Miami'de evi olan sendikacı var sendikalarda şeffaflık şart
Jale Özgentürk /referans
Solda birlik için çalışırken, adı 'Papermoon Darbecisi'ne çıkan DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, 12 Eylül'ün Türkiye'de ?sendikacılığa deli gömleği giydirdiğini? söylüyor. Sendikalı işçi sayısının azalmasını yasal engellemelere bağlıyor ancak ?sendikalar da özeleştiri yapmalı? diyor. Çelebi'ye göre sendikacılıkta şeffaflık şart. Çünkü ?sendikacılar içinde Miami'de evi olan bile var.?
Yarın 12 Eylül'ün 26'ncı yıldönümü. O tarihten bugüne
sendikacılık nasıl değişti?
1992'de sendikal yaşama yeniden girdik. 12 Eylül sendikal harekete deli gömleği
giydiren bir düzen. Yeni anayasa ile sendikacılığa yüzde 10 barajı getirildi.
Yani bir işkolunda çalışan işçilerin yüzde 10'unu üye yapmak zorundasınız.
Mesela metal iş kolunda en az 60 bin kişiyi, tekstilde 70 bin kişiyi üye
yapacaksınız ki, ?sendikal ehliyet? alacaksınız. İkinci baraj, işyerlerinde
çalışan işçilerin yüzde 50 artı 1'ini üye yapacaksınız. Uluslararası Çalışma
Örgütü'nün (ILO) sözleşmelerine aykırı bir uygulama bu. DİSK'in yaşam hakkı
bulmaması için getirilen bir diğer engel ise bütün üyeliklerin noterden
yapılması zorunluluğu oldu.
Türk İş ve Hak İş için aynı koşul yok muydu?
Daha önce faaliyette olan Türk-İş ve Hak-İş üyelerini eski üye fişleriyle
bakanlığa bildirdi ve bu bildirimlerde noter şartı aranmadı. Türkiye'de
sendikacılığın istatistikleri böyle şekillendi. Şu anda kağıt üzerinde gözüken 3
milyonu bulan işçi sayısı eski belgelere dayalı ve noterden geçen belgelere
dayanmıyor.
Sendikalı işçi sayılarının gerçekçi olmadığı biliniyor. Sizin gerçek üye sayınız
ne?
Bu rakamlar eski üyeliklerin tesliminin sonucudur. Bizim istatistiklerimiz kabul
edilseydi, sadece DİSK'in üye sayısı 2 milyonu bulurdu. Bizim şu anda notere
ödediğimiz para 20 trilyonu bulmuştur. Bizim şu anda 295 bin üyemiz var.
Gerçek sayı mı?
Çok açık yüreklilikle söylemeliyim ki bunlar aktif üyelik değildir.
Noterden olduğu halde neden gerçek sayı değil?
Aslında barajı aşmak için üyelikler yapılıyor. Bizim üyeliklerimiz noterden
geçtiği halde bizim rakamımız da gerçeği yansıtmıyor. Çok gerçekçi söylüyorum.
Bu sayının yarısı oranında aktif ve sözleşmeli üyemiz var. İşyerlerinden çoğunda
sözleşme sürecini yaşamamışızdır. Eski kağıtlar istatistik oldu...
Sendikalar üye bulamıyor. Türkiye'de sendikacılık nereye gidiyor?
Türkiye'de yasalar işçiyi korkutuyor. Sendikalı olmanın bedeli ağır. Örneklerini
Çalışma Bakanlığı'na verdiğim raporda da ortaya koydum. AKP iktidarını DİSK
açısından ortaya koyduğumda 58 ilde örgütlenme faaliyetinde bulunmuşuz. Toplam
32 ilde 17 bin üye kaydetmişiz. Ve 4 bin 192 üyemiz işten atılmış. İşçi
sendikaya daha iyi çalışma koşulları, daha iyi standartlar, sosyal haklar elde
etmek için geliyor. Sendikalar ise bu talepleri kısa zamanda çözemiyor. Yasal
açık çok fazla.
İşçinin sendikalardan uzak durmasında sendikaların hatası yok mu?
Tabii ki var. Bu hatalar sendika içi demokrasiden, birçok alanda sendikal
hareketin duruşuna kadar gidiyor. Güven zaafı var. Sendikaların da özeleştiri
yapması gerekiyor.
Sendikalar çok ciddi bir ekonomik güç haline geldi. Üstelik de şeffaf değiller.
Otel sahibi sendikalar var...
Bir sendikanın mali durumunun iyi olması iyi bir şey. Ama bunun iyi kullanılması
halinde. Sendikalar şeffaf mıdır? Olması gerekiyor. Bizim tabanın söz sahibi
olması konusunda ciddi bir irademiz var. Ekonomik anlamda duruşumuz net. Bizim
bilançolarımız şeffaftır. Sendikalarımız bunu üyelerine de sunuyor. DİSK her
konuda yargılandı, bir tek parasal konuda yargılanmadı. Bütün belgelerimiz
incelendi. Yargılayanlar bile temizliğimizi kabul ettiler. Miami'de ev alan
sendikacı da var. Biz mal beyanları veriyoruz. Ben diyorum ki bu mal beyanları
açıklanmalı. Sadece açıklanması da yetmez nereden bulduğumuzu da kanıtlamalıyız.
Diyelim ki Süleyman Çelebi'nin evi var. Nereden bulduğunu kanıtlamak zorunda,
Çok açık olmalıyız. Ben mal beyanımı açıklamaktan çekinmem.
Dünyada bir küreselleşme gerçeği var. Artık sermaye de iş gücü de daha rahat
dolaşıyor. Sendikacılığın geleceği konusunda bir analiz yaptınız mı?
Tabii ki yaptık. Bu noktada bakışımız şu. Dünyadaki küreselleşme karşısında
bizim de sendikal hareket olarak emeğin küresel hareketini yaratmak
zorunluluğumuz var. Yani artık yalnız Türkiye'de vereceğimiz mücadele yeterlidir
diyemeyiz. Klasik söylemle Türkiye'de sendikacılık yapma çağı artık bitti.
Uluslararası ilişkilerin örgütlülüğünü sendikal yaşamda da uygulamak zorundayız.
Çin'deki işçinin hakkı da bizim için, Almanya'daki işçinin de. Ancak ortak
modeli hâlâ yakalayamadık. Avrupa sosyal modeline kendiliğinden gelinmedi.
Mücadeleyle gelindi. Bu haklarımızı ortak savunmalıyız.
İşçinin küresel birlikteliği mümkün mü? Örneğin Almanya'da Polonyalı işçi
geliyor diye olay çıkıyor. İşgücünün dolaşımı Avrupa Birliği'nde bile sorun.
İşini kaybediyor çünkü. Bu ciddi bir çelişki yaratmıyor mu?
Emeğin küresel mücadelesi mümkün. Örneklerini yaşıyoruz. Üretimin Çin'de ya da
Türkiye'de yapılmasının organizasyonu, emeğin ortak hareketinden geçiyor. Evet
Mercedes üretimi Romanya veya Türkiye'de yapıldığında Türkiye'deki standartlar
yükselmediğinde, Almanya'daki işçi için tehdit sürüyor. Oysa Türkiye'deki
standartlar o seviyeye gelirse bu herkesin yararınadır..
Ama sorun Avrupa Birliği'nden çok Çin ve Uzakdoğu rekabetinden kaynaklanıyor.
Büyük şirketler düşük maliyet nedeniyle o ülkelerde üretime yöneliyor. Bu
ülkelerle rekabet etmek mümkün mü?
Bizim Çin'le Uzakdoğu ülkeleriyle enerjisinden hammaddesine kadar rekabet etme
koşulumuz yok. Şuna ihtiyacımız var: Sosyal standartların uygulanmasında Avrupa
ayağında baskı grubu oluşturmamız gerek. Sosyal etiketleme yapmak zorunda.
Özellikle tekstilde Türkiye'ye bu konuda baskı gelir hep.
Evet. İLO standartları, sosyal standartlar açısından hep bizim ülkemiz masaya
oturtulur. Bunun olmasını tabii biz de arzuluyoruz. Ama aynı şirketler aynı
standartların Çin'de de uygulanması istenince iki yüzlü davranıyorlar. Bir
bütünleşmeye ihtiyacımız var.
İşte bu durum karşısında DİSK olarak işverenle diyaloğunuz nasıl?
Biz zaten DİSK olarak kamuda yokuz. Özel sektördeyiz ve Türkiye'nin en zor
sendikacılığını yapıyoruz. DİSK işçilerinin büyük bölümü, fabrikalarına Avrupa
Kalite Ödülü kazandırdı. Üretim ilişkilerine baktığımızda şöyle bir talebimiz
var. Biz üretimden yana, kaliteden yana verimlilikten yana bir sendikacılığı
savunuyoruz. Ama en iyi hakları elde etme konusunda da mücadele veren bir
sendika anlayışını savunuyoruz. Türkiye'de ise iki işveren anlayışı var. Örgütlü
ilişkiye set vuran, reddeden ve diyalog sürecini bertaraf eden bir anlayış. Bu
grup daha çok kayıt dışı çalışan kesim. Bir kesim ise bu örgütlülüğe yeşil ışık
yaksalar bile sonuçta ciddi anlamda kayıt dışından besleniyorlar.
Papermoon'a da giderim sokaklarda da olurum
Bir süredir solu bir araya getirmek için 10 Aralık adını verdiğiniz bir
platformda buluştunuz. Amaç nedir?
Solda yenilenme, bütünleşme, kitleselleşme adı altında başladı hareketimiz.
Başlangıçta DİSK öncülüğünde başladı ama sendikamızla kurumsal bir ilişkisi yok.
Farklı kesimlerden katılım var. Önce platformdu şimdi hareket oldu. 13 bölgede
kitlesel toplantılar yaptık. Talebimiz şu: Türkiye 50 yıldır sağ iktidarlar
tarafından yönetiliyor. Bugün yaşanan temel sorun da buradan kaynaklanıyor.
Çağdaş batılı bir sosyal demokrat partiye ihtiyaç var. Bu ilişkinin yaratılması
sürecinin oluşturulmasında bizim bir misyon ve vizyonumuz olmalı diye bakıyoruz.
Bu hareketin bir patronu var mı? Finansman desteği nasıl sağlanıyor?
Benim bu harekete kişisel katkım var. Özgür ilişkiler içindeyiz. Bu hareketin
kişisel bir patronu yoktur. Lider değil önemli olan. Kurumsal patronu da yok.
Para gücüne sahip olan kişilerin bir oluşumu değil bu.
Önce Özgürlük ve Demokrasi Partisi (ÖDP) ile bugünlerde de Demokratik Sol Parti
(DSP) ile görüşme yaptığınız gündeme geldi.
Biz solun iktidarını yaratmaya çalışıyoruz. Bu anlamda ÖDP'yle de DSP ile de
görüşüyoruz. Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) ile ya da başka kanaat
önderleriyle de görüşüyoruz.
?Papermoon darbesi? olarak basına yansıyan CHP'yle dirsek teması nasıl ortaya
çıktı? Görüşme talebi nereden geldi?
Talep Mustafa Sarıgül ve Bülent Tanla'dan geldi. Ama CHP adına değil. Sarıgül'le
DİSK Başkanı olarak onlarca kez görüştüm. Bazen beraber yürüyüşe katıldık.
Burada yaklaşımımız şu. Biz hiçbir şekilde bir partiyi hedef alarak çalışma
yapmıyoruz. Bizim tek amacımız var. Solun iktidar olması. Papermoon'da da daha
öncede söylediğim gibi CHP'nin C'si konuşulmadı. Biz hareketimizdeki
gelişmeleri, Sarıgül de bölge toplantılarını anlattı.
Papermoon'da olması mı ilgi çekti?
Bunları aşmalıyız. Biz Papermoon'da da oluruz. Sokaklarda da varız. Otellerde de varız. Biz örgütlü sendikayız. Hilton'da bulunursam tuhaf mı? Beş yıldızlı otelde kalıyorlar gibi suçlama olur mu? Bunun yerine duruş noktamız önemli.
Belediye başkanı orayı uygun bulmuş. Ben oraya gelmem diyemem.