İdare hatalı mahkeme kararını uygulamak zorunda mı?

Anayasa Mahkemesi, 2018/37136 sayılı Başvuru Kararında, "Kararın hukuka aykırı olduğunun düşünülmesi mahkemelerin kanunda öngörülmeyen bir usulle bir kararın icrasını durdurmasını meşru kılmaz" demiştir.

Kaynak : Memurlar.Net - Özel
Haber Giriş : 11 Mart 2022 00:09, Son Güncelleme : 11 Mart 2022 00:14
İdare hatalı mahkeme kararını uygulamak zorunda mı?

Anayasa Mahkemesi şu hususlara vurgu yaptı:

. Hakim takdirde hata yapsa bile verdiği kararın bağlayıcılık vasfı ortadan kalkmamaktadır.

. Bir yargı merciinin kanuni temeli bulunmadıkça başka bir yargı merciince ya da bizzat kendisi tarafından verilen bir kararı icra etmemesi yolunda idareye talimat göndermesi kabul edilebilir bir durum değildir.

. Hukuka aykırı kararların icrası ancak ilgili usul kanunlarında öngörülen yöntemlere uyularak durdurulabilir.

. Hukuken hatalı bile olsa kanunda öngörülen usullere uygun olarak ortadan kaldırılmadıkça mahkeme kararının icrası zorunludur.

Anayasa'nın 138. maddesinin son fıkrasında yasama ve yürütme organları ile idarenin mahkeme kararlarına uymak zorunda olduğu, bu organların ve idarenin, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremeyeceği ve bunların yerine getirilmesini geciktiremeyeceği belirtilmiştir. Mahkeme kararlarına uyulması zorunluluğu ile bunların idare tarafından değiştirilemeyeceği ve yerine getirilmesinin geciktirilemeyeceği kuralı anayasal hak ve özgürlükler için geçerli olan ek bir güvencedir. Dolayısıyla idare tarafından mahkeme kararının uygulanmasının reddedilmesi veya değiştirilmesi Anayasa'nın 138. maddesinin son fıkrasında yer alan özel güvenceye aykırı olacaktır.

İhtilaf konusu taşınmazın başvurucular adına tesciline hükmedilen 7/3/2017 tarihli kararın kanunlara göre kurularak faaliyette bulunduğu tereddütsüz olan bir mahkemece verildiği açıktır. Dolayısıyla söz konusu kararın bağlayıcılığının olmadığını ve gereğinin idarece gecikmeksizin yerine getirilmesi zorunluluğunun bulunmadığını düşündürtecek hiçbir neden yoktur.

Tapu Müdürlüğü, başvurucular lehine verilen tescil kararını Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2016/367 sayılı davasında 7/9/2016 tarihinde ihtiyati tedbir kararı verilmiş olması sebebiyle icra etmekte tereddüt etmiş ise de ihtiyati tedbir kararlarının mahkeme hükümlerinin tesciline engel teşkil etmediği açıktır. İhtiyati tedbir kararı taşınmaz malikinin taşınmazını üçüncü kişilere satmasını veya devretmesini önlemeye yönelik olup bu kararın mahkeme hükümlerinin icrasını önleyici bir fonksiyonu bulunmamaktadır. Asliye Hukuk Mahkemesinin 19/7/2017 tarihli kararında yer alan ve E.2016/526 sayılı davada A.A.nın davayı kabul etmesinin gerçekte taşınmazın rızaen devredilmesi niteliğinde olduğu görüşünün de kabul edilebilir bir yanı bulunmamaktadır. Söz konusu davada davalı A.A. davayı kabul etmiş ise de taşınmazın mülkiyeti A.A.nın kabulüyle değil mahkeme kararıyla başvuruculara intikal etmiştir. Öte yandan E.2016/526 sayılı dosyada görülen davanın taraflarının kötü niyetli olup olmadığını değerlendirmek mezkür davaya bakan hakimin takdirindedir. Hakim takdirde hata yapsa bile verdiği kararın bağlayıcılık vasfı ortadan kalkmamaktadır. Dolayısıyla Tapu Müdürlüğü ihtiyati tedbir kararını gerekçe göstererek tescil kararını icra etmekten kaçınamaz. Tapu Müdürlüğünün bir mahkeme kararını icra etmemesi Anayasa'nın 138. maddesinin son fıkrasını açıkça ihlal etmektedir.

Ayrıca somut olayda Tapu Müdürlüğünün Asliye Hukuk Mahkemesinin talimatı doğrultusunda başvurucular lehine verilen tescil hükmünü icra etmekten imtina ettiği görülmektedir. Belirtilmelidir ki bir yargı merciinin kanuni temeli bulunmadıkça başka bir yargı merciince ya da bizzat kendisi tarafından verilen bir kararı icra etmemesi yolunda idareye talimat göndermesi kabul edilebilir bir durum değildir. Kararın hukuka aykırı olduğunun düşünülmesi mahkemelerin kanunda öngörülmeyen bir usulle bir kararın icrasını durdurmasını meşru kılmaz. Hukuka aykırı kararların icrası ancak ilgili usul kanunlarında öngörülen yöntemlere uyularak durdurulabilir. Bunun dışındaki her türlü müdahale Anayasa'nın 138. maddesinin son fıkrasıyla çelişir.

Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından Tapu Müdürlüğüne gönderilen ve taşınmazın başvurucular lehine tescil edilmemesi talimatını içeren 7/4/2017 tarihli yazıda ihtiyati tedbir kararının başvurucuların dava açmasından önce verildiğine vurgu yapıldığı gözlemlenmiştir. 5403 sayılı Kanun'un 8/İ maddesi kapsamındaki ön alım hakkının kullanılabilmesinin şartlarının belirlenmesi, birden fazla sınırdaş taşınmaz maliki tarafından bu hakkın kullanılması halinde nasıl karar verileceği ve bir sınırdaş lehine ihtiyati tedbir kararı verilmiş olmasının diğer sınırdaşın dava açmasına engel oluşturup oluşturmadığı meselelerini çözümlemek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir. Bu hususlar, 5403 sayılı Kanun'un 8/İ maddesinde düzenlenen ön alım hakkının esasıyla ilgili sorunlar olup bunları çözüme kavuşturmak derece mahkemelerinin işidir.

Bununla birlikte Asliye Hukuk Mahkemesi, başvurucular tarafından açılan ve E.2016/526 sayılı dosyada görülen davada bu meseleleri değerlendirerek bir karar vermiştir. Anayasa Mahkemesinin önündeki mesele bu kararın 5403 sayılı Kanun'a uygun olup olmadığını değil icra edilmemesinin mülkiyet hakkını ihlal edip etmediğini denetlemektir. Asliye Hukuk Mahkemesinin A.S. tarafından açılan davada verilen ihtiyati tedbir kararının A.S.ye üstün bir hak tanıdığını ve başvurucular lehine tescil kararı verilmesini engellediğini düşünmesi halinde başvurucular lehine karar vermeden önce bunu dikkate alması gerekirdi. Karar verildikten sonra Asliye Hukuk Mahkemesinin Tapu Müdürlüğüne gönderdiği idari bir yazıyla kararının yanlış olduğunu ima etmesi ve kararın uygulanmamasını Tapu Müdürlüğünden istemesi Anayasa'nın 138. maddesiyle uyumlu olmadığı gibi ciddiyetle de bağdaşmamaktadır. Hukuken hatalı bile olsa kanunda öngörülen usullere uygun olarak ortadan kaldırılmadıkça mahkeme kararının icrası zorunludur.

Üçüncü kişilerin haklarının zedeleneceği düşüncesi de Asliye Hukuk Mahkemesinin kararın icra edilmemesi yönünde Tapu Müdürlüğüne talimat vermesini haklılaştırmaz. Başvurucuların dava açtığı tarihte, A.S. tarafından açılan davanın da derdest olduğu görülmektedir. Asliye Hukuk Mahkemesinin her iki davayı birlikte değerlendirmesi ve bundan sonra karar vermesi adaletin iyi yönetimi ve usul ekonomisi açısından uygun olurdu. Ancak Asliye Hukuk Mahkemesi dosya yönetimindeki bu ihmal ve başarısızlığını hiçbir kanuni temele dayanmaksızın kararın icrasını durdurarak gidermeye çalışmış, böylece lehlerine verilmiş bir mahkeme kararının icrası hakkından başvurucuları mahrum bırakmıştır.

Başvurucular tarafından açılan davalarda İdare Mahkemesi de Tapu Müdürlüğünün Asliye Hukuk Mahkemesinin talimatını yerine getirmede bağlı yetki içinde olduğunu belirterek tescil talebini reddetmesinin hukuka uygun olduğu sonucuna ulaşmıştır. İdare Mahkemesinin Asliye Hukuk Mahkemesinin 7/4/2017 tarihli müzekkeresinin Anayasa'nın 138. maddesine aykırı olup olmadığı yönünden bir denetim yapmadığı görülmektedir. Yargısal nitelikte olmadığı açık olan söz konusu müzekkerenin Tapu Müdürlüğü yönünden bağlayıcı olduğunun kabulüyle uyuşmazlıktaki asıl meseleyle ilgili bir inceleme yapılmasından kaçınılması etkili bir yargısal denetim yapılmaması sonucunu doğurmuştur.

Sonuç olarak başvurucular lehine verilen tescil kararının icra edilmemesinin Anayasa'nın 138. maddesinin son fıkrasında yer alan mahkeme kararlarının bağlayıcılığı ve gecikmeksizin yerine getirilmesi gerektiği güvencesine aykırı olduğu, dolayısıyla Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiği kanaatine varılmıştır.

KARAR

RABİA AYDIN VE ŞERİFE AKSU BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/37136)

Karar Tarihi: 28/12/2021

R.G. Tarih ve Sayı: 2/2/2022-31738

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber