Danıştay Başkanı'nın konuşmasının tam metni

Kaynak : Memurlar.Net
Haber Giriş : 10 Mayıs 2006 00:47, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42

Sayın Cumhurbaşkanım,

Değerli Konuklar,

Danıştayımızın kuruluşunun 138'inci yıldönümünü, Danıştay ve İdari Yargı Günü olarak kutladığımız bu anlamlı günde, siz değerli konuklarımızla birlikte olmaktan duyduğumuz mutluluğu belirtirken şahsım, Danıştay ve idari yargı mensupları adına sizlere saygılarımı sunuyorum.

Konuşmamın başında, Kurtuluş Savaşının ulu önderi, Cumhuriyetimizin kurucusu, hukuk devriminin mimarı, büyük devlet adamı Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü ve bu süreçte birlikte olduğu arkadaşlarını huzurlarınızda bir kez daha minnet, saygı ve şükranla anıyorum.

Danıştay mensuplarımızdan ebediyete intikal edenlere rahmet, emekliye ayrılanlara sağlık, mutluluk ve esenlikler diliyorum.

1966 yılından bu yana görev yaptığım ve mensubu olmaktan her zaman kıvanç duyduğum Danıştayın bu kuruluş yıldönümüne, yeni seçilmiş bir Başkan olarak katılmanın da ayrı bir heyecanını yaşıyorum.

Bilindiği üzere, 10 Mayıs 1868 tarihinde görevine başlamış olan Danıştay için bu tarih, kuruluş günü olarak kabul edilmiş, her yıl bu günün anılması bir gelenek haline gelmiştir. Bu anma günü vesilesi ile Danıştayın faaliyetleri hakkında bilgi vermenin yanı sıra, yargının ve ülkenin güncel sorunları ile ilgili görüş ve düşüncelerimizi sizlerle paylaşmak, kamuoyunun bilgi ve takdirlerine sunmak istiyorum.

Sayın Cumhurbaşkanım,

İdarenin eylem ve işlemlerinin denetimi konusundaki sistemlerden biri olarak Fransa'da ortaya çıkan ve sonradan diğer bazı Kara Avrupası ülkelerinde de uygulanan idari yargı sisteminde, yürütmenin eylem ve işlemlerinden doğan uyuşmazlıkların çözümü, idari yargı mercilerinin görev alanına girmektedir.

İdari hizmetlerin nitelikleri, bu hizmetlerin yerine getirilmesinde uygulanan ilke, yöntem ve tekniklerin özel hukuk ilişkilerinden farklılığı, idarenin eylem ve işlemlerinin yargısal denetiminin ayrı bir yargı düzeninde yapılması gerekliliğini ortaya koymuştur.

Bu model, dünyada yargı ayrılığını benimseyen pek çok ülke tarafından da uygulanmaktadır. Türk idari yargısının da temelleri devlet yapısının modernleştirilmesine duyulan gereksinimin sonucu olarak Osmanlı İmparatorluğu döneminde atılmış, yargı birliği sisteminin yol açtığı sorunlar göz önünde bulundurularak, adli ve idari yargı 1868 yılında birbirinden ayrılmıştır.

Cumhuriyetin ilk yıllarında, devletin vazgeçilmez kurumlarından biri olarak Atatürk'ün 1923 yılında Büyük Millet Meclisini açarken yaptığı konuşmada belirttiği üzere, yeniden ve bir an önce kurulmasına duyulan gereksinimin sonucu olarak 1924 Anayasası'nda yer verilen ve 669 sayılı Şurayı Devlet Kanunu'nun yürürlüğe girmesi ile de 1927 yılında çalışmaya başlayan Danıştay, aynı heyecan ve ilkeler ışığında görevine devam etmektedir.

Sayın Cumhurbaşkanım,

Çağdaş demokrasilerde kuvvetler ayrılığı ilkesi, genel kabul görmüştür. Egemenlik, yasama, yürütme ve yargı organları arasında paylaşılmış, iktidarın gücünün dengelenmesi için yargının, yasama ve yürütmeden bağımsız yapılandırılmasına özel önem verilmiştir.

Yargı erkinin, yürütme ve yasama erkinden bağımsız ve güvenceli olması, her türlü baskıdan uzak çalışması, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesinin gerçekleştirilmesi yönünden temel bir zorunluluktur.

Anayasanın başlangıç kısmında, kuvvetler ayrımının devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu belirtilmiş ve üstünlüğün ancak Anayasa ve yasalarda bulunduğu vurgulanmıştır.

Hukuk devleti anlayışının uygulamaya konulması ve yaşatılması, yasama, yürütme ve yargı erkleri arasında denge sağlanmasına bağlıdır. Kuvvetler arasındaki dengenin bozulması ve yasama-yürütme-yargı arasındaki medeni işbölümünün göz ardı edilmesi, toplum hayatında huzursuzluğa, devlet yönetiminde ciddi sorunlara ve güven bunalımına yol açar ve bu durum, devlet-birey ilişkilerini olumsuz yönde etkiler. Çağdaş demokrasilerde kuvvetler ayrılığı ilkesi, bu üç gücün birbirinden ayrılığını ve hukukla bağlılığını ifade etmektedir.

İdare, yargı denetimine bağlı olmaması durumunda, her türlü işlemi istediği gibi yapabilme gücüne sahip olacağından hukuk kurallarını bir tarafa bırakabilir ve sonuçta keyfiliğe yönelebilir. Devletin bütün işlemlerinin hukuka uygunluğunun sağlanmasında en etkili yol, yargısal denetimdir. Bu nedenle hukuk devletinde, idarenin her türlü eylem ve işlemi yargı denetimine bağlı tutulmuştur. Bu husus, hukuk devletinin en temel unsurlarından biridir.

Hukuk devleti anlayışının bütün kurum ve kurallarıyla yaşama geçirilmesi, üye adayı olduğumuz Avrupa Birliği ülkelerinde ve bir çok uluslararası kuruluşta aranan en temel kriterlerden biridir.

Hukukun üstünlüğü sağlanmadıkça, hukuk devletinin tam anlamıyla gerçekleştirilemeyeceği açık olup, hukukun üstünlüğünün ise, ancak bağımsız yargının denetimi ile yaşama geçirilebileceği tartışmasızdır; bu bağlamda, Danıştayın üstlendiği büyük görev ve sorumluluk yadsınamaz.

Danıştay, anayasal konumunun gereği olarak hukuka uygunluk denetimi yaparken, idarenin, Anayasaya, yasaya ve hukuka uygun icraatına engel olmamakta; yalnızca, hukukun üstünlüğünü hakim kılmayı hedeflemektedir. Bu denetim, idarenin Anayasal ve yasal sınırlar dışına çıkmasını engelleyerek, onun hukuka bağlılığını sağlamaktadır. Unutulmamalıdır ki, yürütme organları, işlemlerinin hukuka uygunlukları, yargı tarafından onaylandığı oranda toplumda güvenirlik kazanırlar.

Bu görevinden dolayı Danıştaya yöneltilen eleştiri ve yakınmalarda haklılık payı bulunmamakta, eleştirilerin hukukun üstünlüğü konusundaki anlayış farkından kaynaklandığı düşünülmektedir.

Özellikle son günlerde, yargının siyasallaştırılmasından duyulan endişenin, yargı dışındaki güçlerin, yargı üzerinde egemen olma, yargı faaliyetini kontrol etme eğilimlerinden ileri geldiği yolunda toplumda oluşan kanaatler yargıya zarar vermekte olup, bu konuda tüm kuruluşların özen göstermesi gerekli ve zorunlu görülmektedir.

Sayın Cumhurbaşkanım,

Görevini Anayasaya, yasaya, hukuka ve vicdani kanaatlerine göre yerine getiren Danıştayımız, kendisine yöneltilen eleştiri ve beyanları her defasında karşılamayı, yüksek yargı yeri olmanın onur ve itibarına uygun bir davranış olarak görmemektedir.

Genel olarak tutumumuz bu olmakla birlikte, Danıştayın, eleştiri boyutlarını aşan, Kurumun görev ve saygınlığını hedef alan, sistemli, haksız ve dayanaksız haber, açıklama ve beyanlara kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi ilkesi çerçevesinde cevap verme zorunluluğunu hissettiği zamanlar olmuş, bunu basın açıklaması yolu ile kamuoyuna duyurmuştur.

Daire ve kurul kararlarının, eleştiri sınırları dışında kalması gereken dokunulmaz ve ayrıcalıklı bir konuma sahip olduklarını düşünmüyor; bu durumu, yargı bağımsızlığı kapsamında değerlendirmiyoruz. Bir hukuk devletinde yargı kararlarının eleştirilmesi doğaldır. Ancak, eleştiri ve değerlendirmelerin, ön yargıdan uzak, hukuki ve bilimsel gerçeklere dayalı olması gerekir. Eleştirinin, kararı veren yargı mensubunun şahsına yöneltilmesini doğru bulmuyoruz.

Kimi kararlara karşı duyulan memnuniyetsizlik, eleştiri ve yorum sınırlarını aşmış; karara katılan yargı mensuplarının kişisel bilgi ve fotoğraflarına gazete sayfalarında yer verilmek suretiyle, yıpratma, hatta, hedef gösterme girişimine dönüştürülmüştür.

Yargıçların, toplum ve devlet içindeki konumları, işlevleri ve önemleri göz önünde bulundurularak, eleştiri ve değerlendirmelerde dikkatli olunması, belli sonuçları elde etmek için yargıyı yönlendirmeye yönelik ve gerçekle bağdaşmayan haber, eleştiri ve yorumlardan kaçınılması ve yargıya sahip çıkılarak onun yüceltilmesi herkesin ortak görevi olmalıdır.

Sayın Cumhurbaşkanım,

Anayasa ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu uyarınca idare, yargı kararlarına uymak, bu kararları aynen ve gecikmeksizin yerine getirmekle yükümlüdür. Yargı kararlarına uyulması, hiçbir organ, makam ya da kişinin takdirine, beğenisine ve denetimine bağlı değildir. Buna karşın idarenin, bazı yargı kararlarının uygulanmasından kaçındığı, geciktirdiği, yeniden işlem tesis edilmemesi yolunda karar alarak veya geçmişte bu yönde alınmış kararları gerekçe göstererek yargı kararlarının gereklerini yerine getirmediği gözlenmektedir.

Anayasanın 138'inci maddesi yargı kararlarının geciktirilmeden uygulanmasını emreder. Anayasa hükümlerinin bağlayıcılığı ve üstünlüğü kuralı karşısında yargı kararlarına uyulmaması, hukuka bağlı devlet ilkesiyle bağdaşmayacağı gibi, yargının etkinliğini ortadan kaldırarak adil yargılanma hakkını da ihlal edeceği açıktır. Öte yandan, bu tür uygulamaların, kararı uygulamayan ilgililerin hukuki ve cezai sorumluluklarını doğuracağı gerçeği göz ardı edilmemelidir.

Sayın Cumhurbaşkanım,

Yargı bağımsızlığı, hukuk devletinin en belirgin özelliği, kişi hak ve özgürlüğünün ise güvencesidir. Bağımsız ve tarafsız bir mahkemede hak arayabilmenin temel bir insan hakkı olduğu, demokratik rejimi benimsemiş ülkelerce kabul edilmiş ve bu ilkeye, uluslararası sözleşme ve bildirgelerde de yer verilmek suretiyle, önemi ve gerekliliği vurgulanmıştır.

Anayasamız yargıya, yasama ve yürütme karşısında bağımsızlık tanırken, hakim ve savcıya da güvence vermek suretiyle, onların her türlü baskı ve kaygıdan uzak, Anayasaya, yasaya ve hukuka uygun olarak, vicdani kanaatleri doğrultusunda karar vermelerini sağlamayı amaçlamaktadır.

Son zamanlarda, yargı üzerinde yapılan tartışmalar ile yargıya müdahale edildiği şeklindeki söylemler yargı bağımsızlığının henüz tam olarak gerçekleştirilemediğinin göstergesidir.

Birleşmiş Milletlerce açıklanan 29 Kasım 1985 tarihli, ?Yargı Bağımsızlığına Dair Temel Prensiplerin? 10'uncu maddesinde belirtildiği üzere: Yargıçların, gerekli hukuk eğitimi ve yargıç niteliklerine sahip kişiler arasından yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesine uygun objektif yöntemlerle seçilmeleri gereklidir.

Yargı bağımsızlığının sağlanması ve önündeki engellerin kaldırılması ile ilgili olarak geçmiş yıllardaki ?İdari Yargı Günü? törenlerinde; Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun oluşumu ve yetkilerine, Yüksek Kurulun ayrı bir sekreteryasının olmasına, adalet müfettişlerinin Kurulun bünyesine alınmasına, Kurul kararlarına karşı dava açma yolunun tanınmasına ilişkin yargı bağımsızlığı ve hakim teminatı açısından önem taşıyan önerilerimizi ısrarla yineliyor ve bu konuda anayasal ve yasal değişiklikler yapılmasının zorunlu hale geldiğini bir kez daha vurguluyoruz.

Sayın Cumhurbaşkanım,

Bilindiği üzere Danıştay, bugün, on iki dava ve bir idari olmak üzere on üç daire olarak seksen iki bini aşkın dava dosyasını karara bağlamaya çalışmaktadır. Sadece kamu görevlileri ile ilgili uyuşmazlık sayısı otuz iki bini aşmış, İdari Dava Daireleri Kurulundaki dosya sayısı ise üç bin iki yüze ulaşmıştır.

Danıştay daire ve kurulları, ayda ortalama yedi bin uyuşmazlığı sonuçlandırmaktadır. Danıştay Başsavcılığında da yine ayda ortalama beş bin beş yüz dosya incelenmekte ve düşünce verilmektedir.

Tüm gayretlere ve özverili çalışmaya rağmen Danıştaydaki iş birikimi artmaya devam etmekte, buna bağlı olarak da çoğu dairemizde dosyaların makul sürede sonuçlandırılması mümkün olamamaktadır.

Dava dosyasının artışındaki etkenlerden biri, Danıştayın belli konulardaki yerleşmiş içtihatlarının bilinmesine karşın, idarenin, aynı konuların yeniden yargı önüne gelmesine sebep olacak şekildeki davranma alışkanlığını sürdürmesidir.

Hukuka saygılı devlet düşüncesiyle de bağdaşmayan bu durumun devam etmesi, mahkemeler ve Danıştaydaki zaten fazla olan iş yükünü arttırmakta, adalet dağıtımındaki çabukluğu olumsuz olarak etkilemektedir. Bu hususu açıkladıktan sonra, yine uygulamadaki başka bir soruna da değinmekte yarar görüyoruz.

Ülkemizde, her iktidar değişikliğinde yönetici kadrolarında bulunanların değiştirilmesi uygulaması günümüzde de sürmekte ve bu durum, nitelikli, yetişmiş kamu görevlilerini hizmetten soğutmanın dışında kamu yönetiminde istikrarı da bozmaktadır.

Nitekim, kamu görevlileri ile ilgili dava sayısındaki fazlalık ve davaların niteliği, idarenin bu konudaki tasarruflarında, Anayasanın 128'inci maddesine göre kamu çalışanlarının hukuki durumunu düzenleyen mevzuat ve Danıştayın süreklilik kazanmış içtihatlarının öngördüğü ilkelere uygunluk açısından sorunlar bulunduğunu ortaya koymaktadır.

Kamu yönetimine büyük zarar veren bu uygulamanın sürdürülmemesini diliyoruz.

Danıştaydaki dosya birikiminin giderilmesi, temyiz incelemesinin daha sağlıklı hale getirilmesi, içtihat birliğinin sağlanarak dava daireleri kurullarının çalışma güçlüklerinin aşılması amacıyla hazırlanarak Adalet Bakanlığına 2002 yılında gönderilen, 2575 sayılı Danıştay Kanunu'nda değişiklik yapılmasını öngören taslağın yasalaşması yaklaşık iki buçuk yıl, yürürlüğe girmesi ise, ancak, üç yıl sonra olmuştur.

Uygulamada yaşanan sıkıntıların giderilmesi, tıkanıklıkların aşılması için yasa hazırlama sürecine katılan idari birimler ve yasama organının, ihtiyaçlara daha kısa sürede cevap vermesinin beklentisi içerisinde olduğumuzu belirtmek istiyorum. Bu kapsamda olmak üzere, 2575 sayılı Danıştay Kanunu'nun, Danıştayın çalışma düzeni ve ortaya çıkan sorunların giderilmesi amacıyla özellikle İdari ve Vergi Dava Daireleri Kurullarının oluşumu ve toplanma yeter sayılarına ilişkin maddelerinde, Danıştayın önerdiği düzenlemeden farklı olarak 5183 sayılı Kanun ile yapılan değişikliğin uygulamada sebep olduğu zorlukların giderilmesi için hazırladığımız Danıştay Kanunu'ndaki değişiklik önerilerimiz ile 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'ndaki değişikliklerin ve İdari Usul Yasası'nın Türkiye Büyük Millet Meclisinde ele alınmasını ve yasalaşmasını dilemekteyiz.

Sayın Cumhurbaşkanım,

Anayasanın 139'uncu ve 140'ıncı maddelerine göre farklı bir statüye sahip olan hakim ve savcıların, özlük haklarında yapılacak düzenlemelerde, yargının, yasama ve yürütme karşındaki konumu belirleyici olmalıdır. Yargı mensuplarının özlük haklarında iyileştirme sağlayacak yasal düzenlemelerin bir an önce yapılması zorunludur. Böylece başka meslekleri seçmek durumunda kalan başarılı genç hukukçuların hakimlik ve savcılık mesleğine yönelmeleri sağlanmış olacaktır.

Danıştayın hizmet binası sorunu sık sık gündeme getirilmesine rağmen, henüz çözüme kavuşturulamamıştır. Nitelikli ve sağlıklı bir yargı hizmetinin sunumunda etkili olan bina ve yerleşim sorunu, önceliklerimizden biri olmaya devam etmekte, Hükümetimizin bu hususun çözümüne gereken ilgiyi göstermesini beklemekteyiz.

Başbakan ve Bakanlar Kurulunca gönderilen yasa tasarıları hakkında düşüncesini bildirmek yoluyla, Anayasa gereği yasamaya hukuksal katkıda bulunmak görevi bulunan ve bu anlamda idareye yol gösterici konumda olan Danıştay, hem idari yargı düzeni ve yargılama usulü, hem de temel hak ve özgürlükler, kamu hizmeti, kamusal faaliyetler, kamu görevlileri ve sosyal güvenlik gibi alanları düzenleyen temel yasalara yönelik, düşünce, öneri ve eleştirilerinin, yapılacak düzenlemelerde dikkate alınması gerektiği beklentisini taşımaktadır.

Diğer taraftan idari yargı, hak ve menfaat ihlaline dayalı uyuşmazlıkların çözümünde anayasal bir hakkın, bir diğer anlatımla temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediğinin hukuki değerlendirmesini, ulusal ve uluslararası hukuka uygunluk yönünden yaptığından, bu bağlamda ayrıca kesinleşmiş yargı kararlarının yeniden incelenmesi sonucunu doğuracak bireysel başvuru yoluna gerek olmadığını düşünmekteyiz.

Sayın Cumhurbaşkanım,

Konuşmamın bu bölümünde ülkenin gündeminde bulunan iki temel soruna da dikkat çekmek istiyorum. Bunlardan biri bölücülük, diğeri ise irticadır.

Atatürk'ün tanımlamasıyla ?Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk ulusu denir.?[1] Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 66'ncı maddesi uyarınca, Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür. Türk kavramı, ırk esasına dayanan bir tanımlama olmayıp, birleştirici bir unsurdur.

İç ve dış kaynaklar tarafından da desteklenen irticanın ve bölücülüğün, Türkiye Cumhuriyetinin varlığına, birlik ve bütünlüğüne yönelik ciddi bir tehdit oluşturduğu tartışmasızdır. Anayasal kurumlar bu iki tehdit üzerinde kararlılıkla durmalıdır.

Toplumsal barış ve huzuru tehdit eden, bölücülüğü ve buna dayanan her türlü terörü lanetle kınıyoruz.

Sayın Cumhurbaşkanım,

Atatürk'ün önderliğinde gerçekleştirilen devrimlerimiz, laik bir dünya görüşünü temel almış, Türk toplumunda akıl çağını açmıştır.

Devletin sosyal, ekonomik, siyasi ve hukuki temel düzenini din kurallarına dayandırmak, yani devletin laik niteliğini ortadan kaldırmak amacıyla girişilen her türlü faaliyet, Anayasa tarafından yasaklanmıştır.

Çağdaş demokrasilerde benimsenen, devletin evrensel hukuk ilkeleri doğrultusunda yönetilmesi ve gücünü bu ilkelerden alması gereği, dinin vicdanlarda kalmasını siyasal, sosyal faaliyetlerde belirleyici olmamasını zorunlu kılmaktadır. Buna karşın din ve vicdan özgürlüğü kapsamına girmeyen ve Devletin anayasal düzenini hedef alan bazı irticai oluşumların ortaya çıktığını gösteren olguların bulunduğu kuşkusuzdur.

Atatürk devrimleriyle birlikte Devletin, hukukun, eğitimin, sosyal yaşamın laikleşmesi için atılımlar yapılmıştır. Bu bağlamda saltanat ve hilafet kaldırılmış, Cumhuriyet ilan edilmiş, laiklik ilkesine 1924 Anayasası'nda yer verilmiş, temel yasalar ve kadın haklarına ilişkin yasal düzenlemeler çıkarılmış, eğitim birleştirilmiş, kılık kıyafet devrimi yapılmış, türbe, tekke ve zaviyeler kapatılarak, şeyh ve mürit gibi unvanların kullanımları yasaklanmıştır.

Laiklik ilkesi, hiç kuşkusuz Türkiye Cumhuriyetinin ve demokrasinin temelidir. Laiklik ilkesinin, geçmişten devraldığımız ve yukarıda belirttiğimiz tarihsel mirasımız, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve yargı kararları doğrultusunda özümsenip, ödün verilmeden uygulanması gerekmektedir.

Anayasanın başlangıç kısmında, hiçbir faaliyetin Türk milli menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihi ve manevi değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılapları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve laiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı belirtilerek laiklikten ne anlaşılması gerektiği açık ve net bir şekilde ortaya konulmuştur.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın din ve vicdan hürriyeti başlıklı 24'üncü maddesinde, herkesin, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahip olduğu belirtilmiş; maddenin son fıkrasında da, kimsenin devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma, siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemeyeceği ve kötüye kullanamayacağı hükmüne yer verilmiştir.

Laiklik ile din ve vicdan özgürlüğü farklı kavramlar olmakla birlikte laikliğin, din ve vicdan özgürlüğünün elverişli ortamını ve güvencesini oluşturduğu da kuşkusuzdur.

Din ve vicdan özgürlüğü, kişinin iç dünyasına ilişkin olup, sınırsızdır ve devletin etkileme alanının dışında kalmaktadır. Bu özgürlük, dinler arasında ayrım getirilmeksizin herkese tanınmıştır. Din ve vicdan özgürlüğü kamu düzenini bozucu eylem haline dönüşmedikçe, devletin gözetim ve denetim işlevi de söz konusu değildir. Ancak, dinin bireyin manevi alanının dışına çıkarak toplumsal yaşamı etkileyen eylem ve davranışlara dönüşmesi durumunda, kamu düzenini ve güvenliğini korumak amacıyla Anayasanın öngördüğü sınırlamaların yapılması, laiklik ilkesinin gereğidir.

Din, devlet işlerinde etkili ve egemen olamaz; devletin toplumsal, siyasal ve ekonomik yapısı dini kurallara dayandırılamaz.

Laiklik ilkesi eğitim ve öğretimde de temel alınan ilkelerden biridir. Farklı dünya görüşlerine sahip insanların yetişmesini amaçlayan ikili eğitimin sakıncaları daha Kurtuluş Savaşı yıllarında görülerek, eğitim ve öğretimde birlik ilkesi, Cumhuriyetin ilanından hemen sonra 3 Mart 1924'te Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun kabulü ile uygulamaya konulmuştur. Bu Yasa, ulusumuzu çağdaş uygarlık seviyesine çıkaracak yeni nesillerin; ulusallık, çağdaşlık ve laiklik ilkesine göre eğitilmelerine bağlı olduğu gerçeğinin bir sonucudur. Bu nedenle de, devrimlerin temel ilkelerinden biri olan eğitim ve öğretimde birlik ilkesini tartışılır hale getirebilecek olan uygulamaları doğru bulmamaktayız.

Sayın Cumhurbaşkanım,

Danıştayımız, görev ve sorumluluk sahası ile ilgili Anayasal ve yasal düzenlemeler ve uygulamada karşılaşılan sorunlar hakkında akademisyenlerin, hukukçuların, kamu görevlilerinin ve meslek kuruluşları temsilcilerinin görüş, öneri ve değerlendirmelerine her zaman itibar etmiş; düşünce, eleştiri ve tartışmaların bu çatı altında yapılmasına ev sahipliği yapmıştır. Danıştay ve İdari Yargı Günü kutlamalarının bir parçası olarak gelenekselleşen bu uygulamamızı, 138'inci kuruluş yıldönümümüzde de devam ettiriyoruz. 11 ve 12 Mayıs günlerinde, Danıştay Genel Kurul Salonunda Vergi Hukuku, Kamu Personeli Rejimi ile Hukuk Eğitimi ve Küreselleşme konu başlıkları altında yapılacak sempozyuma siz değerli konuklarımıza yönelik davetimizi yineliyorum.

Danıştayın, Cumhuriyetimizin temel niteliklerini ödün vermeden korumaya kararlı olduğunu ifade ederek, kuruluşumuzun 138'inci yıldönümü törenine katılmak suretiyle bu anlamlı günde bizi onurlandırdığınız için Sayın Cumhurbaşkanımız ve siz değerli konuklarımıza teşekkür eder, saygılar sunarım.

[1] Afet İNAN, Medeni Bilgiler ve M.Kemal Atatürk'ün El Yazıları.

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber