldı, ?nasıl dedim? yine azarlandım. Sonra bir gece birkaç takım elbiseli adamlar geldi, ?Oğlunun organlarını ver? dedi. Verir misiniz? Ailelerin bu noktada devletin, sağlık sisteminin, doktorların arkalarında olduğunu hissetmesi gerek.

Siz sorunun halk duyarlılığında olmadığını da vurguluyorsunuz...

?Halkımızı duyarlılığa çağırıyoruz? deniyor sürekli. Bu lafı duymak istemiyorum. Türk halkı çok duyarlı ama ne yazık ki biz doktorlar işimizi doğru yapamıyoruz. Bu kadar yanlış bilgiye rağmen anneler, babalar çocuklarına böbreklerini vermek için inanılmaz çaba sarf ediyor. Murat Paşa Cami'nin oraya organ bekleyen Nisa'nın fotoğrafını asmıştık. Ertesi gün bir sürü yaşlı amca geldi ?Böbreğimizi vermek istiyoruz? diye. ?Amca bunu yapamayız yakını olmalısınız, yasal değil? deyince de ?Evladım çocuk ölecek, insanlık öldü mü!? dediler. Yani Türk insanına duyarsız demek haksızlık olur!

Bitirirken...

Nasrettin Hoca, damdan düşünce başına toplananlara ?siz en iyisi bana damdan düşen birini getirin? demiş ya, benimki de o hesap. O damın yüksekliğini ve düşülen zeminin sertliğini bilen biri olarak, organ nakli ve bağışı üzerine birkaç söz etmek isterim. Çünkü anladım ki, kamuoyu ve basın olarak bu konuda çok az şey biliyormuşuz, bildiklerimiz de birer ezbermiş. Zira bu hiç bilmediğimiz bir dünya ahlak, etik gibi kavramların bile kendini yeniden ürettiği. Mesela kendinizi bir böbrek hastasının yerine koyun... Mısır'a, Pakistan'a, Filistin'e gider miydiniz? Ya da böbreğini satmak isteyenlere ?Hayır? der miydiniz? Bu soruya bir çırpıda ne ?Evet? deyin ne de ?Hayır.? Çünkü bu sorunun yanıtı yok zira soru yanlış.

ÇOCUĞUNUZ HASTA OLSA...

Önceki yazı dizimden (Diyaliz Günleri) sonra her gün en az beş kişi beni böbreğini satmak için aradı. Hepsine ?Hayır? dedim, kendime de dediğimi bilerek. Onları reddetmemin nedeni vericinin sağlık durumunun riske gireceğinden endişe etmem değildi. Malum, tıbbi olarak tek böbrek de çift böbrek de aynı. Nedeni ahlakiydi. Ama zaman ilerledikçe şu sorunun varlığını fark ettim: Ahlak dışı olan ne? Bir insanın hayatını kurtarmak için çabalaması mı? Bir insanın ailesine bakmak için kendisine ait bir parçayı satması mı? Hadi çıkın işin içinden... Çıkamazsınız. Hele böbrek hastası, çocukları görünce bu sorunun altında kalırsınız. Onların anne, babası olduğunuzu bir anlığına düşünsenize...

Ama çare kesinlikle organ ticareti değil. Sırf bu nedenle bile organ bağışını ve canlı vericili nakilleri artırmalıyız. Sorunun çözümüne ilişkin ise pek çok tez ve tartışma mevcut. Mesela kan bağışlanır gibi böbrek bağışlamayı mümkün kılan İran modeli bunlardan biri. Ama Türkiye bu tartışmaların çok gerisinde. Çünkü gözlemlerime göre en büyük sorun zihniyetle ilgili. Zira organ nakli Türkiye için aslında çok yeni bir alan ve bu nedenle doktorların kafası çok karışık. Öyle ki kendini organ nakline inandıramamış olanlar bile var. Mesela size ?transplant? diyor ama sonuna bir ?beyhude? eklemediği kalıyor. Dahası pek çoğunun bakış açısı da çok muhafazakar. Neyi muhafaza ettiklerini ise kabullenmiyorlar. Naklin diyalize göre yaşam süresini üç katına çıkardığını duymak bile istemiyorlar. Tabii duyurulmasını da! Oysa kök hücre gibi her an yeni bir gelişmenin yaşandığı bir bilim dalına uzanan böylesi bir alanda muhafazakar bakış açısı yerine yenilikçi bir yaklaşımın olması gerekmez mi? Tabii her konuda olduğu gibi bu konuda da asıl soruna değil de ikincil önemi olanlara takılıp kalıyoruz. Mesela gereken düzenlemeler bile yapılmadan ulusal bekleme listesine geçilmesi gayretleri gibi. Ama bunun yanında senede 20'nin altında nakil yapan merkezlerin çalışmama nedenleri neden sorgulanmaz, anlayamıyorum!

İşte sadece bu bile Akdeniz ve İzmir merkezlerini sevmem için yeterli. Literatürü yakından takip ettikleri, gece-gündüz çalıştıkları ve Türkiye'nin adını Avrupa sıralamasına taşıdıkları için. Çünkü onların gayretleri de olmasa daha çok hasta kimsenin arzu etmediği yollardaydı...

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber