Anlayış değişmedikçe 'insana' değer veremeyeceğiz
Mensur Akgün/referans
Yıllar önce Oslo'ya okumaya gittiğimde fakültemin altındaki kalın kurşun kapılı
sığınağın ne için yapıldığını bir türlü anlayamamıştım. Çok sonraları buranın
nükleer bir sığınak olduğunu ve tüm kamu binalarında benzeri yerlerin bulunduğunu
öğrenmiştim. Beni asıl şaşırtan 400 küsur binlik Oslo'yu içinde barındıracak
sığınakların hazır beklediğini, yer altında hastanelerin olduğunu duymak olmuştu.
Yıllar yılı nükleer tehdit altında yaşayan Türkiye'de daha önce hiç sığınak
görmemiştim. Apartmanların altındaki sığınak lakabı yakıştırılan yerlerde ise
ya kapıcı daireleri olurdu ya da bizim gibi öğrencilere kiraya verilirdi. Zaten
bir savaş durumda buraları ancak toplu mezar işlevi görebilirdi.
Oslo'ya gitmeden iyi sayılabilecek okullarda okumuştum, ama binaların altında
hiç sığınağa rastlamamıştım. Tabii ki Ankara'da hükümetin ve genelkurmayın sığınakları
olduğunu biliyordum. Fakat bizlerin yani sıradan insanların nükleer hatta konvansiyonel
saldırıdan korunacakları bir yer görmemiştim.
İlkokulda okurken Kıbrıs olayları yüzünden sık sık hava saldırısından korunma
egzersizi yapardık. Sirenler çaldığında öğretmenler bizi bahçeye çıkartıp çam
ağaçlarının altına dizerdi. Böylece herhalde Gelibolu'daki kolordu karargahına
saldırabilecek Yunan uçaklarından korunabileceğimiz varsayılırdı.
Deprem tatbikatlarında ise sağlam olduğu zannedildiğinden olacak iki kişilik
sıranın altlarına üç kişinin nasıl sığabileceğini bulmaya çalışırdık. Oslo'da
hiç deprem tatbikatına şahit olmadım. Ancak Norveç ile Türkiye'nin sivil savunma
anlayışında dağlar kadar fark vardı.
Norveç ülkesi kadar insanlarının savunmasına da önem verirken, Türkiye insanlarına
zerre kadar önem vermemekteydi. Her an içine sürüklenebileceğimiz savaş olasılığına
rağmen, bizde bırakın nükleeri, sığınak diye bir şey yoktu. Barış zamanında
çökmüş olan sağlık sistemimizin savaşı kaldırması da mucize olurdu.
Neyse ki Türkiye, Yunanistan'la kapışmadı, II. Dünya Savaşı'nın ve Soğuk Savaşı
kazasız-belasız atlattı. Ama depremleri atlatamadı. İnsanına değer vermeyen
hükümet etme anlayışı, kendine değer vermeyen, köşe dönmeci vatandaş bilinciyle
birleşince başka yerde ufak sıyrıklarla geçiştirilen her deprem bizde büyük
bir trajediye dönüştü. On binlerce insan uyduruk yapılmış binaların kurbanı
oldu. Yakalanan sorumlular cezalandırıldı ama sorun çözülmedi. Sorunun çözümü
için hala büyük Marmara depremini bekliyoruz.
Biliyorum, Norveç ile Türkiye'nin karşılaştırılmasının mümkün olmadığını söyleyeceksiniz.
İki ülke arasındaki gelişmişlik farkına, insan sayısına, kişi başına düşen gayri
safi milli hasılaya atıfta bulunacaksınız. Fakat boşuna kendinizi kandırmayın
aradaki fark ekonomik göstergelerden değil, insan ile devlet arasındaki ilişkinin
niteliğinden kaynaklanıyor. Norveçliler, Norveç'i yönetenler toprakları kadar
insanlarını da korumaları gerektiğini biliyor.
Biz ise bilmiyoruz ve önemsemiyoruz. Kimse neden bizde sığınak yok diye sormuyor.
Depreme dayanıksız binalar hep depremlerden sonra fark ediliyor. Kuş gribinin
tedavisinde kullanılacak yeterli ilaç olup olmadığı da çok umurumuzda değil.
Önlem adına alınanlar deseniz inandırıcı olmaktan uzak ama canımız yanmadığı
sürece bizi ilgilendirmiyor.
Tevekkülden devlet geleneğine, köşe dönmecilikten devlet baba anlayışımıza kadar pek çok kültürel özelliğimiz de var olan anlayışı pekiştiriyor. Çocuklarımıza hastalıklı tavuk yedirirken acı patlıcanı kırağı çalmaz diye düşünüyoruz. Ölen çocukların hastalık nedenini saklarken ekonomimize zarar gelmesin yeter diyoruz. Bu yüzden de bir türlü ?insanı? ön plana çıkartamıyoruz. Hep bizi aşan ve bizden önemli olan değerlerin altında eziliyoruz...