Dinçer'in A Haber'e verdiği röportajın deşifresi/ Video

Kaynak : Memurlar.Net
Haber Giriş : 02 Şubat 2012 15:04, Son Güncelleme : 15 Ağustos 2021 18:59

Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer'in 01.02.2012 tarihinde A Haber'de yayınlanan "Memleket Meselesi" programına verdiği röportajın deşifresi:

Sunucu Erdoğan Aktaş- İlk meselemiz eğitim meselesi. Hayatımızın en önemli konularından biri. Kuşkusuz sadece Türkiye'de değil hemen her ülkede çok önemli bir konu bu. Soracak o kadar çok soru var ki, zaman geçirmeden Ankara'ya dönüyorum. Milli Eğitim Bakanı Sayın Ömer Dinçer Ankara Stüdyomuzda konuğumuz.

Sayın Bakan, çok teşekkür ederim yayınımıza katıldığınız için, hoş geldiniz stüdyomuza.

Bakan Ömer Dinçer- Ben de çok teşekkür ediyorum, sağ olun.

Sunucu Erdoğan Aktaş- Efendim, dediğim gibi soracak çok soru var, zaten konuşulacak çok konu var konu eğitim olunca. Ama önce sizi de, Sayın Başbakanı da en çok heyecanlandırdığını düşündüğüm bir başlıkla başlamak istiyorum, Fatih Projesi.

Bu proje ne aşamada ve tüm Türkiye'de ne zaman hayat bulacak, son olarak neler yapıldı bu konuda?

Bakan Ömer Dinçer- Fatih Projesiyle ilgili olarak son hazırlıklarımızı tamamlamak üzereyiz. Çok büyük bir aksilik olmazsa, inşallah 2. dönemin başlamasıyla birlikte, yani 6 Şubat'tan itibaren ilk uygulamalarımızı gündeme koymuş olacağız. Tüm Türkiye'de 17 vilayetimizde ve 52 okulumuzda Fatih Projesi başlıyor. Bu okullarımızda hem akıllı tahtalarımızı yerleştirmeye başlıyoruz, hem de çocuklarımıza tabletleri dağıtmaya başlıyoruz. Ama eğer izin verirseniz bu Fatih Projesiyle ilgili biraz daha nasıl uygulanacak ve içeriğinde ne var daha ayrıntılı bilgiyi vermek de isterim size.

Sunucu Erdoğan Aktaş- Lütfen.

Bakan Ömer Dinçer- Fatih Projesinin toplam beş öğesi, beş bileşeni bulunuyor.

Onlardan bir tanesi; donanım ve yazılım bileşenidir. Donanım olarak baktığımızda, hem akıllı tahtalardan, hem de tablet bilgisayarlardan bahsetmeliyiz. Akıllı tahtalar, uygulamaya başladığımız okullarda bugünlerde montajı yapılmış, bitmek üzere duruyorlar ve hakikaten Türkiye'ye özgü ve Türkiye'ye özel bir proje olarak yapıldılar. Dünyanın pek çok ülkesinde, bizim de ülkemizdeki yapılan uygulamalarda, şu ana kadarki uygulamalarda akıllı projeler, akıllı tahtalar daha çok projeksiyon makinelerinin yansıttığı sunumlardan ibaret uygulamayı içeriyorlardı. Halbuki bizim akıllı tahtalarımız doğrudan doğruya kara tahtanın hemen yanı başında, yine kara tahta büyüklüğünde bir bilgisayarı ihtiva ediyor. Bunun kendi içerisinde kullanım itibariyle oldukça büyük kolaylıklar sağlayacağı ve öğrenimi geliştireceğine dair hiç şüphe duymuyoruz. Akıllı tahtaların uygulamasıyla ilgili özellikle projeksiyon makinelerine sahip olan akıllı tahtalarda ortaya çıkan eğitimle ilgili mahsurların da pek gözükmeyeceği kanaatini taşıyoruz. Mesela, daha önceden geleneksel yöntemler yerine ikame edilmiş bulunan akıllı tahta uygulamalarında, genellikle bilişim teknolojilerine dayalı öğretim süreçlerinin yetersiz kaldığına dair tespitler olmuştu. Biz bu yüzden akıllı tahtaları monte ederken geleneksel yöntemin yerine ikame edecek bir uygulamayı değil, tam tersi geleneksel yöntemler yerine modern uygulamaları da destekleyen ve yardım eden bir öge olarak koymaya gayret sarf ettik. O yüzden bunun ciddi bir katkı sağlayacağı kanaatini taşıyoruz.

İkinci olarak donanımda öğrencilerimize tablet bilgisayarlar dağıtıyoruz. Şu anda yine söz konusu illerimizdeki okullarda yaklaşık 9 bine yakın öğrencimize tablet bilgisayarların dağıtımıyla ilgili hazırlıklar tamamlandı. Ayrıca, öğretmenlerimize ve eğiticilerle birlikte bakacak olursak, 12 bin civarında tablet bilgisayarı dağıtma hazırlıklarımız bitmiş görünüyor.

Yine Fatih Projesinin ikinci ana bileşeni; e-içeriklerin hazırlanmasıydı. Biz özellikle 9. sınıflardan başlamak üzere bu tabletlerimizde ve tahtalarımızda 9. sınıflara ait bütün derslerin kitaplarını zenginleştirilmiş olarak yüklemiş bulunuyoruz. Başka bir ifadeyle, artık bilgisayarlarımızda ve tabletlerimizde bu güne kadar okuduğumuz derslerin sadece tekstbook'ları değil, yani metinleri değil aynı zamanda her bir kazanımla alakalı video gösterileri, slayt sunumlar, sesli anlatımlar, animasyonlar veya grafik tasarımlar da yer alacak çok zenginleştirilmiş bir üslup içerisinde e-içerikler öğrencilerimizin ve öğretmenlerimizin hizmetine sunulacak. Sadece bunlar değil, aynı zamanda yine program ve yazılım olarak öğrencilerimizin kendi bilgisayarlarıyla üzerinde çalıştıkları ünitelere dair soru ve cevapları alabilecekleri testler karşılıklı etkileşim içerisinde uygulama imkanını kazanacak. Daha da önemlisi, çocuklarımız evlerinde ders çalışıyorlarken, öğretmenleriyle veya arkadaşlarıyla haberleşebilecekler.

Yine projenin bir başka bileşeni, internet hizmetlerinin kesintisiz ve güvenli bir şekilde sunulacak olması. Her okulumuzda ve her sınıfımızda internet hizmeti öğrencilerimiz için kesintisiz olarak ve güvenlikli bir şekilde sunulacak. Ayrıca, tablet bilgisayarlarda internet hizmetlerini alabilecekler. Daha da önemlisi, bu internet hizmetlerini evlerinde de ve diğer tanımlanmış alanlarda da alma şansına sahip olacaklar.

Ve nihayet öğretmenlerimiz...

Sunucu Erdoğan Aktaş- Sayın Bakan, bu noktayla ilgili araya girip sormak istiyorum; bugün öğrendim bir tesadüf sonucu, sözünü ettiğiniz tabletlerde 3G bağlantısı olmayacakmış. Bir; bunun özel bir nedeni mi var?

İkincisi.

Bakan Ömer Dinçer- Evet, özel bir..

Sunucu Erdoğan Aktaş- Tamam, bunu alayım önce, devam edeceğim. Buyurun lütfen, nedir özel nedeni?

Bakan Ömer Dinçer- Özel bir nedeni var, 3G'ler biliyorsunuz sürekli değişen bir şeye sahipler, teknolojiye sahipler, ileride daha yeni versiyonları da çıkabilir, bu kez onların her birisiyle ilgili teknolojik sorun çıkar endişesi taşıdık. Daha da önemlisi, bize konunun uzmanları uydu aracılığıyla alınacak internet hizmetlerinde, bu kadar yoğun hizmetlerde çocuklarımızın birtakım radyoaktif etkilere maruz kalmaması gibi uyarılarda bulundular. O yüzden biz yaptığımız incelemelerden sonra, özellikle TÜBİTAK'ta kurulan bir heyetin tavsiyesinden sonra her sınıfa fiber kablo döşeyerek internet hizmeti almayı tercih ettik. Ama buna rağmen, özellikle kırsal bölgelerdeki okullarımızda yine uydu vasıtasıyla internet hizmeti alma imkanımız da olacak, çünkü oralara fiber kablo döşeme imkanı olmayabilir diye bir endişe taşıyoruz.

Yine izin verirseniz, öğretmenlerin eğitimine de kısaca bir bahis açmak istiyorum. Hakikaten istediğiniz kadar modern teknolojiyi kullanın, istediğiniz kadar gelmiş alt yapınız olsun, istediğiniz kadar e-içerikleri hazırlamış olun, eğer öğretmenleriniz etkin bir şekilde bu teknolojiyi kullanamıyorlarsa veya bu teknoloji üzerinden yeni yöntemler, yeni metotlar geliştiremiyorlarsa, eğitimin etkisi sınırlı olacak diye düşünüyoruz. O yüzden de yine yoğun bir şekilde öğretmenlerimizi bu süreçte eğitiyoruz; zannediyorum Şubat'ın 6'sına kadar bu eğitim tamamlanmış olacak.

Ve nihayet başka bir uygulamayı da bu projeyle birlikte gündemimize aldık. O da, sizler de biliyorsunuz, son zamanlarda bu bilişim teknolojilerinde ve iletişim teknolojilerinde meydana gelen değişikler 5. dalga olarak tarif edilen sosyal medya ağlarıyla çok farklı bir boyut kazandı ve toplumu adeta tüm yaşam boyutuyla etkiler hale dönüştü. Biz bunu da göz önüne alarak Eğitim Bilişim Ağı ismini verdiğimiz ve kısaca EBA diye kavramlaştırdığımız bir sosyal medya ağı oluşturuyoruz. Eğitim sektörü içerisinde öğrencilerin ve öğretmenlerin karşılıklı olarak haberleşebilecek ve birbirleriyle etkileşecekleri bir platform da kuruldu. Böylece Fatih Projesi Şubat ayından itibaren toplumumuzun gündemine gelecek. Gerçekten çok heyecanlıyız. Bu proje Türkiye'de eğitimde özellikle fırsat eşitliğinin sağlanması konusunda ülkenin en ücra köşesindeki öğrencilerimize de en gelişmiş veya en merkezi yerlerdeki öğrencilerimize aynı fırsatı sunacak olması sebebiyle olumlu sonuçlar doğuracak kanaatini taşıyoruz. Bunun Türkiye'ye hayırlı olmasın ben diliyorum.

Sunucu Erdoğan Aktaş- Sayın Bakan, iki sorum olacak.

İlki şu: Bir sosyal ağ oluşturacağınızı söylediniz bu tablet eğitim üzerinden Fatih Projesi dahilinde. Twitter ve Facebook varken öğrenciler ve öğretmenler niçin o sistemi kullansın? Hani cezp edici ne koyacaksınız ortaya merak ediyorum. Çünkü bu başarılırsa ve bütün öğretmenler ve öğrenciler en azından Türkiye'de orada buluşursa ortaya inanılmaz bir şey çıkar ama rakipleriniz de çok güçlü.

Bakan Ömer Dinçer- Tabii eğitim sektörü sürekli değişen bir sektör. Ve biz de ayrıca özellikle tabletler ve akıllı tahtalar üzerinden yeni yeni eğitim malzemeleri geliştirmeyi, yeni öğretim malzemeleri oluşturmayı da planlıyoruz. Dolayısıyla, bunların paylaşımını da EBA üzerinden gerçekleştireceğiz. Bu açıdan bakıldığında, eğitim konusunda odaklanmış bir platform olacak, zannediyorum bizim yapacağımız katkılarla öğrencilerin birçok ihtiyacını buradan giderme imkanları olur. Twitter ve benzeri sosyal medya ağları sadece haberleşme üzerine bir etkileşim yaratırken, biz burada aynı zamanda merkezden de zenginleştirecek katkılar koymaya çalışacağız.

Sunucu Erdoğan Aktaş- Efendim, teknoloji ve teknoloji yatırımından söz ediyorsunuz. Özellikle izleyicilerimizden gelen soru da şu: Bilişim bölümünden mezun olanların atanmasıyla ilgili. Atamalarla ilgili çok soru var, genel olarak zaten bir soru soracağım ama hem bilişim teknolojilerinden yararlanırken, hem de bilişim eğitimi almış uzmanların ya da öğretmen adaylarının atanmamasının izleyicilerimiz, öğretmen adaylarımız çelişki olduğunu ifade ediyor. Buna açıklamanız nedir acaba?

Bakan Ömer Dinçer- Bu çok doğru bir yorum değil, bunu açıkça söylemekte ben fayda görüyorum. Çünkü genellikle bu tip itirazlar bilişim dersleri veren öğretmen adaylarından gelmekte ve itirazlarının arka planında daha çok Milli Eğitim Bakanlığı'nın bilgisayar öğrenimiyle alakalı dersleri seçimlik ders haline getirmesi üzerine kurgulanmış vaziyette. Halbuki bu ülkenin gerçeğini görmekte yarar var bence. Çünkü şu anda neredeyse bütün öğrencilerimiz bilgisayar kullanmayı öğrenerek okullarına gelmeye başladılar. Genç nesil ve özellikle çocuklarımız bilgisayar konusunda gerçekten çok kabiliyetliler ve çok da öğrenmeye istekliler. Onların bahsettiği söz konusu dersler, daha çok bilgisayar kullanmayı öğrenme üzerine odaklanmış derslerdi. Halbuki yine okullarımızda bugün bizim seçimlik hale getirdiğimiz ders, bilgisayar ve bilişim teknolojileri üzerinden tasarım yapmaya dayalıdır. Ve biz bugün bilişim teknolojileri üzerinden tasarım ve endüstriyel tasarım yapabilecek türden derslere seçimlik olarak sahibiz ve maalesef o alanlarda öğretmen bulmakta da zorlanıyoruz.

Sunucu Erdoğan Aktaş- Peki, yanlış anladıysam da lütfen siz düzeltin Sayın Bakan; bilişim teknolojileriyle ilgili eğitim veren yüksek okullarımız niye var o zaman?

Bakan Ömer Dinçer- O zaman siz böyle bir düşünceden hareketle Türkiye'deki bütün fakülteleri sorgulayabilirsiniz. Çünkü eğer meseleye üniversiteden mezun olan veya herhangi bir fakülteden mezun olanın devlette iş bulacağı ve devlette istihdam edileceğine dair bir yaklaşımla meseleye bakarsanız, sadece bilişim teknolojileriyle ilgili değil bugün tüm Türkiye'deki fizik bölümlerini, kimya bölümlerini, matematik bölümlerini de sorgulamalısınız. Daha da önemlisi, iletişim bölümlerini, maliye bölümlerini sorgulamalısınız. Halbuki tüm dünyada artık üniversite eğitimi, geçin devlette istihdam olmayı, herhangi bir alanda, yani özel sektör de dahil olmak üzere istihdam olmayı zorunlu kılan bir sonuç doğurmuyor. Tüm dünya çok sağlam ve çok etkin bir üniversite eğitiminin üzerine kurgulanmış olan yeni bir vizyonu, girişimcilik kabiliyetini, yenilik yapabilme özelliklerini öne alan bir istihdam anlayışını ortaya koymaya başladı. Gelişmiş ülkelerin pek çoğu toplam nüfus içerisinde üniversite mezunlarının oranlarını artırmaya çalışıyor, ama hiçbirisinde bizim ülkemizde olduğu kadar üniversite mezunlarının istihdamı söz konusu değil. Hele hele hiçbirisinde bizim ülkemizde olduğu kadar devletten iş bekleyen üniversite mezunu da yok. Bizim bu anlamda konuya yaklaşım tarzımızı ve algılamalarımızı değiştirmeye kesinlikle ihtiyaç var. Üniversiteden mezun olmak, devlette istihdam edilmenin karşılığı olmamalıdır. Hele hele bizim ülkemizdeki üniversite mezunlarının istihdam edilme oranlarının gelişmiş ülkelerden bile iyi olduğunu görecek olursak, bu yorum daha da netlik kazanır. Bakınız, bugün Avrupa ülkelerinden bile Türkiye'de üniversite mezunu olanların istihdam edilme oranları daha yüksektir. Üniversiteden mezun olanların yüzde 72'si ülkemizde iş bulabiliyorlar. Ama şunu söyleyeyim: Bütün bunlara rağmen yüzde 28'i iş bulamıyor. O zaman o geri kalan yüzde 28 için de aynı soruyu sormanız gerekmez mi? Bu açıdan bakıldığında, üniversite eğitiminin mutlaka yaygınlaştırılması her fakülte alanında herkes kendi ilgisi ve kabiliyeti doğrultusunda eğitim alacak fırsatı bulması gerekir. Ancak bunların devlette istihdam edileceklerine dair algının ise artık çok geçerli bir algı olmadığını ifade etmek lazım.

Sunucu Erdoğan Aktaş- Efendim, şu an Twitter üzerinden çok sayıda soru geliyor bana. Zaten normal günlerde de gerek telefonla, genel sanal ortamdan ya da sosyal medya sitelerinden inanılmaz soru yağıyor ve benim aklıma şöyle bir yapı oluştu: Acaba sizden önceki bakanlar da dahil olmak üzere, ki belki hükümetler de dahil olmak üzere öğretmen ve öğretmen adaylarıyla Milli Eğitim Bakanlığı arasında bir iletişim kopukluğu, bir anlaşmazlık mı var? Şu yüzden soruyorum: Siz az önce anlattınız, üzerine basın toplantıları yaptınız ve biraz sonra tekrar anlatacağınızı biliyorum. Öğretmen adayları 44 bin atama beklediklerini söylüyor ve bu atamaların eksik yapıldığını söylüyorlar. Fakat buna bir açıklamanız var. Mesela, önümdeki sorulardan biri biyoloji, fizik, kimya öğretmenlerinin mağdur edildiğini söylüyor. Bir diğer soru, matematik ve fen bilgisi öğretmenlerin mağdur edildiğini iddia ediyor, bir tanesi de sosyal bilgiler ve Türkçe öğretmenlerinin mağdur edildiğini. Yani, her klasmandaki öğretmen atama nedeniyle böyle bir sıkıntı yaşadığını söylüyor. Bu atama tartışmasını nasıl bir açıklamayla daha iyi anlaşılır ve belki de son bulur? Bu konuya açıklamanız nedir?

Bakan Ömer Dinçer- Önce, bir kere mağduriyetin anlamı üzerine çok kısa bir şey söylemek istiyorum; mağduriyet, herhangi bir hakkın yerine getirilmemesi veya herhangi bir hak varsa onun elinden alınmasıyla ortaya çıkacak bir husustur. Türkiye'de üniversite mezunu olduğu halde atama beklediğini düşünerek mağdur olduğunu iddia etmek mümkün müdür? Çünkü herhangi bir hak doğmamıştır. Ve biz herkese sunduğumuz fırsat gibi, bugün mesela 17 bin öğretmen alma konusunda dışarıda bekleyen bütün öğretmen adaylarımıza aynı fırsatı veriyoruz. KPSS sınavında başarılı olanların öğretmen olabildiği, başarısızların öğretmen olamadığı bir süreçte, başarısız olan ve KPSS sınavından düşük puan almış kişilerin kendilerini mağdur olarak lanse etmeleri doğru olabilir mi? Başka bir şey daha söylemeliyim size; bugün sadece bu ülkenin öğretmene ihtiyacı yok. Aynı zamanda mesela çok ciddi sayıda vergi denetmenine ihtiyacı var, çok ciddi sayıda iş güvenliği müfettişine ihtiyacı var, çok ciddi sayıda Sağlık Bakanlığı'nda yahut da Tarım Bakanlığı'nda piyasayı gıda denetimi yapacak müfettişlere ve uzmanlara ihtiyaç var. Ama her alanda mezun olup iş bekleyen, mesela Maliye'den mezun olup vergi dairesinde uzman veya denetmen olamayanların mağduriyeti söz konusu olabilir mi? Bu açıdan bakıldığında mağduriyet kavramının konuyu çok iyi izah etmeyi kanaatindeyim.

Onun dışında başka bir hususu daha söylemek lazım: Türkiye'nin tek gerçeği sadece bu alanda değil ki, Türkiye'nin atama bekleyen öğretmenlerle ilgili sorunu değil, aynı zamanda istihdamla ilgili de sorunları vardır. Bu açıdan bakıldığında az önce ifade ettiğim, üniversite mezunu olup istihdam edilemeyen yüzde 28 oranındaki gençlerimiz için nasıl bir kavram koyacaksınız ortaya? Daha da önemlisi, bugün şu anda Milli Eğitim Bakanlığı'nın kullandığı öğretmen sayısı yaklaşık 55 bin kişi, ücretli öğretmen sayısı. Bugün o ücretli öğretmenlerimizin yerine bütünüyle kadrolu öğretmen istihdam etmiş olsak bile, şu anda atama bekleyen öğretmenlerin yaklaşık dörtte biri kadar anca kadro açılması söz konusu olabilecek. Başka bir ifadeyle, bugün atama bekleyen öğretmenimizin sayısı 264 bin civarındadır. Halbuki Milli Eğitim Bakanlığı, ücretli öğretmen istihdamında 55 bin kişiyi görevlendirmiştir. Öyle olduğu zaman, 55 bin kişiyi aldığımız zaman, Türkiye'nin öğretmenlik meselesi çözülmüş olacak, onu öyle mi kabul etmeliyiz? Halbuki ben Türkiye'nin içinde bulunduğu durumla ilgili bir fotoğraf çiziyorum ve bunu herkesin görmesini ve kendisinin de yorumlamasını rica ediyorum. Bir tarafıyla bakıldığında bugün 264 bin kişi istihdam bekliyorsa kamuda, ama her yıl yaklaşık olarak eğitim fakültelerinden 43 bin kişi mezun oluyorsa, bizim öğretmen meselesine, hele hele kamuda öğretmen olma meselesine dair algılamalarımızın değişmesi gerektiği sonucu ortaya çıkmaz mı diye ben de herkese soruyorum.

Peki, niçin bu kadar etkin veya bu dönemde niye bu öğretmen meselesi gerçekten kamuoyunun gündemine oturdu diye sorabilirsiniz. İşte belki yine konuşmamın bir arasında bahsettiğim gibi, sosyal medyanın etkisi olarak görmek lazım. Hakikaten sosyal medyayı çok iyi kullanan öğretmenlerimiz, eğitimleri iyi, bilgisayar kullanma kabiliyetleri oldukça iyi ve bu toplumda üniversiteyi bitirmiş ve birbiriyle dayanışma içerisinde çok geniş bir kitleye sahipler ve bunun etkisini tüm kamuoyunda hissettiriyorlar. Ben de bu etkiyi kabul ediyorum. O gençlerimizin böyle bir arayış içerisinde olmalarının da çok normal ve çok kabul edilebilir bir şey olduğunun farkındayım. Ama başka bir taraftan da bir fotoğraf çiziyorum, çünkü gençlerimizin, şu anda öğretmen olmayı bekleyen gençlerimizin yaşları belirli bir noktaya gelmiş ve gelecekleriyle ilgili hayalleri var. Ama onun gerçekleştirilmesiyle ilgili ihtimaller üzerine onlarla doğru bilgileri paylaşmak ve onların hayallerini yıkmak veya onların hayalleri üzerinden popülizm yapmak yerine gerçek fotoğrafı ortaya koyup Türkiye'de bu sorunların çözümüyle ilgili yeni tedbirleri alacağımızı ifade ediyorum; bu daha akıllı bir yöntem değil midir?

Sunucu Erdoğan Aktaş- Peki efendim, bu konuyla ilgili o kadar çok soru var ki, ben diğer konulara geçeceğim. Mesleki eğitimden tutun da teknik eğitimden ve bu konudaki öğretmen adaylarına kadar soru çok, özellikle Twitter üzerinden çok sayıda soru geliyor. Fakat ilk konuya dönerek size bir soru aktarmak istiyorum, o da şu: Fatih Projesinin yaygınlığından söz ettiniz, evde de çalışacaklarını söylediniz. Fakat elimdeki rakamlar çok ilginç, çünkü Türkiye'de hane halkının yüzde 40'ı internete erişebiliyor. Buradaki en büyük sıkıntının da kumar, terör, cinsellik gibi içeriklerden çocukları koruma olduğu biliniyor, yani yapılan araştırmalarda bu tip sonuçlar ortaya çıkmış. Dolayısıyla, ailelerin internetle bağdaşması ve internetin de kullanılmasının artması için de öyle zannediyorum ki sizin, Bakanlığınızın ve Hükümetinizin tabii bir çalışma yapması ya da bu konuyu ailelere de anlatması gerekiyor ki, Fatih Projesi evde de devam etsin, çocuklar hem internetle, hem dünyadaki son gelişmelerle uyum halinde belki ebeveynleriyle birlikte çalışmaya devam etsin.

Bakan Ömer Dinçer- Fatih Projesinde özellikle tabletlerde vereceğimiz internet hizmetleri, Milli Eğitim Bakanlığının hizmetleri olacak ve bu hizmet sebebiyle herhangi bir ücret ödemesi de söz konusu olmayacak. Bu açıdan bakıldığında tüm ailelere buradan çok kolay bir şekilde şu mesajı verebiliriz: Bizim vereceğimiz internet hizmetlerinin iki temel özelliği olacak. Bir, sürekli ve ihtiyacı karşılayacak genişlikte olacak. Ve nihayet güvenlik içerisinde olacak. Milli Eğitim Bakanlığı kendi okullarında hangi güvenlik ve koruma sistemlerini öngörüyorsa, tabletlerimizde, tahtalarımızda ve bilişim teknolojisi sınıflarımızda aynı korumalar söz konusu olacak. Bu açıdan bakıldığında, velilerimizin bahsettikleri türden herhangi bir mahzurlu siteye girme imkanları söz konusu olmayacaktır. Daha da önemlisi, biz çocuklarımıza belki oyun oynayarak öğrenmelerini sağlayacak imkanlar da vereceğiz burada ve seçeceğimiz oyunlar veya kullanabilecekleri oyunlar da yine güvenlikli ve çocukların öğrenmelerine destek sağlayan türden oyunlar olacak. O açıdan velilerimiz müsterih olmalılar, çok gönül rahatlığıyla çocuklarına bunu kullandırabilecekleri bir fırsat olduğunu görmeliler. Daha da önemlisi, biz bu tabletler vasıtasıyla çocuklarımızı da internet kafelerden kurtaracağız.

Sunucu Erdoğan Aktaş- Dolayısıyla internetin eve girmesinin de yolu açılmış olacak, çeşitli nedenlerden dolayı.

Bakan Ömer Dinçer- Hiçbir mahsuru olmayacak.

Sunucu Erdoğan Aktaş- Bu arada yine bu çerçevede soracak olursam, belli bir süre sonra tıpkı nasıl ki çocuklar okula başladığında masalarının üzerinde yeni dönemin kitaplarını buluyorlardı, şimdi bir tablet bulacaklar bu projenin nihayetinde öyle değil mi Sayın Bakan?

Bakan Ömer Dinçer- Evet, ama tabi bu hemen ertesi yıl olmayacak, bu projenin ilk başlangıç safhası yaklaşık 4-5 yıllık gibi bir zaman alacak. Çünkü biz bu projeyi yaparken aynı zamanda akıllı tahtaların ve tablet bilgisayarların Türkiye'de üretilmesini de öngörülüyoruz. Bunların üretim süreciyle alakalı da yaklaşık 1-1,5 yıl gibi bir süreye ihtiyacımız bulunuyor. Bu açıdan bakıldığında, önümüzdeki 4-5 yıllık süre içerisinde öğrencilerimize her yıl 9. sınıflardan dağıtarak 4-5 yıllık süre içerisinde tüm öğrencilerimize tablet bilgisayarlarımızı sunmuş olacağız, ondan sonraki yıllarda ise yeni gelen öğrenciler alabilecekler. Bu vesileyle biz gerçekten ayrıca ücretsiz kitap dağıtma gibi herhangi bir sorunla da karşılaşmayacağız, çünkü kitapların bizatihi kendisi de tablet bilgisayarlarda yer almış olacak.

Sunucu Erdoğan Aktaş- Peki Sayın Bakan, söz konusu tablet bilgisayarlar özel okullara aynı şekilde, özel okulda okuyan öğrencilere de aynı şekilde verilecek mi?

Bakan Ömer Dinçer- Şimdi ilk programımızda özel okullara yönelik herhangi bir hazırlık yapmadık, ama bütün okullarımıza dağıttıktan sonra zannediyorum özel okullar için de düşünülebilir. Ancak burada ciddi bir zaman farkının ortaya çıkacağını da hesap etmek lazım. Benim tahminim, bu süre içerisinde Milli Eğitim Bakanlığı'nın kendi temin ettiği fiyatlardan, ücretlerden isterlerse özel okullar da bunları temin etme şansına sahip olabilirler. Ama biz kamu okullarına dağıtmadan özel sektöre dağıtmaya öncelik verme şahsına sahip değiliz.

Bu arada yine mesela bir ara gündeme geldi, onu da buradan belki ifade etmek istiyorum, özellikle tablet bilgisayar ve akıllı tahtalarla ilgili yine kamuoyunda engellilerimiz üzerinden spekülatif bir popülizm yapılıyor, ona göre de engelliler unutuldu diye düşünülüyor. Şu andaki üretilen tablet bilgisayarlar da engellilerin kullanabileceği türden teknolojik gelişme henüz gerçekleşmediği için, biz de maalesef normal piyasada var olan tabletleri kullanma fırsatını değerlendiriyoruz. Zaman içerisinde biz engellilerimizin de ihtiyaç duyduğu tedbirleri alacağız. Onu da buradan ifade etmek istiyorum.

Sunucu Erdoğan Aktaş- İzninizle şu soruyu da yönelteyim: Özel okul öğrencileri, genellikle algı şu: Nasıl olsa bunlar özel okula gidiyorsa bunların aileleri zengindir ya da ortaların üstünde gelire sahiptir gibi bir algı var. Üç çocuk babası olarak söylüyorum, külliyen yanlış bir algı. Siz nasıl algılıyorsunuz meseleyi? Merak ediyorum.

Şu yüzden soruyorum Sayın Bakan: Böyle bir talep bilmiyorum konuşuldu özel okullar birliği de ilgili derneklerle, fakat bir bütün olarak görmek gerekmiyor mu bu yapıyı? Nasıl olsa aynı müfredat, zaten uyulması gereken birtakım konular var, işte işlenmesi gereken aynı konular var. Dolayısıyla ülkenin bir bölümünde öğrencilerin masasında olacak, şüphesiz olmalı, şüphesiz çok parlak bir fikir ve inanılmaz bir çalışma, Türkiye'deki bir dönemi kapatıp yeni bir dönem açacak. Ama özel okullar için de benzer bir desteğin olması gerekmiyor mu?

Bakan Ömer Dinçer- Doğrusunu söylemek gerekirse, eğer bu meseleye öğrenci ve velisi perspektifinden baktığınız zaman çok doğru ve haklı bir şey söylüyorsunuz. Ama ben başka bir bakış açısının da olduğu kanaatindeyim, özel okullar aynı zamanda kar amaçlı işletmelerdir ve özel okullar aldıkları ücret karşılığı kendi öğrencilerine mümkün olan en iyi teknolojiyle ve mümkün olan en iyi fizik şartlarda eğitimi de verme konusunda rekabet içerisinde olmaları gerekir. Öyleyse işletmelerin, gerçekten bu tahtaların maliyeti çok yüksek değil, özel okul yöneticilerinin kendi rekabet dünyaları içerisinde çocukları daha iyi yetiştirebilmek üzere okula tahta koymalarının öğrenciler için çok ciddi bir maliyet getirecek sonuç doğurmayacağı kanaatini ben buradan ifade etmek istiyorum.

Bu açıdan bakıldığında, evet, öğrenci ve velisi için düşündüğünüzde doğru, ancak kar amacı güden işletmeler perspektifinden baktığınızda bunu okul yöneticilerinin de rahatlıkla yapabileceği düşük maliyetli bir yatırım olarak değerlendirmeniz mümkün.

Sunucu Erdoğan Aktaş- Efendim, önümde Dünya Bankası Eğitim Raporunun kısa bir özeti var ve sizin de ibretlik tespitler var dediğiniz bir rapor. Türkiye'deki eğitim sisteminden diğer ülkelerle kıyaslandığında aradaki farktan, örneğin matematik konusunda bir başak ülkeyle kıyaslandığında bizim öğrencilerimizin içinde bulunduğu durumdan, işte zengin-yoksul farkına kadar ve eğitimin maliyetine kadar ciddi tespitler var. Nasıl değerlendiniz, neler söyleyeceksiniz bunun için?

Bakan Ömer Dinçer- Şimdi tabi öncelikle şunu ifade etmek lazım: Oradaki tespitler, hatta bazı eleştiriler belki bizim için yol gösterici, hangi alanlarda tedbir alacağımıza dair, hangi alanlarda çözüm geliştireceğimize dair rehber niteliği taşıyor olabilir.

Ancak, eğer konuyla ilgili nasıl yorumladığımı soruyorsanız, şunu altını çizerek söylemekte yarar var: Türkiye eğitime son yıllarda çok ciddi bir önem vermeye başladı, özellikle AK Parti İktidarından sonra eğitime ayrılan kaynaklar arttı. Bugün, doğru, bazı ülkelerle eşit derecede eğitime kaynak ayırıyoruz, ama geçtiğimiz yıllarda, uzun yıllardan itibaren baktığımızda eğitime ayrılan kaynakların çok az olması, alt yapıların inanılmaz derecede yetersiz olması, bu sorunun birikmesine sebebiyet vermişti. Yani düşünün, 2002 yılında Türkiye'de derslik başına ortalama öğrenci sayısı okullaşma oranları çok düşük olmasına rağmen 40-45'ler civarındaydı. Okullaşma oranlarının, mesela ilk öğretimde yüzde 90'ların altında veya biraz 90'lar civarında olduğunu, orta öğretimde bu oranın yüzde 50'ler civarında olduğunu da ifade edecek olursak, buna rağmen derslik başına öğrenci sayısının yüksekliği, Türkiye'deki alt yapı yetersizliğini anlatmaya zannediyorum yeter.

Daha da önemlisi, öğretmen sayısında çok ciddi eksiklikler vardı, teknolojik alt yapı itibarıyla inanılmaz yetersizlikler vardı. 2002 yılına geldiğimizde Türkiye'de 334 bin derslik, 554 bin öğretmen ve tüm yaklaşık 35 bin, 38 bin okul içerisinde yaklaşık olarak yüzde 5 civarında okulumuzda bilgisayar bulunuyordu, halbuki bugün AK Parti İktidarı döneminde ayrılan kaynaklar alt yapıyı tamamlama konusunda ciddi bir fırsat verdi bize. Bugün ülkenin pek çok yerinde artık öğrencilerimiz ortalama derslik başına 30-31 kişiyle eğitim görebilir hale geldiler. Yine ülkenin pek çok yerinde okullaşma oranları oldukça iyi noktalara geldi; okul öncesi eğitimde yüzde 67'ye, ilk öğretimde yüzde 98,5'a, orta öğretimde yüzde 69'a çıktık. Önümüzdeki yıllarda bunları yüzde 100'e çıkartmak için çaba sarf ediyoruz. Ve böylece artık çocuklarımızın gidebileceği derslikler, oturabileceği düzgün sıralar ve nihayet karşılarında öğretmenleri olmaya başladı. Ve bugün Türkiye'de 29 bin okulumuzda bilişim teknolojisi sınıfı var. Ve nihayet Fatih Projesiyle çok heyecan verici ve dünyayla rekabet edecek bir alt yapıyı kurmaya çalışıyoruz.

Bu açıdan bakıldığında, Türkiye bugüne kadar alt yapıyla sorunlarıyla boğuşmuştu, bugünden sonra çocuklarımıza vereceği, kazandıracağı bilgi ve yeteneklerle rekabet edecek bir fırsatı yakalayacağı kanaatindeyim. O yüzden bu eleştirilerin doğru, birçok kez haklı, ama Türkiye'nin içinde bulunduğu şartlar itibarıyla bakıldığında çok kısa zamanda telafi edeceği eksikler olarak değerlendirilmesi mümkün kanaatindeyim.

Sunucu Erdoğan Aktaş- Efendim, ilginç bir tespit de dershaneler konusunda; öğrenci başına yıllık harcamanın 400 ila 10 bin Amerika Birleşik Devletleri Doları arasında olduğunu söylüyor ve dershanelerin de 50 binden fazla resmi istihdam sağladığını söylüyor. Çok tartışılan bir konu, dershane ne denli destektir eğitim sistemine ya da bu sistem, bizim sistemimiz ve Türkiye gerçekleri içerisindeki yeri nedir sizce? Çünkü özellikle üniversite sınavı aşamasında öğrenci illa ki bir dershane eğitiminden geçmek durumunda en azından bu ortamda.

Bakan Ömer Dinçer- Bu meseleyi dershaneler üzerinden tartışarak götürmek bence çok makul bir yaklaşım olmayacaktır. Doğru, Türkiye sınav odaklı bir eğitim yapıyor ve bu eleştirilebilir ve eleştirilmelidir. Çok sayıda dershanemiz var, bu da eleştirilmelidir. Aslında dünyanın pek çok yerinde dershaneler vardır ve eğitim almak isteyen, daha iyi eğitim almak isteyen çocukların eğitimine destek vermektedirler. Ama bizim ülkemizde sorun, eğitim sisteminin sınav odaklı hale dönüşmesi ve dershanelere gitmenin de toplumsal bir davranışa dönüşmesidir. Öyleyse biz meseleyi dershaneler üzerinden tartışmak yerine sınav odaklı bir eğitim sisteminden nasıl kurtulacağız ve daha da önemlisi, Türkiye'de dershanelere olan ihtiyacı nasıl azaltacağız konusundan ele almak gerekir kanaatindeyim. Bu yüzden dershanelere olan ihtiyacın azalacağı bir eğitim yaklaşımını sunmaya ihtiyaç var. Biz ilk tedbir olarak, hem üniversite sınavlarında, hem de SBS sınavlarında artık sınav sorularını 4 yıllık eğitim sonrası görülen kazanımlar üzerinden yapma konusunda hazırlıklar yapıyoruz. Nitekim ben hem YÖK'le, hem de sınav hazırlayan ÖSYM ile bu meseleyi konuştum, önümüzdeki yıldan itibaren sınavlarımızda, liselerimizde ve ilköğretimin ikinci kademesinde okutulan müfredat üzerinden sınav yapılmaya başlanacak. Bunun kısmen dershanelere ihtiyacı azaltacağını ben düşünüyorum. Ama daha da önemlisi, eğer okullarınız arasında kalite farklılığı varsa, ülkenin her köşesindeki çocuklara eşit imkanlar ve fırsatlar sunamamışsanız ve bir tarafıyla daha iyi olan okullara öğrencileri seçme zorunluluğu ortaya çıkmışsa, bu sorunun devam edeceğini de hep beraber görmeliyiz. Bu açıdan bakıldığında ben mesela fen liselerinin, sosyal bilimler liselerinin, Anadolu liselerinin her birisini tüm ülkeye, her tarafta açmanın da mümkün olmadığını ifade edecek olursam, o zaman başka bir yol denemeye kapı açtığını görmek lazım gelir kanaatindeyim. Yani, başka bir ifadeyle; biz bugün her lisemizde fen lisesinde verilen dersleri, kabiliyetli olan öğrencilerimizin ve isteyen öğrencilerimizin alabileceği bir imkanı sunmamız gerekir. Yine, kabiliyetli öğrencilerimizin ve başarılı öğrencilerimizin sosyal bilimler lisesinde alabileceği dersleri sunacağımız bir fırsatı sunmamız gerekir. Öğretmen liselerinde, spor liselerinde, güzel sanatlar liselerinde ayrı ayrı ve başarılı okullarda var olan dersleri her lisede sunabilecek imkanı hazırladığımızda, dershanelere olan ihtiyaç kendiliğinden ortadan kalkacak kanaatindeyim. Bu açıdan bakıldığında, bizim altyapıyı tamamladıkça ve teknolojik yatırımlarımızı gerçekleştirdikçe, bu sorunun da kendiliğinden zaman içerisinde kalkacağı kanaatini taşıyorum. Dolayısıyla, dershanelerin varlığından çok bizim dershanelere olan talebi azaltacak tedbirlere yönlenmemiz gerektiği kanaatindeyim.

Sunucu Erdoğan Aktaş- Efendim, izleyicilerimizden gelen bir soru Anadolu liseleriyle ilgili. Yerleştirmede her sene kontenjan açığı kaldı, özellikle isim yapmış okullar değildir şüphesiz bunlar. Yerleştirme sisteminde değişiklik yapılacak mı, bu konuda bir çalışmanız var mı?

Bakan Ömer Dinçer- Evet, yerleştirme sisteminde bir düzenleme yapacağız. Henüz düzenlemenin kesin olarak nasıl olacağı açıklıkla konulmadı ama tıpkı üniversite imtihanında olduğu gibi, biz öğrencileri tek seferde yerleştirmeye çalışacağız. Önceki yıllarda çok kez yedeklerden yahut da ek yerleştirmelerden öğrenci alınmanın verdiği bir rehavet, bir de velilerin bu konudaki acaba başka okul olur mu endişelerinin getirdiği beklentiler vardı, onların önüne geçeceğiz ve tek seferde yerleştirmeyi başarmak için uygun bir yöntem arayışı içerisindeyiz.

Sunucu Erdoğan Aktaş- Efendim, Van konusuna da geleceğim, oradaki öğrenci ve öğretmenlerle ilgili de öyle zannediyorum ki anlatacaklarınız vardır ama benim ilk açıklama ya da tartışmayı duyduğum zaman bu konu devletin kutlamasından halkın kutlamasına geçiyor artık diye yorumladığım tartışma 19 Mayıs meselesi. Gerçekten nasıl olacak bundan sonra? Bir de tartışma boyutu o kadar alevlendi ki, sanki sistem sorunu gibi oldu. Bugün itibariyle neler söyleyeceksiniz, mesela önümüzdeki 19 Mayıs'ta ne olacak, nasıl kutlanacak, nasıl bir çalışma olacak?

Bakan Ömer Dinçer- 19 Mayıs kutlamalarıyla ilgili bizim yaptığımız düzenlemeden sonra bazı kesimler çok haksız ve biraz da yanlış ve eksik bilgiyle bir tartışma başlattılar ve konuyu çok ideolojik bir noktaya çekme gayreti içerisinde oldular. Ben öncelikle şunu söylemek istiyorum: 19 Mayıs, 29 Ekim, 23 Nisan gibi bayramlar bu toplumun ortak değerleridir. Biz, bu değerler üzerinden herhangi bir tartışma yapmayı asla düşünmeyiz bile. Bu değerlerin, sadece bizim yaptığımız değişiklik, bu değerlerin kutlama şekilleriyle alakalıdır. Bugün konu üzerinde çok fazla bir şey söylemeye gerek yok. 19 Mayıs törenlerinin nasıl yapıldığını bütün halkımız biliyor, öğretmenlerimiz ve öğrencilerimiz biliyor. O ideolojik tartışmayı yapanların bilmeleri gereken şey şu: Bundan öğretmenler, öğrenciler yahut veliler rahatsız değil. Sadece bunun üzerinden siyaset yapanlar belki konuyu tartışma haline getirdiler. 19 Mayıs törenleri, daha önceden de ifade edildiği gibi, 1940'lı yıllarda otoriter yönetimlerin kendi ideolojilerini aşılamak üzere toplum üzerine kurguladıkları ritüellerden oluşuyordu. O ülkelerin bizatihi kendileri bile bu tip bayram kutlama şekillerini çoktan terk etmiş bulunuyorlar. Türkiye'nin hala ısrarla bunu takip ediyor olmasının izahı nedir, ben de doğrusu merak ediyorum. Daha da önemlisi, artık biz eğitim sistemimizi şekilden çok öze kaydırmak zorunda değil miyiz? Siz az önce Dünya Bankası raporundan bahsettiniz. Dünya Bankası raporunda var olan sorunları biz 19 Mayıs törenlerinde askeri bir nizam içerisinde çocuklarımızı yürüterek çözebilir miyiz? Yine biz 23 Nisan'daki birtakım uygulama şekilleriyle çözme şansına sahip miyiz? Veya milli güvenlik dersinde verdiğimiz Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yapısını öğreterek çözme şansımız var mı? Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yapısını istediğimiz kadar iyi öğretelim, dünyanın ihtiyaç duyduğu bilgi ve yetenekleri çocuklarla yarışa soktuğumuzda kendisine avantaj sağlayacak şekle dönüştürmemiz mümkün mü? Dolayısıyla, genellikle bu meseleyi tartışırken millilikten ne anladığımızı sorgulamamız gerekiyor. Biz, Milli Eğitim Bakanı olarak millilikten şunu anlıyoruz: Eğer çocuklarımız uluslar arası alanlarda başka ülkelerin çocuklarıyla yarıştıklarında 34 ülke içerisinde 34. değil ama ilk 5'te olurlarsa milli olacaklarını ve kendilerine daha çok güveneceklerini ve ülkelerine daha çok aidiyet duyacaklarını düşünüyoruz. Yine aynı parayı harcadığı halde Macaristan'daki öğrencilerle matematikte aynı seviyede olduklarında, hatta daha iyi olduklarında biz bu ülkeye daha fazla aidiyet duyacaklarını düşünüyoruz. Bizim 19 Mayıs törenlerinin kutlanmasıyla alakalı temelde yapmak istediğimiz şey, bunu öncelikle çocuklarımıza, öğretmenlerimize ve nihayet halkımıza benimsetmek ve onların benimsemeleri içerisinde katılımlarını sağlamaktan geçecek. Statlarımıza, gerekiyorsa statlarımıza, gerekmiyorsa herhangi bir yerde halkımız gönlüyle, katılımıyla ve kendi istediği şekilde 19 Mayıs'ı kutlasın istiyoruz. Bizim önümüzde pek çok örnek var. 23 Nisan'ın resmi kutlama şekillerinin dışına çıktığınızda uluslar arası öğrencilerin folklor gösterileri ve yarışmalarının ne kadar çok katılım sağladığını, halk tarafından nasıl takdirle karşılandığını hep beraber görmüyor muyuz? Daha da önemlisi özel sektörün uyguladığı Türkçe Olimpiyatlarına halkın nasıl iştirakle katıldığını görmüyor muyuz? Aslında resmi devlet otoritesiyle kutlanan törenlerin uzun ömürlü olmadığını da hep beraber zaman içerisinde gördük, bu ülke bu tecrübeleri yaşadı. Ama buna karşın, çok uzun yıllardan beri mesela Kırkpınar Güreşlerine, Söğüt Şenliklerine bu ülke vatandaşın nasıl da ısrarla kutluyor ve o değerleri korumaya çalışıyor görüyoruz.

Öyleyse, bizimle bu konuda ideolojik kavga yapacaklara ben şöyle bir çağrıda bulunuyorum: Gelin, hep beraber bunu halka gönüllü bir şeklide kutlayacakları ve benimseyecekleri bir değer haline getirecek çalışmaları birlikte yapalım.

Sunucu Erdoğan Aktaş- Efendim, birkaç sorum daha olacak ama vaktimiz de azaldı, ama sormadan geçemeyeceğim. Uygun gördüğünüz ölçüde kısa yanıtlarsanız sevinirim.

İngilizce eğitime nereden bakarsanız bakın fiyasko, şu tarih itibarıyla söylüyorum. Çünkü mezun olan çocuk normal bir müfredatı okuduğunda "mister and miss brown"ı öğrenir, o kadar, cümle dahi kuramaz 8 yıl, 10 yıl gördüğü halde. Bununla ilgili radikal bir çalışmanız var mı? Tabi sadece İngilizce değil, yabancı eğitimi diyeyim ben ona.

Bakan Ömer Dinçer- Tabi aslında İngilizce eğitimiyle veya yabancı dil eğitimiyle alakalı sorunumuz olduğu açık. Çocuklarımıza bu konuda yabancı dili öğretemediğimizi hep beraber kabulleniyoruz. Ama doğrusu nasıl ve hangi yöntemle bu işe bir çözüm üretiriz konusuna hazır bir cevap vermek yerine analitik bir çalışma yapıyoruz. Yani buna radikal demek çok doğru olmayabilir ama sorunu doğru teşhis etmeden, uygun çözüm stratejileri geliştiremeyeceğimiz kanaatini taşıyorum, o yüzden de şöyle yapacağız yerine ve hazır bir çözümü önermek yerine, bu konuyu acaba niçin öğretemiyoruz'a daha ayrıntılı, daha çok tartıştığımız ve analiz ettiğimiz bir teşhis yaptıktan sonra cevap üreteceğiz, onun için biraz daha zamana ihtiyacımız var diye düşünüyorum.

Sunucu Erdoğan Aktaş- Şüphesiz siz de bakmışsınızdır, benim tabii üzerinden çok geçti, ortaokul, lise, kitaplar bir felaketti, daha sonra diğerlerini gördüğümde, yurt dışında gördüğümde anladım. Eminim o kitaplar da inceleniyordur ya da siz onları da analitik bir düzlemden geçiriyorsunuzdur.

Sayın Bakan şunu merak ediyorum: Siz yaz döneminde Bakan oldunuz. Ben çocukluğumdan hatırlıyorum, karne dönemi çok heyecanlıydı. Bakan olduktan sonraki ilk karne döneminde heyecan duydunuz mu ya da neler hissettiniz?

Bakan Ömer Dinçer- İnanın gerçekten heyecanlandım. Daha da önemlisi, çocuklarla beraber olmak ve o karne heyecanını yaşamak benim için de çok güzel duygulara vesile oldu. Hatta çocuklara benim karnem sizin kadar başarılı değildi, benim karnemi sakın sormayın demiştim. Oradan öğrencilerimizden bir tanesi, bakan olduğunuza göre karneniniz kötü olmamalıydı gibi bir yorum da yaptı. Hakikaten çocuklarımız için özellikle karne günleri çok özel günler. Onun tadı ve heyecanı çok farklı oluyor, benim için de güzel bir tecrübe oldu.

Sunucu Erdoğan Aktaş- Efendim, Van'ı konuşmadan geçmeyelim, programı kapamayalım istiyorum. Çünkü orada öğretmenler de sıkıntı içerisinde, öğrenciler de sıkıntı içerisinde. Kuşkusuz başka branşlardaki devlet memurları ve vatandaşlarımız da bu koşullarda ama biz özellikle eğitim noktasından baktığımız zaman hangi noktadasınız ve hangi adımlar atılacak, kısaca buna da yanıt verirseniz çok sevinirim.

Bakan Ömer Dinçer- Şimdi bir kere Van'la ilgili olarak ben iki hususu belirtmek istiyorum. Onlardan bir tanesi öğretmenlerimizle ilgili olan.

Bir gerçeğin altını çizmekte yarar var. Çünkü medya orada birkaç öğretmenimizin yaptığı gösteriye dair ağırlıklı olarak haberler yaptı, ama bir gerçek gözden kaçtı, ben buradan onu söylemek ve teşekkür etmek istiyorum.

Deprem olduğu andan itibaren çok sayıda öğretmenimiz oradaki sosyal hizmetlerin her birisinde görev aldı. Kendileri depreme maruz kalmalarına rağmen orada vatandaşlarımızın çadır kurmalarında, yemek, ısınma ve benzeri sorunlarının çözümünde bütün sivil toplum örgütlerinde rol alan, başka görevler yerine getiren insanlarımız oldular. Dolayısıyla, ben bu öğretmenlerimizin o dönemde gösterdikleri çabaların gözden kaçırılmaması gerektiği kanaatindeyim ve onlara teşekkür ediyorum.

Yine bugün hakikaten çok ağır hava şartlarında biz elimizden geldiği kadar imkanlarımızın ve zamanın elverdiği ölçüde onlara iyi imkanlar, iyi kalabilecek yerler hazırlamaya çalıştık. Ama orası bir deprem yaşadı, orada insanlar çadırda kalıyorlar, biz onlara çadır değil ama az veya çok konteyner hizmeti sunacak bir alt yapı oluşturmaya çabaladık. Zor şartlarda eğitim yapıyorlar, bunun farkındayız.

Ama şunu bilmeleri lazım: Biz asla onları unutmadık, elimizden geldiğince onlara iyi imkanlar vermeye çalışıyoruz, eğitim orada aksamasın diye çaba sarf ediyoruz. Ama oradaki şartların ağır olmasını göz ardı ettiğimizi asla akıllarına getirmemeliler. Ben bütün teşkilatımla sıklıkla oradayım, her seferinde bir genel müdürüm orada yer alıyor, ben de birkaç kez gidip geldim ve alt yapı çalışmalarını gözden geçirdim. Yine önümüzdeki zaman diliminde tekrar gitmek gibi bir plan içerisindeyiz.

Dolayısıyla, öğretmenlerimize ben buradan hem teşekkür ediyor, hem sabır, hem de çocuklarımıza daha fazla şefkat göstermelerini diliyorum, çünkü öğrencilerimizin tutunabilecekleri en sağlam ve en güvenilir dal öğretmenlerimiz olacak.

İkinci husus ise, tabi deprem sebebiyle orada yaklaşık biz 160'a yakın, 159 okulumuzu kaybettik, onların yerine hızla okullar yapmayı planlıyoruz ve çabalıyoruz. Hava şartları çok ağır, her şey hazır olmasına rağmen bazı okullarımızı yapma imkanımız olmadı. Ama bütün bunlara rağmen, bakın birkaç aylık zaman geçmiş olmasına rağmen depremin üzerinden, biz orada 5'e yakın prefabrik okulu da eğitime soktuk ve çocuklarımızın her birisine de bir okul, bir derslik imkanı sunduk. O şartlar içerisinde eğitimlerini aksatmamalarını ben özellikle onlardan rica ediyorum. Çünkü eğitimin aksaması demek, onların geleceğinde birkaç tuğlanın eksik olması demek. Bu açıdan bakıldığında, biz elimizden geleni yapıyoruz, telafi eğitimi de yapacağız, destek hizmeti verecek türden çabalar da sunuyoruz. Onların sorunlarının farkındayız ve kaynaklarımız ve zamanımız elverdiği ölçüde onları çözmeye çalışıyoruz.

Sunucu Erdoğan Aktaş- Sayın Bakan, son soru dedim ama izninizle ben bir soru daha soracağım, yine eğitimle çok önemli bir nokta, yine Fatih Projesine de gönderme yapacağım ama genel.

Bütün bakanlar, hangi partiden olursa olsun milli eğitim bakanlarından söz ediyorum, okullarda toplanan paralarla ilgili açıklama yapılır. Ben karşılaştım, çünkü birçok kişi arar yardım ister falan, her yıl bu meseleler devam ediyor. Bakıyorsunuz okul da haklı, çünkü birtakım sıkıntıları var, fakat velilerin vermesi mümkün girecek, şimdi işin içine internet girecek, akıllı tahta girecek, tabletler girecek, internet maliyeti olacak. Fatih Projesinden dolayı çocuklara ya da velilere, hadi şu faturayı da siz ödeyin diyecek mi okullar?

Bakan Ömer Dinçer- Şimdi öncellikle şunu ifade etmek istiyorum size: Bir kere özellikle okullarda kayıt yapıldığı dönemlerde okul idarecilerinin ve öğretmenlerin herhangi bir bağış almalarının hiçbir haklı ve mazur tarafı yok; bunu vurgulayarak söylemek istiyorum. Ben Bakan olduktan sonra yayınladığım genelgede okul yöneticilerinin veya okul aile birliklerinin okula bağış almalarını yasaklamadım, sadece kayıt zamanında kayıt yapma gücünü veya başka bir teknik ifadeyle makama dayalı gücünü kullanarak velilerin bağış yapmaya zorlanmasına yasak getirdim. Bu, beraberinde sadece bağışı değil, birtakım usulsüzlükleri ve yolsuzlukları getiriyor çünkü. Diyelim ki büyük şehirlerde merkezi okullara çevreden öğrenciler gelmek istiyorlar ve bunu bağış vererek hakları olmadığı halde kayıt yaptırıyorlar, halbuki o merkezdeki okulun bulunduğu mahallede veya çevredeki öğrenciler ise bağış yapamadıkları için okula kayıt yaptıramazsınız tehdidiyle karşı karşıya kalıyorlar. Bu çok doğru bir şey midir sizce?

Sunucu Erdoğan Aktaş- Ciddi sıkıntılar var.

Bakan Ömer Dinçer- Dolayısıyla, velilerin bağış yapmalarını ben kayıt zamanı değil, kaydın dışında okul aile birliklerinin velilerimizi toplamalarını, okulun dertlerini anlatmalarını ve bunun karşılığında bağış almalarını engelleyen herhangi bir düzenlememiz bulunmuyor. Ama hiç suretle kayıt zamanı bağış alınmasına izin vermeyeceğiz, bunu tüm okul idarecilerimiz lütfen bilsin.

Ama başka bir gerçekten de bahsetmek istiyorum size, aslında okullarda bağış almak hakikaten mazur göreceğimiz bir şey değil. Biz buradan yeteri kadar kaynak gönderemezsek bile, yerel yönetimler, il özel idareleri ellerinden geldiğince bizim eksikliğimizi giderecek tedbirleri alıyorlar.

Ama daha da önemlisi, konuşmamın başında belirttim, bugün ülkemizde yaklaşık 42 bin 500 civarında okulumuz var. Bu okullardan sadece büyük şehirlerin merkezlerinde olan yaklaşık 2 bin, 3 bin civarındaki okul bağış alabiliyor, geri kalan aşağı yukarı 39 bin civarında okulun zaten bağış alma diye bir sorunu yok. Bu açıdan bakıldığında, yaklaşık 3 bin civarında, yüzde 5, yüzde 6, yüzde 7 civarındaki okulun bağış almasından hareketle bağış almayı, özellikle kayıt zamanında bağış almayı meşru olarak görmemiz toplum olarak doğru bir analiz değil.

Başka bir şeyi daha ifade edeyim, üstelik benim yaptığım tespitlere göre aslında bağış alan okulların pek çoğunun otopark gibi, spor salonu gibi, çok amaçlı salon gibi, kantin gibi yerlerden elde ettiği gelirler de oldukça yüksek. Dolayısıyla, zaten geliri olan okulların önemli bir kısmı bağış almaya zorluyor, çünkü onlar parayı rahat harcamaya alışmışlar ve okulların çok büyük bölümünün de bağış almak diye zaten bir imkanı bulunmuyor. Öyleyse biz gerçekten oradaki birkaç bin okulun alacağı bağışı tüm Türkiye'de okulların bağış gibi görerek genelleştirme imkanına sahip olabilir miyiz?

Bu açıdan bakıldığında, ben tekrarlıyorum; okul idarecilerimizin okul kayıt zamanı kaydı hak eden bütün öğrencilerden zorla bağış almadan kayıt yapmalarının gerektiğini, bunun hakça bir uygulama olacağını ifade ediyorum.

Sunucu Erdoğan Aktaş- Sayın Bakan, çok özür dilerim ama, çok ısrarlı bir izleyici bir soru soruyor, sormazsam hakkını yemiş olacağım, çünkü spesifik bir konu, sanıyorum yanıtını bulamamış. Diyor ki tercih çıktısına 4 yıl yer değiştirmeyeceğim diye imza attırılıyor, bu normal diyor. Fakat bunun içine eş durumu yer değiştirmeleri de dahil midir diye soruyor. Sizin için açık bir soru mu bu?

Bakan Ömer Dinçer- Hayır, eş durumu dahil değil, çünkü eş durumuyla ilgili düzenlemeler başka bir kanunda yapılmıştır. Dolayısıyla eş durumuyla ilgili düzenleme yapacağız. Ancak şuradan belki başka bir duyuruyu da yapmak gerekir, eş durumlarını artık bundan sonra yılda bir kere yapacağız ve onu çok büyük ihtimalle Ağustos ayı sonunda veya Eylül ayı başında gerçekleştireceğiz, dolayısıyla dönem içerisinde eş durumundan atama yapılmayacak. Bunu tüm kamuoyuna bilgi olarak vermek istiyorum, çünkü herhangi bir öğretmenimiz belirli bir okulda görev başladıktan sonra çocuklarımızla iletişim kuruyor ve çocuklarımızın birçoğuyla aralarında duygusal bağlar oluşuyor. Dönem ortasında o öğretmeni alıp bir başka yere gönderdiğimizde, hem duygusal olarak çocuklarda zedelenmeler meydana geliyor, hem de yeni bir öğretmen atayana kadar en azından 30-35 öğrencimiz birkaç ay süreyle öğretmensiz kalıyor ve dersleri boş geçiyor. Bu açıdan eğitimin kesintisiz devamı için ve eğitimin niteliğinin korunması için eş durumundan atamaları da yılda bir kere yapacağız.

Onun ötesinde başka bir imkanı da tamamlamak üzere vermiş bulunuyoruz, yine yapılan yeni hukuki düzenlemeyle gerçekten çok ihtiyaç duyuyorsa, ailevi meseleler, sağlık ve güvenlik meseleleri sebebiyle biz yılda bir kere bu tip düzenlemeleri yapacağımız için dönem içerisinde istisnai bir durum olarak ortaya çıkarsa, o zaman 1 yıl süreyle ve daha sonra da 1'er yıl uzatılmak şartıyla kadrosunda yıllık ücretsiz izin vereceğiz ona ve onun yerine başka bir öğretmeni gönderme imkanımız olacak. Bu açıdan bakıldığında, öyle bir kolaylık ve esneklik de sağlamış bulunuyoruz.

Sunucu Erdoğan Aktaş- Sayın Bakan, çok teşekkür ediyorum yayınımıza katıldığınız için; çok önemli bir konu, ne kadar tartışsak süre yetmeyecek.

Çok teşekkürler bir kez daha A Haber'e konuk olduğunuz için. Bakan Ömer Dinçer- Ben de teşekkür ediyorum sizlere, iyi yayınlar diliyorum.

Sunucu Erdoğan Aktaş- Sağ olun.

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber