Eski Başkan İrfan Erdoğan, Milliyet'e konuştu

Kaynak : Milliyet
Haber Giriş : 03 Mart 2008 07:20, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42

Her istediğimi yapamadım ama her isteneni de yaptırtmadım

Devrim Sevimay / Fotoğraflar: HÜSEYİN ÖZDEMİR

Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı görevinin iki hafta önce sona ermesiyle dikkatleri Milli Eğitim Bakanlığı'nın üzerine çeken İrfan Erdoğan gelişmelerin perde arkasını ilk kez anlattı

Prof. Dr. İrfan Erdoğan'la 21 ay sonra döndüğü İstanbul'da görüştük. Prof. Dr. İrfan Erdoğan, mastır ve doktorasını ABD'nin en iyi 10 üniversitesinden biri olan Columbia'da yaptı. Mayıs 2006'da TTK Başkanlığı'na getirildi. Geçen 19 Şubat'ta ise bu görevinden ayrıldı.

SORU-CEVAP'IN KONUĞU PROF. DR. İRFAN ERDOĞAN:

Ben 03-05 nöbetini tuttum

3N1K

KİM: Prof. Dr. İrfan Erdoğan, 1963-Mersin doğumlu. İlkokuldan sonra tüm eğitimini yatılı ve burslu aldı. 1985'te Gazi Eğitim Fakültesi'nden mezun oldu. 1986-1992 yıllarında ABD'nin en iyi 10 üniversitesinden biri olan Columbia Üniversitesi'nde ?eğitim ekonomisi? alanında yüksek lisans, ?uluslararası eğitim ve kalkınma? alanında da doktora yaptı. 1992-2006 yılları arasında İ.Ü. Hasan Âli Yücel Eğitim Fakültesi'nde öğretim üyesiydi. Mayıs 2006'da TTK Başkanlığı'na getirildi. 19 Şubat'ta bu görevinden istifa edip akademik çalışmalarına dönen Erdoğan'ın yedi kitabı ve çok sayıda bilimsel makalesi bulunuyor.

NEDEN: Bir hükümetin rengini en çok verdiği bakanlıklardan biri olan Milli Eğitim'de ne yaşanıyordu da 5 yıl içinde 3'üncü TTK Başkanı istifa ediyordu? Erdoğan istifa ederken niçin üzerine basa basa ?Atatürkçülük? diyordu? Bu ?Atatürkçülük? lafının içi neyle doluydu? Bu ve benzeri sorulara iki haftadır net yanıtlar vermekten kaçınan Erdoğan sonunda Milliyet'e konuşmayı kabul etti. Bu hafta Soru-Cevap, İrfan Erdoğan'la...

NE ZAMAN: 27 Şubat, Çarşamba günü.

NEREDE: İstanbul -Bebek'te...

Bu aslında bizim Prof. Dr. İrfan Erdoğan'la yaptığımız ikinci söyleşi. İlki bundan 18 ay önceydi. Erdoğan, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı olalı henüz üç ay geçmişti. Doğrusu o gün karşımızda oldukça liberal bir Başkan olduğu izlenimini edinmiştik. Katı bir Atatürkçülükten uzak, ABD'de geçirdiği yedi yılın etkisini hissettiren bir Başkan?

Bugün oturup konuştuğumuzda ise Erdoğan'a ?Siz ulusalcı mı oldunuz?? diye sorma ihtiyacını duyduk. Önce gülümsedi. Sonra şu tespitte bulundu: ?Devletin içine girince öyle şeylere tanık oluyor, yapıyı öylesine farklı tanıyorsunuz ki, o son derece liberal, özgürlükçü düşüncelerinizin aslında saflık derecesinde naif kaldığını fark ediyor ve ister istemez bir refleks geliştiriyorsunuz.?

Sohbet arasında söylenen bu cümleyi Erdoğan'ın izniyle şimdi aynen aktarıyoruz. Çünkü bize göre bu cümle, aslında Erdoğan'ın tüm anlattıklarının ve tabii bazı anlatamadıklarının da bir özeti?

- Talim Terbiye Kurulu'nda 21 ay nasıl geçti desek, bize en net yanıtınız ne olur?

Bir sevgili dostum dedi ki, ?Seninki 03.00-05.00 nöbetiydi.? Galiba bu benzetme yeteri kadar net. Askerlik yapanlar da bilir ki, şafak nöbeti günün en zor nöbetidir. Bir kere uykudan uyanmanız gerekir. İkincisi günün kritik bir saatidir, herkes uyurken siz nöbet tutarsınız. Üçüncüsü, nöbetinizi tamamladıktan sonra da uyku tutmaz, tekrar uyuyamazsınız. Şimdi dürüstçe davranmak gerekirse ben de gerçekten kendimi ?3-5 nöbetini tutmuş? gibi hissediyorum.

- Neydi bu kadar zor olan?

Bir kere Talim Terbiye'de çalışmanın kendisi çok zor. Çünkü orada atacağınız tek bir imza bile ya çok büyük yanlışlıklara neden olabilir veya çok büyük iyilikler getirebilir. Etkililiği açısından devletin en güçlü kurumlarından biridir. Adeta Türk Milli Eğitimi'nin ?yasaması? gibidir. Bu yüzden de oradaki kişinin sergilediği duruş, ertesi gün 600 bin öğretmen, 17 milyon öğrenci ve velilerine dalga dalga yayılır.

- Peki nöbetler genelde yalnız tutulur; siz 21 ay boyunca yalnız mıydınız?

Bunu söylemekten artık çekinmemem gerekirse, evet yalnızdım. Görevim süresince Yalnızlığımı kıran bir Ali Gümüşeli, bir de Ahmet Sönmez, Seracettin Yaşar gibi Talim Terbiye'deki simgeleşmiş birkaç isim vardı, o kadar.

- Tam olarak nasıl bir yalnızlık bu?..

Duruşunuzun, kullandığınız dilin ortak olup olmaması, eğitim bilimlerine vakıf olma konusundaki farklılıklar ve doğal olarak da yorucu mesai çalışmalarından sonra sıcak bir şekilde sohbet edebileceğiniz etrafınızda insanların olmaması?

- Yani bir Başkan ve çevresinde ayrı dünyaların insanlarından oluşan bir kurul?..

Öyle, zaten zaman içinde şunu fark ettim: Ben orada bir eksiklik değildim. Oranın tek tip yapısı kendisine göre tamdı ve ben o yapıya göre fazlalıktım.

- O zaman demek ki kurula da çok hakim değildiniz?

Doğru, oradaki yapıya tam olarak hakim değildim, ama hiçbir bozguncu grubun da hakim olmasına izin vermedim. Bu sadece benim görüşüm değil, birçok çalışanın da yaptığı bir saptama? Yani belki ben her istediğimi yapamadım, ama her isteneni de yaptırtmadım.

- Mesela neyi yaptırmadınız?

Mesela Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersiyle ilgili programın kurulda görüşülmesi sırasında Kuran kursunu andıran şöyle bir teklifle karşılaştım: Gruplara ayrılmış bir şekilde düzenlenen sınıfta zorunlu olarak Kuran-ı Kerim'in bulunması, adalet, hoşgörü gibi kavramların kutsal kitap üzerinden münazara edilmesi? Belki daha da önemlisi, benim bu tip konulardaki sorunları ayıklamak için kurulu ikna etmemin yaklaşık 3-4 ayımı alması?

- O direncin kaynağı ne peki; direkt Bakan mı, yoksa içerdeki yapı mı?

Güç elbette Bakan'dan alınmış olabilir, ama sonuçta ben buna zemin hazırlayan asıl kaynağın Milli Eğitim'deki kemikleşmiş tek tip yapı olduğunu düşünüyorum.

- Nasıl bir yapı o; kimler var içinde?

Aslında iki tip insan var. Birincisi gerçekten devletin temel niteliklerini, eğitimle ilgili birçok sorunun arka planını bilen, çok sağlam insanlar. Ancak bunların sayısı az. Sayısı çok olan grup ise ne yazık ki attığınız her adımı farklı değerlendiren, bazen bürokratik direnmeler içersine giren, aleyhinize not tutan, hatta dedikodu mekanizmasını kullanan, eğitime hâkimiyet açısından oraya yakışmayan insanlardan oluşuyor. Bunların arasında kurul üyesi de olabilir, daire başkanı da, şube müdürü veya uzman öğretmen de?

- Peki seküler olmayan bir anlayışın hâkimiyeti var mı bu çoğunluğun içinde? Yani daha direkt sorarsak: Talim Terbiye'de ve Bakanlığın yapısı içinde cemaatlere rastladınız mı?

Doğrusunu söylemek gerekirse birçok devlet kurumu gibi MEB de TTK da Türkiye'nin yansıması olan kurumlardır. Türkiye'de ne görüyorsanız elbette orada da aynısı vardır.

- Yani rastladınız?..

Siz bu açıklamadan ne anlıyorsanız öyle?

- Aslında bir başka anlamı da ?kadrolaşma?, değil mi?

O terimi kullanmadan şunu ifade edebilirim: Ben bir Başkan olarak 21 ay boyunca kendi istediğim sadece bir meslektaşımı kuruma taşıyabildim. Tabii ki 14 üyenin hepsi değişmeliydi demiyorum, ama en azından bir çalışma ekibi oluşturabilmem gerekirdi, fakat olmadı. Bu da gösteriyor ki, orada kendilerinden olmayanı dışlayan bir yapılanma var.

EYLÜL'DEN SONRA MÜDAHALELER ARTTI

- TTK'yla yolları ayırmak ilk ne zaman gündeme geldi?

Belki ilk hükümet döneminde kısmen yeni olmanın etkisiyle eğitim adına yapmak istediklerimizi her şeye rağmen yapabiliyorduk. Ancak eylülden sonra şahsıma karşı ortaya çıkan direnmeler ve fazla müdahaleler beni rahatsız etmeye başladı.

- Ama hemen Eylül'de bırakmadınız?

Eylül ayında ayrılsaydım büyük eleştiri alırdım. Çünkü eğitim adına henüz tamamlayamadığım bazı önemli işler vardı.

- Neydi o işler; mesela istifa açıklamanızda geçen ?Atatürkçülük? meselesi mi?

Evet, çünkü 2004'te ilköğretimin müfredatı yenilenirken Atatürkçülük ile ilgili konuların yeni müfredatla uyumlu hale getirilmesi gibi bir ihtiyaç ortaya çıkmış. Bunlar her dersin programında sistematik bir şekilde yer alması gereken konsept konular?

- Nasıl ?konsept konular??

1999'da uzman bir kadro tarafından hazırlanan tüm öğretim programlarındaki, yani bütün derslere kazandırılması gereken Atatürkçülükle ilgili konular? Buradaki temel amaç, Atatürkçülüğü, müfredatın tek bir dersinde yoğunlaştırmak yerine ilgili olduğu her derste, serpiştirerek anlatmaktır.

- Her derste anlatmak şart mı?

Talim Terbiye'ye geldikten sonra gördüm ki sistem, boşluk bıraktığınız anda O'nu yok sayan başka bir anlayışla doldurulmaya müsait. O yüzden evet, genç nesillere Atatürk'ü doğru bir biçimde anlatmak şart. Kaldı ki Atatürk'ün din, fen, matematik, tarih, coğrafya, edebiyat gibi. her alanda çok önemli görüşleri var. Bu görüşler ilgili olduğu derslerde anlatıldığında kesinlikle daha anlam kazanıyor.

- Fakat anlaşılan 2004'ten sonra böyle bir boşluk oluşmuş?

Evet, 2004-2006 arasında yenilenen müfredata yukarıda bahsettiğim Atatürkçülük konuları tam yansıtılmamış. Aslında böyle bir eksiklikten başlangıçta ben de haberdar değildim, ama geçen nisan ayında bana değişik kanallardan burada bir problemin olduğu iletildi.

- Askerden mi geldi o uyarı?

Konuyla ilgili uzmanlık niteliği olan çevrelerden? Bunun üzerine nisanda bir komisyon kurup, olayı incelemeye başladık. Hatta bir değil, iki komisyon kurduk. Sonuçta komisyonların yaptığı çalışmalar kurul kararı haline geldi ve kayıtlara girerek bir resmiyet kazanmış oldu.

- Bu çalışma sırasında dirençle karşılaştınız mı?

Şu kadarını söyleyebilirim ki, bu çalışma aslında toplam on günde, hatta sıkı çalışılsa 48 saat içinde bitirilebilecek bir çalışmaydı. Ama Nisan'dan 30 Kasım'a kadar sürdü.

- Peki bu kadar anlattığınız şeyden sonra şimdi içiniz rahat mı; sizce bundan sonra Talim Terbiye'de neler olabilir?

Liyakatlerini yeterli görmediğim bazı isimlerin benden sonra çok aktif hale getirildiklerini duyuyorum. Tabii bu beni eğitim adına kaygılandırıyor, ama kendi açımdan içim rahat. Ben sınavımı iyi verdim.

EĞİTİM, HER ÜLKEDE SİSTEMDEN YANA TARAFTIR

- Bir konuşmanızda ?Yeniden Tevhid-i Tedrisat'a ihtiyaç var? dediniz; ne demek bu?

Bu yasanın ilan edildiği 3 Mart 1924'e kadar eğitimde yaşanan tabloyu Ziya Gökalp çok güzel açıklar: ?Ülkede üç farklı okul vardır; 1-Yabancı okullar. Yayıncıları Beyoğlu'ndadır. 2-Tanzimat okulları. Yayıncıları Babıali caddesindedir. 3-Medreseler. Yayıncıları Beyazıt'taki sahaflardır.? Yani üç ayrı okul, üç ayrı müfredat ve üç ayrı insan tipi. Buna dördü, beşi eklemek de mümkün. Dolayısıyla ulus bilincini yaratmaya muktedir olmayan bir yapı. O nedenle Tevhid-i Tedrisat bu ülkenin hem toplum yapısı için, hem de eğitim sistemi için bir milattır. Atatürk'ün de en önem verdiği devrim yasalarından biridir. Fakat ne yazık ki küresel savrulmalar çerçevesinde Tevhid-i Tedrisat giderek bozuluyor ve bir süredir eğitim yine çoklu bir yapıya doğru gidiyor.

- Nasıl bir çoklu yapı?

Bir yanda fen liseleri, Anadolu liseleri, özel okullar gibi bütün seçkinlerin ve başarılıların toplandığı okullar? Öbür yanda da ?diğerleri?nin gittiği okullar... Yani iddialı ve iddiasız okullar? Oysa Cumhuriyetin okullarının hepsi iddialıydı ve bir kamu niteliği taşımaktaydı. İnsanların sosyo-ekonomik durumu, kültürü ne olursa olsun Cumhuriyetin eğitim kurumları sayesinde bilim insanı oluyordu, sanatçı, sporcu oluyordu, siyasete yükseliyordu. Şimdi bu bozuldu.

- Tekli yapı adına imam hatip liseleri bir sorun mu?

Aslında imam hatipler de bir Tevhid-i Tedrisat kurumudur. 1924'te 29 imam hatip lisesi açılmıştır. Ancak bugün itibarıyla sayının çokluğu, Tevhid-i Tedrisatın temel felsefesiyle çelişen bir gelişme.

- Çok özetleyecek olursak Tevhid-i Tedrisat'a ilişkin birkaç eleştiri var: Birincisi, tek tip insan yaratmak baskıcı bir yönetimin ürünüdür. İkincisi, toplumu yasayla değil, ancak projelerle dönüştürebilirsiniz. Üçüncüsü, Tevhid-i Tedrisat dini dışında tutmuştur?

Bu düşüncelerin çoğu tatlı suda üretilmiş düşünceler. Dünyanın bütün ulus-devlet modellerinde eğitim kurumları en azından belirli bir kademeye kadar tekli bir yapıya sahiptir. Tevhid-i Tedrisat belli ölçülerde dünyanın her yerinde vardır, çünkü eğitim taraftır. Bir eğitim sisteminin ait olduğu ülkenin kuruluş felsefesine taraf olması ve o ülkeye insan yetiştirmesi gerekir. Bu antik çağdan beri böyledir? Bu yüzden elbette millilik özelliğini taşıması doğaldır. Çünkü eğitimi taraf olmaktan uzaklaştırdığınız zaman neye hizmet edeceği belli olmaz.

-Peki, sizce Türkiye için ideal düzeyde bir eğitim sisteminin geliştirilmesi çok mu zor?

Hayır, zor değil. İyi bir kadro ile ideal bir eğitim sisteminin temelleri altı ayda atılabilir. Ülkemizin yapısı buna müsait ve eğitimdeki birikimi, yetişmiş uzmanlarıyla bu rahatlıkla gerçekleşebilir.

ERDOĞAN'DAN İKİ ÖNEMLİ ÖNERİ

1- Fen liseleri azaltılsın: Şu anda bin civarında Anadolu ve fen lisesi var. Bu sayının en fazla 30 olması lazım. Çünkü bu çatallı yapı diğer okullardaki çocuklarda umutsuzluk yaratıyor. Oysaki çok başarılı ve orta düzeyde başarılı öğrencilerin bir arada olduğu sınıflar ne harikalar yaratmıştır. Bu sayede 1980'li yıllara kadar Anadolu'nun her ücra köşesindeki liseler üniversiteye öğrenci gönderebilmiştir. Kaldı ki zaten seçilmiş öğrencilerin hepsinin bir arada olmasının kendilerine de çok faydası yoktur.

2- Meslek liseleri kapatılsın: Sanayi devriminin bir ürünü olan bu sistem bilişim ve teknoloji çağını yaşadığımız günümüzde geçerliliğini yitirmiştir. Nitekim Avrupa ülkeleri de bu sistemi terk ederek başka arayışlara yönelmişlerdir. Ömrünü dolduran bu liselerin artık kapatılması ve buna dayalı olarak mesleki eğitimin ön lisans düzeyine kaydırılması gerekir. Zorunlu eğitim süresinin 12 yıla çıkarılması da bunu gerektiriyor. Bu arada isteyen lise öğrencileri için mesleki eğitim bir diploma verilmeden modüler yapıya dayalı olarak devam edebilir.

KÜRESELLEŞME ?OKUL RUHU?NA ZARAR VERİYOR

- Siz az önce ?küreselleşmenin yarattığı savrulmalar eğitimde birliği bozuyor? dediniz, ama daha önceki konuşmalarımızdan biliyoruz ki sizin 1995'te Yeni Yüzyıl gazetesinde küreselleşmeyi anlatan yazılarınız çıkmıştı. Nedir burada dikkat çekmek istediğiniz?

Doğru, ben bundan 13 yıl önce küreselleşmenin eğitimi de etkileyeceğini düşünerek ?Eğitimimiz ulusal olduğu kadar, evrensel de olmalıdır? diye yazılar yazmıştım. Söylemek istediğim, başka ülkelerin gençlerinin de gelip eğitim almak isteyeceği bir sistem yaratmamız gerektiğiydi? Fakat daha sonraki yıllarda gördüm ki eğitimde giderek artan küreselleşme jargonu, giderek eğitimin milli yanını aşağılamaya ve yok etmeye başlıyor. Ben bundan çok rahatsız oldum. Çünkü okullarınızda dünya vatandaşı olacak bireyler yetiştirmek için ille de eğitiminizdeki milliliği yok etmeniz gerekmiyor. Bir kere adı üstünde; Milli Eğitim? Bunu bozduğunuz zaman her şeyi bozarsınız. Bırakın işin ideolojik bir yanını, bir kere pedagojik açıdan yanlış. Siz okulları şubeleri olan bir işletme gibi görmeye başlarsanız, bin yıldır var olan okul ruhunu yok edersiniz. Kimliği olan liseleriniz, üniversiteleriniz kalmaz? Çocukların o okullara bir aidiyeti olmaz. Eğitimin bütün ruhu kaçar. Aslında bu sorun sadece Türkiye'de değil, dünyada da var. Özellikle son 10-15 yıl içerisinde yüzyılların birikimi olan bütün okullar özgünlüklerini kaybetme riskiyle karşı karşıya?

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber