'Yurt dışına mastır yapmaya gitti, geldiğinde onu 28 Şubat bekliyordu'

Aksaray Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Acar, 28 Şubat sürecinde her türlü idari ve psikolojik baskıya maruz kaldığını, yaşanan inanılması güç hukuksuzluklarla mücadele ettiğini dile getirdi.

Kaynak : Cihan Haber Ajansı
Haber Giriş : 06 Mayıs 2012 20:40, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42

Acar, bu süreçte kendi gibi bir çok arkadaşı olduğunu, bazılarının sağlını kaybederken, bazılarının da dayanamayarak mastır gördükleri ülkelere geri döndüklerini söyledi.

Aksaray Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Acar, 28 Şubat sürecinde yaşadıklarını anlattı. 28 Şubat sürecinin, Türkiye'nin yakın tarihinde önemli bir kırılma halini yansıttığını ifade eden Prof. Acar, bu dönemde yaşadıklarını şu şekilde anlattı:

"28 Şubat süreci; Türkiye'ye çok önemli, ekonomik ve siyasi maliyetleri olan, benim deyimimle ekonomik ve siyasi bir karabasan sürecidir. Türkiye'nin, bir devletin kendi insan kaynaklarını ne kadar hoyratça harcayabildiğini, kendi potansiyelini kendi elleriyle nasıl törpüleyip öldürebildiğini yansıtan ibretlik, gelecek kuşaklarla mutlaka paylaşmamız gereken bir süreçtir. Ben bu çerçevede kendi hikâyemi, kısaca anlatayım, esasen benim hikâyem bana özgü bir hikâye değildir. Benzer mağduriyetleri yaşamış onlarca, yüzlerce hatta binlerce insan vardır. Dolayısıyla o dönemde insanlar ne tür sıkıntılara maruz bırakıldılar. Ne tür hak gaspları yaşadılar. Ne tür mağduriyetlere konuldular, bunlar konusunda iyi bir fikir vereceğini düşünüyorum.

Turgut Özal'ın açtığı kapılardan, LYS sınavını kazanarak, 1994 yılında Türkiye'de yeni açılan üniversitelere öğretim elemanı olmak üzere yurt dışında mastır doktora bursu kazanarak gittim. O zaman Ankara'ya yeni kurulan üniversite Kırıkkale Üniversitesi idi. Ben tercihimi oradan yana yapmıştım. Çünkü bütün sosyal çevrem, ilişkilerim Ankara'da şekillenmişti. Kırıkkale Üniversitesi adına yurt dışına 1994'te gittim. Mastır, doktora altı yıllık bir Amerika macerasından sonra Türkiye'ye döndüm. Giderken bıraktığımız Türkiye ile gelirken bulduğumuz Türkiye arasında dağlar kadar fark vardı. Her şey çok değişmişti. Ve bizim gibi yurt dışına giden insanların ezici bir çoğunluğuna öcü gözüyle bakan bir zihniyet Türkiye'de egemen olmuştu. Döndüğümüz zaman üniversitemize idarecilik yapan insanlar, hukukun temel evrensel kurallarına takla attırarak, masumiyeti esas almak yerine suçluluğu esas alarak, bizi adeta kendimizin suçsuzluğu ispatlanana kadar suçlu insanlarmışız muamelesine tabi tuttular. Oysa beraatı zimmet esastır. Yani insanın, suçluluğu kanıtlanıncaya kadar masum kabul edilmesi esastır. Gördüğüm muamele tam tersiydi. Bizim zararlı vatandaşlar olmadığımızın ispatı gerekiyordu, en temel hakkımızın verilmesi için. Neydi o? Biz zaten yurt dışına sözleşmemize taahhüt senedimize imza atarken, mastır doktorayı yurt dışında yapacağız. Orada kaldığımız sürenin iki katı kadar mecburi hizmet borçlanarak memlekete döneceğiz, memleketteki üniversitemize öğretim üyesi olarak hizmet edeceğiz diye gitmiştik, bu şartlarda gittik ama geldiğimiz zaman en tabii hakkımız olan kadronun verilmesi konusunda aylarca, yıllarca süründük. Yardımcı doçentlik kadrosu almak için yedi ay beklemek zorunda kaldık ve bizim ODTÜ gibi, Bilkent gibi üniversitelerde şifahi olarak hocalardan referans getirmemiz, zararlı insan olmadığımıza dair onlardan ifade istediler. Yedi aylık bir mağduriyetten sonra ders vermeye başladık. Yardımcı doçentlik kadromuza kavuştuk. Memlekete hizmet aşkıyla zaten doluydum, çünkü yurt dışında iyi bir kariyer yapma şansımız vardı. Başka işler, oradan dönmeme imkânı vardı. Nitekim bazı arkadaşlar onu tercih etmişlerdi. Biz memlekete olan borcumuzu, minnet duygumuzu, memleketin havasını, suyunu koklamış olmanın ekmeğini yemiş olmanın verdiği minnet duygusu ile dönüp gelmiştik zaten amacımız da hizmetten başka bir şey değildi.

Aradan üç yıl geçti. Doçentliği başvurduk, doçentlik sınavını ilk hakkımız da geçerek doçent unvanı aldık ama doçentlik kadrosu alabilmek için tam dört buçuk yıl beklemek zorunda kaldık. Bu arada, başka bir üniversiteye geçmek istediğimizde muvafakat verilmedi. Başka bir üniversitede part time bazı dersleri vermek istediğimizde buna izin verilmedi. Zamanın bakanları da bakın bakan diyorum daha alt düzey bürokrat veya siyasetçiden bahsetmiyorum. Zamanın bakanlarından birisi danışman olarak yanına almak istediğinde izin verilmedi. Dolayısıyla biz hem içerde hak ettiğimiz kadroyu alamadık hem başka bir üniversitede ders verme imkanından mahrum bırakıldık. Hem üniversitemizi değiştirmek imkanından mahrum bırakıldık hem zamanın hükümetine üst düzeyde danışmanlık hizmeti vermek imkanından mahrum bırakıldık. O kadar ki doçentliğini almış olan bir insanın yardımcı doçentlik kadrosuna yeniden atanmasında jüri raporu istenmeyeceğine dair YÖK Genel Kurulu kararlarına rağmen bizden defalarca jüri raporları istendi. Doçent olmamıza rağmen bize yazışmalarda yardımcı doçent hitabıyla yazılar yazıldı. Psikolojik eziyetin her türlüsüne maruz kaldık. Uluslararası yayınlarda birinci olduğumuzdan dolayı ödül vermek zorunda kalan insanlar, kadromuzu vermedikleri için ve vermemekte ısrar ettikleri için cübbe giydirmekten imtina ettiler. Herhalde bugünün parasıyla kırk elli bin lira dolaylı bir maddi kaybımın olduğunu söylemek mümkün. O kadar travmalar yaşadık ki bazı arkadaşlarımız yaşama sevincini kaybetti. Bir şey üretemez hale geldi. Akademik olarak bütün verimliliği, üretkenliği gitti. Sağlık sorunlarıyla uğraşmaya başladılar. Psikolojik sorunlarla uğraşmaya başladılar. Çok şükür ki biz o günkü koşullarda zaten hukuken haklarımızı da alma şansımızın fazla olmadığını da gördüğümüz için o yola gitmek ve cedelleşmek yerine oturup işimize baktık ve kısa zamanda azımsanamayacak sayıda bilimsel yayın, proje, makale, kitap, çeviri üretmeyi başardık. Gel zaman git zaman Allah, Türkiye'nin de kaderini çok etkiler biçimde dengeleri değiştirdi. Türkiye'de cumhurbaşkanlığının değişmesi, YÖK başkanlığının değişmesi enim olun bir dönemi fiilen bitirdi. İnsanlar gördüler ki artık eski Türkiye değil, yeni bir Türkiye var. Yeni Türkiye'de farklı bir bakış açısı, farklı bir zihniyet egemen ve insanların mağduriyeti daha fazla sürdürülebilir değil. Bu noktadan itibaren adeta benim için tarih o kadar hızlı aktı ki on bir yıllık üniversite hayatımın bu görevimden önceki hayatımın sekiz buçuk yılı eziyetle geçtikten sonra, iki buçuk yıla, kadir mevlam bakın neleri sığdırdı. Yardımcı doçentlikten profesörlüğe, akademik basamaklar bölüm başkanlığından rektörlüğe bütün bunlar, iki buçuk yıla sığdı. Profesörlüğüme altı ay kala doçentlik kadromu verdiler, vermek zorunda kaldılar. Altı ay sonra profesörlüğümü verdiler mi altı bilemedin gecikmelerle yedi sekiz ay içerisinde yardımcı doçent doçent ve profesör olmak üzere üç değişik akademik kadroda bulunma rekoru kırdım. Benim bildiğim Türkiye'de ve dünyada başka bir örneği yok. Bilen varsa söylesin. Doçentlik kadrosunu aldığımız zaman bölümün tek doçenti olduğum için mevzuat gereğince bölüm başkanlığını devir aldım. Kısa bir süre sonra İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi dekanımız kısmetmiş rektör olarak atandığı için dekanlığı boşaldı yerine beni önerdi. Devletimiz, ilgili mercileride uygun gördüler, dolayısıyla ben bölüm başkanlığından dekanlığa, aradan bir yıl geçti ki hiç hesapta kitapta yokken ve kendimce yapacak daha epeyce işim var iken kısmet oldu. Aksaray Üniversitesi'ne rektör olduk. Dolayısıyla aslında benim bu kısa hayat hikayem şu 11 yılın, önce sekiz buçuk yılının, ardından da iki buçuk yılının hikayesi. Bir 28 Şubat süreci gibi baskıcı dayatmacı ve insanlara hayatı zorlaştırmaktan medet uman bir dönemin, Türkiye'ye nelere mal olduğuyla ilgili güzel bir fikir vermektedir. Ardından gelen iki buçuk yıllık hikayemizde esasen Türkiye'nin son yıllarda ne kadar hızlı bir değişim ve dönüşüm süreci yaşadığının hikâyesidir.

Sözün özü son cümle olarak diyorum ki rahmetli Mehmet Akif'in ölüm döşeğinde şu sözleri söylediği rivayet edilir; Allah, bu millete bir daha istiklal marşı yazdırmasın. Aynı şekilde ben de diyorum ki Allah bu ülkeye bir daha 28 Şubat süreci gibi karabasanlar yaşatmasın. Türkiye; demokratikleşme, sivilleşme ve özgürleşme yolunda hızlı adımlarla ilerlesin. İnsanlar mağdur olmasın. Hak eden hak ettiği yere zamanında gelsin. Yeteneklerinden, potansiyellerinden en iyi şekilde istifade edelim ve itibarlı istikrarlı bir dünya devleti olalım diyorum."

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber