Türkiye rektörler cumhuriyeti mi?

Haber Giriş : 20 Temmuz 2005 12:01, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42

Rektörlerin Türkiye'de 'siyaseti belirleyici' bir konumda olduğunu dile getiren Yeni Şafak yazarı Ahmet Kekeç'ten ilginç bir analiz.

Üniversite rektörlerinin bizzat siyaseti belirleyici bir güç haline dönüştüğünü iddia eden Yeni Şafak yazarı Ahmet Kekeç, "Türkiye Cumhuriyeti değil, Rektörler Cumhuriyeti" başlıklı yazısında ilginç bir politik analaze yer verdi:

- Bir rektör evinde tarihi eser bulundurabilir. Onun ayrıcalığı, dokunulmazlığı, diğer kamu görevlilerinden farkı vardır.

Bir rektör çıkıp, bu ülkenin seçimle gelmiş meşru Başbakan'ını "edepsizlikle" suçlayabilir, onu "zurnacı"ya, "halayık"a benzetebilir. Bu sözler "kovuşturma nedeni" olmaz. Çünkü birinci dereceden rektörlerden sorumlu olması gereken YÖK, bu kurumun başkanlığını yapan zatın da belirtmiş olduğu gibi, üniversitelerin içişlerine karışmamaktadır.

Bir rektör çıkıp, "Bizim asıl amacımız eğitim değil, kamu düzenini korumaktır" diyebilir ve memleketin polisi, savcısı, güvenlik birimleri bu sözleri geniş bir hoşgörüyle izler.

Rektördür.

Kafasına eseni yapar, aklına geleni konuşur.

Mesela çıkıp Yunanistan'a savaş ilan edebilir. Bir süre önce "Türk-Yunan Barış Ödülü"nü almıştır ama bunun bir ehemmiyeti bulunmamaktadır. Geceleri okulunda rap rap yürüyüşler, Cumhuriyet fenerleri filan düzenler, bu etkinliğe katılmayan öğretim üyelerini kara listeye yazar. Kimse de ona, "Bu yaptığının eğitimle, akademik çalışmayla ne alakası var?" diye sormaz.

Rektör "bilimsel kurullara" karşı da bağımsızdır. Daha doğrusu sorumsuzdur. Bir başkasının eserini alıp kendi eseriymiş gibi sunar. Yaptığı intihal belgelendiği halde YÖK bu suçu müeyyidesiz bırakır. Çünkü rektörün dokunulmazlığı vardır. Çünkü o sıradan bir kamu görevlisi değildir. Çünkü o "Cumhuriyet'in muhafızlığını" yapmaktadır. Bu nedenle, başkasında suç olan şey, özel konumu nedeniyle onda suç teşkil etmemektedir.

Bir rektör çıkıp, bu ülkenin seçimle gelmiş meşru Başbakanı'na, "Sonu, 'kara cüppeliler' diyen Menderes gibi olur" diye gözdağı verebilir, parlamentoyu darbeyle korkutabilir.

Bir rektör "Ordu göreve" diye pankart açabilir.

Normal demokrasilerde "ağır suç" sayılan ve TCK'nın ünlü 146. maddesini ilgilendiren bu eylem takipsiz kalır.

Bir rektör çıkıp, kendisi gibi düşünmeyenleri "vatan haini", "satılmış", "alçak" ilan edebilir.

Hiç kimse oralı olmaz.

Bir rektör tüm siyasileri sorumsuzlukla ve beceriksizlikle suçlayabilir; TBMM'yi takmadığını beyan edebilir. Hiçbir siyasi tepki göstermez. Gösteremez.

Bir rektör çıkıp, okulundaki öğrencileri "indirimli otobüs seferleri"yle Rauf Denktaş'lı, Sinan Aygün'lü Kıbrıs mitingine taşır ve YÖK bu indirimli seferlerin hangi parayla, hangi kaynakla sağlandığını sormaz.

Bir rektör çıkıp, yine bu ülkenin seçimle gelmiş meşru Başbakanı'nı "baş bayi" diye sarakaya alabilir, bir Allah'ın kulu çıkıp da "Bunlar, sizin 28 Şubat'ta karşılarında el pençe divan durduğunuz paşalar gibi kapalı darbe yaparak iktidara gelmediler, seçim kazandılar; sen kimsin, ne hakla böyle konuşabiliyorsun?" diye sormaz.

Bir rektör "senato kararı" alıp "Cumhuriyetimizin temel niteliklerini korumak ve kollamak sorumluluğunu taşıyan tüm kişi ve kuruluşları", yani orduyu "sorumluluğun gereğini yerine getirmeye", yani hükümetin tasarruflarına karşı darbe yapmaya çağırabilir, ama kafasını "devlet iktidarı-parlamento iktidarı" gibi, bir eğitimcinin ilgilenmemesi gereken konulara takmış bulunan YÖK Başkanı bu açık darbe çağrısını takibatsız bırakır.

Dahası var.

Ama bu kadarı yeterlidir sanırım.

Bir üniversite sistemi düşünün ki, lügatında hukuk, demokrasi, bilim, özgür düşünce yer almıyor; ama "statüko" adına ne varsa sahipleniyor.

Bir üniversite sistemi düşünün ki, rektörleri hem siyasete, hem hukuka, hem de ahlak ve moral değerlere karşı sınırsız bir "dokunulmazlık hakkına" sahip...

Ahmet Kekeç /Yenişafak

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber