Abdüllatif Şener'den keyfini kaçıran şeylerin itirafı...

Haber Giriş : 16 Ağustos 2006 15:20, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42

Kimilerine göre 'hükümetteki çatlak', Kimilerine göre 'hükümetin sigortası' olan Başbakan yardımcısı ve Devlet Bakanı Abdüllatif Şener, keyfini kaçıran şeyler olduğunu söyledi.

Hükümetten röportaj yapacağım ilk kişi benim için önemliydi. Aslında seçimim konusunda zorlanmadım. Bugüne kadar o, en çok konuşulan, tartışılan hatta verdiği tepkilerle, söyledikleriyle hep merak edilen oldu. Kimilerine göre ?hükümetteki çatlak?tı. Kimilerine göre ?hükümetin sigortası.? Kimileri bu tepkileri, AK Parti'nin bölünme sürecindeki ilk sinyaller olarak gördü. Her söylediği bu nedenle manşetlere taşındı. Uzun zamandır sessizdi. Mücadeleden mi vazgeçmişti, muhaliflikten mi? Yorgun muydu? Tarz mı değiştirmişti? Yoksa yeni stratejileri mi vardı? Bu duygularla kendisini aradığımda, ?Ortalık çok sessiz. Ne konuşacağız ki? dedi. Anladım ki, o da hem sessizliğin hem de sessizliğinin farkındaydı. Tam zamanı deyip kendisini bu röportaja ikna ettim. Ve tek bir ricam vardı: Gelmiş geçmiş her şeyi konuşabilmek.

Röportaj talebimi ilettiğimde 'Ne konuşacağız, ortalık çok sessiz' dediniz. 'Ortalık sessiz' ne demek?

Bu ekonomik bir soru değil ama.

Ekonomi soruları da var.

Yani, ?ne var? dendiği zaman, ?sessizlik var? dediğiniz zaman bu hiçbir şey yok anlamına da gelmez. Yani normal rutin gündem demektir. Dolayısıyla sizin sorduğunuz ?sessizlik var ifadesi? de bir olağan ortamın, bir bakanın günübirlik yaptığı işlerdeki gündem dışı herhangi bir gelişmeyi içine almayan mesaisini anlatmak için söylediğim cümlelerdir.

Eskiden sizin de sesiniz yüksek çıkıyordu. Şimdi olaylar mı sessiz kalmayı gerektiriyor ya da siz mi değiştiniz? Sizin ?sessizlik? kastınızın içinde bu da var mı?

Şimdi her yaz mesaisine girdiğimizde ben basına sorarım, ?Ne var ne yok?? diye. Yani ?Önümüzdeki süreçte ne bekliyorsunuz?? diye. Genellikle gazeteciler politikacılara sorar ?Ne oluyor, geleceği nasıl düşünüyorsunuz? diye. Ben de gazetecilere sorarım. Her yaza girişte bu sorunun cevabı gazeteci dostlarımızdan benzer bir şekilde gelir. Derler ki, ?Yaz dönemi bizde sükûnettir. Gündemin yoğun olmadığı bir dönemdir. Koşuşturmanın bizi gazeteci olarak hırpalamadığı bir dönemdir.?

Kabinede sizin adınız söz konusu olunca herkeste 'muhalif' çağrışımı yapıyor? Siz gerçekten muhalif misiniz? Hükümetin 'yaramaz çocuğu' musunuz?

Bir kere çok yanlış bir algı. Veya bu algı kime ait? Neden diyecekseniz. Ben bir kere negatif görüntüyü sevmem. Benim stilim pozitiftir. Benim politika biçimim pozitiftir. Söylemlerim pozitiftir. Etrafımla, çevremle kurduğum ilişkilerimde pozitif bir tutum içerisindeyim. Dolayısıyla beni tanımlamak isteyenlerin bu pozitif karakterimle, kişiliğimle bağlantılı yorum yapması, tanımlama yapması gerekir.

Hiç unutmuyorum, vaktiyle bir okuyucu sevdiği bir köşe yazarını eleştirip bir mektup gönderiyor. Talebelik yıllarımdaydı. Ve o yazara, sevgili yazara gönderdiği mektupta sitem ediyor ve ?çok kibirlisiniz? diyor. Yazar da köşesinde buna cevap veriyor: ?Sadece senin gözünde bile kibirli göründüğüm için affımı Allah'tan diliyorum? diyor.

İlk muhalif sinyaller böyle algılayanlara göre Özelleştirme İdaresi'nin sizin bakanlığınızdan alınıp, Maliye Bakanı Unakıtan'a verilmesi ile başladı. Gerçekten bu durumu size yapılan bir yanlış olarak mı gördünüz?

Ben bu konuyla ilgili hiç konuşmadım. Bir kere birimlerin kime bağlı olduğu zaten Sayın Başbakan'ın takdirinde ve yetkisindedir. Şu anda bütün bakanlara o kadar çok bağlı birim var ki. Bunların hepsi önemli. Bir bakanın mesaisini yeterince doldurabilecek birimlerdir bunlar.

Örneğin; bana bağlı birimlerden başlayalım. Bizden önceki dönemde yani 2002 seçimlerinden önce sadece GAP İdaresi bir bakana bağlıydı ve o bakanın elinde başka birim yoktu. Veya Devlet Planlama Teşkilatı şu anda bana bağlı. O dönemde yani bizden önceki dönemde Devlet Planlama Teşkilatı sadece bir bakana bağlıydı ve o bakanın elinde başka bir birim yoktu. İlgili kuruluşlar itibariyle benzer şeyler söylüyorum. Böyle bir ortamda, ?Benim görev alanımda az birim var, biraz daha bunu çoğaltayım? gibi bir yaklaşım tarzı ne ben gösterebilirim ne de kabinedeki diğer bir bakan arkadaşım bunu gösterebilir.

Bunun kamuoyunda çok tartışılmasında acaba Özelleştirme İdaresi'nin çok önemli olması etkili olmuş olabilir mi?

Tartışıldığını nereden çıkarıyorsunuz. Benim hiç kulağıma gelmedi.

Yapmayın efendim, medya günlerce yazdı. İlerleyen süreçte de Galataport, ardından hükümet tarafından kamuoyunda yanlış yapıldı algılaması uyandıran her işte, bu işlerin önleyicisi pozisyonunda kamuoyu sizi gördü.

Bana verilen görev ne ise ben onu yaparım. Zaten söylediğiniz konular da dahil, pek çok konuda karar süreçleri vardır. Bu karar süreçlerinin olgunlaşması ve tamamlanması dışarıdan şöyle veya böyle algılanabilir, nasıl algılanır o benim dışımdadır. Ama içeride biz bir konuyu karara bağlarken, bu karar işlerken değişik bakış tarzları, değişik aşamalar önünüze gelir. Bir bakarsınız belli bir noktada uzmanların araştırmaları, çalışmaları önünüzdedir. İlgili arkadaşlarla tartışmanız, görüşmeniz gerekir. Sonra da bir karar vermeniz gerekir. Önemli olan ara dönem değil son verilen karardır. Ve bu da hükümetin görüşüdür. Hükümetin bakış tarzıdır. Bir bakanın aldığı karar ve yaptığı iş sadece o bakanın aldığı bir karar, yaptığı bir iş olarak düşünülmemelidir.

Sizin müdahaleleriniz hükümetin kritik kararlarında etkili oldu. Çoğu zaman bu durum kamuoyunda, 'hükümetteki çatlak' olarak da nitelendirildi. Siz gerçekten 'hükümetin çatlağı' mısınız?

(Gülümseyerek, yarı sitemkâr) Türkçede çatlak; kafadan kontak demek. Sen şimdi hakaret mi ediyorsun.

Estağfurullah efendim. Siz de neyi kastettiğimi biliyorsunuz. Bu Başbakan tarafından nasıl algılandı? Sorun yaşadınız mı?

(Hemen etrafına bakıp yerinden kalkıyor. "Acaba neden" diye kendimize sorarken çalışma masasından anayasa kitapçığı ile geliyor. "Yeni bir anayasa kitapçık krizi mi yoksa" diyoruz ama o ciddi devam ediyor.) Başbakan, bakanlar kurulunun başkanı olarak bakanlıklar arasında işbirliği sağlar. Ve hükümetin genel siyasetini belirler. Bakanlar kurulu bu siyasetin yürütülmesinden sorumludur. Her bakan Başbakan'a karşı sorumlu olur. Anayasanın 112. maddesine baktığınız zaman Başbakan bir yandan bakanlar kurulunun başkanıdır. Diğer taraftan bakanlıklar arasında işbirliği sağlar. Hükümetin genel siyasetinin yürütülmesini gözetir. Dolayısıyla benim hükümetteki görüntüm de bu çerçeve içindedir.

Tek başına kalmayı göze alarak bile yolsuzlukların üzerine gidebilen, yanlışlara itiraz edebilen bir bakan olarak tanınıyorsunuz. Yolsuzluklarla mücadeleyi hükümet ilk günkü gibi sürdürülebiliyor mu?

Bir kere yolsuzluklarla mücadele herkesin görevidir. Hükümetimizin de temel ilkelerinden biri yolsuzlukla mücadeledir. İlk kurulduğu günden beri bu iktidarın söylediği şu oldu: Hükümetimizin kurulmuş olduğu ilk günden beri söylemiş olduğu ?3 Y? konusu önemlidir. Yolsuzlukların tamamiyle tasfiye edildiği, yoksullukla mücadelenin öncelikli olduğu bir program ortaya koymuştur hükümet. Bununla ilgili de yapılması gereken her şeyi yapmaktadır.

Hükümetiniz yolsuzlukla mücadelede başarılı oldu mu? Parti teşkilatları ve belediyelerden gelen art arda medyaya yansıyan sıkıntılar ortada. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz? Bunlar olabilir, normal şeyler mi? Fazla mı?

Yolsuzluk, yaptırımı olan bir suç aynı zamanda. Ve zaman zaman bu suç teşkil eden fiiller belli bir toplumsal düzen içerisinde birileri tarafından yapılabilir. Eğer herkes kurallara hukuki zeminlere uyuyor olsaydı mahkemelere ihtiyaç duyulmazdı. Bu Türkiye'de de var, dünyanın her ülkesinde de var. Bunu aşabilmiş, sıfırlayabilmiş bir dünya ülkesi mevcut değil. Burada önemli olan hadise şudur: Yolsuzluk mücadelesinde duyarlılık var mı, yolsuzlukla mücadelesinde iradesi var mı? Bu var olduktan sonra, bunun gerekleri içerisinde üzerine nasıl gidilmesi gerekiyorsa gidilir. Zaman zaman biz de gazetelerden takip ediyoruz, bir yerlerde birtakım birimlerde yolsuzlukla ilgili birtakım gelişmeler ortaya çıktığı zaman bununla ilgili kamu kuruluşlarının müffettişleri devreye giriyor, konuyu inceliyor, Başbakan tarafından görevlendiriliyorlar. Teftiş kurulumuz devreye giriyor, eğer parti teşkilatında bir yerlerde bir şeyler ortaya çıkarsa yine parti genel merkezinde ilgili denetim mekanizmaları işletiliyor, gerekli yaptırımlar ve cezalar veriliyor.

Duyarlılık ve irade var diyorsunuz. Ya başarı?

Millet olarak ortak bir mücadele kültürü oluşturamadığımız takdirde başarıdan söz edemeyiz. Çünkü yolsuzlukla mücadele bir kültürdür. Almanya'daki bir arkadaşımın işyerindeydim, bundan beş-altı sene önce. Karşı kaldırımı belediye işçileri yapıyordu. Bir yaşlı kadın geldi o belediye işçileri ile kavga etmeye başladı. Ben, ?Ne oluyor acaba? diye yanlarına gittim. Kadın aynen şöyle diyor: ?Bu kaldırım yeniydi, tamire ihtiyacı yoktu. Benim paramı nasıl çarçur edersiniz, taşları söküp tekrar yapmaya kalkarsınız, sizi şikâyet edeceğim? diye kavga etmeye başladı.

Yani böyle bir duyarlılığın bizde olması lazım. Ve herkesten daha fazla olması lazım. Bir kamu birimi yaptığı bir harcamada eğer kamusal sorumluluk anlayışına uygun yapmıyorsa bu harcamayı hesap sormak lazım.

Yani kara ile beyazın birbirine karıştığı bir atmosferi oluşturmamak lazım ve hepsinden önemlisi gırtlağına kadar yolsuzluğa batmış olanlar herkesi suçlamak suretiyle yolsuzluğu yaygın göstermeye başlıyorlarsa bu şu demektir: Bakın herkes bu batağın içinde. Ahmet'i, Mehmet'i, bu batağın içindedir diye hor görmeyin.

Türkiye'de öyle bir tehlike var mı?

Türkiye'de öyle bir tehlike var. Son on senenin gazetelerini karıştırdığın zaman, herkesin birbirini suçladığı zamanları görüyorsun. Olaya başka bir noktadan baktığında, Türkiye'de sistemi, mevcut hukuk düzenini ve sistemin işleyişini tüm kurumlarıyla öyle bir noktada göstermeniz gerekir ki, bu ülkenin namuslu ve dürüst insanları "Benim alnım açık, benim alnım ak, kimse benden hesap soramaz" diyebilmelidir. Ben bazen, zaman zaman yabancı filmlerde görürüm, bir kamu görevlisi işini yapmadığı zaman, vatandaş ona ?Ben vergi ödeyen bir vatandaşım, görevini yapmıyorsun? diye uyarı yapıyor. Türkiye de bunu başarabilmeli.

Sormadan edemeyeceğim. Nedense sizin Saadet Partisi'nin başına geçeceğiniz yönünde spekülasyonlar da oldu. Böyle bir ihtimal var mı?

Bak bir şey söyleyeyim mi, Allah seni inandırsın Nuray Hanım. Bunu o sizin bir ara bulunduğunuz gazetenin attığı manşet dışında bir tek Allah'ın kulu konuşmadı. Ama bilesiniz ki o manşeti atan dışında kimse öyle bir şey düşünmedi. Türkiye'de öyle bir gündem yoktu.

Cumhurbaşkanlığı seçimleri önümüzdeki günlerin en çok tartışılan konusu olacağa benziyor. Ana muhalefet partisi sizin adınızı da dile getirmişti.

Hürriyet gazetesinde Sayın Baykal'ın değerlendirmesi ve benim değerlendirmem aynı gün birlikte verildi. ?Şener olsa düşünürüz? gibi bir ifade vardı. Sayın Baykal'ın ifadesine o başlık olmuştu. Benim ağzımdan da ?Teşekkür ederim aday değilim? diye bir ara başlık verilmişti. Aslında o günkü manşet her şeyi anlatıyor. Ama ben başka bir şey söyleyeyim. Kimin cumhurbaşkanı olacağı bugün için erken bir tartışmadır. 15 yıldır Meclis'teyim, Demirel'i seçtik, Sezer'i seçtik. O atmosferi yaşadım.

Sayın Sezer'in Cumhurbaşkanı olacağı son dakikada belli olmuştu. Son dakika sürprizi mi bekliyorsunuz?

Yani sürpriz bekliyorum diye söylemiyorum ben. Sürpriz beklemiyorum ama şu andaki tartışmaları da çok gerekli görmüyorum ben.

Sürpriz beklemiyorum derken?

Sürpriz, akılda olmayan hiç ummadığınız bir isim birden ortaya çıkar mı anlamında sürpriz beklemiyorum dedim. Yoksa kimin cumhurbaşkanı olacağı adaylık süreciyle birlikte ortaya çıkar diyorum. "Aaaa bu da nereden çıktı" dedirtecek bir şey olmaz demek istiyorum sadece.

AK Parti bölünür mü, bölünmez mi? Böyle bir durumda siz nerede yer alırsınız?

AK Parti güçlü bir birlik. Ve bundan sonraki seçimlere de güçlü bir parti olarak girecektir. AK Parti'yi millet beğeniyor. AK Parti dışında varlık göstermek isteyen varsa, siyaset herkese açık. Nitekim bazı eski siyasiler zaman zaman görünüyorlar televizyonlarda. Ama eski siyasilerin ortalıkta çok dolaşması AK Parti'yi güçlendirir. Neden? AK Parti'yi bugünkü güce ulaştıran ve var kılan temel belirleyici zaten, toplumun o eski siyasilerden kaçma iradesiydi. Bunlar tekrar ortaya çıktıkça vatandaş AK Parti'ye sarılıyorYalçın Hoca bana ademisyenliği yakıştırıyor

Prof.Dr. Yalçın Küçük bir röportajında sizinle ilgili ilginç tespitte bulunmuştu: ?Abdüllatif Bey AK Parti'ye fazla bir insan. En iyisi üniversiteye dönmesidir.? Bu değerlendirmeye katılıyor musunuz?

Yalçın Hoca beni asistan olarak üniversiteye kabul eden jürideki üç kişiden biridir. Araştırma görevlisi oldum, arkasından doktora tezi yaptım, hatta tezde doktora öğrenciliğim döneminde hocamız da olmuştur. Doktora hocamız da oldu. Benim akademisyenlik geçmişimde karar veren biri olarak politikada değil, akademik hayatta olmamı istiyor olması veya benim için uygun görmesi diye değerlendiriyorum.

Demokrasinin iyi işlememesi beni üzüyor

Tat alıyor musunuz siyasetten? Mutlu musunuz?

Siyasette yapılması gereken şeyler de var. Elbette faydalı olmak gerekir. Ama Türkiye'de siyasetin işleyişine baktığımız zaman çok şey söylenecek hususlar da var. Keyfimizi kaçıran şeyler de var. İşi yapmam gerektiği gibi yaptığım zaman beni yorsa bile mutlu olurum. Beni mutsuz yapan şey işi gerektiği gibi yapmamaktır. Demokratik sistemin Türkiye'de iyi işlemiyor olması üzüyor beni. Bunu da rahatlıkla söyleyeyim. Yani gitseniz Amerika'da da siyaset böyle işlemez, Avrupa'da da böyle işlemez.

Ekonomik verilerin olumsuz yönde gideceğine dair spekülasyonlar var. Ayrıca hükümetin bir ekonomi politikası olmadığı yönünde tespitler var bazı kimselerde. Siz geleceği nasıl görüyorsunuz?

Hükümetin bir ekonomi politikası var. Bu program deklare edilmiş bir programdır. Ama açıkça söylemek istiyorum. Hükümetin programı olmadığını söyleyenlerin hiçbirinin programı yoktur. Yeni bir program ortaya koyan kimseye rastlamadım ben. Yani yoktur diyenler de ortaya bizim koyduğumuzun dışında bir alternatif koyabilmiş değil. Kesik kesik, zaman zaman birtakım makro ekonomik göstergeler konjonktürel olarak bir ayda bir görüntü verdiği zaman sadece ona yönelik birtakım yaklaşımlara bakılıyor. Hükümetin uyguladığı program güvene ve istikrara dayalı bir programdır. Cumhuriyet tarihinin en yüksek büyüme oranlarının gerçekleştiği bir programdır.

ABDÜLLATİF ŞENER KİMDİR

1954'te Sivas'ın Yıldızeli ilçesinde doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Sivas'ta, üniversite öğrenimini Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi'nde tamamladı. İçişleri Bakanlığı ve İş ve İşçi Bulma Kurumu Genel Müdürlüğü'nde çalıştıktan sonra 1978'de Maliye Bakanlığı'nda Gelirler Kontrolörü olarak göreve başladı. 1981'de Gazi Üniversitesi Bolu İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'nde araştırma görevlisi olarak akademik camiaya adımını attı. 1987'de doktorasını tamamlamasının ardından, aynı fakültede dekan yardımcısı olarak görevine devam etti. Daha sonra Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'ne geçen Şener, doçentlik unvanını bu üniversitede aldı. 1991'de siyasete yönelen Şener, 19'uncu dönemde parlamentoya Sivas Milletvekili olarak girdi. Dört dönemdir parlamentoda bulunan Şener, 54. hükümet döneminde Maliye Bakanı olarak görev yaptı. Evli, ikisi kız, ikisi erkek dört çocuk babası olan Şener, halen Başbakan yardımcılığının yanı sıra Devlet Bakanı olarak kabinedeki görevini sürdürüyor.

Referans

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber