Öğretim üyesi sıkıntısı...

Kaynak : Bugün
Haber Giriş : 24 Şubat 2007 17:00, Son Güncelleme : 15 Ağustos 2021 18:59

toktamış ateş

Başbakan Sayın Recep Tayip Erdoğan'ın, Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK)'le ilgili son değerlendirmesi; ilk bakışta haklı görünmekle birlikte, pek de haklı değildir.

Zira Sayın Başbakan, YÖK'ün yeni üniversiteler açılması konusunda, "Yeterli öğretim üyemiz yok" gerekçesiyle, olumsuz görüş bildirmesini eleştirirken, "Öğretim üyesi yetiştirmek sizin görevinizdir, yetiştirin..." demektedir ki; bu yaklaşım, haksız bir yaklaşımdır. Yaşama geçtiği günden beri, hatta YÖK tasarısı duyulduğu andan itibaren, bu sisteme karşı olan ve bu konuda sayısız makale ve 3 kitap yazmış bir öğretim üyesi olarak şunu vurgulamak

İsterim ki; Türkiye'de öğretim üyesi yetiştirmek görevinin üniversitelerimizde olmasına karşın, bunun "ortamını hazırlamak" hükümetlerin görevidir. "Ortam hazırlamak" denildiği zaman, salt toplumsal bilimler söz konusu olduğunda, bu konuda deneyimli ve başarılı üniversitelere yeterince kadro verilmesi ve kitaplık olanaklarının sağlanması yeterlidir. Sağlık bilimleri ve teknik bilimler söz konusu olduğunda, bu gereksinimler biraz daha artacak; laboratuar vb. türden birimler söz konusu olacaktır.

Hükümetler yıllardan beri öğretim üyesi yetişmediğinden şikâyet ederken, üniversitelerin öğretim üyesi kadrosu taleplerini pek dikkate almamışlardır. Hatta bu türden kadro taleplerinin karşılanması bir yana, son yılların uygulamalarıyla bu kadrolar azalmaktadır. Zira hangi aşamada olursa olsun, bir öğretim üyesinin emeklilik, vefat, iş bırakma vb. nedenlerle görevinden ayrılmasıyla, kadrosu "iptal olmaktadır". Yani aynı kadroya yeni bir eleman alınmamaktadır. Ve gazetelerde okuduğumuz kadarıyla YÖK'ün Maliye Bakanlığı'ndan öğretim üyesi kadrosu talepleri de karşılanamamaktadır. Peki bu durumda üniversiteler, öğretim üyelerini nasıl yetiştirebileceklerdir?

***

Öğretim üyesi yetiştirilmemesinde asıl kusurun hükümetlerde olduğunu söyledik ama, üniversitelerin kusurlarını da vurgulamak gerekir. Onların kusuru da, Ellerindeki olanakların kullanılması konusunda özensiz davranmalarında yatmaktadır. Kendi üniversitemdeki uygulamalara birazdan değineceğim ama; gene bazen gazetelerde, değişik üniversitelerimizin yüksek lisans ve doktora için verdikleri ilanları görüyoruz. Örneğin "x" üniversitesinde, "y" bölümü doktora programı için 2 (iki) öğrenci alınmaktadır. Tıp fakülteleri dahil, kadro olmasa bile bu kadrolara talebin, kat, kat fazla olduğunu biliyorum. Peki bu tutumun açıklanması ne olabilir?

Aynı şey yüksek lisans programları için de söz konusudur. Özellikle toplumsal bilimlerde büyük bir talep olmasına ve bu talebin karşılanmasının mümkün olmasına karşın, öğrenci sayıları son derece kısıtlı tutulmaktadır. Örneğin aynı bilim dalında bir devlet üniversitesi 12 (on iki) öğrenci alırken, bir vakıf üniversitesi, başvuran herkesi, (sınırsız bir biçimde) alabilmektedir. Tabii YÖK'ün buna neden göz yumduğu da ayrı bir soru olmaktadır...

***

Benim ders verdiğim üniversitede; üniversitemizin eski yönetimi, üniversite senatosu kararıyla bölümümüzü kapattı. (Ayrıntılara girmek istemiyorum). Fakat bölümümüzce yürütülen bir doktora ve iki yüksek lisans programı, iki yıl daha devam etti. Sonra bir ders yılı öncesinde (kontenjan taleplerimizi ve ders programlarımızı bildirmiş olmamıza karşın), gazete ilanında bölümümüzün adı çıkmadı. O zamanki enstitü müdürü, "Rektör bey böyle uygun gördü. Programınız kapatılmış değil", gibisinden bir açıklama yaptı ve bunun resmi yazısı da elimde.

Daha sonra yönetim değişince, şimdiki enstitü müdürü "Sizin program kapatılmış" açıklaması yaptı. "Peki kim kapatmış?" sorusuna da "Herhalde...", gibi "... mıştır..." gibi, yanıtlar aldık. Fakat sorun çıkmasın diye, yeniden başvurmayı yeğledik. Eski rektörün keyfine göre, ilandan çıkartılan bölümde lisanüstü 55 (ellibeş) öğrenci alınıyordu. Bölüm açılalı iki yıl oldu ama lisanüstü henüz eğitime başlayamadı. Sosyal Bilimler Enstitüsü talebimizi YÖK'e bildirdiğini söylüyor. Ayrıntılara girmiyorum ama, tam bir kaynak savurganlığı ve keyfilik var. Bakalım sonuç ne olacak?

***

İstanbul Üniversitesi'nin Sayın Rektörü, değerli arkadaşım Mesut Parlak'ın bu durumdan haberi yok. Zaten inanılmaz bir kirlilik içindeki kurumları temizlemeye çalışırken, bir de bu sorunumla kendisini meşgul etmek istememiştim.

Fakat bir nokta geliyor, insan kendini tutamıyor. Sayın Recep Tayip Erdoğan'ın YÖK'ü suçlaması, aklıma bunları getirdi...

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber