H. Celal Güzel: Bu memleketin kabadayıları 'YÖK'çüler'dir

Kaynak : Memurlar.Net
Haber Giriş : 24 Ekim 2005 14:26, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42

SEVGİLİ okuyucularım, 'Bu memleketin gerçek kabadayıları kimlerdir' diye sorsam, bana ne cevap verirdiniz? 'Kurtlar Vadisi'ni çok seyreden bazılarınız hemen, mafya-istihbarat karışımı rolündeki 'Polat Alemdar' cevabını verecektir. Bazılarınız da, rakip takıma şişe fırlatan, düğünde aşka gelip tabanca sıkan, trafik polislerine efelenen 'milletvekilleri'nin kabadayı olduklarını söyleyeceklerdir. On yılda bir askeri müdahaleden bizar olanlar 'askerler'i, yetkisini aşarak yerli yersiz beyanat vermelerinden bıkkınlık getirenler de 'yüksek yargı organları başkanları'nı memleketin gerçek kabadayıları olarak göstereceklerdir. Deniz Baykal'a kalırsa da tek kabadayı, herhalde R. Tayyip Erdoğan olacaktır.

Boşuna yorulmayınız değerli okurlarım, bu memleketin gerçek kabadayıları 'YÖK'çüler'dir.

Savulun kara cübbeliler geliyor!

SİZ Anayasa'nın yüksek öğretim kurumlarını düzenleyen 130. maddesindeki, 'Üniversiteler ve buna bağlı birimler, devletin gözetimi ve denetimi altında olup, güvenlik hizmetleri devletçe sağlanır' hükmüne hiç aldırmayınız. Çünkü bizim Yökçüler layüseldir; yani kendilerine asla ve kat'a hesap sorulamaz.

Lakin onlar hep hesap sorar; Meclis, hükumet filan takmazlar. Çünkü arkalarında dağ gibi Cumhurbaşkanları, sıkıştıkça arşınladıkları komutanlık koridorları ve haklarında kanun sevk edilince bildiri yayınlayan Genelkurmay Başkanlığı vardır.

Anayasa Mahkemesi'yle paslaşır, Danıştay'la koklaşır, yüksek yargı organlarını kafese alırlar.

Onlara göre 'milli irade', kayıtsız şartsız egemen değildir. Kendilerini TBMM'nin üzerinde görürler. Halen yürürlükte olan 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu'ndaki kılık kıyafet serbestliği hükmüne aldırmaz; Anayasa Mahkemesi kararının gerekçesindeki icrai değeri olmayan bir ifadeyi yürürlükteki kanunun üstünde addederler.

Üniversiteyi 'kamusal alan' ilan edip 'kamusal alanların yegane kabadayısı' sıfatıyla, kurun-u vüstanın feodal senyörlerine taş çıkartacak, engizisyon papazlarına parmak ısırtacak şekilde, malikaneleri olan üniversitelerde hüküm sürerler.

Aman sakın menfaatlerine ilişmeyiniz ve bu mutlak egemenliklerini sınırlamaya kalkmayınız. Hemen kara cübbelerini giyerek sokağa fırlayıp -tabii ki izin almaya tenezzül etmeden- gösteri yürüyüşü yaparlar ve soluğu Anıtkabir'de alırlar.

Cumhuriyet, laiklik ve Atatürk tacirleri

EFENDİM, bizim dev memelerinde cüceler emziren şu garip memleketimizde, en fazla istismar edilen, alınan satılan ve adeta birer ticari meta haline getirilen mefhumlar, ne yazık ki Atatürk, Cumhuriyet, laiklik gibi üzerinde itinayla durulması gerekli olanlardır. Şöyle bir düşünürseniz, din istismarı yapanlardan çok, laiklik istismarı yapanları görürsünüz.

CHP okulundan yetişen siyaset simsarları da, sağ iktidarları karalamak için önüne geleni, yerli yersiz Atatürk, Cumhuriyet ve laiklik düşmanı ilan etmişlerdir. Tıpkı bir zamanlar dağarcığı boş sağcı politikacıların rakiplerini komünist, dinsiz, imansız ilan ettikleri gibi...

Lakin bu istismarın en tehlikelisi, bu kavramların ticarete, hatta hukuk dışı uygulamalara ve yolsuzluklara alet edilmesidir. Özellikle ara rejimlerde Atatürkçü, Cumhuriyetçi ve laik geçinerek 'malı götürenler'in hikayeleri fısıltı gazetelerinin manşetlerini doldurmuştur.

Foyası meydana çıkıp da nasıl bir yolsuzluk çetesi kurdukları artık iyice anlaşılan Uzanlar, yolsuzlukları ortaya çıkmaya başlayınca kendilerini Atatürkçü ve laik ilan ederek, televizyonlarının ekranlarına 'Cumhuriyet için' diye slogan yazdırmışlardı.

Bu gibi olaylarda, Aziz Nesin'in çok eskiden okuduğum bir mizah hikayesi aklıma geliyor. Hikayede rüşvetçi bir kaymakama baskın yapılacak.

Kaymakam son anda bunu öğrenince yakalanmamak için rüşvet aldığı paraları saklamak istiyor. Nasıl olsa oraya ilişemezler düşüncesiyle paraları makam odasındaki Atatürk resminin arkasına saklıyor. Hikayenin sonunda, kendisini bu sayede kurtaran kaymakamın, Atatürk resmi önünde diz çökerek bir teşekkür edişi var ki, aklıma neler getiriyor bir bilseniz...
Anayasa'yı takmayan Anayasa profesörleri

ANAYASA'NIN 'yargı' bölümünün ilk maddesi olan 138. madde, 'Mahkemelerin bağımsızlığı'nı düzenler. Buna göre; 'Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.' Ayrıca, 'Görülmekte olan bir dava hakkında(...) herhangi bir beyanda bulunamaz. Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır(...)'

Dedik ya, bu 'Yökçü takım' tamamen layüseldir ve hatta Anayasa'nın da üstündedir. Kendilerini, 138. maddede sayılan 'organ, makam, merci ve kişi' olarak görmezler; onlar maddede sözü edilen 'yasama ve yürütme organları'nın da 'idare'nin de üstündedirler. Yoksa, 'Rektörler Komitesi'nin toplanıp Anayasa'nın bu hükmünü ve TCK'nın 288. maddesini hiçe sayan bildiri yayınlayabilmesi mümkün müdür?

Aksi halde, YÖK Başkanı'nın XIV. Lui edasıyla, kendisini devlet sayarak Van 4. Ağır Ceza Mahkemesi kararına karşı rektörleri 'Cumhuriyet'e sahip çıkmaya' çağırması düşünülebilir mi?

Yeni Bir 'Vak'a-yı Hayriye' lazım

SEVGİLİ Hocam, gerçek ve eli öpülesi ilim adamı olan Prof. Dr. Sabahattin Zaim'in başkanlığındaki bir heyetten tezimi verdikten sonra, vakti gelince o günkü DMMA mevzuatına göre bendenize doçentlik tevcih edilmek istendiğinde reddetmiştim. Ne kadar isabetli karar verdiğimi şimdi daha iyi anlıyorum. Tam ve yarım zamanlı öğretim görevlisi olarak 16 yılda yetiştirdiğim binlerce öğrenciye emeklerim helal olsun. Lakin, Yökçü taifesinin bu halini görünce, öğretim elemanı, eğitim uzmanı ve eski bir Mill? Eğitim Bakanı olarak kahırlanmaktan başka elimden bir şey gelmiyor.

Türkiye'nin huzurunu bozan, mahkemelerin bağımsızlığı üzerine gölge düşüren, eğitim ve öğrenim hakkını çiğneyen, bilimi ve araştırmayı sıfıra indirip üniversiteyi kışlaya çeviren ve her fırsatta kazan kaldıran YÖK'ün yeni bir 'Vak'a-yı Hayriye' ile lağvedilmesinin artık vakti gelmiştir.

Şu rezalete bakınız: Sırf Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer'i yıpratmak ve bal gibi siyaset yaparak iktidarı yaralamak için, daha önce bütün teferruatıyla anlattığımız komployu kuranlar, ilk 'intihal' iftiralarından netice alamayınca şimdi de ikinci 'hayali intihal' iddialarıyla ortaya çıkmışlardır. Bu konuda yürütülen disiplin soruşturması sonuçlanmadan, Prof. Dinçer'in suçlu bulunduğu ve akademik unvanlarının alınacağı haberi basına sızdırılıyor; en kötüsü de disiplin soruşturması Van Rektörü hakkındaki tutuklama kararı ile irtibatlandırılıyor. Bundan daha büyük bir 'insafsızlık' ve 'vicdansızlık' düşünebiliyor musunuz? Sorarım sizlere, Van 4. Ağır Ceza Mahkemesi, Başbakanlık Müsteşarı'nın emrinde midir?

Üzülmeyiniz Prof. Dr. Ömer Dinçer! Bu beşik uleması, 'ihaleye fesat karıştırma' ve 'eski eser kaçakçılığı' sanığı Rektör Aşkın'ın intikamını, akademik unvanlarınızı gasp ederek almaya kalksa da, siz daima bu milletin 'gönlünün profesörü' olarak kalmaya devam edeceksiniz...

Hindi soykırımını kabul ediyoruz

SİZİ tebessüm dahi ettiremeden bu pazar sohbetinin de sonuna geldik sevgili okuyucularım. Lakin, konumuzla yakından bağlantılı olmamasına karşılık, son günlerde internette dolaşan bir espriyi naklederek bu eksikliği telafi etmek istiyorum. Ne de olsa üniversiteyle de ilgili sayılır:

Efendim, Avrupa Parlamentosu, Türkiye ile müzakerelerin devam edebilmesinin, ancak Türkiye'nin Manyas'ta işlediği 'Hindi Soykırımı'nı tanıması ve kabulü halinde mümkün olabileceği konusunda karar almaya hazırlanıyormuş. Boğaziçi, Bilgi ve Sabancı üniversiteleri'nin Soros Vakfı desteğiyle düzenleyeceği panelle, Türk aydınları(!) resm? tarih dışında bu konuda yeni açılımları tartışacaklarmış. Nobel ödülü aday adayı Orhan Pamuk da, en az 1 milyon hindinin ve 500 bin tavuğun Türkler tarafından soykırıma uğratıldığını iddia etmiş.

Hasan Celal Güzel/ Tercüman

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber