YÖK Başkanı'nın hayalindeki üniversite

Kaynak : Bugün
Haber Giriş : 14 Temmuz 2009 08:30, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42

YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan'ın hayalindeki üniversite...YÖK Başkanı Özcan, yalnızca başörtüsü değil üniversitede var olan tüm yasakların kaldırılmasından yana olduğunu belirterek, "Üniversitelerde polis, jandarma olsun istemiyorum. Ancak bu konuda mutabakat sağlayamıyoruz" dedi.

Seda ŞİMŞEK'in röportajı

Göreve geldiğinizde başörtüsü sorunu başınızı ağrıtmıştı.

O konuda bir şey söylemeyeyim, nerede duruyorsam yine aynı yerde duruyorum, hiç değişmedim. Sadece başörtüsü yasağının değil, bütün yasakların kalkmasını istiyorum. Üniversitede hiç yasak olmasın istiyorum. Yine, üniversitelerde polis, jandarma olsun istemiyorum, onların da kalkmasını istiyorum. "Güvenli ve özgür üniversite" çerçevesinde arkadaşlarımız polisle görüşüyor, onlar da istemiyorlar. Kimsenin de gelip, "üniversitede duralım" diye bir arzusu yok, ama bir türlü bunları beceremiyoruz. Nasıl başörtüsü konusunda mutabakat sağlayamıyorsak orada da mutabakat sağlayamıyoruz. Ne işi var üniversitede polisin, jandarmanın? Üniversite özgür olmalı.

ZİNCİRLER KIRILACAK

Bu biraz üniversitelerin siyasallaşmasından mı kaynaklanıyor?

Tabii, eskiden öyle bir şey varmış, ama artık olmasına gerek yok. Türkiye bayağı iyi gidiyor. Yakında inşallah bütün zincirlerimizi kıracağız. Üniversitelerde yasaklar olmasın. Yasakların, polisin, jandarmanın olması üniversiteyi kötü gösteriyor. Üniversite değilmiş de sanki başka bir yermiş gibi bir hava veriyor.

Öğrenciler potansiyel tehdit gibi mi algılanıyor?

Evet, öyle algılanıyor ki, polis orada duruyor. Ne işi var polisin, jandarmanın orada anlamadım ki. Eğer, bir olay çıkarsa polisi, jandarmayı çağırırsınız, gelir. Bence bunlardan kurtulmak lazım.

YÖK'e ihtiyaç var mı?

YÖK belki kaldırılmamalı ama bugün yaptığı işlevlerin çoğu elinden alınmalı, YÖK'e sadece yüksek öğretimin programlanması ve planlanması bırakılmalı. Bence YÖK'ün görevi, gelecek 20-25 yıla bakıp yüksek öğretimin gideceği yolu çizmek olmalı. Bölüm açıp, bölüm kapatmak, üniversite açıp, üniversite kapatmak, bölmek, kadro vermek gibi şeyler bize sorulmamalı. Dünyada hangi meslek gruplarının ileri çıktığını, hangilerinin geri kaldığını söylemeliyiz. Çok bariz bir örnek vereyim. Ülkemizde çok ciddi doktor ve hemşire açığı var. Eğer, YÖK idarecileri bu konuda birazcık daha hassas olsalardı, ülkemizin gittiği yönü düşünüp, 15 yıl sonra bizim doktor ihtiyacımız ne olacak diye tedbir alsalardı bugün burada olmayacaktık.

DiL BiLMiYORSA AKADEMiDE YERi YOK

Yabancı dil sınavında başarılı olamadıkları için yardımcı doçent kadrolarında yığılma yaşanıyor...

Bir akademisyenin hiç olmazsa bir dili bilmemesi, konuşamaması, o dilde araştırma yapamaması kadar kötü bir şey yok. Eğer o sınavı geçemiyorlarsa bence akademik hayatı terk etsinler. Bu hiçbir şekilde affedilmeyecek bir konudur.

İngilizce'yi nasıl öğrendiniz?

Üniversitede çok sevdiğim bir hocam nasihat etti. Ben o zamanlarda Ulus-Akdere hattında dolmuşta çalışırdım. Gece saat 01.30'da eve gelirdim. İngilizce'yi hiç bilmiyordum. Eve geldiğim her gece önce bir satırı Türkçe'ye çevirdim, sonra iki satır, üç satır. 6 ay içerisinde, çok az matematik bilen insanların küpün hacmini nasıl hesapladığıyla ilgili makaleyi, bir de Kore'de eğitim sistemi diye bir küçük kitapçığı tercüme edecek seviyeye geldim. ABD'ye gidince konuşabildik.

MUTLU BİR AİLEDE YETİŞMEDİM

Oldukça zor ve sıkıntılı bir çocukluk dönemi geçirmişsiniz ama bir başarı öyküsüne sahipsiniz.

Kötü bir çocukluk dönemim oldu. Annesi ile babası daima kavga eden bir ailenin çocuğuydum. Annemle ya da babamla tek tek olan ilişkilerim çok iyiydi, ama problem bizle alakalı değildi, bizim dışımızdaydı. "Acaba yine kavga mı ettiler" diye korkarak eve geliyorsun. Her okul dönüşünde, "acaba bu akşam bir kavga olacak mı" diye düşünüyorsunuz, kötü bir duygu. İnsanı hayatta birazcık katı yapıyor, rijit oluyorsunuz. Ben üniversite sıralarında çok hareketli bir adamdım, çok doğru durmazdım, kavga, dövüş ederdim, birazcık da bela olarak tanınan birisiydim mahallede.

Babanızla annenizin kavgaları sizi doğrudan etkiliyor muydu?

Bütün dertlerini hem anneme hem de babama söylemiş bir adamım. İkisinin ilişkisi kötüydü. Annem zaman zaman bizi bırakıp giderdi, hiç olmayacak şeyler olurdu. Mesela, ben ilkokul üçüncü sınıfın ikinci yarısını Erbağ'da bitirmek zorunda kaldım. Annem bıraktı gitti, babam da askerdi, nöbetleri vardı, bize bakamadı, bizi memlekete götürdü, ikinci dönemi orada okudum. Annem bırakır giderdi. Küçük çocuğuz, benden beş yaş küçük bir de kız kardeşim var, iki çocuklu bir adam birden ortada kalıyor. Mutlu bir ailede yetişmedik. Belki de bu olumsuzluklar yüzünden buradayım. Eğer, çok müreffeh yaşayan, parası pulu olan bir ailede yetişseydim, böyle bir okuma azmim olmazdı. Böyle huzursuz bir aileden geldiğiniz için "Ben ne yapacağım? Okuyayım bari kendimi kurtarayım" diyorsunuz.

ÇOCUKLARIM İÇİN DÜNYAYI YAKARIM

Sizin çocuklarınızla ilişkileriniz nasıl?

3 tane aslan gibi oğlum var. Kaan, Baran, Sinan. Onlar için dünyayı yakarım. n Üniversite sınavına girecek olan var mı? Biri Bilkent'te İşletme Bilgi Yönetimi'nde okuyor, çok iyi okumuyor, okula gidiyor. Bu yıl 6. senesi, hâlâ üçüncü sınıfta, 7 senede bitirirse çok mutlu olacağım. Ortanca oğlum bu sene üniversite sınavına girecek. Üniversite hazırlık kurslarına yazdırdık. Bir de 6 yaşında oğlum var, çok iddiacı, "ben bunu niye yapamıyorum" diye ağlıyor. Öyle adamlardan bir şey olur, çünkü rekabetçi.

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber