Eğitimi Düşünmek ve Ek -2'yi Savunmak

Kaynak : Memurlar.Net
Haber Giriş : 02 Mart 2009 00:23, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42

Birkaç yıldır devam eden Eğitim Kurumları Yönetici Atama yazbozu süresince bir çok kez objektiflikten ayrılmadan genellikle hukuki dayanaklara dayalı olarak birçok yazı kaleme (pardon klavyeye) aldım.
Bu yazıların birçoğunda da kariyer, liyakat, hizmetin gereği ile hukuki gelişme ve kararları göz önüne alarak tamamen konunun çözümüne yönelik yapıcı eleştiriler ortaya koydum. Birçok kez de yargıya bizzat başvurdum.

Kişisel en küçük takıntıya sahip olmadan ve objektiflikten ayrılmadan bana gelen maillere cevap vermeye çalıştım. İnsanların önerilerini alıp paylaşmayı ve karşılıklı tartışmayı ilke edindim.

Tabii ki bütün bunları yazarken bu yazdıklarımın yanında olanlar da karşısında olanlar da olacaklardı. Elbet ki gelişen süreçte birileri koltuğa atanıyor ve birileri koltuklarından oluyorsa koltuğundan olanların seslerini çıkarmalarından daha doğal bir şey olmaması gerekiyordu. Bu durum her ne kadar da eğitimcilik kimliğinin özüne yakışmıyorsa da eğitimcilik kimliğini bertaraf ederek yapılan fevri çıkış ve yaklaşımlar eğitimciden çok eğitime zarar vermektedir.

Bu konunun mümessili eğitimcilerden çok eğitimi şekillendiren unsurların siyasi ve bireysel çıkarlarını ön plana çıkarmaları ile belki de beceriksizlikleridir.

Eğitim yöneticiliği çok önemli bir unsur olmakla beraber mevcut şartlarda yöneticiliğin kalitesinin düşürülmesine yönelik çalışmalar ile teşkilatta yaratılan kavgalar, mağduriyetler ve küskünlükler eğitim yöneticiliği makamının cazibesini de aslında manevi olarak tüketmiştir.

Yine de önemlidir eğitim yöneticiliği, çünkü eğitimin en temel ayağı okullarımız olup okullarımızı yönetecek, o okula şekli verecek bu yöneticilerimizdir. Yöneticilerin iyi olması ile doğru orantılı olarak bakanlık uygulamaları ile eğitimin kalitesinin yükseltilmesine yönelik çalışmalar daha sağlıklı ve verimli gerçekleştirilebilecektir.

Bu noktada yıllarca vurguladığım yazılarımızda eğitim kurumlarına yönetici atanacaksa işin ehli olan atanmalı, kariyer sahibi olmalı dedik.

Bunun için de; Üniversiteler, siyasi partilerin konu ile ilgili temsilcileri, sendikalar, bürokratlar, eğitim müfettişleri, eğitim yöneticileri, hukukçular vb. oluşan bir komisyon tarafından konunun çok etraflı olarak tartışılması sonucu oluşturulacak bir mevzuata göre tamamen objektif ve sadece idarenin değil tüm kamuoyunun onayını maksimum düzeyde alabilecek kriterlerle belirlenen yöneticilerin belirlenmesi için gerekli düzenleme yapılmalıdır diye düşünüyorum. Bu konuda halen ümidimi kaybetmişte değilim.

Bu noktada işin çözüm noktasın da önemle üzerinde durulması gerekenlerin;

1- Sınavın mutlaka olması ama tek belirleyici olmasının sakıncalı olacağı,
2- Yönetici olanların yanı sıra yönetici olarak atanacak kişilerin mutlaka hızlı bir şekilde akademik süreçten geçirilmesi, üniversitelerimiz yönetimi ve denetim ile bürokratların katılımları ile Hizmet İçi Eğitimlerin gerçekleştirilmesi,
3- Hizmet içi eğitimlerde Eğitim, Yönetim, Mevzuat, Zaman Yönetimi, Müfredat, İletişim, Denetim gibi akademik olarak belirlenecek konuların işin ehilleri tarafından işlenmesi, (Mevcut yöneticilerin de katılımı sağlanması bir yana bunların tecrübelerinden de yararlanılması)
4- Atama iş ve işlemlerinin takvimlerinin keyfiyet değil tamamen belirli sürelerde yapılacak şekilde kesin çizgilerinin belirlenmesi,
?
gibi temel unsurların mutlaka ele alınması gerekmektedir.

Bu noktada en çok gelen eleştiri ise geçmiş yıllarda sınav mı vardı, kariyer, liyakat mi aranmaktaydı şeklindeki sorulardır. Bu noktada kendimize; kendimiz mi yönetici olalım yoksa eğitimi en iyi şekillendirecek kişiler mi yönetici olsun sorusunun yanı sıra biz ya da bizimkiler mi, eğitimin doğal olarak ülkenin geleceği mi sorusunu da sormamız gerekmektedir.

Gelinen noktada Ek-2' yi ve 24.04.2008 tarihli yönetmeliği en çok eleştirenlerden ve bu yönetmeliğin sakat durumlarını (yani işin ehlini seçmek noktasındaki sıkıntılarını) ortaya koyan biri olarak bugünlerde çokça gelen olumlu tepkilerin yanı sıra Ek-2'yi çok savunduğum ve bu Ek-2 ile hangi makamı beklediğime varan bazen de ölçüsü kaçan sorularla da karşılaşmaktayım.

24/04/2008 tarihli yönetmeliği en çok eleştirenlerdenim çünkü geçmiş yargı kararlarına uygun olmayan hususları vardı ve yargı da bu konuda kararını vererek Ek-2'yi iptal etmiştir.

O dönemde atamaların belirleyicisinin ödüller olacağını ve ödül furyası başlayacağını iddia etmiştim ve aynen bu durumla karşı karşıya kalmıştık. Yargı da bu duruma vurgu yapmıştı.

Yeni Ek-2 yayımlanınca Aylıkla Ödül furyası inşallah başlamaz dedim maalesef o bile oldu. Daha 2007'de aylıkla ödül alan öğretmenler (ağrılıklı olarak yönetici ve adayları) 2008'de aynı ödüle layık görülmüşledir. Kendilerini tebrik ediyorum demek ki çok çalışmışlar bu arkadaşlarımız! ?

O dönemde Kaymakamlık takdirlerinin yönetmeliğe göre geçersiz olduğunu çünkü kaymakamlarımızın atamaya yetkili amir olmadıklarını ilk olarak ben ortaya atmıştım. Bu konuda ben sadece mevzuatın emrini hatırlatmıştım. Mevzuatı yapan ben olmadığıma göre bu konudaki eleştirinin sahibinin de ben olmamam en mantıklı yaklaşım olmalıyken oklar benim üzerimdeydi.

Bu konuda bana gelen en fantastik cümle Sayın BALMUK'un valilik takdiri var galiba şeklindeki cümledir. Açıkça ifade etmeliyim ki değil valilik, kaymakamlık tarafından dahi verilmiş tek bir takdir belgem mevcut değildir.

Son günlerde bakanlıkça yayımlanan atamaların yaz tatiline bırakılması yönündeki genelgenin 29 Mart seçimleriyle ya da bilumum sendikaların yetki alması çalışmalarına katkı sağlamak, üye kaybına yol açmamak için yapılmadığını genelgede de belirtildiği gibi tamamen eğitim öğretimin aksatılmamasının ön planda tutulduğunu vurgulamıştım!...:)

Bu noktada yeni Ek-2 ile nereye atanmayı ümit ettiğimi merak eden sayın okurlarıma ifade edeyim ki ben bu genelgenin yanlışlığını vurgulayan "MEB'den Yönetici Atamayı Ömür boyu Yapmayın Emri" başlıklı yazıyı 25/02/2009 da yazdığımda görev yaptığım İstanbul atamaları gerçekleştirmişti (18/02/2009'da) ve ben evimin bulunduğu ilçeye yakın okullara yer değiştirme isteğinde bulunduğum halde atamam gerçekleştirilmemişti. Çünkü bu okullara mevcut (savunduğum söylenen) yönetmeliğe göre hukuk kuralları içerisinde atamalar yapılmıştı.

Bütün bunlar bir tarafa Ek-2 ya da yönetmelik hakkında eleştirilerim varsa bu yönetmeliğe göre atama yapılmasını savunmamın gerekçesi nedir? Sorusunu ele alalım:

Ben; devletimizin Anayasasının 2.maddesinde yar alan "Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir" ilkesinin sadece bir bölümüne değil hukuk devleti ilkesi de dahil olmak üzere tamamına inanan ve savunan bir eğitimciyim.

Bu noktada bu yönetmeliğin iptali için yargıya başvurulmuş ve yargı ilk kararında yönetmelik maddelerini uygun bularak yürütmesini durdurmamış sadece Ek-2'nin yürütmesini durdurmuştur. İdare de bu karara uyarak Ek-2'yi değiştirmiştir. Yani hukuk kuralları geçerlidir. Ortada bir mevzuat varsa bu mevzuatı keyfi olarak uygulamamaya kalkışmak doğru bir yaklaşım değildir. Mevzuatı hazırlayan ya da yürürlüğe koyanlar bu mevzuatın hangi noktasına inanmamaktadırlar ki süreci uzatmaya çalışmaktadırlar. Bu noktada en çok eleştiri getirenler adam kayırmacılığın mevcut mevzuatla daha zorlaştığını gören ve bunun uygulamalarını başta İstanbul atamasında yaşayanlardır.

Bu yönetmeliğin eleştirilecek yanı elbet ki çoktur fakat hazırlayanların önümüze koyduğu mevzuat bu olduğuna ve halen yürürlükte olduğuna göre bu konuda yapılacak tek şey hızlı bir şekilde atamaları gerçekleştirmek olmalıdır.

Yargı iptal edecekmiş bu nedenle bakanlık ileriye atmış iddiaları ise yargı iptal edebilire inansak bile idare yargı kararını bekliyor çok mantıklı değildir. İdare bugün istese mevzuatı değiştirme hakkına sahiptir yargı kararını beklemek gibi bir zorunluluğu yoktur.

Son zamanlarda 13 Nisan 2007' de "ben istediğimi atarım yönetmeliğinde" sesi çıkmayan bazı sendikalar kariyer, liyakat, objektif kriterler kavramlarını fazlasıyla zorlamaya başlamışlardır. Bunun için de sınav şartını ön plana çıkarmaktadırlar.

Evet yıllarca biz de sınavın ön şart fakat tek şart olmaması gerektiğini vurguladık ve halen vurgulamaktayız fakat 13 Nisan 2007 yönetmeliğinde kıllarını kıpırdatmayanların bu konuyu savunmaya geçmeleri çok samimi görünmemektedir.

Bu noktada öneri açıktır amaç ta bellidir:

Yönetmelikte Müdür yardımcılığı ya da müdürlük için sınav şartı getirilecektir bu şart geldikten sonra sınav tarihi en az birkaç ay önceden duyurulacaktır. Hesap yapan sendika da sendika bünyesinde yöneticilik sınavına hazırlama kursları açacaktır ve kurslara gelen eğitimcileri sendikaya üye yapmak gibi bir hesapla belki yetki alınabilecektir. Bu noktada da öneri bakanlıkça yapılacak sınav olarak önümüze koyulmaktadır.

Öğretmenlerin bilgilerinin çalınmasına dahi engel olunamayan, OKS, SBS, Müdür Yardımcılığı Sınavları (11 sorusu iptal edilen 26/03/ 2005 gibi) ve bir çok kurumun sınavını yapmakta şaibeli konumda olan EĞİTEK'e bu sınavı yaptırmak ne kadar mantıklıdır. Bu durumda sorular önceden çalındı mı alındı mı endişeleri nasıl giderilecektir? Sınav yapılsın fakat en azından şu ana kadar güvenirliliğini yitirmemiş ÖSYM tarafından yapılsın.

İdari Yargı konusunda kamuoyunda var olan birkaç yanlış yargıyı da yıkmak gerekir:
1- İdari yargı kendisinden talep edilmeyen bir konuda karar vermez. Örneğin Geçici 2.madde de yer alan sınav kazananlara öncelik tanınması noktasında 30/06/2006 tarihli sınava yönetmelik gereği alınmayan eğitimcilerin (müdür yetkili, kurucu müdür ve daha önce yöneticilik yapanlar) hak kayıpları doğru olsa da beklentileri eksik hatta yanlıştır. Çünkü bu konuda sendikalarca açılan davalarda bir talep söz konusu değildir. Tabii bireysel açılan davalar varsa ve henüz sonuçlanmamışsa onu bilemem.

2- İdari yargı siz ? şeklinde bir yönetmelik yapacaksınız, şartlar bu olacak diye bir karar vermez. Yani işlem tesis etmez. Sadece istemde bulunulan konularda hukuki gerekçeleri ortaya koyarak karar verir. İdare ise bu gerekçelere dayalı olarak düzenleme yapar çünkü bu gerekçeleri göz önüne almazsa yeni düzenleme yargıya taşındığında alınan bu önceki karar da gerekçe oluşturur ve yeni düzenleme de iptal edilir. Yıllarca iptallerin olması da bundandır.

3- İdari yargı talep gelmezse, şikayetçi olan yoksa kendi kendine karar almaz. Örneğin; 13 Nisan 2007 yönetmeliğini hiç kimse (kişi, kurum ya da sendika) yargıya taşımamış olsaydı bu yönetmeliğe göre atamalar yapılır ve iptali de söz konusu olmazdı. Geçmişte yapılan atamalarda son yıllardaki gibi iptallerin olmaması o dönemde yargıya çokça gidilmemesinin yanı sıra Kamu Sendikacılığımızın da çok yeni olmasındandır.

4- İdari yargı; bu yönetmelikte? kısımları eksik onları düzeltin demez fakat bu konu sorulursa hukuki gerekçelerini ortaya koyabilir. Örneğin siz hizmet içi eğitim koyarsanız neden koydunuz demeyeceği gibi koymazsanız neden koymadınız da demez. Sadece bu hususun bulunması ya da bulunmaması yönünde açılan davalarda ortaya atılan gerekçeleri yerinde bulursa hukuki gerekçeleri de ortaya koyarak ilgili hükmün iptaline karar verir.

Son söz olarak;

Eğitimi düşünenler ya da kendini eğitimci olarak tanımlayanlar öncelikle Türk Milli Eğitim sistemini daha sonra örgüt ya da bireysel çıkarlarını ön plana çıkdıkları sürece eğitimde bir arpa boyu yol almamız mümkün değildir.

Bu şekilde devam edersek kısır çatışmalar ve tartışmalarla eğitimle yakından uzaktan ilgisi olmadığı halde eğitimi şekillendiren, bu çatışma ve tartışmaları isteyenlerin ekmeğine yağ sürmenin ve kendimizi oyalamanın ötesine geçemeyeceğimiz gibi bunun eğitimciye, eğitim kurumlarına, eğitim sistemine ya da ülkemizin geleceğine bir yararı da olmayacaktır.

Sadece kişisel egolarımızı tatminin ötesine gitmeyecek bir olguya kapılmak yerine günümüzde çokça bahsedildiği gibi biz eğitimcilerin de konuları GLOBAL düşünmemizin zamanı gelmiştir hatta geçmeye başlamıştır?

Maksut BALMUK
Eğitim Yöneticisi

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber