Kentsel dönüşümde ihmal edilenler

Piyasa güçleri ile yapılanlar kentsel dönüşüm değil, gayrimenkul geliştirmesidir. Kentsel dönüşümün önceliği, özellikle yoksulluk alanlarından başlamak üzere yaşayanların sosyal gelişmesi ve ekonomik kalkınması olmalı.

Haber Giriş : 03 Ocak 2015 18:46, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42
Kentsel dönüşümde ihmal edilenler

Kamuoyunda Kentsel Dönüşüm Yasası olarak bilinen 6306 sayılı yasa ve ilgili yönetmelikler, afet riskinin ortadan kaldırılması için birtakım yeni düzenlemeler getirdi. Riskli yapı, riskli alan ve rezerv alan tanımlarının içeriği dikkatle incelendiğinde, yasanın yalnızca afet riskiyle sınırlı olmadığı, daha geniş anlamıyla kentsel dönüşümü kapsadığı görülmekte.

Bunun en somut örneği ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve JICA(Japonya Uluslararası İşbirliği Ajansı) işbirliği ile hazırlanan raporda belirlenen en yüksek riskli mahalleler ile bakanlık tarafından tespit edilen riskli alanlar karşılaştırılması sonucunda çakışmaların yüzde 15 seviyelerinde olmasıdır. Bu karşılaştırmanın yanı sıra parsel bazında riskli yapıların dönüşümünün Kadıköy, Şişli, Beşiktaş gibi değeri yüksek yerlerde hız kazanması ise kentsel dönüşümün piyasa odaklı gayrimenkul geliştirme olduğunu göstermekte.

Bu tespit dikkate alındığında ise "Minimum riskli alanlar mı, yoksa maksimum riskli alanlar mı dönüşüyor?" sorusunun yanıtı önem kazanıyor. Yasa gereği, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından bir milyon birimi kapsayan riskli alan ilan edildi. Bir başka deyişle, dört milyon hane bu kapsam içinde. İster parsel bazında isterse alan bazında olsun tüm projelerde piyasa mekanizması içinde finansmanın sağlanması, çok değerli mahallelerin dönüşümünde imar hakkını artırmayı zorunlu kılıyor.

Yasa kapsamında, 38 ilde 150 adet riskli alan ilan edilmiş. Riskli alanların toplamı 70 milyon m2. Karardan yaklaşık 400 bin birimde yaşayan/çalışan yaklaşık 1 milyon kişi etkilenmekte. Riskli yapı açısından bakıldığında ise 55 bin riskli yapı ilan edilmiş, 14 bin adedi yıkılmıştır.

Bilanço, hedeflenenin çok altında. Bunun en önemli nedeni ise kamunun bu kadar kapsamlı dönüşüm sürecine kurumsal, örgütsel ve finansal olarak hazırlıklı olmaması.

Yapı riski azaltma öncelikli 6306 sayılı yasa ile geliştirilen projelerde; vizyon, strateji, uzlaşma, güven, katılım, proje yönetimi, sosyal etkiye duyarlı tasarım, empati, etkileşim, ödenebilir konut finansmanı, sosyal etki gibi kavramların dikkate alınmaması, gündemdeki projeleri gayrimenkul ya da yap-sat, sat-yap projelerinden farklı kılmıyor. O nedenle de bu projeler başarıya ulaşamıyor.

Yasanın önceliği afet riski olmasına rağmen uygulamaların bu öncelikle uyumlu olmaması, riskin ne kadar azaltıldığının ölçülmesini zorunlu kılıyor. Yani, bağımsız kuruluşlar tarafından performans notu uygulaması yapılmalı. Sonuçlar, kamuoyu ile paylaşılmalı.

Bakanlık ve belediyelerin işbirliği ile geliştirilen riskli alan dönüşüm projelerinin pek çoğu planlama ve projelendirme aşamasında. Bir bölümü uzlaşma aşamasında; pek azı ise uygulamada. Bu sonuç, ölçek ekonomisi, proje yönetimi ve uzlaşma yönetimi ile sosyal etki kavramlarının önemini ve eksikliğini gösteriyor.

Sosyal etki değerlendirme raporu da olmalı

Soruna yalnızca afet riskinin azaltılması değil, yaşam kalitesi riskinin azaltılması olarak da bakarsak, kentsel dönüşümün sosyal ve ekonomik boyutunun da yasa kapsamına dahil edilmesi zorunluluğu görülüyor.

Piyasa güçleri ile yapılanlar kentsel dönüşüm değil, gayrimenkul geliştirmesidir; bugüne kadar yapılanları kentsel dönüşüm olarak kabul edemeyiz. O zaman kentsel dönüşümün önceliği, özellikle yoksulluk alanlarından başlamak üzere yaşayanların sosyal gelişmesi ve ekonomik kalkınması olmalı.

Bunun için ise kentsel dönüşüm projeleri hazırlanırken çevre etki değerlendirme (ÇED) raporları gibi sosyal etki değerlendirme (SED) raporları hazırlanmalı. SED raporları; mekan ve gündelik yaşamla ilgili olumsuz etkilerin azaltılması için önceden alınacak tedbirleri önermeli. Bunun için sosyal etkileşim matrisi (4E) hazırlanmalı. Etkileyenler, etkilenenler, etkileşim içinde olmalı ve olumsuz etkinin azaltılması için sosyal ve ekonomik program ve projeler geliştirilmeli.

Kentlerimiz üçüncü dönüşüm sürecine girmektedir. İçinde bulunduğumuz sürecin 1950'ler ve 1980'lerde yaşanan diğer iki süreçten farklılığını ortaya koymalıyız. İlk iki süreç içinde kültürel ve doğal değerlerimizi kaybettik. Kentlerimizi sosyal donatılardan yoksun, çok yoğun alanlar haline getirdik. Sonuç: Yapı ve yaşam kalitesi riski yüksek mahalleler ve yerleşimler. Bütün olumsuzları minimize etmek için üçüncü dönüşüm sürecini iyi kurgulama zamanı geldi.

Üçüncü dönüşüm sürecinde dikkat edilmesi gerekenler

Yapı ve yaşam kalitesi riskini minimize edecek, kentlerimizi, yeni vizyon ve ortak beklentiler çerçevesinde kurgulamak.

Kentselkurguyu 6K kavramı; kimlik, koruma, kapasite, kalkınma, kaynak, katılım ile ele almak.

Yapı ve yaşam riskini minimize etmek için katılımcı kent modelleri ve planlama araçları geliştirmek.

İmar haklarının eşit dağılımını sağlamak için imar haklarını satmak ya da transfer etmek.

Vizyon, tasarım ve işbirliğinin gücünü kullanmak.

Sosyal etkiye duyarlı tasarım süreçleri geliştirmek ve sosyal etki değerlendirme (SED) süreçlerini gündeme almak.

Güven ortamı sağlamak için iyi uygulamalar yaparak, uygulanabilir ve yaygınlaşabilir kentsel dönüşüm modeli geliştirmek.

Zamanı iyi değerlendirmek için kamu, özel ve sivil işbirliği ortamları yaratılmalı. Yeni kent modelleri geliştirilmeli. Yenilikçi finasman araçları tartışılmalı. Projeden etkilenenler ve etkileyenler arasında etkileşim ortamları sağlanmalı. Karar süreçlerine halkın katılımı sağlanmalı.

Tasarım, Araştırma, Katılım (TAK) yoluyla kentlerin sorunlarının çözümünde örnek olabilecek TAK Kadıköy ve TAK Kartal atölyeleri iyi uygulamalar olarak kabul edilmeli. Vizyon atölyelerinde kent stratejistleri yetiştirilmeli, kent modelleri hazırlanmalı. Kentsel dönüşümün sosyal ve ekonomik önceliği dikkate alınarak özellikle işsiz gençler ve dezavantajlı gruplar için kapasite artırma programları hazırlanmalı.

Başarısızlığın 4 nedeni

Sonuç olarak, son 10 yılda ve özellikle 6306 sayılı yasanın ardından geliştirilen ya da planlanan afet riski azaltma projelerinin hedefe ulaşamamasının birinci nedeni, projelerin sosyal ve ekonomik boyutunun olmamasıdır.

İkincisi, büyük ölçekli ve kamu odaklı projelerde proje yönetimi yaklaşımının olmaması, karar süreçlerine halkın etkin katılımının sağlanmamasıdır.

Üçüncüsü ise riski yalnızca yapı ve alan olarak kabul eden yasanın, sosyal etkiyi azaltıcı yaptırımlarda bulunmamasıdır. Yani SED raporlarını zorunlu kılmamasıdır.

Son olarak, halkın güveninin sağlanması için eşitlikçi yöntemlerin geliştirilememesidır. Bakanlık ve belediyelerin yatırımcı gibi davranmasıdır.

Eğer dört konu yeni dönüşüm sürecinde yeterince ele alınmaz ise üçüncü dönüşüm süreci de ilk iki dönüşüm süreçleri gibi başarısız olacaktır. Başarının temel söylemi ise empati ve sempati olmalıdır.

Al Jazeera

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber