Yargı üniversiteye müdahale etmesin

Haber Giriş : 03 Ekim 2005 12:11, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42

Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza Hukuk Profesörü Köksal Bayraktar: "Yargı üniversitelere müdahale ederse ülke ortaçağa döner" diye konuştu.

Türk insanı daima haklıdır

Hukuk kurallar demektir. Hukuka göre bazen haksızsınızdır. Türkler haklı olup olmadığının sınanmasını istemez. O hep haklıdır ve hukuktan kaçar

Yargının bilime müdahalesi ortaçağdır. Bir İdare Mahkemesi üniversitedeki toplantıyı durduramaz. Bilimsel faaliyetler asla sınırlanamaz

Yargıtay, tıpatıp aynı olan iki davada birbirine zıt iki karar verdi. Böyle bir durumda hukuka güvenmek mümkün değildir. Adalete inanç böyle yitiriliyor

NEDEN? Köksal Bayraktar

Türkiye bugün yakın tarihinin en önemli günlerinden birini yaşıyor. Avrupa Birliği ile ilişkilerimizde son kavşaktayız. Elbette Türkiye'nin AB'yle ilişkisi bu toplum için çok önemli ama bu toplum için 'kendi kendisiyle ilişkisi' her şeyden daha önemli. Neden biz dışarıdan bir talep gelmeden çağdaş bir hukuk düzenlemesi yapamıyoruz? Neden yargımızın içinden bütün toplumu utandıracak skandallar çıkıyor? Neden bu toplumun sağlam bir hukuk sistemi için büyük bir talebi yok? Neden bazen yargıçlar hukuk çerçevesini aşan işler yapmaktan hiç çekinmiyorlar? Yargı, bilime müdahale etme cesaretini nasıl kendinde bulabiliyor? Niye biz bütün bu çarpıklıkları düzeltebilmek için Avrupalılara muhtacız? Eğer kendi adalet sistemimizi kendimiz düzeltebilmiş olsaydık, bugün Avrupa Birliği'ne üye olup olmamak bizim için bu kadar büyük bir hayati anlam taşır mıydı? Bütün bu konuları Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza Hukuku profesörü Köksal Bayraktar ile konuştuk. Ceza Hukuku Derneği'nin kurucusu Prof. Köksal Bayraktar, aylık Güncel Hukuk dergisinin de genel yayın yönetmeni.

Hep Avrupa Birliği'nin bizden ne istediğini konuşuyoruz ama "biz aslında ne istiyoruz?" diye hiç sormuyoruz. Tam AB'nin kapısında yaşadığımız hukuk skandallarına baktığınızda nasıl bir sonuç çıkarıyorsunuz, Türkiye ve bu ülkenin halkı aslında kendisi için hukuk istemiyor mu?

Türk halkı kendisi için hukuk istiyor. Sokaktaki adam hakkını elde etmek istiyor. Daha adil, daha açık ve daha çabuk bir yargılama talep ediyor.

Biz son zamanlarda yaptığımız hukuk reformlarının çoğunu AB istiyor diye yaptık. Neden bunları kendi kendimize yapamıyoruz?

Toplumdaki siyasal dinamikler yüzünden yapamıyoruz. Toplum hukuk reformunu istiyor ama kanunları değiştirecek, reformu yapacak güce sahip değil. Türkiye'de apolitize olmuş yığınlar hiçbir zaman seslerini duyuramadılar. Siyasal partilerin durumu ortada.

Hukuk dünyasının durumu siyasi partilerden farklı mı? Hukukçularımızın durumu ne?

Çok sorumluyuz maalesef. Olagelenlerden çok sorumluyuz.

Hukuk facialarından mı sorumlusunuz?

Tabii, tabii. Türkiye'de hukuk alanında her an mücadele eden etkili sivil hukuk örgütleri yok. Barolar ya mesleki sorunlarla ilgililer ya da birtakım siyasi olayların içindeler. Hukuk konusunda ileriye dönük etkin çalışmaları yok. Ayrıca son bir buçuk yıldır yapılan hukuk değişikliklerine de 'reform' diyemeyiz. Bunlar sadece değişiklik. Türk Ceza Kanunu'nda ve Ceza Yargılaması Kanunu'nda büyük bir gelişme olmadı. Devlet aleyhine işlenen suçlar bölümü bir önceki Ceza Kanunu'nda yer alan suçların gene yüzde 95 aynısı.

AB'ye uyum için yapılan yasal düzenlemeler sonucunda Türkiye demokratikleşme yolunda adımlar atmadı mı? Türkiye'de insan hakları ve düşünceyi ifade özgürlüğü açısından bir gelişme olmadı mı?

Oldu ama özgürlükler ve haklar konusunda gene de sınırlamalar var. Üstelik yapılan iyileştirmeler bile hemen değiştirilmek isteniyor. Ülkede bir olay cereyan eder etmez hemen özgürlükleri kısıtlayıcı yeni kanun maddeleri getirilmek isteniyor. Mesela Terörle Mücadele için hazırlanan yeni taslakta düşünce özgürlüğünü kısıtlayıcı yeni maddelerin bulunduğunu duyuyoruz.

Sizce bu ülkedeki insanlar adalet sistemine güveniyor mu?

Hem güveniyor, hem güvenmiyor. İnsanların uygulamaya dönük pek çok eleştirisi var ama eninde sonunda insanlar yargıca ne diyor? 'Ben senin vereceğin karara uyuyorum' diyor.

Devletin yargısına uymayıp da ne yapsın? Vatandaşın elinde topu, tüfeği, ordusu, hapishanesi yok ki. Vatandaşın, yargının adaletsiz bir kararına uymama gücü var mı?

Doğrudur, haklısınız. 'Halk adalet sistemine bütünüyle güvenmiyor' demenin yanlış olduğunu söylemek istiyorum burada ben.

Hukuksuzluk, daima yöneticilerin lehine, yönetilenlerin aleyhinedir. Ama bu ülkede yönetilenler de hukuka sahip çıkmıyor. Vatandaş hukukun kendine yararlı olacağına inanmıyor mu?

Hukuk, kurallar demektir. Türk insanında şöyle bir özellik var. Türk insanı daima kendisinin haklı olduğunu düşünür. Türk insanı hep 'ben haklıyım' der. Ama ne var ki, objektif olarak hukuk karşısında bazen haksızdır. Türk insanı haklı olup olmadığının sınanmasını istemiyor işte. Tabii o zaman da insanlar hukuka yaklaşmıyor, hukuktan kaçıyorlar. Devletin toprağını işgal edip üstüne gecekondu ya da dört katlı bina yapıyor. Belediyenin greyderleri yıkım için geldiğinde de devlet nerede, adalet nerede diye bağırıyor. Halkın, hukuku uygulamak isteyen kamu otoritesine karşı direnmesini Batı ülkelerinde Türkiye'deki kadar görmüyoruz.

Son olarak üç üniversitenin düzenlediği ve kısaca 'Ermeni konferansı' diye adlandırılan toplantı için İdare Mahkemesi'nin aldığı 'durdurma' kararıyla karşılaştık. İdare Mahkemesi üniversitede yapılan toplantıyı durdurabilir mi?

Hayır durduramaz. Bu bir bilimsel faaliyettir. Bilimsel faaliyetin sınırlaması olmaz. Çünkü bilimsel özgürlük kısıtlanamaz. Ayrıca mahkeme kararının muhalefet şerhinde de bu toplantının bir idari işlem olmadığı belirtiliyor. Eğer bu toplantı üç üniversitenin rektörlerinin, yönetim kurullarının bir kararı olsaydı, bu karar salt hukuk açısından bir idari yargı konusu olabilirdi. Ama üç üniversitenin rektörlerinin aldığı bir karar yok ki. Üniversite hocalarının toplantı düzenlemesi idari yargının konusu değildir. Bu üniversitede yapılmış bir etkinliktir. Rektörlük onlara salon tahsis etmiştir .

Mahkemeler üniversite tartışmalarına karışırsa sonuç ne olur?

Bilim özgürlüğüne darbe iner. Yargı basına sıkça müdahale ettiğinde nasıl o ülkede düşünce özgürlüğü giderek yok oluyorsa, yargı, üniversite tartışmalarına müdahale ettiğinde de bilim ve sanat özgürlüğü ortadan kalkar. Artık o ülkede araştırma yapılamaz. Türkiye'nin düşünce ve bilim hayatına, bilim ve ifade özgürlüğüne büyük bir darbedir bu. Ülkenin tekrar ortaçağa geri gitmesi, karanlığa gömülmesidir. Çünkü bilim özgürlüğü doğurucu bir özgürlüktür. Diğer özgürlüklere hayat verir, onları canlandırır. Yargının, 'Üniversitede şu toplantı yapılabilir, şu toplantı yapılamaz' demeye hakkı yok.

Hukukçuların çoğunluğu İdare Mahkemesi'nin kararının hukuka aykırı olduğunu, mahkemenin yetkisine girmeyen bir konuda karar verdiğini söyledi. Bir ülkede adalet sistemi, hukuk çerçevesinin dışına taşarsa ne yapmak gerekir?

Böyle bir uygulamayı durmadan eleştirmek gerekir. Ama size yeni Türk Ceza Kanunu'ndan bir madde okuyacağım. Son dönemde kanunlarda yapılan değişikliklerin niye 'hukukta reform' sayılamayacağının tipik bir kanıtı bu madde. TCK'nın 288'inci maddesine göre, bir olayla ilgili olarak başlatılan soruşturma veya kovuşturma kesin hükümle sonuçlanıncaya kadar savcı, hâkim, mahkeme, bilirkişi ve tanıkları etkilemek amacıyla alenen sözlü ya da yazılı beyanda bulunan kişi altı aydan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. Bu suçun basın, yayın yoluyla işlenmesi halinde verilecek ceza yarı oranında artırılır.

Bu maddeden ne anlamalıyız?

İdari Mahkemesi'nin 'Ermeni konferansı'nı durdurma kararı önemli bir karardı ve bu karar medyada uzun uzun tartışılmalıydı. Eğer hukuku değiştirmek, yargıyı düzeltmek istiyorsanız, bu hataları daha yüksek sesle tartışmalısınız. Ama bu konu pek konuşulmadı. Bu konuda televizyonlarda bir tartışma programı yapılmadı. Medya bazı hukukçulardan sadece görüş aldı. Niye? Çünkü yeni Ceza Kanunu mahkeme kararını eleştirmeyi engelleyici hükümler bulunduruyor. Eskiden bu engel, çok daha dar kapsamlı ve cezası çok daha hafif olmak üzere sadece Basın Kanunu'nda vardı. Şimdi bu engelleme yeni Ceza Kanunu'nda çok kapsamlı ve ağır cezalarla var. Bana 'toplum niye hukuk kurallarını iyileştiremiyor?' diye sordunuz. Toplumun hukuku değiştirememesi için kanunlara konulmuş, engeller var önünde.

Kendi yetkisini aşan bir hâkime ceza verilir mi peki?

Verilir. Memuriyet görevini suiistimal diye Ceza Kanunu'nda bir suç biçimi var, disiplin müeyyideleri var.

Yetkisini aşan hâkimi derhal mi cezalandırmak gerekir yoksa bu daha sonraya mı bırakılır?

Yargılama bir süreci gerektirir. Belli bir yargı süreci sonunda ceza verirsiniz ya da vermezsiniz.

İdare Mahkemesi'nin kendi yetkisini aşarak bir toplantıyı durdurmak istediği söylendi. Peki, bir başka mahkeme de yetkisini aşarak birilerini tutuklamaya ya da mahkûm etmeye kalkarsa ne olacak?

Hukukun böyle davranan yargıçlara karşı kuralları var. Bir idari soruşturmayla veya ceza yargılamasıyla adalet sistemi işletilir. Kuşkunuz olmasın.

Yetkisini aşan hâkim hakkındaki yargı süreci sanki çok doğal olarak kendiliğinden kolayca işlermiş gibi konuşuyorsunuz. Konferansı, yetkisini aşarak durdurduğu iddia edilen yargıçlar hakkında bir soruşturma başlatıldı mı?

Bilmiyorum, Adalet Bakanlığı'na sormak lazım. Bu yargı sürecini başlatacak olan Adalet Bakanlığı'dır. Ama şu bir gerçek. Yargılanma konusunda yargıçlar ve savcılar biraz daha ayrıcalıklı kurallara sahipler ama, yargıçlar ve savcılar mutlak olarak sorumsuz değiller. Yargılanan yargıçlar var.

Toplumu, hukuk sisteminin hatalarına karşı koruyacak bir mekanizma var mıdır?

Toplumu hukuk sisteminin hatalarına karşı koruyacak olan mekanizma gene hukuk sisteminin kendisidir. Toplumun siyasi partiler, medya, üniversite ve sivil toplum örgütleri kanalıyla kendi sesini duyurabilmesidir. Başka bir mekanizma yok.

Adalet sisteminin elinde doğal olarak çok büyük bir yetki var. Bu yetki hukuksuz biçimde kullanılırsa nasıl bir sonuçla karşılaşırız?

Sosyolojik yönden toplumda büyük patlamalar olur. Hoşnutsuzluk artar, insanlar giderek hukuk dışına çıkar.

Türkiye'de yeniden adil ve güvenilir bir hukuk sistemi kurabilmek için ne yapmak gerekir?

Önce Türkiye'de adalet sisteminin durumunu tespit etmek gerekir. Yılda kaç dava görülüyor, nerelerde hangi suçlar işleniyor, hangi davalar daha çok açılıyor, bunların bir genel durum muhasebesi yapılmalıdır. Yargıtay Başkanı'nın açıklamasına göre, Yargıtay'a gelen dosya sayısı 700 bini bulmuş.

İyi işleyen bir hukuk devletinde bu dava sayısı normal midir?

Normal değil. Ülkede her on kişiden birinin hukuki bir sorunu olduğunu gösteriyor bu. Ayrıca bu rakam pek çok şeyi de ortaya koyuyor. Hukuk sisteminin iyi çalışmadığını, adaletin iyi işlemediğini gösterdiği gibi, toplumun genel bir hoşnutsuzluk içinde bulunduğunu da gözler önüne seriyor. Mevcut kanunların iyi olmadığını, gerçeklerle tam uyuşmadığını, toplumun ihtiyaçlarını karşılamadığını da gösteriyor.

Yargıtay'a giden 700 bin davadan kaçı bozuluyor peki?

Yüzde 45 oranında bozuluyordur.

Mahkemelerin aldığı kararların neredeyse yarısı bir üst mahkemece bozuluyorsa, bu ne anlama gelir?

Yerel mahkemelerin mutlak olarak kötü karar verdiğini göstermez bu durum. Çünkü Yargıtay da yanılabilir.

Daha geçenlerde yaşadık. Yargıtay tıpatıp aynı olan iki ayrı davada birbirine tamemen zıt iki ayrı karar verdi. Böyle bir durumda hukuka güvenmek mümkün mü?

Mümkün değil. Bu durumu, ya hukukta yapılan bir yorum hatası olarak ya da yargı erkini kötüye kullanma olarak değerlendirmek gerekiyor. Hukuka güvenin sarsılması, adalet sistemine inancın kaybolması da böyle oluyor.

Avrupa Birliği'nin bizim hukuk sistemini evrensel bir hukuk sistemine çevirmesi mümkün mü?

Değil. Çünkü hukuk sadece kurallardan ibaret değil. Bir de uygulama ve kurallara uyma var ki, hukuk her ülkede başka türlü yaşanıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararlarını görüyoruz. Türkiye'deki yerel mahkemelerin ve Yargıtay'ın kararlarını görüyoruz. Arada çok büyük farklar var. Kararlar yargı sisteminin aynasıdır. O aynada çok parlak şeyler görmüyoruz biz. Ama şu da var. Elbette Türkiye'de hukuk alanında AB sayesinde epey mesafe kat ediliyor. AİHM'nin Türkiye'de hukukun oluşumuna katkıları oluyor. Bugün sokaktaki adam, 'Ben Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne gideceğim' diyor ve gidiyor. Bu mahkeme davalarla Türkiye'yi devamlı denetliyor.

Hükümet, yeni Ceza Kanunu'nun AB için hızla çıkarıldığını söyledi. Ceza Kanunu AB hukukuna ne kadar uygun oldu?

Basın, yayın hürriyetini zedeleyen otuza yakın madde var Yeni Ceza Kanunu'nda. Hâlâ duruyor o maddeler. Sonuçta insanlar gene Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne gidecekler ve Türkiye gene tazminat ödeyecek. Mesela DGM'ler kaldırıldı deniyor ama kalkmadı. Sadece adı, tabelası değişti. ve özel yetkilerle donatılmış ağır ceza mahkemeleri haline getirildi.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi DGM'yi tanımıyordu. Şimdi ağır ceza mahkemelerinin kararlarını da mı tanımayacak?

Olabilir. Örnekleri göreceğiz.

Neden son yıllarda hukuk sistemimiz skandallara karışıyor? Eski Yargıtay Başkanı gibi bazı yüksek mahkeme yargıçlarının mafyacılarla görüşmesi gibi peş peşe bir sürü hukuk skandalı yaşanıyor. Niye?

Bazı hukuk uygulayıcılarının hukuku yeterince iyi bilmemelerinden ya da yetkilerini kötüye kullanmalarından ötürü yaşanıyor bunlar. Dönemin Yargıtay Başkanı kendisiyle ilgili yayınlardan ötürü on beşe yakın dava açtı, şu ana kadar bu davaların yarısından fazlasını kaybetti.

Neşe Düzel / Radikal

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber