Yeni YÖK Taslağında, Araştırma Görevlisi, Uzman, Öğretim Görevlisi ve Okutman kadrolarına yapılan atama şekli değiştirilmelidir

Haber Giriş : 21 Ocak 2004 22:59, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42
Yeni YÖK Taslağında, Araştırma Görevlisi, Uzman, Öğretim Görevlisi ve Okutman Kadrolarına yapılan atama şekli değiştirilmelidir

Yaklaşık bir yıldır üzerinde tartışmaların yaşandığı YÖK yasasının yeniden düzenlenmesine ilişkin sorunlar devam ederken, aynı zamanda üniversitelerde yaşanan sorunlar da gün yüzüne çıkmaya başlamıştır. Milliyet Gazetesi yazarlarından Sayın Meral TAMER'in son günlerde kaleme aldığı yazılarda, akademisyenlik mesleğine ilk adım niteliği taşıyan araştırma görevlisi, uzman, öğretim görevlisi ve okutman kadrosu sınavlarındaki yozlaşmalar tekrar gündeme gelmiştir.

Artık tüm akademik camia ve kamuoyu bilmektedir ki; bir üniversitede araştırma görevlisi ya da öğretim görevlisi olabilmenin akademik kriterleri kalmamıştır. Bu kadrolara yapılan atamalarda göz önünde tutulan en önemli kriter üniversite içerisindeki "hakim çevrelere" yakınlıktır. Geçen yılın ilk yarısında hükümetin atama yapılmasına izin vermediği bu kadrolar için geçtiğimiz haftalarda yapılan sınavlarda "hakim çevreler"in aylar öncesinden rezerve yaptığı isimleri, üniversitelere "seçkin akademisyen"ler olarak giriş yapmışlardır. Bu tip örneklerin üniversite çevrelerinde sayısının artması gerçek bilim adamlarını üzmektedir.

Bu sorunların sınava başvuran diğer adaylarca acı bir tecrübe olarak yaşanması ve diğer akademik personelin bu yozlaşmayı yakından takip etmesi, güvenilir kurumlar arasında olması gereken üniversitelerin daha da yıpranmasına sebep olmaktadır.

Hemen her rasyonel akademisyenin kabul ettiği gerçek şudur ki; akademisyenlik mesleğine atılan ilk adım olan araştırma görevlisi, uzman, öğretim görevlisi ve okutman kadrolarına ilişkin alımlar TUS benzeri merkezi bir sınavla gerçekleştirilmelidir. Bu sınav ile adayın yabancı dil bilgisi ve alan bilgisi objektif bir biçimde belirlenebilecek ve adaylar becerilerine göre açık kadrolara yerleşebileceklerdir. Böylelikle hemen her kadro ilanında ve alım sınavında yaşanan sorunlar ortadan kalkacak ve "hakim çevreler"in egemenliğine son verilebilecektir. Yine bu yolla, anayasayla korunan fırsat eşitliğine rağmen kendilerini akademisyen olarak tanımlayan bazı kimselerin "akademik burjuva" oluşturma çabaları engellenebilecektir.

Şu an yaşanan sorunlar ve kısır çekişmeler göstermektedir ki; aslında sorunların temelinde nitelikli akademisyen seçimini ve yetişmesini sağlayamayan bir sistem bulunmaktadır. Hak etmeden ilgili kadrolara gelen kişiler zamanla çeşitli ünvanlar kazanabilmekte ve bu ünvanları kendi varlıklarını meşrulaştırma aracı olarak kullanabilmektedir.

Üniversitelerde son yıllarda sıkça dile getirilen bir diğer husus ise öğretim üyesi yetiştiren bir aşama olan araştırma görevlilerinin yaşadıkları mali zorluklardır. Objektif bir seçme sınavıyla atamaları yapılacak personele, daha adil bir ücret sistemi uygulamak mümkün olabilecektir. Bugünkü sistemin sürmesi halinde ise ücret iyileştirilmesinin gerekçesinin çok iyi bir şekilde açıklanamayacağı ortadadır.

Sonuç olarak son günlerde üzerinde tartışmalar yaşanan YÖK yasa taslağının en önemli eksiğinden biri de araştırma görevlisi ve öğretim görevlisi alımlarının objektif merkezi bir sınava bağlanmamış olmasıdır. MEB'nın hazırlamış olduğu taslakta yer alan bu düzenlemenin bir an önce YÖK yasa taslağına girmesi hem akademisyenliğin varlığını sürdürebilmesi için bir zorunluluk, hem üniversitelerin saygınlığını artırabilmesi için bir gereklilik, hem de ücret iyileştirilmesinin yapılabilmesi için bir temel teşkil edecektir.

Serdar AYDIN

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber