Katsayılara ilişkin Danıştay kararı/ TAM METİN

Kaynak : Memurlar.Net
Haber Giriş : 08 Şubat 2010 21:09, Son Güncelleme : 15 Ağustos 2021 19:01

T.C.

D A N I Ş T A Y

SEKİZİNCİ DAİRE

Esas No : 2010/2

Davacı ve Yürütmenin Durdurulmasını İsteyen : İstanbul Barosu Başkanlığı

Vekilleri : Av. , Av.

Davalı : Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı - Bilkent/ANKARA

Vekili : Av.

Davanın Özeti : Yüksek Öğretim Genel Kurulunun 17.12.2009 günlü kararının, yargı kararının gereklerinin yerine getirilmediği öne sürülerek iptali ile yürütmenin durdurulması istemidir.

Savunmanın Özeti : Usulden, davacının dava açma ehliyeti bulunmadığı; esastan, 1999-2008 döneminde uygulanan sınav sistemlerinde adayların orta öğretimde kazandığı alan bilgileri ile tam örtüşmeyen aynı puan türü içinde değerlendirilen ama farklı yeterlikler gerektiren programlara yerleştirme yapılırken 2010 yılında uygulanacak olan sistem ile her programın gereksinim duyduğu yeterliklerin esas alındığı, yeni sistem ile öğrencilerin ortaöğretimdeki alan ve kazanımları doğrultusunda yükseköğretim programlarına yerleştirme imkanına kavuştuğu, bu nedenle 1998 yılında alınan kararla oluşturulan katsayı sisteminin 2010 yılı itibarıyla uygulanmasının imkansız hale geldiği, 21.7.2009 gün ve 1266 sayılı kararın bu nedenle alındığı, bu kararın katsayıya ilişkin düzenlemelerinin yürütmesinin durdurulması üzerine oluşan hukuki boşluğun giderilmesi amacıyla yeni bir karar alındığı, bu karar alınırken Anayasanın 2., 5., 12., 13. ve 42. maddeleri ile Milli Eğitim Temel Yasası ve 2547 sayılı Yasanın ilgili hükümleri ile yükseköğretime giriş sınav sistemindeki gelişmelerin bir bütün halinde ve karşılaştırmalı değerlendirildiği, iki aşamalı bu yeni sınav sistemi ile sınav soruları ve puan türleri ile yönlendirme yapılıyor ise de Danıştay kararı uyarınca bu yönlendirmenin farklı katsayı uygulaması ile desteklenmesi yoluna gidildiği, katsayı farkı belirlenirken Danıştay kararında belirtilen yönlendirme ve Anayasanın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesinin esas alındığı, yönlendirme amacıyla getirilen sınırlamanın bireyin yükseköğretim hakkını ortadan kaldırmaması sadece istediği takdirde makul seviyede bir gayretle sınırlamayı aşabilmesine imkan vermesi gerektiği, dava konusu karar ile yargı kararının gereğinin etkili şekilde yerine getirildiği, sembolik bir değişiklik olmadığı, 0,2 lik katsayı farkının 10 puana tekabül ettiği, yeni uygulama ile alan dışı tercih yapan adayların olumsuz etkilendiği, 2008-2009 sınav sonucuna göre bin kişi üzerinde bir fark oluşturduğu ve söz konusu değişikliğin meslek liselerini olumsuz etkilediği, bu karar aleyhine verilecek kararın yerindelik denetimi olacağı, bu karar alınırken Milli Eğitim Bakanlığının görüşünün alındığı, öğrencilerin yükseköğretim tercihlerini yaparken farklı bir alanı tercih etmelerinin engellenmesi sonucunu doğuracak bir düzenleme yer almadığı, 2547 sayılı Yasanın 45. maddesinde meslek lisesi mezunlarının kendi alanlarından başka bir alanda yükseköğrenim görmeyi istemeleri halinde farklı katsayı uygulanacağına ilişkin bir kural bulunmadığı, dava konusu karar ile eşitlik, yönlendirme ve ölçülülük ilkeleri arasında bir denge kurularak hem yargı kararlarının gereğinin yerine getirildiği, hem de önceki uygulamanın olumsuzluklarının ortadan kaldırılmaya çalışıldığı, 2010 sınav kılavuzunun bütün okullara dağıtıldığı, öğrenciler üzerindeki etkinin de dikkate alınarak davanın ve yürütmenin durdurulması isteminin reddi gerektiği savunulmuştur.

Danıştay Tetkik Hakimi ... Düşüncesi : Yargı kararlarının gereklerine aykırılık teşkil eden dava konusu kararın, 2, 3., 4, ve 6. maddelerinin yürütülmesinin durdurulması gerektiği düşünülmektedir.

Danıştay Savcısı ... Düşüncesi : Dava, Üniversiteye Yerleştirmede Orta öğretim Başarı Puanına uygulanacak ve girişte esas alınacak katsayı ile okul türlerine göre uygulanacak ilkelerin, Danıştay Sekizinci.Dairesinin 20.11.2009 tarih ve E:2009/6890 sayılı yürütmenin durdurulması kararı üzerine yeniden belirlenmesine ilişkin 17.12.2009 tarihli Yükseköğretim Genel Kurul kararının iptali ve yürütülmesinin durdurulması istemiyle açılmıştır.

Usul yönünden davalı idarece ileri sürülen hususlar yerinde görülmeyerek işin esası incelendi:

Anayasanın 2 nci maddesinde Türkiye Cumhuriyetinin Hukuk Devleti olduğu vurgulanmakta ve 138 inci maddesinin son fıkrasında "Yasama ve Yürütme Organları ile İdare, Mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez." yolunda açık, kesin ve buyurucu bir kurala yer verilmektedir.

Öte yandan 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 28 inci maddesinin ilk fıkrasının birinci tümcesi, "Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, engeç altmış gün içinde işlem tesis etmeye ve eylemde bulunmaya mecburdur." şeklindeki kuralıyla Anayasanın 2 inci maddesinde yer alan "Hukuk Devleti" ilkesine uygun bir düzenleme getirmektedir. Söz konusu ilke karşısında, idarenin maddi ve hukuki koşullara göre uygulanabilir nitelikte olan bir yargı kararını "aynen" ve "gecikmeksizin" uygulamaktan başka bir seçeneği bulunmamaktadır.

Yükseköğretim Genel Kurulunun yükseköğretime girişte önceki katsayı puanı uygulamasının kaldırılmasına ve yeni bir puan sisteminin getirilmesine ilişkin 21.07.2009 tarihli ve 1266 sayılı kararının iptali ve yürütülmesinin durdurulması istemiyle Danıştay Sekizinci Dairesinin E:2009/6890 esasında kayıtlı olarak açılan davada; Anayasanın 42 nci , 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanununun 29, 30 ve 31 inci maddeleri ile 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 45 inci maddesinde yer alan hükümler ve yerleşmiş yargısal içtihatlardan bahisle, Milli Eğitim Sisteminin alana ve/veya mesleğe yöneltmeye ilişkin kuralları ile 2547 sayılı Yasanın 45 inci maddesinde yer alan hükümler yürürlükte ve uygulanıyor iken, bu kuralların uygulanmasını bertaraf edecek şekilde alınan dava konusu kararın, eğitim sisteminin örgütleniş biçimindeki bütünlüğü bozacak nitelik taşıdığı ve uygulamada karşılaşılan sorunların giderilmesi amacının dışına çıkıldığı, dayanağı yasa hükümlerine aykırı olduğu gibi eğitim sisteminin hukuka uygun olduğu istikrar kazanmış yargı kararları ile de ortaya konulmuş olan amaç ve ilkelerine, hukuka ve hakkaniyete uygun bulunmayan davaya konusu kararın 3, 4. ve 5. maddelerinin 20.11.2009 tarihli kararla yürütülmesinin durdurulmasına karar verilmiştir.

Bu kararın kaldırılması istemiyle davalı idare tarafından yapılan itirazı inceleyen Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca verilen 10.12.2009 tarihli ve E:2009/1005 sayılı kararla; Anayasanın 10, 17, 42 ve 174 üncü maddeleri, 2547 sayılı Yasanın 45 inci maddesi 1739 sayılı Yasanın 24, 26, 27, 28, 30, 31, 32 ve 35 inci maddeleri ile bu konuya ilişkin istikrar kazanmış yargısal kararlardan ayrıntılı biçimde söz edilerek; "mesleki-teknik liseden mezun olan kişilerin üniversiteye girebilmelerinin de Yasanın bir gereği olduğunun tartışmasız bulunduğu, değinilen lise mezunlarına genel lise mezunlarıyla girdikleri sınavda farklı katsayı uygulanması yukarıda yapılan açıklamalar karşısında hukuka uygun ise de; bu farklılığın ölçülü (idari işlemden beklenen amaç ile kullanılan araç arasında adil bir denge) olması gerektiğinde de kuşku bulunmamaktadır. İdare bu konuda yapacağı düzenlemede ölçülülük ilkesini dikkate almalıdır. Ölçülülük ilkesi dikkate alınarak belirlenecek olan katsayı, temel ilkeleri yukarıda açıklanan eğitim sisteminin örgütleniş biçimindeki bütünlüğü bozmamalı, alan/bölüm, mesleki eğitim genel lise eğitimi gibi ayrımları ve yargı kararlarını geçersiz kılacak nitelikte olmamalıdır." gerekçesi de eklenerek, AİHM'nin kararlarından da bahisle itirazın reddine karar verilmiştir.

Daha önce, mesleki veya teknik liselerden mezun olanlara yüksek öğretime girişte kendi alanları ile ilgili programı seçmeleri halinde 0,24'e kadar katsayı ile çarpılarak elde edilen (AOBP) ilavesiyle birlikte bulunan ek puan verilirken, genel liselerden mezun olan öğrencilere de seçtikleri orta öğretim alanları ile ilgili bir yükseköğretim programına yerleşmeleri sırasında 0,8 katsayı ile bulunan AOBP'nin elde edilen ham puana ilavesi ile bulunan yerleştirme puanı verilmekte, liselerden mezun olmakla birlikte lisede seçilen alan dışında farklı bir yükseköğretim programına yerleşme halinde ise 0,3 katsayısı ile çarpılarak bulunan (AOBP) puanının ilavesi ile yerleştirme puanları hesaplanmakta iken, anılan gerekçeler ile 3., 4. ve 5. maddelerinin yürütülmesi durdurulan YÖK Genel Kurulunun 21.07.2009 tarihli 1266 sayılı kararı ile, meslek lisesi mezunlarının alanları ile ilgili bir yükseköğretim programını seçmeleri halinde 0,06 katsayı ile çarpılarak ayrıca ek puan verilmesi, alan, bölüm lise farkı gözetilmeksizin 0,5 katsayı ile çarpılarak bulunan AOBP ilavesi ile nihai puanın hesaplanması ilkeleri getirilmiştir. Bu kararın iptali istemiyle açılan davada verilen, yukarıda gerekçelerine değinilen yürütmenin durdurulması kararının uygulanabilmesi amacı ile davalı idarece alınan davaya konu 17.12.2009 tarihli kararla;

"(1) Yükseköğretim Genel Kurulu'nun 21.7.2009 tarih ve 1266 sayılı Kararının 3., 4. ve 5. maddeleri hakkında Danıştay 8. Dairesi tarafından yürütmenin durdurulması kararı verilmesi üzerine ortaya çıkan hukuki boşluğun doldurulması zorunluluğu karşısında, herhangi bir karışıklık olmaması için, söz konusu kararın yürütmesi durdurulan 3., 4. ve 5. maddeleri kaldırılmıştır.

(2) Yükseköğretime Geçiş Sınavı (YGS) puanları ile yerleştirme yapılan programlar ile Lisans Yerleştirme Sınavı (LYS) puanları esas alınarak yerleştirme yapılan programlarda, ilgili Ağırlıklı Ortaöğretim Başarı Puanı (AOBP), adayın kendi alanında bir programı tercih etmesi halinde 0,15; alanı dışında bir programı tercih etmesi halinde ise 0,13 ile çarpılır. Ortaya çıkan sayının sınav sonucuna eklenmesi suretiyle bu aşamadaki yerleştirmeye esas olacak puan belirlenir.

(3) Adaylardan öğretmen lisesi ve meslek lisesi mezunu olanların, sınavsız kayıt hakkı olanlar dışında, kendi alanlarındaki programları tercih etmeleri halinde ilgili ağırlıklı ortaöğretim başarı puanlarının 0,05 ile çarpımı sonucunda bulunan puan 2. maddeye göre hesaplanan toplam puana ayrıca eklenir.

(4) Meslek Yüksek Okullarının sınavsız geçişten boş kalan kontenjanlarına açık öğretim programlarına ve meslek liselerinin devamı niteliğindeki lisans programlarına YGS puanları esas alınarak yerleştirme yapılır.

(5) Sınavsız geçiş dışındaki ön lisans ve açık öğretim programlarını tercih edebilmek için en az 140 YGS puanı gerekir. YGS puan türlerinden en az birinde 180 puan alan adaylar LYS sınavlarından istediklerine girme hakkını kazanırlar. Lisans programlarını tercih edebilmek için ilgili puan türünde en az 180 puan almak gerekir.

(6) Yükseköğretim Geçiş Sınavı (YGS) ile Lisans Yerleştirme Sınavı (LYS) sonucu oluşan her puan türünde, Türkiye genelinde ilk bin kişi arasına giren adayların yerleştirme puanı hesaplanırken, Ağırlıklı Ortaöğretim Başarı Puanında tercih edeceği bütün programlar için, alan içi katsayı değeri kullanılır." ilke ve kuralları getirilmiştir.

Davacı tarafından dava dilekçesinde, yargı kararının uygulanması maksadı ile alınan davaya konu 17.12.2009 tarihli kararın yargı kararını şeklen yerine getirmesine rağmen özü itibariyle yargı kararını geçersiz kıldığı ileri sürülmektedir.

Davalı idare tarafndan ise, kararın Anayasanın 13 üncü maddesinde öngörülen ölçülülük ilkesi uyarınca alındığı belirtilmektedir.

Uyuşmazlığın özü ise, davaya konu kararın, Anayasanın 138 inci ve 2577 sayılı Yasanın 28 inci maddesinde düzenlenen yargı kararlarının icaplarına uygun biçimde idarece işlem tesis edilip edilmediği noktasında düğümlenmekte olup , dava ve çekişme davaya konu kararın 2., 3. 4. ve 6. maddelerine yönelik bulunduğundan dava sözü edilen maddeler bakımından incelenmiştir.

2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasa'sının 4709 sayılı Yasa ile değişik 13 üncü maddesinde, temel hak ve hürriyetler özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz kuralı yer almış, yine Anayasanın 42 nci maddesinde, kimse eğitim ve öğretim haklarından yoksun bırakılamaz. öğretim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir. Eğitim ve öğretim, Atatürk İlkeleri ve İnkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Eğitim ve öğretim hürriyeti Anayasaya sadakat borcunu ortadan kaldırmaz kurallarına yer verilerek eğitim ve öğretime ilişkin ilişkin Anayasa hükümleri özel olarak bu maddede düzenlenmiştir. Bu kural uyarınca, eğitim ve öğretimi tanzim eden yasalarda yer verilen hükümler gözetilerek, bu hükümlere aykırılık içermeyen eğitim ve öğretime ilişkin alt düzenlemelerin yapılması gerekmektedir. Nitekim, Danıştay 8. Dairesinin E:2009/6890 ve Danıştay İdari Daireleri Kurulunun E:2009/1005 sayılı sözü edilen kararlarında da belirtildiği üzere, 1739 sayılı Kanun ile alana ve/veya mesleğe yöneltme, 2547 sayılı Kanun ile de yükseköğretime girişle ilgili düzenlemeler getirilmiştir.

Yükseköğretim Genel Kurulunun 21.07.2007 tarihli kararından önce tatbik edilen 0,8 alan içi, 0,3 alan dışı katsayı uygulaması ile (tam not olan 100 puan alan öğrencide) AOBP farkı yüzlük sistemde alan içi ile alan dışı arasında 50 puanlık bir fark yaratılmakta iken 21.07.2007 tarihli kararla bu fark ortadan kaldırılmış, yürütmenin durdurulması kararının uygulanması amacı ile alınan davaya konu kararla da; alan içi 0,15; alan dışı 0,13 AOBP farkı yüzlük sistemde 2 puanlık bir farka düşürülmüş, 2010 Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Sistemi (ÖSYS) Kılavuzu'nun Yerleştirmede Kullanılacak Puanlar Hesaplanırken Ağırlıklı Ortaöğretim Başarı Puanının (AOBP) Çarpılacağı Katsayıları belirleyen Tablo 2 A da katsayının alanında yerleşirken 0,15; diğer programlara yerleşirken 0,13 olarak alınacağı belirtilmiştir.

Bu şekilde belirlenen ve alan içi / alan dışı puan farkını çok düşük seviyede tespit eden dava konusu kararın 2. maddesindeki düzenleme, 4.maddenin de dayanağı olduğundan 4.. maddede yer alan kuralları da etkileyecektir. Davaya konu kararın 6. maddesinde başarıyı teşvik amacı ile, YGS ile LYS sonucu oluşan her puan türünde, ülke genelinde ilk bin kişi arasına giren adayların yerleştirme puanları hesaplanırken AOBP ile tercih edeceği alan içi katsayı değerinin kullanılması esasının getirilmesi ile, başarıyı teşvik ve ödüllendirmeye yönelik olarak belli bir başarı düzeyinde olanlara eşit bir ilave puanın getirilmesi yöntemi yerine, alana yöneltme ve alan içi seçimde farklı katsayı ile teşvik ilkesine dayanan sistematik yasal düzenlemenin dışına çıkıldığı sonucuna ulaşılmaktadır.

Bu duruma göre yukarıdan beri özü açıklanan, yargı kararlarında sözü edilen "alana ve/veya mesleğe yöneltme" ile ilgili olarak hukuki ve yasal belirlemelere uygun olmayan, yargı kararlarının özünden uzaklaşan, eğitim sisteminin örgütleniş biçimine aykırı, alan/ bölüm, mesleki eğitim genel lise eğitimi gibi ayrımları ve yargı kararlarını geçersiz kılan, dolayısıyla makul bir puan farkı öngörmeyen ve bu yönü ile Anayasanın 138 inci maddesi ile 2577 sayılı Yasanın 28 inci maddesine uygun olmayacak biçimde, yargı kararının biçimsel uygulanmasına yönelik bulunan YÖK Genel Kurul kararının davaya konu edilen 2., 3., 4. ve 6. maddeleri hukuka uyarlı görülmemektedir.

Diğer taraftan, alan içi 0,15, alan dışı 0,13 katsayı uygulanacağına 2010 ÖSYS Kılavuzunda yer verilmesi ile yerleştirmeye ilişkin aykırı bulunan buna bağlı diğer hususlar, ÖSYS Sınavına başvurmayı ve bu sınavın yapılmasını engelleyici bir sonuç doğumamakta, sadece öğrencilerin yerleştirmeye esas puanlarının hesaplanması sırasında uygulanacak katsayıda değişiklik meydana getirmektedir.

Belirtilen nedenlerle, 2577 sayılı Kanunun 27 inci maddesinde öngörülen şartlar oluştuğundan Genel Kurul kararının davaya konu edilen 2, 3.,4. ve 6 ıncı maddelerinin yürütülmesinin durdurulmasına karar verilmesinin uygun olacağı düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Sekizinci Dairesince işin gereği görüşüldü:

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 27/2 maddesinde; "Danıştay veya idari mahkemeler, idari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda gerekçe göstererek yürütmenin durdurulmasına karar verebilirler." hükmü yer almaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin laik, demokratik ve sosyal bir hukuk Devleti olduğu hükmü yer almıştır. Anayasa Mahkemesinin birçok kararında da belirtildiği gibi, Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemlerinin hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda eşitliği gözeten, adaletli bir hukuk düzeni kurup sürdürmekle kendisini yükümlü sayan, hukuk güvenliğini sağlayan, bütün etkinliklerinde hukuka ve Anayasa'ya uyan, işlem ve eylemleri bağımsız yargı denetimine bağlı olan devlettir. Anayasa'da, Türkiye Cumhuriyeti'nin demokratik hukuk Devleti niteliği vurgulanırken, devletin tüm eylem ve işlemlerinin yargı denetimine bağlı olması amaçlanmıştır. Yargı denetimi, hukuk devletinin "olmazsa olmaz" koşuludur.

Hukuk Devletinde idarenin eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluğunun ve sonuçta idarenin hukuka bağlılığının yargısal denetimi iptal davaları yoluyla sağlanmaktadır.

2577 sayılı Yasa'nın 2. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendinde, iptal davaları idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davalar olarak tanımlanmıştır.

Bir iptal davasının açılabilmesi ve idari yargı mercilerinin bu davayı ön koşullar yönünden kabul edebilmesi için 2577 sayılı Yasa'nın 14. maddesi uyarınca dava dilekçeleri; a) görev ve yetki b) idari mercii tecavüzü c) ehliyet d) idari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı e) süre aşımı f) husumet ve g) 3. ve 5. maddelere uygun olup olmadıkları yönlerinden sırasıyla incelenmekte, ilk inceleme sonucunda dilekçelerde yasaya aykırılık görülürse 15. maddedeki kararlardan biri verilmekte, yasaya aykırılık görülmediği takdirde dosya tekemmüle tabi tutulmaktadır. Dolayısıyla iptal davası açılabilmesinin ön koşullarından biri davacının objektif ve subjektif dava ehliyetinin olmasıdır. Danıştay'ın istikrar bulan kararlarına göre,davacının subjektif dava açma ehliyetinin bulunduğunun kabulü için idari kararın davacının meşru, şahsi ve güncel bir menfaatini ihlal etmesi gerekmektedir. İptal davalarında, dava konusu işlemin davacının menfaatini ihlal ettiğinin saptanması sadece davacının bu davada ehliyetinin (subjektif ehliyetinin) bulunduğu, dolayısıyla davanın esasının incelenmesine geçilebileceği sonucunu yaratmaktadır.

Uyuşmazlığın konusu ve davalı idarenin itirazı gözönüne alındığında menfaat ihlalinin "şahsiliği" üzerinde durulması zorunlu görülmüştür.

Konuya öğretideki açıklamalar ışığında baktığımızda, örneğin Prof.Dr. Ragıp Sarıca'nın 1949 yılında basımı yapılmış "İdari Kaza" adlı kitabında "Bir kere, bir menfaatin şahsi bir menfaat sayılabilmesi için iptali istenen kararın behemahal ve doğrudan doğruya davacı hakkında ittihaz edilmiş olması gerekmez. Karar bizzat davacı hakkında alınmamakla beraber ona dolayısıyla tesir ettiği takdirde, yine iptal davasına konu olabilir." (syf.36) denilmek suretiyle menfaatin "şahsiliği" kuralı tanımlanmış, öğretideki açıklamaların da bu güne kadar bu değerlendirme istikametinde devam ettiği gözlenmiştir.

Yargısal kararlar yönünden durumun değerlendirilmesine gelince; mülga 3546 sayılı Devlet Şurası Kanunu'nun 23. maddesinde, idari fiil ve kararlar aleyhine "menfaati" ihlal edilenler tarafından açılacak davaların Devlet Şurası dava dairelerinde görüleceği belirtilmiş, mülga 521 sayılı Danıştay Kanunu'nun 30. maddesinde, iptal davalarının menfaati ihlal edilenler tarafından açılacağı öngörülmüş, 2577 sayılı Yasa'nın 2. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendinde yine iptal davalarının menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılabileceği hükme bağlanmış iken, 4001 sayılı Yasa'yla anılan madde değiştirilerek "İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için, çevre, tarihi ve kültürel değerlerin korunması, imar uygulamaları gibi kamu yararını yakından ilgilendiren hususlar hariç olmak üzere, kişisel hakları ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları" hükmüne yer verilmiştir. Böylece çevre, tarihi ve kültürel değerlerin korunması, imar uygulamaları gibi kamu yararını ilgilendiren davalarda ne menfaat ihlali ne de hak ihlali koşulu aranmadan bu davaları herkesin açabilmesine olanak sağlanmış, bunun dışındaki davalarda ise, hak ihlali koşulu aranmıştır. Ancak, Anayasa Mahkemesi 10.4.1996 günlü, 22607 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 21.9.1995 günlü, E:1995/27, K:1995/47 sayılı kararıyla, idari işlemlere karşı iptal davası açabilmek için, idare hukukunun genel esaslarına aykırı biçimde, idari işlemin davacının "kişisel hakkını ihlal" etmiş olması koşulu getirilmesinin hak arama özgürlüğünü kısıtladığı ve birçok işleme karşı dava yolunu kapattığı, bu haliyle hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmadığı gerekçesiyle düzenlemeyi Anayasanın 2. ve 36. maddelerine aykırı bularak iptal etmiş, bunun üzerine 8.6.2000 günlü, 4577 sayılı Yasa'nın 5. maddesiyle yapılan yeni düzenlemede, iptal davaları "İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaati ihlal edilenler tarafından açılan davalar" olarak tanımlanmıştır.

Kişisel menfaat ihlaline ilişkin Danıştay'ın kararlarına bakıldığında, olayın özelliğine göre farklılıklar gösterdiği gözlemlenmektedir. Kiracıların, belde sakinlerinin, derneklerin, sendikaların, meslek kuruluşlarının dava açma ehliyetleri yönünden yapılan yargısal yorumlar zaman içinde iptal davasının hukuk devletini sağlamanın en önemli unsurlarından biri olduğu gerçeğini dikkate alan bir seyir izlemektedir.

İptal davalarındaki subjektif ehliyet koşulu, doğrudan doğruya hukuk devletinin yapılandırılmasına ve sürdürülmesine ilişkin bir husustur. Dolayısıyla kişisel menfaat ihlali kavramının, idari işlemlerin hukuka uygunluğunun iptal davası yoluyla denetlenmesini engellemeyecek bir biçimde anlaşılması gerekmektedir.

Bireylerin ve sivil toplum kuruluşlarının menfaat ilgisini kurdukları idari tasarrufları, iptal davası yoluyla idari yargı önüne getirmelerinin, idarenin hukuka uygunluğunun yargısal denetiminin sağlanmasıyla "Hukuk Devleti" nin gerçekleştirilmesine hizmet edeceği; soruna bu açıdan bakıldığında, idari yargıya özgü bir dava türü olan "iptal davası" nı açan gerçek veya tüzel kişilerin, dava açmakla ulaşmak istediği amaç bakımından klasik anlamda "davacı" dan farklı olduğu tartışmasızdır.

Aksi yönde bir anlayış, iptal davasının ön koşullarından olan "menfaat ihlali"ni "hak ihlali" ne yaklaşan bir tarzda yorumlama sonucu yaratır ki, bu durumun ne idari yargının varlık nedeni ile, ne de yasa koyucunun amacı ile bağdaşmayacağı açıktır.

Bir idari faaliyet ile, dava açma ciddiyetini sağlamaya yetecek ölçüde muhatap olup, menfaat ilgisini kuran kişi ve kuruluşlar, söz konusu faaliyetle ilgili idari işlemlerin iptali istemiyle dava açabilirler.

Davacı Baro olduğuna göre, kişisel menfaat ihlali kavramının Barolar yönünden değerlendirilmesine gelince;

1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 76. maddesinde; baroların avukatlık mesleğine mensup olanların müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak, avukatlık mesleğinin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak amacıyla kurulmuş meslek kuruluşları olduğu belirtilmiş iken 10.5.2001 günlü, 24398 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 4667 sayılı Yasa ile 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 76. maddesinde değişiklik yapılarak; Barolar, avukatlık mesleğini geliştirmek, meslek mensuplarının biribirleri ve iş sahipleri ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni sağlamak, meslek düzenini, ahlakını, saygınlığını, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumak, avukatların ortak ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla tüm çalışmaları yürüten, tüzel kişiliği bulunan, çalışmalarını demokratik ilkelere göre sürdüren kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu olarak tanımlanmış, aynı Yasanın Baro Yönetim Kurulu'nun görevlerinin düzenlendiği 95. maddesine yine 4667 sayılı Yasayla eklenen 21. bentte de, yönetim kurulunun, hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak, korumak ve bu kavramlara işlerlik kazandırmakla görevli olduğu belirtilmiştir.

1136 sayılı Yasa'nın 76. ve 95/21. maddelerinde yapılan ve yukarıda açıklanan yasal değişiklikten sonra Baroların; mesleki bir örgüt olmanın ötesinde hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumak gibi bir işlev yüklenmesi nedeniyle diğer meslek örgütlerinden farklı bir konuma sahip olduğu açıktır.

Değinilen Yasa değişikliğinden sonra Diyarbakır Barosu Başkanlığı tarafından 18.12.2002 günlü, 24967 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan "Radyo ve Televizyon Yayınlarının Dili Hakkında Yönetmelik"in bazı maddelerinin iptali istemiyle açılan davada; Danıştay Onuncu Dairesince verilen davanın ehliyet yönünden reddine ilişkin karar, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'nun 15.1.2004 günlü, E:2003/511, K:2004/13 sayılı kararı ile onanmış ve Baronun menfaati yasa değişikliğinden önceki kararlar gibi yorumlanmış ise de, süreç içinde yasal değişiklik Danıştay kararlarına yansımış ve Baro Başkanlıkları tarafından açılan davalarda Barolar açısından menfaat ilgisi daha geniş yorumlanmıştır.

Bu bağlamda;

1- Balıkesir Barosu Başkanlığı tarafından, 9.4.2006 günlü, 26134 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 303 sıra nolu Milli Emlak Genel Tebliği'nin iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle açılan davada; Danıştay Onuncu Dairesince verilen yürütmenin durdurulması isteminin reddine ilişkin karara davacı tarafından yapılan itiraz üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'nun 8.2.2007 günlü, E:2006/1583 sayılı kararıyla, dava konusu Tebliğ ile avukatlık mesleği ile ilgili herhangi bir düzenleme yapılmadığı gibi, temel hak ve özgürlüklerin kullanımı açısından hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmayı ve korumayı gerektirecek bir düzenlemenin de bulunmadığı, bu nedenle davacı Baro'nun, bu davayı açmakta meşru, kişisel ve güncel bir menfaatinin etkilendiğinden söz edilemeyeceği gerekçesiyle itirazın reddine karar verilmiştir.

2- İzmir Barosu Başkanlığı tarafından, Adalet Bakanlığı İdari ve Mali İşler Dairesi Başkanlığı'nın 3717 sayılı Yasa hükümleri ile Adli ve İdari Yargı hakim ve Cumhuriyet savcıları ile diğer görevlilerine ödenmesi öngürülen yol gideri ve tazminata ilişkin usul ve esasları belirleyen 13.2.2006 günlü Genelgesi'nin iptali istemiyle açılan davada; Danıştay Onbirinci Dairesi'nce verilen davanın ehliyet yönünden reddine ilişkin karar, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'nun 22.10.2009 günlü, E:2006/4705, K:2009/1863 sayılı kararı ile onanmıştır.

3- Bursa Barosu Başkanlığı ve diğer bazı meslek odaları ile gerçek kişi davacılar tarafından, 20.1.2000 günlü Bakanlar Kurulu Kararı eki krokide belirlenen yerin "Uludağ Kış Sporları Merkezi" olarak ilanına ilişkin işleme karşı açılan davada; Danıştay Altıncı Dairesince Odalar yönünden davanın ehliyet yönünden reddine karar verilip, diğer gerçek kişi davacılar yönünden davanın esası incelenmek suretiyle verilen kararın temyizi üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu'nun 6.6.2003 günlü, E:2002/925, K:2003/409 sayılı kararıyla, Bursa Barosu Başkanlığı'nın, yargı kararının uygulanmadığını öne sürerek dava konusu işlemin iptali istemiyle açtığı davada menfaat ilgisi bulunduğunun kabulü gerektiği gerekçesiyle Danıştay Altıncı Dairesinin ehliyet ret kararı sadece Bursa Barosu Başkanlığı yönünden bozulmuş, diğer meslek odaları yönünden ise onanmıştır.

4- Bursa Barosu Başkanlığı ve diğer meslek Odaları ile gerçek kişi davacılar tarafından, Orhangazi Açmatepe'de bulunan bazı parsellerin Çimento Fabrikası Sanayi Alanı olarak belirlenmesine dair 1/25.000 ölçekli plan değişikliğine ilişkin Bayındırlık ve İskan Bakanlığı işleminin iptali istemiyle açılan davada; Danıştay Altıncı Dairesi'nce Bursa Barosu Başkanlığı ve diğer Odalar yönünden davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmiş ve bu kararın temyizi üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu'nun 29.4.2004 günlü, E:2001/553, K:2004/528 sayılı kararıyla; hukukun üstünlüğünü ve kamu yararını koruma görev ve yükümlülüğü taşıyan meslek kuruluşu olan Bursa Barosu Başkanlığı tarafından, dava konusu plan değişikliği sonucunda Orhangazi-İznik yöresinin bitki örtüsü ve doğal görüntüsünün bozulacağı, kurulması öngörülen tesisin çevreye zarar vereceği iddialarıyla dava açılmış olması nedeniyle dava açma ehliyeti bulunduğu gerekçesiyle davacı Baro Başkanlığı yönünden ehliyet ret kararı bozulmuş, diğer Meslek Odaları yönünden ehliyet ret kararı onanmıştır.

5- İzmir Barosu Başkanlığı tarafından, İzmir İli, Bergama İlçesi, Narlıca Köyü mevkii sınırları içinde bir yabancı firma tarafından siyanürle altın çıkartılması amacıyla kurulan işletmenin faaliyetine izin verilmesine ilişkin Bakanlar Kurulu prensip kararının iptali istemiyle açılan davada; Danıştay Altıncı ve Sekizinci Daireleri Müşterek Kurulu'nca verilen davanın ehliyet yönünden reddine ilişkin karar, Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu'nun 7.10.2004 günlü, E:2004/2163, K:2004/788 sayılı kararı ile ve yine hukukun üstünlüğünü savunmakla görevli bulunan Baronun, yargı kararının uygulanmadığını ve çevre sorunlarına yol açtığını öne sürdüğü Bakanlar Kurulunca alınan prensip kararı ile menfaat ilgisinin bulunduğundan dava açma ehliyetinin bulunduğu gerekçesiyle bozulmuştur.

6- İstanbul Barosu Başkanlığı tarafından, 13.7.2001 günlü, 24461 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Sağlık Bakanlığı Meslek Liseleri Ödül ve Disiplin Yönetmeliği'nin bazı maddelerinin iptali istemiyle açılan davada; Danıştay Sekizinci Dairesi'nce davacı Baro Başkanlığı'nın dava açma ehliyeti bulunduğu kabul edilerek davanın esası incelenerek verilen kararın temyizi üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'nun, 7.4.2005 günlü, E:2003/417, K:2005/234 sayılı kararıyla; hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmakla görevli bulunan Baronun, dava konusu Yönetmelik hükümleri ile Anayasanın eşitlik ilkesinin, kişinin dokunulmazlığı ilkesinin, özel hayatın gizliliği ilkesinin, kanunsuz suç ve ceza olamayacağı ilkesinin, temel hak ve özgürlüklerin ancak Yasayla sınırlanabileceği ilkesinin ihlal edildiğini, öğrenim özgürlüğünün engellendiğini öne sürerek bakılan davayı açtığı gözönünde bulundurulduğunda, iptalini istediği Yönetmelik hükümleri ile menfaat ilgisinin bulunduğunun açık olduğu gerekçesiyle davacının dava açma ehliyetinin bulunduğu kabul edilerek temyiz başvurusu esastan incelenmek suretiyle karar verilmiştir.

7- Diyarbakır Barosu Başkanlığı tarafından, 2002-2003 öğretim yılı ders bitimine kadar "Ermeni iddialarının asılsız olduğu" temasını işleyen konferanslar ve kompozisyon yarışması düzenlenmesine yönelik Milli Eğitim Bakanlığı'nın 14.4.2003 günlü Genelgesi'nin iptali istemiyle açılan davada; Danıştay Sekizinci Dairesince davacı Baro Başkanlığı'nın dava açma ehliyeti bulunduğu kabul edilerek davanın esası incelenmek suretiyle verilen kararın temyizi üzerine, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'nun 16.5.2007 günlü, E:2004/2274, K:2007/921 sayılı kararıyla; Baro Başkanlığı'nın 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 76. ve 95/21. maddelerine dayalı olarak hukukun üstünlüğünü ve insan hakları ilkesini bertaraf edici nitelik taşıdığını öne sürdüğü dava konusu Genelge'nin iptali istemiyle dava açabileceği kabul edilerek temyiz başvurusu esastan incelenmiştir.

Yukarıda değinilen Danıştay kararları ışığında konuya bakıldığında; Avukatlık Yasası'nda yapılan değişiklikten sonra açılan davalarda dava açma ehliyetinin bulunup bulunmadığı saptanırken, iptal davasının genel amacının yanı sıra dava konusu idari işlemin niteliği, bu işlemin hukukun üstünlüğünü, hukuk devleti ilkesini etkileyip etkilemediği, genel kamu yararı, Anayasa ile koruma altına alınan eşitlik, kişinin dokunulmazlığı, özel hayatın gizliliği, kanunsuz suç ve ceza olamayacağı gibi temel insan haklarının ihlal edilip etmediğine ve yargı kararlarının uygulanmaması veya geçersiz kılınması gibi hukuk devleti ilkesini zedeleyen bir durumun söz konusu olup olmadığına bakılarak menfaat ilgisinin olaya özgü, ancak daha geniş yorumlandığı görülmektedir.

Dava konusu uyuşmazlıkta; dava konusu karar ile yükseköğretime girişte bir sistem getirilmekte ve bu düzenlemeyle ülkenin eğitim sisteminin bütünü etkilenmektedir.

Dava konusu kararın bu özelliği nedeniyle genel kamu yararı ile ilgili bulunduğu açıktır. Yargı kararlarının uygulanmadığı savıyla açılan bu davada, işlemin hukuki niteliği ile hukukun üstünlüğünü koruma görev ve yükümlülüğü bulunan davacı Baro Başkanlığı'nın iddiaları birlikte dikkate alındığında davacının dava konusu kararla menfaat ilgisinin bulunduğunun kabulü zorunludur.

Nitekim İstanbul Barosu Başkanlığının Yükseköğretim Genel Kurulunun 21.07.2009 gün 1266 sayılı kararının iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle açtığı davada; davalı idarenin davacının ehliyetinin bulunmadığna ilişkin iddiası bu gerekçelerle kabul edilmemiştir. Davalı idarenin söz konusu kararına yönelik olarak verilen yürütmenin durdurulması kararı sonrası tesis ettiği dava konusu işleme karşı Baro tarafından dava açılabileceği de tartışmasızdır.

Dava; davalı idarenin 30.07.1998 gün ve 98/8-90 sayılı kararı ile 1999 yılından itibaren başlatılan uygulama ile tek aşamalı sınav ve farklı katsayı öngörülerek bu doğrultuda en son uygulanan Ağırlıklı Ortaöğretim Başarı Puanlarının (AOBP); adayların kendi lise alanlarında bir yükseköğretim programına yerleştirilirken 0,8; alanları dışında bir yükseköğretim programına yerleştirilirken 0,3; bir mesleğe yönelik program uygulayan ortaöğretim kurumlarından mezun olanların alanlarında yükseköğretim programlarına yerleştirilirken ayrıca 0,24 katsayısı ile çarpılması esası kaldırılarak, Yükseköğretim Genel Kurulunun 29.1.2009 gün ve 67 sayılı kararı ile yükseköğretime geçişte birinci aşamada Yükseköğretime Geçiş Sınavı (YGS) olarak adlandırılan ortak ve tek bir sınavdan sonra Lisans Yerleştirme Sınavları (LYS) olarak adlandırılan 5 ayrı sınav yapılacağı yolundaki karara ek 21.07.2009 gün ve 1266 sayılı kararın iptali ve yürütülmesinin durdurulması istemiyle açılan davada Dairemizce verilen yürütmenin durdurulmasına ilişkin 20.11.2009 gün ve E:2009/6890 sayılı karar ile bu karara yapılan itiraz üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca verilen 10.12.2009 gün ve Y.D. İtiraz No:2009/1005 sayılı karar üzerine alınan 17.12.2009 gün ve 1902 sayılı kararın yürütülmesinin durdurulması ve iptali istemiyle açılmıştır.

Dava konusu karar ile, "(1) Yükseköğretim Genel Kurulu'nun 21.7.2009 tarih ve 1266 sayılı Kararının 3., 4. ve 5. maddeleri hakkında Danıştay 8. Dairesi tarafından yürütmenin durdurulması kararı verilmesi üzerine ortaya çıkan hukuki boşluğun doldurulması zorunluluğu karşısında, herhangi bir karışıklık olmaması için, söz konusu kararın yürütmesi durdurulan 3., 4. ve 5. maddeleri kaldırılmıştır.

(2) Yükseköğretime Geçiş Sınavı (YGS) puanları ile yerleştirme yapılan programlar ve Lisans Yerleştirme Sınavı (LYS) puanları esas alınarak yerleştirme yapılan programlarda, ilgili Ağırlıklı Ortaöğretim Başarı Puanı (AOBP), adayın kendi alanında bir programı tercih etmesi halinde 0,15; alanı dışında bir programı tercih etmesi halinde ise 0,13 ile çarpılır. Ortaya çıkan sayının sınav sonucuna eklenmesi suretiyle bu aşamadaki yerleştirmeye esas olacak puan belirlenir.

(3) Adaylardan öğretmen lisesi ve meslek lisesi mezunu olanların, sınavsız kayıt hakkı olanlar dışında, kendi alanlarındaki programları tercih etmeleri halinde ilgili ağırlıklı ortaöğretim başarı puanlarının 0,05 ile çarpımı sonucunda bulunan puan 2. maddeye göre hesaplanan toplam puana ayrıca eklenir.

(4) Meslek Yüksek Okullarının sınavsız geçişten boş kalan kontenjanlarına açık öğretim programlarına ve meslek liselerinin devamı niteliğindeki lisans programlarına YGS puanları esas alınarak yerleştirme yapılır.

(5) Sınavsız geçiş dışındaki ön lisans ve açık öğretim programlarını tercih edebilmek için en az 140 YGS puanı gerekir. YGS puan türlerinden en az birinde 180 puan alan adaylar LYS sınavlarından istediklerine girme hakkını kazanırlar. Lisans programlarını tercih edebilmek için ilgili puan türünde en az 180 puan almak gerekir.

(6) Yükseköğretim Geçiş Sınavı (YGS) ile Lisans Yerleştirme Sınavı (LYS) sonucu oluşan her puan türünde, Türkiye genelinde ilk bin kişi arasına giren adayların yerleştirme puanı hesaplanırken, Ağırlıklı Ortaöğretim Başarı Puanında tercih edeceği bütün programlar için, alan içi katsayı değeri kullanılır." ilke ve kuralları getirilmiştir.

Gerek Anayasanın 125. maddesinin idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğunu düzenleyen kuralı, gerekse 2577 sayılı Yasanın 2. maddesinde yer alan, idari işlemlerin yargısal denetiminin yetki, şekil, sebep, konu ve maksat unsurları yönünden yapılacağı yolundaki hükmü, idarelerin takdir yetkisine dayalı olarak tesis ettiği işlemlerin de idari yargı denetimine tabi olduğunu göstermektedir. Takdir yetkisinin kullanımı idareyi yargı denetiminden bağışık kılmaz, Hukuk Devletinde sınırsız ve mutlak bir takdir yetkisinden söz edilemez.

İdarelerin idari işlem tesis ederken, eylemde bulunurken yararlandığı serbestiye takdir yetkisi denilir. Takdir yetkisi idareye bıkarılan belli ölçüde karar alma özgürlüğüdür. Hukuken kabul edilebilir koşulların oluşumu halinde tanınmış bir serbestidir. Keyfi bir hareket yetkisi olmayıp ancak hukuka uygun olarak kullanılabilir.

Hukuk Devleti olmanın gereği, idarelerin takdir yetkisine dayalı olarak tesis ettikleri bireysel ya da düzenleyici işlemlerin hukuken geçerli ve objektif bir sebebe dayanmasıdır. Takdir yetkisine dayalı işlemlerin, hukukun belirlediği sınırlar ve eşitlik kuralı gözetilerek kamu yararına ve hizmetin gereklerine uygun şekilde objektif, makul ve geçerli neden ve gerekçelere dayalı olarak tesis edilmesi gerekir.

Bu bakımdan idari işlemlere (bireysel ya da düzenleyici) yönelik yargı denetimi, bu işlemlerin Anayasa ve hukukun genel ilkelerine, yasa, tüzük ve yönetmelik hükümleri ile yargısal içtihatlara uygun olup olmadığının denetlenmesidir.

İdari yargı yetkisinin sınırını belirleyen 2577 sayılı Yasanın 2. maddesinin 2. fıkrası, Anayasanın 125. maddesinin birinci fıkrasının tekrarından ibaret olup, bu maddede açıkca ifade edildiği gibi idari işlemler üzerindeki yargısal denetim bu işlemlerin hukuka uygunluğunun saptanması ile sınırlıdır. İdarenin takdir yetkisinin denetiminde yargı organlarının yalnızca hukuka uygunluk denetimi yapabilecekleri şeklinde ifade edilen kural, aynı zamanda idarenin takdir yetkisinin sınırlarını da ortaya koymuştur. İdarelerin belirli bir kamu hizmetinin etkili ve verimli bir biçimde yürütülmesi, kamu yararının somut biçimde ortaya konulması için birden çok seçenekten birisini tercihte takdir yetkisine sahip olmaları halinde yapılacak yargısal denetim, idarenin tercih ettiği seçeneğin ve bunun uygulanmasının hukuka uygun olup olmadığının araştırılması ve saptanması ile sınırlanmıştır. İdari yargının idareyi bu seçeneklerden birisini tercihe zorlayacak ya da belli bir yönde işlem ve eylem tesisine zorunlu kılacak biçimde yargı kararı vermeleri halinde, hukuka uygunluk denetimi aşılarak yerindelik denetimi yapılmış olacaktır.

Bir başka anlatımla, idari işlemler üzerinde yerindelik denetiminden söz edilebilmesi için, bir işlemin idarenin objektif değerlendirme olanağı bulunmayan işleyiş zorunlulukları ile ilgili ya da hukuk sınırları içerisindeki seçeneklerden birine karışılması gibi bir durumun söz konusu olması gerekir.

Anayasanın 138. maddesinin son paragrafında, yasama ve yürütme organları ile idarenin mahkeme kararlarına uymak zorunda olduğu, bu organlar ve idarenin, mahkeme kararlarını hiçbir surette değiştiremeyeceği ve bunların yerine getirilmesini geciktiremeyeceği şeklinde yer alan hükme paralel olarak 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 28. maddesinin 1. fıkrasında; idarenin, Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının gereklerine göre gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecbur olduğu kuralına yer verilmiştir.

Bu şekilde yürütmenin durdurulması kararının, davanın esası hakkında verilen kararlar gibi yerine getirilmesinin zorunlu olduğunu belirleyen kural, bu kararların, iptali istenilen idari işlem üzerindeki hukuki etki ve sonuçlarının aynı olmasından kaynaklanmaktadır. Bu bakımdan, yürütmenin durdurulması kararının hukuki gereklerine uygun bir işlem tesis edilmesi Anayasal ve Yasal zorunluluktur. Bu maddelerde kararların "değiştirilemeyeceği" belirlemesi yapılmak suretiyle de kararların şeklen değil içeriğine uygun olarak yerine getirilmesi gereğine işaret edilmiştir.

Hukuk Devletinde yargı kararlarının uygulanmamasından söz edilemeyecek olup, bu maddelerin kararların tam ve gereğince yerine getirilmesini sağlamaya yönelik olduğu açıktır. İptal kararlarının özelliği gereği; dava konusu idari işlemin, tesis edildiği tarihten geçerli olmak üzere hukuksal varlığına son verilmektedir. Böylece, hukuka aykırı olduğu belirlenmiş olan idari işlemin bütün sonuçları ile ortadan kaldırılarak hukuk düzeninin korunması amaçlanmıştır. Bir başka anlatımla, iptal davaları ile idarenin, hukuka aykırı tasarruflarda bulunması, kararlar alması önlenerek, hukuka bağlılığı sağlanmaya çalışılmaktadır.

Bu açıklamalar karşısında, yargı kararlarının uygulanması konusunda idarelere herhangi bir takdir yetkisi tanınmadığı açıktır. Yani idarelerin yargı kararlarının doğruluğunu tartışma ve buna göre uygulama yapma yetkisi bulunmamaktadır.

İdari işlemlerin yargısal bir kararla iptali halinde bu karar, işlemin unsurlarında bulunan hukuka aykırılığı saptayarak tesis edildiği tarihten başlayarak ortadan kaldırmakta ve bu özelliği nedeniyle geriye yürüyen sonuçlar doğurmaktadır. İptal kararlarının işlemin tesis edildiği tarihten önceki hukuki durumun geçerliğini sağladığı idare hukukunun bilinen ilkesidir. Aksine bir yaklaşım, iptal kararı ile ortadan kaldırılan bir işlemin sonuçlarını geçerli kılmak anlamına geleceğinden bu ilkeyle bağdaşmayacaktır.

Yukarıda anılan Anayasa ve Yasa hükümleri ile idare hukuku ilkesi gereği idareler iptal kararının amaç ve kapsamına göre yeni bir işlem yapmak ve iptal edilen işlemden doğan sonuçları ortadan kaldırmak ve önceki hukuki durumun geçerliliğini sağlamakla görevlidir. Bu nedenle, idareler iptal kararlarının amaç ve kapsamı dışında bir işlem tesis edemez. İdarelerin bu amaç dışında başkaca bir tercih ve takdir hakkı yoktur.

Yargı kararı üzerine tesis edilen bir işlemin yargısal denetiminde yargı organlarının hareket noktasını da, kararların tam ve gereğince uygulanıp uygulanmadığının denetlenmesi oluşturur. Buradaki denetimin amacı yine hukukun üstünlüğünün sağlanmasıdır. Kararın uygulanması konusunda farklı seçeneklerin varlığı halinde idarenin kullanacağı takdir hakkı ile tercih edilen bu seçeneğin de yargı kararının gereğinden hareketle hukuksal denetimi yapılacaktır. Bir başka anlatımla; idarenin iptal kararının uygulanması bakımından bağlı yetki içinde bulunmasına karşın, zorunlu tek seçeneği olmaması halinde sahip olacağı takdir yetkisinin denetlenmesi de hukuksal bir denetimdir.

Dava konusu kararın bu açıklamalar ışığında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Davacı Baro Başkanlığının Yükseköğretim Genel Kurulunun 21.07.2009 gün ve 1266 sayılı kararına karşı Dairemizin 2009/6890 esasına kayıtlı olarak açtığı davada ileri sürdüğü iddialar ve 20.11.2009 tarihinde verilen yürütmenin durdurulması kararı dikkate alınarak bu dava konusu karara ilişkin iptal isteminin 2., 3., 4. ve 6. maddelerine yönelik olduğu kabul edilerek, inceleme ve değerlendirme bu maddeler açısından yapılacaktır.

Dava konusu kararın, Dairemizce ve İdari Dava Daireleri Kurulunca verilen kararlar nedeniyle oluştuğu ileri sürülen hukuki boşluğun giderilmesi amacıyla tesis edilmiş olduğu iddia edildiğinden bu kararların irdelenmesi gerekmektedir.

Bu nedenle öncelikle yargı kararları nedeniyle hukuki geçerliğini yitiren işlemin niteliği ve yargı kararlarının uygulanma şekli ile sonuçlarının ortaya konulması gerekli görülmüştür.

Yükseköğretim Kurulunun 30.7.1998 gün ve 98.8.90 sayılı kararı ile 1999 yılından itibaren başlatılan uygulama ile tek aşamalı sınav ve sözel, sayısal ve eşit ağırlıklı ortaöğretim başarı puanlarının hesaplanmasında farklı katsayı uygulaması başlatılmıştır. Bunun sonucu olarak sınav sonuçlarının değerlendirilmesinde adayların ortaöğretimdeki başarıları dikkate alınmış, Yükseköğretim Kurulunun uygun göreceği ilkeler çerçevesinde ortaöğretim başarı puanı, ek puan olarak giriş sınav puanına eklenmiştir. Ortaöğretim başarı puanının hesaplanmasında ortaöğretimdeki alanlarla ilgili yükseköğretim programlarına yerleştirme yapılırken daha yüksek katsayı uygulanmıştır. Ayrıca mesleki ve teknik ortaöğretimi sürdürmek için bir mesleğe yönelik program uygulayan liseleri bitirenlere aynı alandaki yükseköğrenimi seçmeleri halinde ek puan uygulaması getirilmiştir.

Ortaöğretim kurumlarından mezun olanların öğrenim gördükleri meslek ya da alanda yükseköğrenim görmeleri Milli Eğitim Temel Yasasının asıl amacı olduğu ve bu amacın da 2547 sayılı Yasadaki kurallarla gerçekleştirilmeye çalışıldığı için, bu amaca uygun olarak öğrencilerin meslekleri ya da alanları dışında eğitim görmek istemeleri halinde üniversite puanlarının daha düşük bir katsayı, tersine durumda ise daha yüksek katsayı uygulanacağına ilişkin anılan karar alınmış ve uygulama 1999 yılından itibaren başlatılmış ve o tarihten bu yana uygulanmaktadır.

Böylece, Ağırlıklı Ortaöğretim Başarı Puanlarının (AOBP); adayların kendi lise alanlarında bir yükseköğretim programına yerleştirilirken 0,5, kendi alanları dışında bir yükseköğretim programına yerleştirilirken 0,2 katsayı ile çarpımı esası belirlenmiş, bu katsayılar 2003 yılından itibaren aradaki fark genişletilerek 0,8 - 0,3 olarak uygulanmış, ayrıca bir mesleğe yönelik program uygulayan ortaöğretim kurumlarından mezun olanların alanlarında bir yükseköğretime yerleştirilirken ek puan olarak 0,24 katsayısı ile çarpılması esası da getirilmiştir.

Yükseköğretim Kurulunun bu kararlarıyla ilgili uygulamalarına karşı Dairemizde birçok dava açılmış ve verilen ret kararları Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca da onanmıştır. Böylece, farklı katsayı uygulamasında hukukun temel ilkelerine, Anayasa ve ilgili Yasalara aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

Davalı idarenin farklı katsayı uygulamasını kaldıran 21.7.2009 gün ve 1266 sayılı kararına karşı açılan davalarda ise yukarıda aktarılan yargı kararları ile oluşan hukuki durum doğrultusunda değerlendirme yapılarak farklı katsayı uygulaması konusunda yargı kararlarıyla istikrar kazanmış bir sistemin yerleşmiş olduğu ve bu kararlardan sonra mevzuatımızda bu kararın aksine yapılmış yasal bir düzenleme bulunmadığı, yargı kararlarında yapılan hukuki değerlendirmelerin bugün için de geçerliliğini sürdürdüğü belirlenmiştir.

Ayrıca İdari Dava Daireleri Kuruluna yapılan itiraz üzerine verilen karada; idarenin farklı katsayı belirlemesine yönelik olarak yapacağı düzenlemede belirleyeceği katsayının ölçülülük ilkesi dikkate alınarak eğitim sisteminin yönlendirme esası gereği örgütleniş biçimindeki bütünlüğü bozmaması, alan/bölüm, mesleki eğitim, genel lise eğitimi gibi ayrımları ve yargı kararlarını geçersiz kılacak nitelikte olmaması gerektiği de vurgulanmıştır.

Dolayısıyla farklı katsayı uygulamasını öngören düzenlemelerde, ulusal hukuka ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırılık bulunmadığı ve farklı katsayı uygulamasını fiilen ya da şeklen kaldıracak idari düzenlemelerin yargı kararlarına aykırılık oluşturacağı, Anayasanın 138. ve 2577 sayılı Yasanın 28. maddesi gereğince idarenin yargı kararlarına uymak zorunda olduğu gibi bu kararların sonuçlarını değiştirmesine olanak bulunmadığına işaret edilmiştir.

Bu açıklamalar karşısında, idarenin söz konusu yargı kararları üzerine farklı katsayı uygulaması konusunda bağlı yetki içinde bulunmasına karşın, bu katsayıların belirlenmesi noktasında takdir yetkisine sahip olduğunun kabulü gerekmektedir. Ancak bu yetkinin kullanımı da mutlak ve sınırsız değildir. Bir başka anlatımla, uygulanmakta olan ve zaman içinde birtakım sonuçlar doğurarak istikrar kazanan bir düzenlemenin değiştirilmesi ya da kaldırılması için hukuk düzeninde veya maddi olayda bir değişiklik olması gerekir. Yani önceki uygulamayı kaldıran ve yeni bir uygulama getiren düzenlemenin hukuken geçerli sebeplere dayanması gereği tartışmasızdır.

Bu nedenle, idarenin bu yargı kararları sonrası farklı katsayı belirleme konusunda sahip olduğu takdir yetkisini dayandırdığı sebeplerin hukuken geçerli olup olmadığının irdelenmesi gerekmektedir. Yukarıda yapılan açıklamalar dikkate alındığında bu değerlendirmenin hukuki bir denetim olduğu, davalı idarenin iddia ettiği gibi bir yerindelik denetimi olmadığı açıktır.

İdarenin takdir yetkisinin hukuki denetiminin yapılabilmesi için Yükseköğretim Kurulunun 1998 yılında aldığı farklı katsayı uygulamasına ilişkin düzenleme sonrası yargı kararları ile hukuka uygun olduğu kabul edilmiş ve uygulanmakta olan katsayının (0,8-0,3), (0,15 - 0,13) olarak değiştirilmesinin nedenleri 7.1.2010 günlü ara kararımız ile sorulmasına karşın, davalı idarenin bilimsel ve hukuken kabul edilebilir bir açıklama yapmamış olduğu görülmüştür.

Davalı idarenin katsayı farkının 10 puana tekabül ettiği ve belirlenen katsayılara göre bulunacak sonuçların 0,8 - 0,3 katsayı uygulanan bir önceki sınav sonuçlarına göre bin kişi üzerinde bir fark oluşturacağı şeklindeki açıklamalarına da bilimsel ve kabul edilebilir bir dayanak sunmadığı görülmektedir. Yargı kararları ile 0,8 - 0,3 katsayı farkı kabul görmüş olmakla bu katsayının uygulandığı sınav sonuçlarına farklı katsayılar uygulayarak bir değerlendirme yapmanın ve bunu uygulamanın geçerli sebebi olarak sunmanın kabulünün mümkün olmadığı açıktır.

Davalı idarece; üniversiteye giriş sınavında 2010 yılı itibarıyla uygulanacak sistemde değişiklik yapılarak yeni bir sistem getirildiği ve öğrencilerin öğrenimlerine uygun programları seçmelerinin sağlandığı ve bu nedenle katsayı uygulamasının bir gerekliliği kalmadığı savunulmuştur. Mevcut yargı kararları nedeniyle davalı idare farklı katsayı uygulamasının geçerliliği hususunda bir değerlendirme yapma olanağına sahip değildir. Kaldı ki davalı idarenin de iddia ettiği gibi 29.1.2009 gün ve 267 sayılı Yükseköğretim Genel Kurulu kararı ile sınav sisteminde meydana getirilen değişiklik ile sınav sorularında çeşitlilik yaratılarak eğitim müfredatının bir bütün olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Bu uygulamanın, yasal düzenlemelerin amacını teşkil eden öğrencilerin ortaöğretimde seçtikleri ve yöneldikleri okul ve alana uygun bir yükseköğretime yönlendirilmesi ilkesinin zorunlu bir sonucu olduğu açıktır. İdarenin yasal kuralları hayata geçirme görevinin bir sonucu olarak yönlendirmenin tam ve gereğince sağlanmasına yönelik olarak yapılan sınav sistemi değişikliğinin katsayı uygulamasının gerekliliğini ortadan kaldıracak bir niteliği bulunmamaktadır. Aksine bu yönlendirmenin farklı katsayı uygulaması ile desteklenmesinin yasal kuralların amacı ve anlamına en doğru yaklaşım olduğu da yine yargı kararlarıyla belirlenmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin laik, demokratik ve sosyal bir hukuk Devleti olduğu hükmü yer almıştır. Anayasa Mahkemesinin birçok kararında da belirtildiği gibi, Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemlerinin hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda eşitliği gözeten, adaletli bir hukuk düzeni kurup sürdürmekle kendisini yükümlü sayan, hukuk güvenliğini sağlayan, bütün etkinliklerinde hukuka ve Anayasa'ya uyan, işlem ve eylemleri bağımsız yargı denetimine bağlı olan devlettir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 10. maddesine göre, "Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.

Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.

Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.

Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar."

Bu madde ile amaçlanan mutlak değil hukuksal eşitliktir. ?Yasa önünde eşitlik? ilkesi yasalar karşısında herkesin eşit olmasını, ayırım yapılmamasını, kimseye ayrıcalık tanınmamasını gerektirir. Durumlarındaki farklılıklar kimi kişi ve toplulukların değişik kurallara bağlı tutulmasına neden olabilirse de, farklılık ve özelliklere dayanan bu tür düzenlemeler eşitlik ilkesine aykırılık oluşturmaz.

Anayasa'nın 17. maddesinin ilk fıkrasında, herkesin, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmiş, 5. maddesinde de kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak, devletin temel amaç ve görevleri arasında sayılmıştır. Devletin bu yükümlülüğünü eşitlik ilkesini gözeterek hiçbir ayırım yapmadan herkes için geçerli olacak biçimde yerine getirmesi gerektiğinde duraksamaya yer yoktur.

Yine Anayasanın 13. maddesinde; temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın, yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamaların Anayasanın özüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı kuralına yer verilmiş; "Eğitim ve Öğretim Hakkı ve Ödevi" başlıklı 42. maddesinde; kimsenin eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamayacağı, öğrenim hakkının kapsamının kanunla tespit edilip düzenleneceği kurala bağlanmıştır. Bu madde ile eğitim ve öğretimin genelliği ilkesi benimsenerek birey açısından bir hak, Devletin de asli görevi olduğu belirlenmiştir.

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca katsayıyı belirleyen düzenlemelerde esas alınacağı vurgulanan "ölçülülük" bir idare hukuku ilkesidir. Nitekim kararda ölçülü olmaktan ne anlaşılması gerektiği de ortaya konularak idari işlemden beklenen amaç ile kullanılan araç arasında adil bir denge olması gerektiği belirlenmiştir. Yani idare hukukunun ölçülülük ilkesine yönelik bir belirleme yapılmıştır. Bu bakımdan davalı idarece Anayasanın 13. maddesindeki ölçülülük ilkesi gereği bireyin temel haklarının, Devlete karşı korunması amaçlandığı belirtilmiş olması karşısında, yargı kararlarında ayrıntılı olarak yapılan açıklamaların tekrarlanmasına gerek görülmüştür.

Bu kararlarda; Anayasanın yukarıda aktarılan maddelerinden de bahsedilerek ortaöğretim kurumlarının niteliği ve bu kurumlardan yararlanma hakkının kullanımı için öngörülen yasal düzenlemeler ile ulaşılan sonuçta ilgililerin hukuksal statülerinin birbirinden farklı olduğu, fırsat ve imkan eşitliğinin ruhuna ve amacına uygun olarak yönlendirme suretiyle kademelerden geçerek verilen haklardan eşit olarak yararlandırılmış olan bireylerin bu eğitim kurumları içinde seçtikleri okul ve alan nedeniyle elde ettikleri hukuksal statünün farklı olmasının kaçınılmaz olduğu, öğrencilerin okul ve alan seçimi sonucu oluşturdukları birikimlerinin farklı katsayılar uygulanmak suretiyle adil bir değerlendirmeye tabi tutulmasının amaçlandığı, farklı katsayı uygulamasının kaldırılması ile farklı hukuki statüdeki öğrencilerin aynı konumda değerlendirilmesi sonucu Anayasal eşitlik kuralı ile çelişkili bir durum yaratılacağı, hukuksal statüsü farklı olanların eşit koşulara tabi kılınmasının hak kaybı ve ihlaline sebep olacağı vurgulanmıştır. Öte yandan, mesleki-teknik liseden mezun olanların üniversiteye girebilmelerinin de yasanın bir gereği olduğunun tartışmasız olduğu, değinilen lise mezunlarına genel lise mezunlarıyla girdikleri sınavda farklı katsayı uygulamasının hukuka aykırı olmadığı, bu farklılığın da ölçülü (idari işlemden beklenen amaç ile kullanılan araç arasında adil bir denge) olması gerektiği, mesleki ve teknik eğitimin amacı dikkate alındığında belirlenecek katsayının bu amaca yönelik bir unsur taşıdığı, mesleki-teknik eğitim görenlere kendi alanlarına yönelik tercihlerde daha fazla katsayı uygulanmasının eşitliğe aykırı olmadığı gibi genel liselerde de yükseköğretime girişte farklı katsayı uygulanmasının eşitsizliğe neden olmayacağı, aksine bir yorumun mesleki-teknik öğretimi işlevsiz kılacağı, genel liselerin aleyhine bir durumun gerçekleşmesine neden olacağı belirlenmiştir. Bu değerlendirmelerin genel liseler içindeki farklı alanlara ilişkin katsayı belirlemesini de kapsadığına işaret edilmiştir.

Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere; katsayı farkının belirlenmesinde davalı idarenin iddia ettiği gibi bireylerin Devlete karşı korunması değil, Devletin bireylere tanıdığı ve yararlandırdığı hakların tam ve gereğince kullanılmasının sağlanması amaçlanmalıdır. Yani bireylerin haklarının birbirlerine karşı korunması, sahip olunan hakların özüne ve ruhuna uygun kullanımının sağlanmasıdır. Maddi olayda ölçülülük ilkesinin hareket noktası da öğrencilerin mesleki eğitim, genel lise eğitimi ve genel liseler içinde alan/bölüm seçerek oluşturdukları birikimin adil bir değerlendirmeye tabi tutulmasını sağlamaktır. Bu ayrımların kaldırılması sonucunu doğuran bir düzenlemenin eğitim sisteminin örgütleniş biçimindeki bütünlüğü bozacağı ve yargı kararlarına aykırı olacağı açıktır.

Davalı idare savunmasında yargı kararları nedeniyle oluştuğunu ileri sürdüğü hukuki boşluğu gidermek için belirlediği farklı katsayı oranına ilişkin açıklama yaparken; yönlendirme amacıyla getirilen sınırlamanın bireyin yükseköğretim hakkını ortadan kaldırmaması, istediği takdirde makul seviyede bir gayretle bu sınırlamayı aşabilmesine imkan verilmesi gerektiği, aksine bir yaklaşımın bireyi katlanamayacağı bir sorumluluk altına sokarak Anayasanın 5. maddesine aykırılık teşkil edeceği, yasal kuralların ilgililerin farklı bir alanı tercih etmelerinin engellenmesi sonucunu doğuracak düzenlemeleri içermediği gibi meslek lisesi mezunlarına kendi alanlarından farklı bir alanda yükseköğrenim görmek istemeleri halinde de farklı katsayı uygulanacağına ilişkin bir düzenleme yer almadığı, farklı katsayı uygulamasının meslek liselerini olumsuz etkileyeceği, sınav sürcenin başladığı, kılavuzların hazırlandığı bu aşamada oluşacak değişikliklerin öğrencilerin başvurularında belirsizlik yaratacağı ileri sürülmüştür.

Davalı idarenin bu açıklamaların yer aldığı savunması, farklı katsayı uygulamasını kaldıran düzenlemeye yönelik olarak açılan davalarda verilen savunmalarını tekrar eder niteliktedir. Bu şekilde katsayı farkının olmaması ya da olacaksa da aşılabilir bir niteliğinin bulunmasına yönelik olan bir amacın, yukarıda açıklanan mevzuatta öngörülen ve Dairemizce ve İdari Dava Daireleri Kurulunca verilen kararlarda da vurgulanan temel ilke ve yaklaşıma uygun olmadığı açıktır. Ayrıca uygulanacak katsayı sınavlar sonucunda yerleştirmeye esas puanın hesaplanmasında dikkate alınacağından sınavlara başvurma ve sınavları engelleyici bir husus değildir.

Bu açıklamalar karşısında; 1998 yılından itibaren uygulanan ve hukuka uygunluğu yargısal kararlarla istikrar kazanmış farklı katsayı uygulaması ile dava konusu karar alınıncaya kadar uygulanmakta olan alan içi tercihlerde 0,8, alan dışı tercihlerde 0,3 katsayısının esas alınacağına ilişkin düzenlemenin değiştirilerek alan içi 0,15, alan dışı 0,13 katsayı farkına dönüştürülmesine ilişkin dava konusu kararın hukuken geçerli bir sebebe dayanmadığı gibi yargı kararlarının gereklerine aykırı olduğu ve yargı kararlarını geçersiz kıldığı sonucuna ulaşılmaktadır.

Bu durumda, dava konusu düzenlemenin 2. maddesinde hukuka uyarlık bulunmamıştır.

Düzenlemenin 3. maddesine gelince; 2547 sayılı Yasanın 45. maddesinde yer alan kuraldan kaynaklanmakla beraber, bu madde ve kararın 4. maddesindeki puanlama sistemi, 2. maddeye dayandırılmış olduğundan, hukuki geçerliliğinden söz etmeye olanak yoktur.

Düzenlemenin 6. maddesiyle, YGS ve LYS sınavları sonucu oluşan her puan türünde Türkiye genelinde ilk bin kişi arasına giren adayların yerleştirme puanı hesaplanırken AOBP'nın tercih edeceği bütün programlar için alan içi katsayı değeri kullanılacağı belirlenmiştir.

Düzenlemenin 6. maddesiyle, YGS ve LYS sınavları sonucu oluşan her puan türünde Türkiye genelinde ilk bin kişi arasına giren adayların yerleştirme puanı hesaplanırken AOBP'nın tercih edeceği bütün programlar için alan içi katsayı değeri kullanılacağı belirlenmiştir.

Her genel kuralın kendi içinde bir istisnayı içeriyor olmasının genel kurala aykırılık teşkil etmeyeceği, başarının ödüllendirilmesi amacına yönelik olduğu anlaşılan bu kuralın, yargı kararlarına aykırı bir yönü bulunmadığı gibi hukuka, hakkaniyete ve mevzuata uygun olduğu anlaşılmaktadır.

Dava konusu kararın 2., 3. ve 4. maddelerinin uygulanması halinde telafisi güç ve imkansız zararlar oluşacağı da açıktır.

Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı Yasanın 27/2 maddesindeki koşullar oluşmuş olduğundan, dava konusu kararın 2., 3. ve 4. maddelerine yönelik olarak yürütmenin durdurulması isteminin oybirliği ile kabulüne, koşullar oluşmadığından 6. maddesine yönelik yürütmenin durdurulması isteminin oyçokluğu ile reddine 27.01.2010 gününde karar verildi.

Azlık Oyu (X) :

Dava konusu düzenlemenin 6. maddesinde, YGS ve LYS sınavları sonucu oluşan her puan türünde Türkiye genelinde ilk bin kişi arasına giren adayların yerleştirme puanı hesaplanırken AOBP'nın tercih edeceği bütün programlar için alan içi katsayı değeri kullanılacağı kuralına yer verilmiştir.

Yükseköğretim Genel Kurulunun 29.01.2009 gün ve 2.67 sayılı kararı ile 2010 Sınav Kılavuzunun incelenmesinden YGS için 6, LYS için 5 puan türü, LYS puan türlerinin herbirinde ayrıca alt puan grupları oluşturulabileceği belirlenmiş olduğu da dikkate alındığında bu rakamın en az onbirbin öğrenciyi kapsayacağı sonucuna ulaşılmaktadır.

2547 sayılı Yükseköğretim Yasasının 45. maddesinde;

"a. Öğrenciler Devlet Yükseköğretim Kurumlarına, esasları Yükseköğretim Kurulu tarafından tespit edilen sınavla girerler. Sonuçların değerlendirilmesinde adayların ortaöğretimdeki başarıları dikkate alınır. Ortaöğretim kurumlarını birincilikle bitiren adaylar kendileri için yükseköğretim kurumlarında ayrılacak kontenjanlara, tercih ve puanları gözönünde tutularak yerleştirilir. Yükseköğretim kurumlarına öğrenci seçiminde, adayların ortaöğretim süresindeki başarıları Yükseköğretim Kurulunun uygun göreceği şekilde Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi tarafından geliştirilecek bir yöntemle ek bir puan olarak tespit edilir ve yükseköğretim kurumlarına giriş sınav puanlarına eklenir. Bir mesleğe yönelik programlar uygulayan liselerin mezunları, Yükseköğretim Kurulu tarafından belirlenecek aynı alanda bir yükseköğretim kurumuna girerken, başarı notları ayrıca tespit edilecek bir katsayı ile çarpılmak suretiyle değerlendirilerek giriş sınavı puanlarına eklenir.

b. Yükseköğretim Kurulunca düzenlenen esaslara göre belli sanat dallarında üstün kabiliyetli olduğu tespit edilen öğrenciler, ilgili dalda eğitim yapmak kaydıyla yine bu esaslar içerisinde belirlenecek özel yöntemlerle yükseköğretim kurumlarına alınabilirler.

c...............

d. (Ek : 29/6/2001 - 4702/2 md.) Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumunca tespit edilen uluslararası bilimsel yarışmalarda ödül kazanan öğrenciler, ödül kazandıkları alanlarda Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi ile Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumunca müştereken belirlenecek yükseköğretim kurumlarından seçtiklerine sınavsız girerler.

e. (Ek : 29/6/2001 - 4702/2 md.) Mesleki ve teknik orta öğretim kurumlarından mezun olan öğrenciler istedikleri takdirde bitirdikleri programın devamı niteliğinde veya buna en yakın programların uygulandığı, öncelikle kendi mesleki ve teknik eğitim bölgesi içinde yer alan veya bölgesi dışındaki meslek yüksekokullarına sınavsız olarak yerleştirilebilirler. Sınavsız olarak meslek yüksekokullarına devam ederek mezun olan öğrencilerin yüzde onundan az olmamak üzere ayrılacak kontenjanlara göre alanlarındaki lisans programlarına dikey geçiş yapmaları sağlanır. Bununla ilgili esas ve usuller, Milli Eğitim Bakanlığı ile Yükseköğretim Kurulu işbirliği ile çıkartılacak yönetmelikte belirlenir.

f. (Ek : 29/6/2001 - 4702/2 md.) Mesleki ve teknik ortaöğretim kurumlarından herhangi birini bitirip de mesleki ve teknik eğitim bölgeleri kapsamı dışındaki bir yükseköğretim programına girmek isteyen öğrenciler, üniversite giriş sınavlarına başvurabilirler" kurallarına yer verilmiştir.

Bu maddeden anlaşılacağı üzere öğrencilerin ortaöğretimdeki başarı durumlarının sınav sonucuna nasıl yansıtılacağı belirlenmiştir. Okullarını birincilikle bitiren öğrenciler, belli sanat dallarında üstün başarılı olan öğrenciler, TÜBİTAK yarışmalarında ödül kazanan öğrenciler ve meslek liselerinde okuyan öğrenciler açısından farklı kurallar öngörülmüştür. Böylece yasanın genel kuralı ile sınav sonuçlarının değerlendirilmesinde adayların ortaöğretimdeki başarıları dikkate alınmış, sınav sonucu belli bir başarı düzeyi gösterenlere yönelik herhangi bir kural ve istisna öngörülmemiştir.

Bu nedenle, başarının tüm öğrenim süresi değerlendirilerek belirlenmesi gerekirken, bir sınavda gösterilen performansın başarı olarak kabul edilip ödüllendirilmesine yönelik düzenlemenin yasal bir dayanağı bulunmamaktadır.

Kaldı ki bu uygulama gerek Dairemizce gerek İdari Dava Daireleri Kurulunca verilen kararlar ile belirlenen temel ilkeye aykırılık teşkil etmektedir. Söz konusu kararlar ile mesleki eğitim, genel lise eğitimi, alan/bölüm gibi ayrımlardan hareketle farklı katsayı uygulamasının gerekliliğine vurgu yapılmıştır. Dava konusu kararın her puan türünde ilk bine giren öğrenciler için katsayı uygulamasını kaldırıyor olması nedeniyle bu kural bakımından yargı kararlarının gereğinin yerine getirilmediği ve geçersiz kılınmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır.

Davalı idare 21.7.2009 gün ve 1266 sayılı kararında başarılı öğrenciler açısından herhangi bir düzenlemeye gitmemişken, bu kararın yürütülmesinin durdurulması sonrasında alınan dava konusu kararda bu türden bir düzenleme yapma amacının da yine yargı kararlarını etkisiz kılmaya yönelik olduğu açıktır.

Bu açıklamalar karşısında dava konusu düzenlemenin 6. maddesinin de yürütülmesinin durdurulması gerektiği görüşü ile çoğunluk kararına katılmıyoruz.

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber