'Yargıda, emniyetin içinde FETÖ mensupları var'

- "Sonuçta bu Paralel Yapı'nın da 17-25 Aralık geride kaldıktan sonra bütünüyle bittiği, böyle bir tehlikenin, tehdidin olmadığı, bu tehdidin devletin farklı kademeleri içerisinde olmadığını söylemek de saflık olur. Yargıda, emniyetin içinde, başka yerlerde de çok sayıda, bir kısmı açık, bir kısmı gizli olan Paralel Yapı mensuplarının varlığı biliniyor, bunlar seziliyor. Bunu söyleyebilmem için benim somut bir bilgiye sahip olmam lazım"

Kaynak : Anadolu Ajansı
Haber Giriş : 02 Mart 2016 22:47, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42
'Yargıda, emniyetin içinde FETÖ mensupları var'

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, Anayasa Mahkemesinin Can Dündar ve Erdem Gül kararında esasa taalluk eden şeyler söylediğini, kendi yetkisi içerisinde kalmadığını belirterek, "Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi sadece tutuksuz yargılanmayla ilgili kısmını söylemiş olsaydı, kendi yetkileri içerisinde hareket etmiş olurdu. Bildiğimiz kadarıyla Anayasa Mahkemesi esasa taalluk eden konularda görüş beyan etmiş, gerekçeli karar henüz açıklanmadığı için bu şekilde söylüyoruz. İşi usulen değil, esasen görüşmüş. Bir yerde kendisini mahkeme yerine koymuş olduğu anlaşılıyor" dedi.

Kurtulmuş, 24 TV'de katıldığı canlı yayında, gündeme ilişkin soruları yanıtladı.

Anayasa Mahkemesinin Can Dündar ve Erdem Gül hakkında verdiği karara ilişkin, daha önce bu konuda yaptığı açıklamanın oldukça net olduğunu, oradan bir cümle ya da cümlenin bir kısmını alarak kanaat sahibi olmanın haksızlık sayılacağını kaydetti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, Başbakanlığı döneminde Anaya Mahkemesine kişisel başvuru yolunun önünü açtığını ifade eden Kurtulmuş, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru hakkını neticelendirdiğini ve tutuksuz yargılamanın önünü açtığını kaydetti.

Başbakan Yardımcısı Kurtulmuş, şöyle devam etti:

"Öyle bir hava oluşturuldu ki sanki Cumhurbaşkanı görüşünü söyleyemez. Benim söylediğim, Türkiye'de her mahkeme kararına karşı, herkesin kendi görüşünü, kişisel konumunu ifade etme, belirleme durumu, hakkı vardır. Cumhurbaşkanımız da bu anlamda Anayasa Mahkemesinin kararıyla ilgili kendi görüşlerini ifade etmiştir. Bu minval üzerine yapılan bir konuşma. Bunun üzerinden bir haksızlık yapılmasını, lüzumsuz bir tartışmanın içerisine girilmesini doğru bulmuyorum. Devam eden bir süreç var. Bundan doğal bir şey olamaz. Cumhurbaşkanımız da bu konuyla ilgili görüşlerini ifade eder. Cumhurbaşkanımızın görüşünden sonra hükümetimizin bir açıklama, yorum yapmasının da anlamı yoktur. O manada söylenmiş olan bir söz."

Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru haklarının nasıl olması gerektiğinin hukuken tartışıldığını dile getiren Kurtulmuş, bu dosyada bir beraat kararı verilmediğini, sadece tutuksuz yargılanmalarıyla ilgili ara karar alındığını anlattı. Kurtulmuş, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da karar açıklanmadan önce Cumhurbaşkanlığı makamını kullanarak, mahkeme kararına tesir edebilecek bir görüş bildiriminde bulunmadığını vurguladı.

"Anayasa Mahkemesi'nin usulen, şeklen değil de esasa taalluk eden konuda görüş beyan etmesi"nin belki de bundan sonra tartışılacak bir husus olduğunu belirten Kurtulmuş, Anayasa Mahkemesinin gerekçeli kararını yazmadığını dile getirdi.

Başbakan Yardımcısı Kurtulmuş, "Bir bir yargı süreci. Yargı süreciyle ilgili verilen bir karar. Bu yargı süreci üzerinden hemen politik tartışmayı çoğu zaman yapıyoruz. Kendi hukuki mecraları içinde yerine getirilmesi, tartışmaları sürdürülmesi daha doğru olan bir yerdir. Mahkemelerin içeriğiyle ilgili alansa başka bir konu. Yani MİT tırlarının durdurulması, onunla ilgili yapılan işlem, 17-25 Aralık süreci, ondan sonraki süreç. O bambaşka bir konu. Türkiye"nin o zamanlar ne kadar derin bir süreci geçirdiğini, zor bir süreci geçirdiğini hepimiz hatırlıyoruz. Türkiye'nin yakın geçmişiyle ilgili bir durum" diye konuştu.

İddianamede Can Dündar'a yüklenen suçlar hatırlatılarak, Anayasa Mahkemesinin bu kararıyla yetkisini aşıp aşmadığına ilişkin soru üzerine Kurtulmuş, şunları söyledi:

"Anayasa Mahkemesi burada esasa taalluk eden şeyler söylemeseydi, kendi yetkisi içerisinde kalmış olurdu. Bunların hepsi savcının suçlamaları. Bu suçlamaların kesin olup olmadığına mahkeme karar verir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi sadece tutuksuz yargılanmayla ilgili kısmını söylemiş olsaydı, kendi yetkileri içerisinde hareket etmiş olurdu. Bildiğimiz kadarıyla Anayasa Mahkemesi esasa taalluk eden konularda görüş beyan etmiş, gerekçeli karar henüz açıklanmadığı için bu şekilde söylüyoruz. İşi usulen değil, esasen görüşmüş. Bir yerde kendisini mahkeme yerine koymuş olduğu anlaşılıyor. Ama savcılığın bu suçlamalarının ne kadarını mahkeme heyeti kabul edip etmeyecek bunları bilmiyoruz. Dolayısıyla mahkemenin o tarafı hakkında konuşmak siyaseten bizim de hakkımız değil."

- "Herhangi bir bilgi olmadan bunu söylemek çok mümkün değil"

"Can Dündar'ın serbest bırakılmasının 17-25 Aralık gibi benzer bir komplo hareketi olduğu, paralel örgütün aktif olduğu, onun gücü sayesinde serbest bıraktırıldığı gibi bir algı bulunduğu" şeklindeki soruya Kurtulmuş, şu karşılığı verdi:

"Herhangi bir bilgi olmadan bunu söylemek çok mümkün değil. Türkiye 17-25 Aralık'ı, MİT tırları operasyonunu unutmayacak. Bu dönemde ortaya konulan hükümeti yıkma teşebbüslerini hiç olmamış varsayarak yoluna devam ederse, başımıza çok daha fazla sıkıntılar gelebilir. Dolayısıyla bu ayrı bir şey, Anayasa Mahkemesinin bu kararının böyle bir etkiyle alıp alınmadığıyla ilgili somut bilgimizin olması lazım. En azından ben kendi adıma bunu söyleyeyim. Somut bilgi olmadığı için de bunu söylemek istemem. Sonuçta bu Paralel Yapı'nın da 17-25 Aralık geride kaldıktan sonra bütünüyle bittiği, böyle bir tehlikenin, tehdidin olmadığı, bu tehdidin devletin farklı kademeleri içerisinde olmadığını söylemek de saflık olur. Yargıda, emniyetin içinde, başka yerlerde de çok sayıda, bir kısmı açık, bir kısmı gizli olan Paralel Yapı mensuplarının varlığı biliniyor, bunlar seziliyor. Bunu söyleyebilmem için benim somut bir bilgiye sahip olmam lazım."

- Anayasa değişikliği

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, Anayasa'nın 50 bin kere düzeltildiğini ama o antidemokratik, totaliter ruhun değiştirilmemiş şekilde durduğunu belirterek, şunları kaydetti:

"Deli gömleği gibi bu milletin sırtında duruyor. Bunun mutlaka değiştirilmesi lazım. Türkiye'de bu anayasadan kurtulmamız lazım. Bunun için de parlamentoda bulunan partilerin tamamı millete söz verdi. 1982'de anayasaya oy verdik, ertesi günden itibaren yeni anayasa tartışmaları başladı. Sanki Türkiye'de yeni anayasa tartışmaları çok yeni bir meseleymiş gibi bazıları bunu gündeme getiriyor. Hatta başkanlık sistemiyle ilgili tartışmalar da sanki ilk sefer duyulmuş gibi hareket ediliyor. Hayır. En az 20-25 yıldır Türkiye hem yeni anayasayı tartışıyor hem etkin bir yönetim sistemi aracı olarak başkanlık sistemi konusunu tartışıyor. Bu parlamento hangi yasama faaliyetini yaparsa yapsın eğer yeni bir anayasa yapmazsa siyaseten hiç bir şey yapmamış olur. Dolayısıyla bu parlamentonun boynunun borcudur. Sadece AK Parti grubu için söylemiyorum. Bütün partilerin boynunun borcu demokratik, sivil, katılımcı yeni bir anayasanın yapılmasıdır. Yeni anayasaların yapılması sadece bir hukuk metni yazması değildir. Bir toplumsal olgudur, toplumsal mutabakattır. Türkiye'de bu oluşmuştur. Artık biz bir sivil anayasa yapalım, milletimiz bunu istiyor. Bütün siyasi partilerin tabanları bunu istiyor. Çünkü anayasaları ya askerin dipçiğiyle ya palet şakırtıları arasında yaptık. Bunu Türkiye'nin aşması lazım."

Kurtulmuş, yeni anayasa konusunun bütün partilerin halka karşı sorumluluğu olduğunu ifade ederek, "317 milletvekiliniz varken, niye siz 3 tanesiniz. 40 milletvekili olan da 3 temsilci veriyor. Böyle komisyon olur mu?" şeklinde eleştiriler de aldıklarını anlattı.

İyi niyeti göstermek istediklerini, herkesin masaya eteklerindeki taşları dökmesini, tekliflerini sunmasını istediklerini belirten Kurtulmuş, "Biz teklifimizi söyleyelim. Tartışalım, ortalama bir şey ortaya çıksın. Uzlaşabilirsek uzlaşalım. Ama kusura bakmayın. Yapmış olduğumuz iyi niyete rağmen masaya oturacağız, 'şu şu kırmızı çizgilerim var. Bunlar olmazsa ben oturmam. Cumhurbaşkanı şurada özür dilemezse ben oturmam' derseniz bunun bir tane adı var. Siz anayasa yapmaktan kaçıyorsunuz demektir. Millet de kim bu masadan kalkarsa bunu anayasa kaçkını olarak görür ve o şekilde değerlendirir" dedi.

Numan Kurtulmuş, "AK Parti'nin B planı var mı? Masadan kalktı geri dönülmüyor, anayasa olmayacak mı?" sorusu üzerine, "Hayır öyle bir şey olmaz. Biz yeni bir parlamentoyuz. Bu parlamentonun gündemi ilanihaye yeni bir anayasayla işgal edilemez, meşgul edilemez. Belli bir süreye kadar. Bu yasama döneminin sonuna kadar, belki eylül, ekime kadar bu çalışmalar sürdürülür" dedi.

Çalışmaların boşa geçmeyeceğini, yeni anayasayla ilgili yapılan her şeyin bir müktesebat oluşturduğunu anlatan Kurtulmuş, "Belli bir noktaya gelinir, eğer buradan bir sonuç alınamayacağına net kanaat getirilirse AK Parti olarak teklifimizi parlamentoya sunarız. Önce 367, bulamazsak 330'u bulmaya çalışırız ve millete gideriz. Dolayısıyla nihayetinde anayasanın sahibi millet olacağına göre her halükarda millete gidecek bir yolun önünü açmaya gayret ederiz" diye konuştu.

Sadece bir maddenin değiştirilmesinin bile bazı zihniyetlerce kabul edilmeyeceğini ifade eden Kurtulmuş, "Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir. Millet bu hakkını seçilmişler eliyle kullanır' diyelim. Hemen karşı çıkarlar. Yani yasama, yürütme, yargı birbirinden ayrı olsun ama bunların hepsine millet dokunsun. Sistemin birinci problemi burasıdır. Yani bürokratik oligarşi anayasal güvence altındadır" ifadelerini kullandı.

Başbakan Yardımcısı Kurtulmuş, Türkiye'de iddia edildiği gibi güçler ayrılığı prensibinin olmadığını, güçler çatışmasına dayalı bir yönetim sisteminin bulunduğunu ifade ederek, şunları söyledi:

"Yasama, yürütme iç içe girmiştir. Parlamentoda çoğunluğu olan ne isterse onu yapıyor, muhalefet ne isterse istesin. Bu bir demokrasi değil. Eğer demokrasiden bahsediliyorsa tam manasıyla güçler ayrımı, çok iyi kontrol edilen bir yasama faaliyeti ve yürütme müessesinin de çok iyi denetlendiği bir güçler ayrımının ortaya konulması. Bunları Türkiye yapmak mecburiyetinde. Bunları yapamazsa Türkiye gerçekten vakit kaybetmiş olur. Gerçekten bu sistem Türkiye'yi taşımıyor. Başkanlık sistemi ise bizim teklifimizde bütün bu anayasal reform sürecinin içerisinde sadece bir bölümdür. Etkin bir yürütme ne Cumhurbaşkanımızın şahsıyla ilgili ne de AK Parti'nin partisel bir meselesidir. Yürümeyen bir sistem var. Etkin bir yürütme müessesesinin olabilmesi için iyi denetlenen bir yürütmenin olabilmesi için bizim teklifimiz başkanlık sistemidir. Başka bir parti, CHP 'Hayır benim teklifim budur' diyorsa, buyursun o da teklifini söylesin. Kararı verecek olan da millettir. Dönelim millete 'hangisini istiyorsun' diye soralım ya da 'bu anayasaya oy veriyor musun vermiyor musun' diye soralım. Millet 'Hayır, istemiyorum' derse zaten diyecek bir şey yok. Ama peşinen millet adına, sanki milletin kararı cebinde bulunuyormuş gibi hiç kimsenin davranmaya hakkı yok."

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, "Eğer bizim tasarladığımız bir başkanlık sistemi olursa çok açık söyleyeyim, bugünkü cumhurbaşkanlığı sisteminden çok daha sorumluluk altında olan bir başkanlık modeli olacaktır, ki doğrusu budur. Çünkü parlamentoya karşı sorumlu olacaktır doğrudan doğruya başkan. Yasama ile yürütme tamamen birbirinden ayrı olacaktır. Hatta yürütmede bulunanlar yasama organının içinden olmayacaktır belki. Bu, Türkiye için bundan sonra çok daha hızlı yürüyebilmesinin araçlarından birisi olacaktır" dedi.

Kurtulmuş, 24 TV canlı yayınında gündeme ilişkin soruları yanıtladı.

"Başkanlık sistemi AK Parti'nin kırmızı çizgisi mi?" soru üzerine Kurtulmuş, kırmızı çizgiyi milletin koyduğunu ve milletin bu ve bir önceki parlamento oluşurken "Türkiye'de yeni bir anayasa, anayasal reform" sürecine sıcak baktığını AK Parti'ye yüzde 50 oy vererek gösterdiğini dile getirdi.

Kurtulmuş, tartışılan konuların hiçbirinin "Allah'ın kelamı" olmadığını belirterek, 1961'de ve 1982'de mevcut sistemi getirenlerin, bürokratik oligarşiyi anayasal teminat altına alırken ve sistemin içerisinde bu güçler ayrımı çatışması prensibini koyarken, "Ortada bir sandık var, bu sandık olduğu için millete güvenilmez. Millet bakarsın davulcuya, zurnacıya kaçar. Millet ne oy verirse versin biz bu kurumlarımız vasıtasıyla milleti istediğimiz gibi yönetelim, eğer bunda da başarısız olursak, layüsel bir cumhurbaşkanı sistem adına milletin ensesinde boza pişirsin"i tasarladığını anlattı.

Fiilen 10 Ağustos 2014 seçimleriyle sistemin bir dönüşüme girdiğine işaret eden Kurtulmuş,"Rahmetli Turgut Özal'ı ve Sayın Abdullah Gül'ü dışarıda bırakırsanız, aşağı yukarı Türkiye'de seçilmiş bütün cumhurbaşkanlarına parlamentoda karar verilmiştir ama aslında bir odada karar verilmiştir. Birileri odada karar verip, 'Şu, cumhurbaşkanı olacak' diye ilan etmişlerdir, cumhurbaşkanı olmuştur. Hatta öyle dönemler Türkiye geçirdi ki cumhurbaşkanı adayı olmanın dahi meşru olmadığı dönemler. Mesela Ali Fuat Başgil'in 60 darbesinden sonra cumhurbaşkanı olmasına izin verilmemesi gibi. Çok şükür bunlar geride kaldı" diye konuştu.

Kurtulmuş, başkanlık sistemine geçilse de geçilmese de artık milletin cumhurbaşkanını seçmesi şeklindeki değişikliğin yapıldığına değinerek, şöyle devam etti:

"Zaten ortada fiilen milletin iradesini kontrol etmek üzere çok büyük yetkilerle donatılmış bir cumhurbaşkanlığı makamı var. Yani isterse Türkiye'yi seçime götürebiliyor, isterse parlamentodaki bir milletvekiline başbakanlığı verebiliyor. Geçmişte oldu mu? Oldu. Üçüncü partinin başkanı Sayın Mesut Yılmaz, başbakan oldu. Tek başına bir milletvekili olan Sayın Yalım Erez, başbakan oldu. Türkiye bu tecrübeleri yaşadı. Bir tecrübe daha yaşadı Türkiye. Birisi parlamento tarafından seçilmiş, diğeri halk tarafından seçilmiş başbakanla, cumhurbaşkanları arasında çok derin fay hatlarının, kavgaların, sürtüşmelerin olduğu, maalesef sistemin doğası gereği olduğu dönemler oldu. Rahmetli Özal'la Demirel'in kavgalarının, rahmetli Ecevit'le kendisinin seçilmesini bizzat sağladığı Ahmet Necdet Sezer arasındaki kavgaların Türkiye'yi ne hale getirdiğini biliyoruz. AK Parti'nin ilk dönemlerinde Sayın Sezer döneminde başbakanlık müsteşarının dahi atanamadığı dönemleri, üçlü kararnamelerin çoğunun köşkte bekletildiğini biliyoruz. Bu yapı, zaten bunun için kurulmuş. Biz devrim niteliğinde bir adım attık, artık kapalı kapılar ardında değil, halkın meydanında, siyaset meydanında cumhurbaşkanı seçecek adımı attık. Bu, Türkiye demokrasisi için bir devrimdi. Şimdi melez bir sisteme Türkiye döndü. Bunun bir türlü düzeltilmesi lazım. Bu anlamda Türkiye için bu etkin bir yönetimin parçalarından birisidir, ama sorumluluğu da çok yüksek. Eğer bizim tasarladığımız bir başkanlık sistemi olursa çok açık söyleyeyim, bugünkü cumhurbaşkanlığı sisteminden çok daha sorumluluk altında olan bir başkanlık modeli olacaktır, ki doğrusu budur. Çünkü parlamentoya karşı sorumlu olacaktır doğrudan doğruya başkan. Yasama ile yürütme tamamen birbirinden ayrı olacaktır. Hatta yürütmede bulunanlar yasama organının içinden olmayacaktır belki. Bu, Türkiye için bundan sonra çok daha hızlı yürüyebilmesinin araçlarından birisi olacaktır."

- "Barışın biraz daha yakın olduğu kanaatindeyim"

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, Suriye'deki durumu değerlendirirken, Suriye'deki olanı "Bir asır evvel yarım kalan hesabı birileri kapatmak istiyor. İkinci Sykes-Picot..." şeklinde tanımlayarak, bunun Afganistan'ın Rusya tarafından işgali ve ardından ABD işgaliyle başladığını, Irak'ın işgaliyle sürecin geliştiğini, yönetilemeyen bir Suriye ortaya çıktığını, aynı etnik ve mezhebi unsurların Irak'ta da olduğunu anlattı.

Suriye konusunda şimdiye kadar koalisyon ülkelerinin ve diğer ülkelerin hatalarını konuşmanın bir anlamı olmadığını belirten Kurtulmuş, "Bundan sonra bir barış perspektifini ortaya koymamız lazım. Bu barış perpektifinde de eli kanlı olanların bu barış süreci içerisinde sözünün geçtiği değil, Suriye halkının gerçekten sözünün geçtiği bir Suriye'nin oluşması lazım. Bu, ancak ciddi bir barış düzeninin kurulmasıyla olur" dedi.

Kurtulmuş, Suriye'de 2013'ün sonlarına kadar iç savaşın, 2013'ten yakın zamanlara kadar da vekalet savaşlarının devam ettiğini ifade ederek, "Çok sayıda ülke, bu terör örgütleri üzerinden, silahlı gruplar üzerinden bu satranç tahtasında kendi konumunu daha iyi hale getirebilmek için terör üzerinden müdahale etti? Ne zamana kadar? Rusların fiilen Suriye'ye müdahale ettiği noktaya kadar. Rusya fiilen müdahale etmekle birlikte vekalet savaşlarını bir yerde bitirmiş oldu. Ondan sonra Suriye'de öylesine zor bir süreç başladı ki Doğu Akdeniz'de bütün ülkeler var, Amerikan, Çin orduları burada, Fransızlar, Suudi Arabistan şimdi İncirlik'e geliyor, İran var, Rusya var vesaire. Bundan sonra savaşların da bir limiti var. Bence vekalet savaşlarının limiti bitti. Büyük güçlerin burada çok ciddi bir tehditle karşı karşıya kaldığını görüyoruz. Allah muhafaza bundan sonra kendilerinin de kontrol edemeyeceği bir bölgesel, küresel bir çatışmanın da fitilini ateşleyebilir. Dolayısıyla burada anlaşmak, barış masasında ama halkın istediği, Suriye halkının geleceğini oluşturacak adımların atılması gerekir. Barışın biraz daha yakın olduğu kanaatindeyim" diye konuştu.

Türkiye'nin bölgede etki gücü olduğunu vurgulayan Kurtulmuş, "Bu bir hamaset üzerinden değil, realite üzerinden ortaya çıkıyor. Bizim realitemiz nedir? Biz, bu coğrafyanın en tabii unsurlarından birisiyiz ve Türkiye bu coğrafyanın kilit taşıdır" ifadesini kullandı.

Kurtulmuş, önce hiçbiri tabii sınırlara dayanmayan coğrafyanın bölündüğünü, şimdi de zihinlerin ve gönüllerin bölündüğünü dile getirerek, "Biz önce zihinleri ve gönülleri birleştireceğiz, ondan sonra sınırları anlamsız kılacağız. Bizim esas gücümüz burasıdır" diye konuştu.

Bölgede hakimiyetlerini sürdürmek isteyen güçlerin hiçbirinin bölgede fiziki ve gönül bağı bulunmadığını anlatan Kurtulmuş, şunları söyledi:

"Bizim Suriye ile 911 kilometre sınırımız var ve Suriye'de bizim akrabalarımız var. Bunları bir kısmı Kürttür, bir kısmı Araptır, bir kısmı Türkmendir. Hiçbirisini de diğerinden ayırt etmeyiz. Böylesine bir gönül bağını kurabilecek başka bir ülke de yeryüzünde yok. Türkiye bunun üzerinden hareket etmek mecburiyetinde ve barışı da bunun üzerinden sağlayacak sözü geliştirmek mecburiyetindeyiz. Gönülleri, zihinleri birleştireceğiz. Çok zor bir süreç var, kan aktı. Bir Arap atasözü, 'Yere kan düştükten sonra akıl ortadan kalkar' der. Maalesef büyük cinayetler işlendi, bir taraftan Esad rejimi, bir taraftan IŞİD ve benzeri terör örgütleri Suriye halkına, hatta Irak halkına hayatı çekilmez kıldı. Söylediğimiz 'Esadsız Suriye' tezi de uçuşa yasak bölge meselesi de güvenli bölge meselesi de ne kadar haklı olduğumuzu ortaya çıkardı. Ben bu anlamda dünyanın da yavaş yavaş bizim tezlerimize geleceğini görüyorum, ama sonuç itibarıyla da gerçekten olan Suriye halkına oluyor. Ümit ediyorum ki ilan edilmiş olan iyi kötü bir ateşkes süreci devam eder ve inşallah bu görüşmeler başladıktan sonra, görüşme masasında ilgili taraflar yer alır, Suriye'nin ılımlı muhalefeti orada kendisini ifade edebilecek zeminleri bulur ve Suriye'de barışın önü açılır."

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, "Türkiye savaşa giriyor, savaşa girecek" algısının kırılması gerektiğini belirterek, "Yok böyle birşey, vatandaşlarımız rahat olsun" dedi.

Kurtulmuş, 24 TV'de katıldığı canlı yayında gündeme ilişkin soruları yanıtladı.

"Türkiye'nin Suriye'ye karadan ya da havadan bu savaşa veya burada yaşananlara müdahil olma durumu var mı?" sorusu üzerine Kurtulmuş, "vekalet savaşları bitti, bundan sonrası daha tehlikeli bir süreçtir" derken, bunu kastettiğini dile getirdi.

Başbakan Yardımcısı Kurtulmuş, "Türkiye tek başına Suriye'deki bu meseleye müdahale perspektifine sahip değil. Ama Türkiye'nin bir de sınır olmak dolayısıyla karşılaştığı zorluklar var. Türkiye egemenlik hakkını korur. Türkiye'ye karşı olacak saldırılar konusunda gerekli cevaplarını verir ve ümit ederim ki Türkiye egemenlik haklarını koruma noktasında bu anlamda tek başına bir müdahalenin içinde olmaz. Bu, Türkiye için doğru bir senaryo olmaz" değerlendirmesini yaptı.

Bir soru üzerine Kurtulmuş, "Biz Kuzey Suriye'de Kürt kardeşlerimizin varlığına karşı değiliz. Aynen Kuzey Irak'ta varlıklarına karşı çıkmadığımız gibi" diyerek, şöyle devam etti:

"Çünkü ayırt etmeniz mümkün değil. Sınırın o tarafı da bizim, bu tarafı da bizim olan insanlar. Bizim burada karşı çıktığımız şey şu; Biz herhangi bir grubun, burada etnik temizlik yapmasına, Arap ya da Türkmen tarihdaşlarımızı o bölgeden uzaklaştıracak, oralarda homojen bir etnik yapıyı ortaya koyabilecek çabalarına karşıyız. Oradan, Türkiye'nin içerisindeki terör örgütüne destek verilmesine karşıyız. Batı'ya da anlatmaya çalıştığımız taraf bu. Hangi ülke buna müsaade edebilir. Hem oradaki demografik yapı değişecek hem de oradaki birtakım terör gruplarından, silahlı gruplardan Türkiye'ye fiili olarak bir müdahale ya da mücadele zemini oluşacak."

- "Vatandaşlarımız rahat olsun"

Herhangi bir Batılı ülkenin, 5 yıllık süre içerisinde 100 tane, 500 tane, bin tane mülteciyi aldığı zaman "eyvah" dediğini ifade eden Kurtulmuş, şunları kaydetti:

"Biz üç gecede 197 bin Kobanili Kürt kardeşimizi aldık ya da birkaç gün içinde 70-75 bin Ezidi'yi Türkiye topraklarında kabul ettik. Bakmadık insanların kimliklerine. 'Bizim bu bölge halklarıyla gönül bağımız vardır' tezini Türkiye sadece diliyle söylememiş, gönülle söylemiş ve fiilen yapmış. Dolayısıyla bizim buradaki hassasiyetimiz budur. Ama herhangi bir sınırımızdan, şu an mevzu bahis olan Kuzey Suriye sınırı, buradan Türkiye'ye karşı gelecek olan bir terör tehdidi varsa da Türkiye herhalde buna karşı eli kolu bağlı durmayacak. Buna karşı Türkiye her türlü tedbiri uluslararası zeminde alacak. Bütün uluslararası camiayı bu tehdit varsa, bu tehdide karşı uyanık olmaya davet edecek ve kendi egemenlik haklarını, sınır haklarını korumak için teyakkuz durumunda olacak. Şu yanlış algıyı da kırmamız lazım; 'Türkiye savaşa giriyor, savaşa girecek'. Yok böyle bir şey, vatandaşlarımız rahat olsun. Birileri savaş lobisi, savaş sözü üzerinden Türkiye'yi Suriye'deki savaşın bir parçası haline getirmeye çalışabilirler. Tam tersine, hazır ateşkes olmuş, bir an evvel bu iş bitsin. Artık Suriye savaşı geride kalsın. Suriye'de hepsini aşan, Esad'ı da IŞİD'i de Nusra'yı da aşan yeni bir Suriye'nin kurulabilmesi için Türkiye de katkıda bulunsun ama bütün dünya da buna katkıda bulunsun.

Bir taraftan ateşkes isteyeceksin, diğer taraftan terör gruplarını ya da birtakım insanları koruyacaksınız veya Özgür Suriye Ordusu, Türkmen Dağı'ndaki Türkmenler gibi bazı gruplara karşı hala birtakım tedbirleri alacak, bombalamalar yapacak, sahada işbirlikleri yapacaksınız, bunun adı barış olmaz."

- Demirtaş'ın Sur çağrısı

Başbakan Yardımcısı Kurtulmuş, terörün bitmesi ve kısa bir süre içerisinde orada hayatın normale dönmesi için gece gündüz çalıştıklarını belirterek, meselenin sadece güvenlik meselesi olmadığını, bölge halkının karşılaştığı maddi ve manevi zorlukların ortadan kaldırılması olduğunu vurguladı.

Bütün bakanlıkların, kamu kurum ve kuruluşlarının, sivil toplum kuruluşlarının, kanaat önderlerinin, bölgedeki farklı fikir gruplarının işin içerisinde olduğu yeniden imar ve ihya sürecini öngördüklerini anlatan Kurtulmuş, Birlik, Huzur ve Demokrasi Eylem Planı adını verdikleri bu planı adım adım uygulamaya başladıklarını söyledi.

HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve HDP'lilere başından beri tavsiye mahiyetinde dostane bir şekilde, "Halkın oyunu almışsınız. Bölgeden ya da Türkiye'nin başka yerlerinden bu kadar oy almış siyasi partinin yapması gereken şey, demokrasi ve siyasetin diliyle konuşmaktır" dediklerini ifade eden Kurtulmuş, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Mecliste bütçe görüşmeleri oluyor. Herhalde en uzun söz alanlar HDP'li milletvekilleri. Gelin ne istiyorsanız, parlamentoda söyleyin. Eğer bir çağrı yapacaksınız, o çukurların, engellerin, barikatların arkasındaki insanlara 'yeter artık, gelin güvenlik içinde, yaralılarınız varsa dışarı çıkın' diyerek, barışa doğru bir çağrı yapmaları lazım. Bir an önce sokaktaki çatışmayı sonlandıracak çağrıların yapılması lazım. 6-7 Ekim olayları öncesinde yapılan çağrıların neye mal olduğunu gördük. İki üç gece içerisinde 50 masum yurttaşımız öldü. İlk kez bir şey oldu; aynı mahallede yaşayan insanlar, Kürtler, Kürtlere silah çektiler ve maalesef iş yerlerini, evlerini yaktılar. Bu, Türkiye'nin yaşadığı çok acı, unutmaya çalıştığı bir tecrübeyken, Sayın Demirtaş'ın insanları tekrar sokağa çağırmasını doğru bulmadığımızı ve bunun Türkiye'de barışa hizmet etmediğini çok açık ifade etmemiz lazım. Gelin Ankara'da ya da Diyarbakır'da demokrasinin diliyle konuşun."

- "HDP'ye bu kadar oy almış bir parti olarak düşen şey"

Doğu ve Güneydoğu halkının bu çağrılara hiçbir şekilde uymadığını dile getiren Kurtulmuş, şu ifadeleri kullandı:

"Biz terörle yeni karşılaşmıyoruz, 40 yıldır terörle birlikte yaşıyoruz maalesef. Türkiye terörden 1,5 milyon dolar kaybetti. Asgari olarak söylüyorum; 40 bin insanımız öldü, 7 bin insanımız da şehit oldu. Bu ağır fatura, artık yeter. Birileri istiyor diye, birileri bu bölgede yeni bir bölünme hesapları içinde diye bu milletin insanlarına, bu acıları bir daha çektirmeyelim. Ama bütün bu acıların sonunda dahi çok şükür hala çok büyük bir avantajımız var. Bu memlekette Türkler ile Kürtleri kavga ettirmeye kimsenin gücü yetmedi. Denemediler mi? Denediler. Aleviler ile Sünnileri, sağcılar ile solcuları denedikleri gibi bu iş tutmadı. Çünkü Türkün Kürde, Kürdün de Türke düşmanlığı yok. Türkün Kürtten, Kürdün de Türkten başka bir kaderi yok. Halkımız bunu görüyor. Dolayısıyla burada HDP'ye bu kadar oy almış bir parti olarak düşen şey, sokağı provake etmek değil, sokağı sakinleştirmek, onlara ön ayak olmak, yol göstermek ve Türkiye'de demokratik süreçlerin önünün açılması için katkıda bulunmak."

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber