Başbakan danışmanı, MİT depremini 2. kez yorumladı

Kaynak : Star Gazetesi
Haber Giriş : 20 Şubat 2012 02:04, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42

Daha önce Yasin Doğan rumuzuyla, MİT depremini yorumlayan Yalçın Akdoğan, yazısı sonrasında yapılan yorumlar dolaysıyla 2. bir yazı daha yayımladı.

Doç. Dr. YALÇIN AKDOĞAN

Siyaset Bilimci

Olayın sebep olduğu komplikasyonlar bir yana AK Parti iktidarı farklı suçlamalara maruz kalmaktadır. Öncelikle doğrudan kendisine bağlı olan Müsteşar'ın ?terör örgütüne destek veren adam' pozisyonuna düşürülmesi, Başbakan'ı zan altında bırakmak olarak yorumlanmıştır. MİT'çilerin yargılanmasını düzenleyen 26. Madde'nin gözardı edilerek Müsteşar'ın ifadeye çağırılmasına tepki olarak geliştirilen yeni düzenleme karşısında ise Hükümet, suç işleyen MİT'çileri korumakla, yargı yollarını kapatarak kendisine bağlı hukuk dışı odaklar üretmeye çalışmakla suçlanmıştır. AK Parti iktidarına yönelik bir suçlama da Fethullah Gülen hareketiyle çatışmaya girdiği ve cemaat mensuplarını tasfiye etmeye çalıştığı yönündeydi.

Olayın hemen arkasından köşe yazarlarının yaptıkları değerlendirmeler ise süreci başlatan iradeye yönelik suçlamalar içeriyordu. Hasan Cemal, ?barış ve diyalog sürecinin gömülmek istendiğini', Mahmut Övür ?devlet içinde güç savaşı yaşandığını ve MİT'in itibarsızlaştırılmaya çalışıldığını', Abdulkadir Selvi, ?operasyoncularla, diyalogcular arasında savaş yaşandığını', Ali Bayramoğlu ?hükümetin politikasının polis ve yargı tarafından hesaba çekildiğini, devlet içinde cephe kazanma, etkili yer tutma mücadelesi yapıldığını', Ahmet Altan, ?müzakere sürecinin önünün kapatılmaya çalışıldığını, devletin şanzıman dağıtarak ikiye ayrıldığını' iddia eden yazılar yazdılar. Muhalefete göre ise asıl hedef Erdoğan olmalı, Başbakan da KCK'dan yargılanmalıydı.

Hükümete ve süreci başlatan yargı/polis bürokrasisine yönelen eleştiriler meselenin asli zemininden kaydırılmaya çalışıldığını, sapla samanın iyice birbirine karıştığını gösterdi.

Hükümete yönelik suçlamalarla ilgili şunlar söylenebilir: AK Parti iktidarı hiçbir zaman yanlış yapanları savunmamış, kirli ilişkilerin üzerini örtmemiştir. Hakan Fidan'ın Oslo görüşmeleri üzerinden ?suçlu' muamelesine tabi tutulması, hükümetin güvenlik politikasına müdahale olarak algılanmış ve Başbakan'ın iznini bypass eden tutuma karşı tedbir geliştirilmiştir. Bir kurumun içinde yanlış yapanlar varsa bunları bulup çıkarmanın yolu, hükümete karşı bir dayatma görüntüsü vermek, böyle bir kaosa ve gerilime zemin hazırlamak olmamalıydı.

MİT'in haber elemanı olarak kullandığı örgüt mensuplarının bir kısım suçlara karıştığı veya MİT'in bazı görevlilerinin yetki dışında faaliyetlere bulaştığı iddiası elbette önemlidir, ancak bunun üzerine gidilmesinin yolu hükümetin güvenlik politikasına müdahale edildiği görüntüsünü oluşturmak değildir. AK Parti'nin MİT düzenlemesiyle yapmaya çalıştığı, ?yanlışların üzerine örtmek, yargının yolunu tıkamak, MİT'i yargı denetiminden çıkarmak, kendi kontrolünde odaklar oluşturmaya çalışmak' asla olmamıştır.

Muhalefet partilerinin aylardır ürettikleri siyasi söylem, hükümetin yargıyı avucunun içine aldığı, devam eden tüm soruşturma ve yargılamaların hükümetin tasarrufu olduğu şeklindeydi. Aslında bu iddialar son gelişmelerle bir anda yerle bir olmuştur. Bugün ise yargılamaya karşı çıkıldığı, MİT'in yanlışlarının örtbas edilmeye çalışıldığı iddiası gündeme taşınmaktadır. Hükümet bir kısım iddiaları küçümsüyor, örtmeye çalışıyor veya yargının yolunu tıkamak istiyor değildir.

Başbakan'ın izni yine hukukun denetimine tabidir. Başbakan'ın izin vermesi veya vermemesi Danıştay'a gidilmesi halinde yargının söyleyeceği son söze bağlıdır.

Nitekim Hrant Dink meselesinde Başbakan, vali ve yetkili makamlar ve onlarca kamu görevlisi için ?soruşturma izni' vermiştir, ama Danıştay bunları iptal etmiştir. Yani Başbakan'ın iznine rağmen idari yargı soruşturma iznini ortadan kaldırmış, suç isnat edilen kişilerin yargılanmasına geçit vermemiştir. Peki, o zaman niçin kimse çıkıp da Danıştay'a örtbas suçlaması yapmamıştır? PKK ve KCK'nın MİT tarafından kurulduğu, yaşatıldığı veya büyütüldüğü yönündeki iddialar karşısında örgüt yeni bir istismar zemini elde etmiş ve eskiden beri oluşturmaya çalıştığı ?kan döken devlet? imajını körüklemenin gayreti içine girmiştir. Son gelişmeler PKK'ya istismar edeceği büyük bir fırsat oluşturmuştur. Ülkenin istihbarat kuruluşunu topyekun zanlı ve suçlu haline getirme görüntüsü örgütü çok sevindirmiş, son dönemde gerçekleşen etkili operasyonlarda önemli roller üstlenen MİT'i ise baskı altına almıştır.

Devlet içindeki karanlık odakların terör örgütüyle farklı ilişkiler içine girdiği, hem ülkenin siyasi atmosferini etkilemek ve hükümetleri baskı altına almak için, hem de örgütün gidişatına yön vermek için bir kısım eylemleri yönlendirdiği bugüne kadar birçok defa gündeme getirilmiştir. Ergenekon kapsamında kısmen dile getirilen bu tür yapıların varlığı ve manipülasyonları ne demokrasinin, ne ülke güvenliğinin menfaatine sonuçlar doğurmuştur. Hükümetin yürüttüğü mücadele haddizatında farklı kurumlara sızan bu odakları da kapsamaktadır. Nitekim Hakan Fidan gibi Başbakan'ın güvenini kazanmış bir kişinin MİT'in başına getirilmiş olması da bu duyarlılığın bir sonucudur. MİT'in karanlık örgüt pozisyonuna düşürülmesi, hem PKK'nın devlete yönelik suçlamalarına malzeme vermiş, hem de Devrimci Halk Savaşı diye adlandırdığı stratejiye meşruiyet üretme çabasına güç vermiştir. KCK/PKK elebaşısı Karayılan'ın son açıklamasındaki ?Devlet içinde diyalog sürecini geliştirenler de hedeflenerek diyalog ve barışçıl yolları tümden kapatmıştır. İmha ve savaş yöntemiyle sonuç almak isteyen AKP devletinin bu yeni tutumu karşısında halkımızın direnmekten başka bir yol bırakılmamıştır? şeklindeki ifadeler süreci nasıl istismar ettiklerini göstermektedir.

Cemaatle çekişme olamaz

Gelelim, cemaat ekseninde süren tartışmalara... Bu konuda Yenişafak'ta kaleme aldığım yazıda özetle şunu söylemiştim: ?AK Parti ile Gülen cemaati arasında hiçbir zaman bir çatışma ve çekişme yaşanmamıştır, bundan sonra da yaşanmayacaktır. Bu sadece gönül birlikteliği değil, büyük Türkiye idealinde temerküz eden bir amaç ve hedef birlikteliğidir. İki farklı kulvarda hareket eden bu yapılar arasında güç ve iktidar çekişmesi yaşanmasını murad edenler yine hayal kırıklığına uğrayacaktır. Fitne ateşine odun atanlar, sadece parti ve cemaati ?kaybet-kaybet' sarmalına sürüklemek istememekte, aynı zamanda Türkiye'yi iddialarından ve demokratikleşme perspektifinden koparmaya çalışmaktadır.? AK Parti ile Gülen cemaati arasındaki iyi ilişkiden rahatsız olan çevreler sürekli dezenformasyon ve manipülasyon yaparak fitne çıkarmaya çalışmaktadır. Bu girişimler, yalan ve iftiralara dayanan fısıltılar üretilmek suretiyle yapılmaktadır. Cemaate karşı AK Parti içinde, ?kadrolaşma, devleti ele geçirme, her alanda etkinlik kazanma' türü laflar üretilirken, cemaat içinde AK Parti'ye karşı özellikle cemaat mensuplarının kamu kurumlarından tasfiye edilmeye çalışıldığı, her alanda etkinliklerini kıracak ayrımcı politikalar uygulanacağı yönünde safsatalar üretilmektedir.

Başbakan'ın böyle bir tasfiye talimatı verdiği, MİT'in özel dosyalar hazırladığı, hükümetin Ergenekoncularla anlaştığı, Emniyet İstahbarat'ın MİT'e bağlanacağı şeklindeki uydurma bilgiler pompalanmaktadır.

Benim Yenişafak'taki yazıda sorduğum ?şer güçlerin işine yarayacak bu iklimi kimler üretmiştir' sorusu, bazı çevrelerce savcıların Ergenekon'un etkisiyle böyle bir girişim başlattığı şeklinde çarpıtılarak anlamlandırılmıştır. Polis ve savcılarla ilgili her konunun bir cemaat sorununa dönüştürülmesi polis ve savcı kadar cemaate de haksızlıktır. Burada ne cemaat suçlanmakta, ne de doğrudan süreci etkileyen savcı/polis. Girişimin çok farklı çevrelerce istismar edilmesi, farklı yönlere kanalize edilmesi söz konusudur. Olayın bazı kamu görevlilerinin yargılanması ekseninden farklı ve karmaşık bir probleme dönüştürülmesi belli odakların manipülasyonuyla gerçekleşmiştir, bizim sorguladığımız önemli bir boyut da budur. En samimi sağduyu çağrılarını bile ?perdeleme' olarak kötüye yormak insafla bağdaşmaz. AK Parti'nin bir yandan yüze güldüğü, diğer yandan tasfiye çabası içinde olduğu iddiası çok çirkin bir iftiradır. İftira atmak, fitne çıkarmaya çalışmak, yangına körükle gitmek tasvip edilemez. Biz gücümüz yettiğince hak bildiğimiz yolda yürür ve kardeşlik hukukunu korumaya gayret gösteririz. Her olaya habis duygularla yaklaşanları ise Allah'a havale ederiz.

Müzakere de diyalog da yok

PKK ile yürütülen görüşmeler hiçbir zaman müzakere anlamı taşımamış, devletin herhangi bir tavizde bulunmasına sebep olmamıştır. Son dönemde İmralı ile devletin yürüttüğü bir müzakere veya diyalog söz konusu değildir. Terör örgütünün izolasyon olarak yaygara kopardığı bu durum, taktiksel ve konjonktürel bir tavır değildir. Önümüzdeki aylarda diyalogun yeniden başlayacağı iddiaları ise tamamen spekülasyondan ibarettir. Hükümet hiçbir zaman PKK'nın amacına hizmet edecek sözler vermemiş, PKK ütopyasını onaylayan bir yaklaşım içinde olmamıştır. PKK'nın başlattığı Devrimci Halk Savaşı safsatası da hükümetin tavizsiz ve kararlı tutumu sonrası hız kazanmıştır. Kürt meselesinin ve terör sorununun nihai çözümü için diyalogun gerekli olduğuna dair yaklaşımlar kadar bunun fayda değil zarar getireceğine yönelik kanaatler de bulunmaktadır. Hükümetin şu anki politikası bellidir. Şahsen benim kanaatim de bunun farklı sıkıntılara zemin hazırladığı, kötü niyetli aktörlerle arayış içine girmenin fayda getirmediği yönündedir. Ancak bu kanaate sahip olmak başkadır, böyle bir politikanın dayatılmasına, siyasi iktidarın politik tercihlerinin sorgulamaya ve müdahaleye tabi tutulmasına rıza göstermek başkadır.

Terör örgütüyle istihbarat elemanları arasındaki görüşmeler süresince operasyonlar kesilmemiştir. PKK bunu bir kandırmaca, bir oyalamaca, seçim süreçlerini terörsüz geçirmek için yapılan bir taktik hamle olarak görmüştür. Bugün MİT'e yöneltilen kimi suçlamalar aslında devletin enstrümanlarını ve politik hamlelerini suçlamak anlamına gelmektedir. Yaşanan gelişmeleri bağlamından ve o anın şartlarından bağımsız değerlendirmek yanıltıcı olacaktır. Bugün birçok yazar güvenlik politikalarını sorgulamakta, bunun sorunu çözmediğini, hatta derinleştirdiğini iddia etmektedir. Yarın bir savcı çıkıp da bugünkü KCK operasyonlarının örgütü büyüttüğünü, BDP'yi yüzde 8'lere tırmandırdığını, çözüm imkanlarını zayıflattığını iddia ederse bu makul görülebilir mi? Hükümet terörle mücadele bağlamında KCK operasyonlarını savunmaktadır. Bu operasyonlar polisin politik görüşü veya kurumsal inisiyatifi olarak görülebilir mi? Süreçlerin siyasi sorumlusu her zaman için siyasi iktidarlardır. Nitekim bugüne kadar çetelerle, karanlık odaklarla, vesayetçi anlayışlarla ve terör örgütleriyle mücadele de iktidarın siyasi iradesiyle gerçekleşmektedir.

15 Şubat itibariyle yeni bir kalkışma başlatan terör örgütüne karşı devletin istihbarat ve güvenlik birimlerinin en yüksek motivasyon ve uyumla işbirliği yapması büyük önem taşımaktadır. Böyle bir mücadelede düşmanların ekmeğine yağ sürecek hamleler Türkiye'ye çok şeyler kaybettirir. Askerin, MİT'in ve polisin (emniyet istihbaratın) psikolojik çöküntü içine sokulması, sistemi paralize etmek, kilitlemek anlamına gelir. Güvenlik birimlerini felce sokmak, sadece PKK'yı sevindirir, büyük bir sistem sorunu doğurur. Tüm kurumların moral-motivasyonunu sağlamak öncelikle hükümetin görevidir. AK Parti iktidarı da bir yandan demokratikleşme, şeffaflaşma, hukuksuzluklardan arınma süreçlerini kararlılıkla sürdürürken, diğer yandan terörle mücadele azmini artırmak durumundadır. Ne Ergenekon davası sulandırılmalıdır, ne KCK/PKK ile mücadele akamete uğratılmalıdır, ne de kirli ilişkilerle ve karanlık odaklarla hesaplaşma kesilmelidir.

Ekseninden kayan hiçbir girişimin beklenen faydayı vermeyeceği unutulmamalıdır.

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber