KESK, sosyal güvenlik çalışmalarına ilişkin önerilerini yayımladı
Sosyal Güvenlik Reformu çalışmalarına ilişkin eleştiri ve önerilerimiz- Alternatif Yasa Komisyonu Raporudur
1- SOSYAL GÜVENLİK SİSTEMİ
Sosyal güvenlik insanlık tarihinde üretim süreçlerinin başlaması ile birlikte
yaşam süresi içerisinde karşılaşılabilecek risklere karşı koruma ihtiyacı ile
birlikte ortaya çıkmış ve sanayi devrimi ile birlikte kurumlaşmış ve sosyal
devlet olgusunun gelişimine paralel olarak sosyal güvenlik kurumlarının da gelişmenin
zirvesini oluşturmuş olmaları tespiti yanlış olmayacaktır.
Çağımızda sosyal güvenlik en geniş biçimiyle toplumun tüm bireylerinin hiçbir
ayrım ve ayrıcalık gözetilmeden; bugünlerinin ve yarınlarının güvence altına
alınmasıyla ilgili sistemi tanımlar. Sosyal güvenlik kişiyi ve ailesini hastalık,
analık, iş kazası, meslek hastalığı, malullük, yaşlılık, ölüm, sakatlık ve muhtaçlık
gibi risklere karşı güvence sağlamakta; kişinin hem çalışması hem de işini kaybetmesi
hem de çalışamaz duruma gelmesinde devreye girmektedir. Sosyal güvenlik, bir
kamusal araçtır. Esas olarak sosyal devlet ve sosyal adaletten söz edilecek
ise, sosyal güvenliğin alanına giren konular, kar ve rekabet ekseniyle değil;
kamusal yarar kavramıyla tanımlanmalıdır.
Çağdaş sosyal güvenlik sisteminin bazı kriterleri bile, bu sistemin piyasalara
açılmasına izin verilemeyecek kadar önemli kamusal araçlardan biri olduğunu
gözler önüne sermektedir.
Sosyal güvenlik aynı zamanda devletin ?sosyal? niteliğiyle doğrudan ilişkilidir.
Kapitalist sistemin yarattığı ayrımcılık ve fırsat eşitsizliğinin yarattığı
tahribatı düzenlemeye çalışan etkili bir sosyal politika aracıdır. Sosyal güvenlik
harcamaları, gelirin yeniden dağıtımı işlevine uygun bir araçtır aynı zamanda.
Sosyal güvenlik yoluyla yoksul kesimlere yeni bir aktarma yapılır. Sosyal güvenlik,
milli gelirin adil dağılımı için önemli bir araçtır.
Sosyal güvenlik, kişiler açısından bir haktır. Sosyal güvenlik hakkını, diğer temel insan haklarından soyutlamaya olanak yoktur. Sosyal güvenlik, sağlıklı yaşama hakkı, çalışma ve işsizlikten korunma hakkı, insanca yaşamak için gerekli geliri elde etme hakkı dahilinde, bilgi edinme hakkı, hak arama ve örgütlenme özgürlüğü gibi temel haklar kapsamında değerlendirilmelidir.
2-ÜLKEMİZDE SOSYAL GÜVENLİK KURUMLARI
Dünyada yaygınlaşan sosyal refah devleti uygulamalarına bağlı olarak ülkemizde de sosyal güvenlik hizmetlerinin kurumlaşması aynı döneme rastlamaktadır.
Bilindiği üzere, Ülkemizde sosyal güvenlik hizmetleri 4 kurum tarafından yürütülmektedir. Ayrıca, istihdam hizmetleri de sosyal güvenlik hizmetlerinin bir parçası olarak değerlendirildiğinde istihdam hizmetlerinin yürütüldüğü Türkiye İş Kurumu ile 5 kurumdan söz etmek mümkündür.
Ülkemizde sosyal güvenil hizmeti veren kurumların verdiği sosyal sigorta yardımları;
- İş kazası ve meslek hastalıkları,
- Hastalık,
- Analık,
- Malüllük,
- Yaşlılık,
- Ölüm,
- İşsizlik,(4447 Sayılı kanunla 1999 yılında eklenmiştir) olarak sıralanabilir.
Yaşlılık aylığı için kadınlarda 58 yaş ve 20 yıl hizmet, erkekler için 60 yaş
ve 25 yıl hizmet şartı bulunmaktadır.
Sosyal güvenlik kurumları;
1- Sosyal Sigortalar kurumu,
2- T.C. Emekli Sandığı
3- Bağ-Kur
4- Özel kanunlarla kurulmuş sandıklarıdır. (banka ve borsa sandıkları)
1- SOSYAL SİGORTALAR KURUMU
17.07.1964 yılında kabul edilerek yürürlüğe giren 506 Sayılı Kanunla kurulmuştur.
Bir hizmet akdine dayanarak bir veya birkaç işveren tarafından çalıştırılanlar ile 4081 Sayılı Çiftçi Mallarının korunması Hakkındaki Kanuna göre çalıştırılan koruma bekçileri kanun kapsamında yer almakta olup, bu kanun kapsamındaki sosyal sigorta yardımlarından kendileri ile birlikte, eş ve bakmakla yükümlü oldukları çocukları, ana ve babaları, ölümleri halinde bu kanuna göre haksahibi olanlar yararlanmaktadır.
Bu Kanuna göre verilen sigorta yardımları,
- İş kazası ve meslek hastalıkları,
- Hastalık,
- Analık,
- Malüllük,
- Yaşlılık,
- Ölüm,
- İşsizlik,(4447 Sayılı kanunla 1999 yılında eklenmiştir)
Olarak sayılabilir.
İşkazası ve meslek hastalıklarında ve analık hallerinde sağlık yardımlarının yanı sıra gelir verilmesi söz konusu olmakta, bunun dışında, sağlık yardımları, yaşlılık, malüllük ve ölüm halinde gelir bağlanması, toptan ödeme de sigorta yardım şekillerinin arasında yer almaktadır.
2925 Sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigorta Kanunun kapsamında bulunanlar da SSK'dan sosyal güvenlik hizmeti almaktadırlar.
Kurumun kapsadığı nüfus ve gelirleri bakımından ülkenin en büyük sosyal güvenlik kuruluşu olması düşünüldüğünde sosyal güvenlik meselesi tartışılmaya açıldığında gündemin ilk sırasını alması tesadüf değildir.
2- BAĞ-KUR
02.09.1971 yılında kabul edilen 1479 Sayılı Kanunla esnaf ve sanatkarlar ile diğer bağımsız çalışanlar sosyal sigorta kapsamına alınmış ve yaşlılık, malüllük, ölüm, son olarak ta sağlık yardımları sosyal sigorta yardımları kapsamında bulunmaktadır.
Ev hanımları, işsizler, esnaf ya da tarım faaliyetini yürütürken çalışması son bulanlar isteğe bağlı sigortalı olarak, muhtarlar ile 2926 Sayılı kanuna göre bağımsız tarım faaliyeti yürütenler de kurum kapsamında sigortalı sayılmışlardır.
3- T.C. EMEKLİ SANDIĞI:
08.06.1949 yılında kabul edilerek yürürlüğe giren 5434 Sayılı Kanunla kamu kurum ve kuruluşlarında işçi statüsü dışında çalışanlar sosyal güvenlik kapsamına alınmıştır.
Kurumun mevzuatı uyarınca verilen yardımlar; emekli aylığı, adi malüllük aylığı, vazife malüllüğü aylığı, dul ve yetim aylığı, harb malülü zammı, toptan ödeme, emekli keseneklerinin geri verilmesi, ikramiyeler, emekliler ile dul ve yetim aylığı alanlara verilen sağlık yardımlarını kapsamaktadır.
3- DÜNYADA SOSYAL GÜVENLİK UYGULAMALARINA ÖRNEKLER
Genel olarak dünyada uygulanan sosyal güvenlik sistemleri, sosyal sigorta sistemleri, genel sistemler, karma sistemler olarak faaliyetlerini yürütmeye çalışmaktadır.
Belçika, Fransa, Lüksemburg, Almanya, Portekiz, İspanya, Yunanistan, İtalya, Avusturya ve ABD sosyal sigortaya dayalı sistemi uygularken, Danimarka, İsveç, Hollanda, Finlandiya genel sistemi, İngiltere ve İrlanda ise karma modeli uygulamaktadır.
ABD'de ağırlıklı olarak kamu emeklilik planına dayalı sosyal sigorta sisteminin yanı sıra, mesleki ve gönüllü emeklilik planlarının da uygulandığı bir modeldir. Sosyal güvenlik primleri vergilerle tahsil edilmektedir.
Yaşlılık aylığı için 62 yaş şartı mevcut olup, sosyal sigorta yardımlar; ihtiyaç halindeki yaşlılılara yapılan yardımları, yaşlılara yapılan tıbbi yardımları, sakat çocuğu olan ailelere yapılan yardımları, görme özürlülere yapılan yardımları, geçici veya devamlı sakatlık halinde yapılan yardımları kapsamaktadır.
Sisteme dair sorunların ABD'de tartışıldığı bilgisi mevcuttur. Ancak, sosyal sigorta hizmetlerinin özelleştirilmesinin riskler nedeniyle tartışma konusu yapılmadığı da bilinmektedir.
AB üyesi ülkelerin tümünde dul eşlere aylık bağlanmakta, Belçika'da emeklilik aylık oranı bağımlı aile üyelerine göre belirlenmektedir.
AB üyesi ülkelerden işsizlik sigortası modelinden Portekiz, İspanya, İrlanda, Belçika, Almanya, İsveç, Avusturya, Fransa, Yunanistan ve İtalya'da katkıya dayalı model uygulamakta, Lüksemburg ve Danimarka işsizlik haklarını vergilerle finanse etmekte, Hollanda, İngiltere ve Finlandiya da ise vergilerden ve katkılardan oluşan karma model uygulanmaktadır.
AB ÜLKELERDE SOSYAL GÜVENLİĞİN FİNANSMANINA KATKI
ÜLKE DEVLET PAYI İŞVEREN PAYI İŞÇİ PAYI DİĞER
Belçika 20.1 43.1 24.1 1.4
Danimarka 75.6 9.2 10.1
Almanya 26.6 38.3 22.5 1
İspanya 29.6 50.2 9.2 4.5
Fransa 21.5 49 22.1 4.4
İrlanda 61 23 13.7 1.5
İtalya 34.9 46.5 9.2 4.5
Luxemburg 42.5 29.4 18.5 2.6
Hollanda 15.8 20.1 37.1 1.9
Portekiz 37.4 34.4 10.3 5.9
İngiltere 43.9 26.1 14.5 0.7
Türkiye 0 58.3 41.7
AB ülkelerinde milli gelirden sosyal güvenlik harcamalarına ayrılan pay % 20-%27 iken ülkemizde bu oran %6.8 civarındadır.
4- SOSYAL GÜVENLİK SİSTEMİNİN ÇÖKÜŞÜNE ÖRNEK BİR MODEL OLARAK ŞİLİ UYGULAMASI
Şili'de sağlık ve emeklilik sigortası dallarında yapılan ve sosyal güvenliğin
özelleştirilmesi adı verilen köklü değişimler, ülkemizde de çeşitli gerekçeler
ileri sürülerek model olarak sunulmaya çalışılıyor. Ancak Şili'deki deneyimin
hiç de örnek alınamayacak sonuçlar ürettiğini görmek gerekiyor.
1974 yılından itibaren askeri hükümet, toplumu bütün yönleriyle yeniden örgütlemeye
çalıştı. Bu süreç siyasi olduğu kadar ekonomik süreçleri de etkiledi. Neo-liberal
politikaların esas alındığı bu dönemde sadece sosyal güvenlik sisteminde değil,
geniş bir toplumsal ve ekonomik değişim yaşandı. Şili modeli, neo-liberal hedeflerin
yaşama geçirilmesi çabasının bir ürünü olarak değerlendirilebilir.
Şili'de yeni emeklilik sisteminin fiilen 1 Mayıs tarihinde başlatılması bilinçli bir seçim olmuş ve sistemin kurucusu Pinera tarafından, ?(işçilerin) ?. kendi sosyal güvenlik sistemlerini seçme özgürlüğünü elde ettikleri ve devlete bağlı sosyal güvenlik sisteminin ?zincirlerinden' kurtuldukları gün olarak kutlamalarına imkan tanınmıştır.? sözleriyle açıklanmıştır.
Oysa işçilerin sistemi seçme haklarının olmadığı, sadece hangi özel sigorta fonu işleticisi şirkete prim ödeyebileceklerini seçme ?özgürlükleri? bulunduğu, kısa zamanda anlaşılmıştır. Özel sağlık sigortası şirketleri Şili'de toplumun en zengin %25'ini kapamaktadır. Yine örneğin 1990 yılında bu şirketler, nüfusun %15'ini kapsar durumdayken toplam sağlık harcamalarının %45,5'ini aldılar. Buna karşılık kamu sağlık sistemi, toplam nüfusun %70'ine ve hiçbir sigorta uygulamasının kapsamında bulunmayan %12'ine hizmet verirken sağlık harcamalarının ancak %54,5 ini elde edebiliyordu.
Şili'de devlet, kademeli olarak emeklilik sigortası uygulamasından çekilmiştir. Sosyal güvenlik ilkelerini dışlayan bir sistem niteliğini taşıyan Şili emeklilik sigortası sosyal sigorta niteliği göstermemektedir. Onun öne çıkan niteliği bireysel olmasıdır. Sigorta sisteminin yeniden dağıtım ve sosyal dayanışma fonksiyonları ve niteliği tasfiye edilmiş, bireyin zaman içinde bireysel hesabında biriktirdiği değerin, emeklilik sonrasında yine bireysel olarak harcamasını sağlayan bir sistem kurulmuştur.
Sistemin sosyal güvenlik niteliğini ortadan kaldıran bir diğer önemli unsur, bireyin hastalık, işsizlik, malullük gibi nedenlerle prim ödeyememesi durumumda gelir kaybına uğramasına bağlı olarak, prim ödemelerinde geri kalmakta ve ileride emekli olamama yada düşük emekli geliri elde etme gibi sonuçlar doğurmasıdır.
Yine devletin asgari emeklilik geliri, sosyal yardım ve şirketlerin bireysel fonlar üzerindeki olası zararını giderme konusunda ?garantisi? vardır. Özetle, devlet teşvikiyle özel emeklilik sigortası uygulaması ve sosyal güvenliğin tasfiyesi söz konusudur.
Devlet bireysel emeklilik fonlarına belirli bir getiri garantisi vererek, borçlanmaktadır. AFP'ler ellerinde bulunan bireysel fonların % 40-50'sini doğrudan devlet hisselerine yatırmaktadırlar. Buradan da anlaşılacağı üzere, devlet iç borçlanma yoluyla bireysel emeklilik hesaplarına gelir transfer etmektedir. (Türkiye'de de benzer bir gelişim vardır.) Bunun bir anlamı ise, herhangi bir nedenle bireysel emeklilik sistemi uygulaması dışında kalan (işsizlik, düşük gelir, kaçak çalışma, eski sisteme bağlı olma, tarım yada informel sektörde çalışma gibi) geniş toplumsal kesimlerin aleyhine devletin, görece daha iyi durumda olanlara gelir transfer etmesidir.
Sistem sosyal güvenliğin yarattığı kayıt dışı ekonomiyi ortadan kaldıramamış aksine, bu ekonominin büyüme eğilimine yardımcı olmuştur. Çünkü asgari emekli aylığını aşan miktarlarda gelir almak için bireysel hesapta biriktirilmesi gereken tasarruf miktarını sağlamak oldukça güçtür ve yüksek prim ödemeleri gerektirmektedir. Çalışanların bir kısmı devletinde garanti ettiği asgari emeklilik aylığı seviyesini hak kazandıran bir tasarruf miktarına ulaştıklarında sisteme prim yatırmaktan vazgeçmektedirler. Kimi çalışan işverenlerle anlaşarak hiç bir şekilde prim ödememe yoluna gidebilmektedir.
Sisteme kayıt yaptıran çalışanların prim ödeme düzeni ve sıklığı azalmaktadır. Aynı zamanda sisteme kayıtları zorunlu tutulmayan serbest çalışanlar sisteme çok az bir oranda katılmaktadırlar. Sistem düşük gelirlileri, köylüleri ve topraksız çalışanları kapsamaktan uzaktır. Çok sayıda işveren primleri yatırmadıkları için mahkemeliktir.
Sigortalının düzenli ve yüksek oranlarda prim ödemelerinde bulunması iyi bir
emekli gelirini garanti etmez. Aynı zamanda üyesi olunan şirketin bireysel tasarruf
hesabına yüksek getiri sağlaması gerekir. Yüksek getiri sağlanamazsa emekli
geliri düşük olarak gerçekleşecektir. Yüksek enflasyon ve sürekli durgunluk
dönemleri sisteme büyük zarar verecek ve çalışanlar büyük gelir kayıplarına
uğrayacaktır.
Sistem çalışanlar bakımından maliyetlidir. Primlerin ödenmesi sırasında şirketler
sabit ve/veya oransal komisyonlar almakta, emekli gelirlerinin bağlanması ve
hesaplanmasında özel sigorta şirketlerine ödeme yapılmaktadır.
Emeklilik gelirlerinin ödeme planının hazırlanmasında kullanılan yaşam beklentisi
tabloları, cinsiyetler arasında kadınlar aleyhine bir ayrımcılığı doğurmaktadır.
Benzer emeklilik hesabına sahip kadınlar, erkeklerden daha az emekli geliri
almaktadırlar. Ayrıca sitemde beklenilen süreden uzun yaşamak ta ciddi bir risktir.
Çünkü hesaplanılandan uzun yaşanıldığı takdirde hesaptaki fon bitebilir.
Sistemin eksikliklerini gidermek ve etkinliğini artırmak için uyulanan asgari
emeklilik aylığı ve sosyal yardım uygulamalarının miktarı yetersiz ve insanca
yaşama gereklerinden uzaktır.
Şili'deki özel sağlık ve emeklilik sistemi, bireyleri riskler karşısında yalnız bırakmaktadır. Bireylerin sadece geçmişte biriktirebildikleri gelire bağlı olarak zararı gideren bir sistem niteliğindedir. Bireysel zorunlu tasarruf uygulamasına benzerlik göstermektedir. Sosyal dayanışma ve yardımlaşma ilkesiyle kurumsallaşan sosyal güvenlik sistemi, işveren ve devlet tarafından kaldırılmak istenmektedir. Şili modeli, sosyal güvenliğin ticarileştirilmesi ve piyasalara açılmasının adıdır.
Bu duruma nasıl gelindi? (Sürecin temel özellikleri, Türkiye'deki gelişim çizgisiyle
büyük benzerlikler taşıyor)
Sağlık hizmetleri açısından : 1952 yılında dağınık durumda olan sağlık sistemi
Ulusal Sağlık Sistemi (SNS) olarak birleştirilmişti. 70'li yıllarda Şili toplumu
üç ayrı kamu sağlık sistemi uygulamasının kapsamındaydı. SNS, sağlık hizmeti
sunan en büyük kurumdu. Toplam nüfusun yüzde 65'ini oluşturan, gelir dağılımında
en düşük geliri alan üç dilimi kapsıyordu. Bu uygulama nüfusun %17'sini oluşturan
sigortasız yoksul bireylere ücretsiz hizmet sunarken, kabaca nüfusun %50'sini
oluşturan çoğu mavi yakalı işçilere ve bakmakla yükümlü oldukları bireylere
de prim ödemesi karşılığında hizmet sundu. SNS'nin bir diğer gelir kaynağı bütçeden
kaynak aktarımıydı. Genel sağlık koruma hizmetleri de veriyordu. Sağlık hizmetlerini,
sahip olduğu personel ve kurumlarla vermekteydi. Genel olarak SNS bütçesinin
%30-40'ı çalışanların ödedikleri primlerden, geri kalan kısmı da bütçeden ayrılan
kaynaklardan oluşmuştu. 1968 yılında kurulan SERMANA, toplam nüfusun %20'sini
oluşturan, gelir dağılımı diliminde kabaca dördüncü dilimi oluşturan beyaz yakalı
çalışanları ve onların bakmakla yükümlü olduğu bireyleri kapsadı. SERMANA'nın
gelirleri prim ve tedavi katkılarından oluşmuştur. Bireyler burada sağlık hizmetini
özel ya da kamu sağlık sistemi sunan kurumlardan alıyordu.. Devletin de göreli
bir katkısı vardı. SNS ve SERMANA için zorunlu primler ücretin %4'ü olarak belirlenmişti.
Nüfusun yüzde 5'ini oluşturan asker ve polisler için oluşturulan Kamu Sağlık
Hizmeti Fonu ile nüfusun yüzde 10'unu kapsayan bireylerin kendi kendilerine
sağlık masraflarını finanse ettikleri özel sağlık hizmeti uygulaması vardı.
Sistem, bu biçimiyle de birçok eksikliği bünyesinde taşımakla birlikte, olumlu
yanları da bulunmaktaydı.
Şili'de sağlık sisteminde kapsamlı bir yeniden yapılandırma ve özel sektörün etkinliğinin artması 1979-1981 döneminde başladı.Allende hükümetinin askeri darbeyle devrilmesinin hemen ardından, sağlık hizmetine yönelik bazı finansal kısıtlamalara yönelindi. 1973'teki askeri darbeden sonra doktorlar da dahil olmak üzere SNS'nin birçok çalışanı sürgüne gönderildi. Sistem içinde personel istihdamında kısıtlamalar yapıldı. 1974'te devlet tarafından yapılan sağlık harcamaları ortalama %17, 1975'te %22 azaltıldı. Kamu sağlık harcamaları gerilerken, sağlık harcamaları içinde özel sektörün payı 1974-1976 yılları arasında %22 arttı.
Sağlık hizmeti uygulamalarında kurumsal değişiklikler, 1979 yılında yaşama
geçirilmeye başlandı. İlk önemli değişiklik olarak, politika belirleme işlevi,
hizmet sunma işlevi ve finans işlevi üç ayrı kuruma dağıtıldı.
SNS özerk bölgesel birimlere bölünerek, her bölgedeki hastaneler ve klinikler
ademi merkezileştirildi ve her bölgesel birimin başına Cumhurbaşkanı tarafından
bir yönetici atanmaya başlandı. Bunun yanısıra birincil sağlık hizmeti sunan
kliniklerin 400'ü yerel yönetimlere devredildi.
FONASA sağlık sistemin finansal gelirlerinin toplanmasından ve dağıtılmasından sorumludur. FONASA'nın temel gelir kaynakları çalışanların ödedikleri primler, tedavi katkıları ve federal bütçe ödemelerinden oluşur. Tedavi katkı ödemeleri, kamu sağlık sisteminden yararlanan orta ve üst gelir grupları yapar.
Kamu sağlık sistemi kapsamında yer alan bireyler, FONASA'dan belge alarak, özel sağlık hizmetleri sunan işletmelerde tedavi olabilirler..Özel sağlık hizmetlerinin tedavi katkı payının kamu sağlık sisteminden yüksek olması nedeniyle düşük gelir grupları genellikle kamu sağlık sistemini tercih ederler. FONASA SNS'nin birimlerine bütçesinden pay ayırmaz. Birimler verdiği hizmetler karşılığında FONASA'dan belirli bir tarifeye göre gelir sağlarlar.
Belirtilen değişim süreci bu şekilde gelişirken, Şili Tabipler Odası değişime
direnç göstermeye başladı. Askeri hükümet bu direnci kırmak için Oda'nın geleneksel
ve yasal rolünü yeniden tanımlayarak onu işlevsizleştirdi. Doktorların mesleklerini
yapabilmeleri için bu odaya üye olma zorunlulukları vardı. Bu zorunluluk yasal
düzenlemelerle kaldırıldı ve üyelik gönüllü hale getirilerek, mesleği yapma
şartı olarak yalnızca doktor ünvanına sahip olmak arandı. Ayrıca Oda'nın sağlık
politikaları üzerindeki resmi rolü ortadan kaldırıldı. Aynı zamanda doktorların
klinik konular dışında toplantı yapmaları yasaklandı ve onların bu geriletme
karşısında birlik olmaları engellendi.
1981 yılında kamu sağlık sistemi (SNSS ve FONASA ile kısmen yerel yönetimler)
ve özel sağlık hizmeti sunan işletmelerden oluşan Şili sağlık sistemine yeni
bir aktör olarak özel sağlık sigortası işletmeleri (ISAPRE'ler) eklendi. Hükümet
bu yılda kâr amaçlı ISAPRE'lerin kuruluşuna izin verdi. ISAPRE'ler üyelerine
sağlık hizmetini iki şekilde sunmaktadır. Ya kendi hastanelerini kurarak ya
da özel sağlık hizmeti sunan hastanelerle anlaşarak üyelerine sağlık hizmeti
götürürler.
ISAPRE'lerin ve aynı zamanda FONASA'nın çalışanlardan aldıkları prim oranı yıllar içerisinde artma eğilimi göstermektedir. İlk başta ücretin %4'ü olan prim, 1983'te %5'e, 1984'te %6'ya ve 1986'da %7 oranına çıkarılmıştır. ISAPRE'ye üye olanlar da FONASA'dakilerine benzer tedavi katkı payı öderler. ISAPRE'ler tedavi giderlerinin %75'ini karşılarlar ve geriye kalan %25'ini hizmetten yararlanan kişi tedavi katkı payı olarak öder.
1983 yılında FONASA sisteminde tedavi katkı paylarında hükümet enflasyon oranında (%134.8) bir artış yaptı. Bu artış geniş çalışan kesimler için ISAPRE'leri daha çekici kıldı. Aynı zamanda ISAPRE'lere prim ödeyen çalışanların bu primlerine ek olarak %2'lik ödeme yapan işverenlere vergi ayrıcalıkları tanındı.
ISAPRE'ler bu süreçte gelişmeye başladılar. Bu işletmeler, ?müşteri adaylarını? cinsiyet, yaş, aile büyüklüğü ya da sağlık riski gibi ölçütlerle ayırabiliyorlardı ve yıllık sözleşmenin bitiminde yeni sözletme yapma veya yapmama haklarına sahiptiler. ISAPRE'ler maliyetleri arttırıcı bir unsur olarak gördükleri kadın, yaşlı ve kronik hastaları dışlayan ayrımcılıklar uyguluyorlardı. Artan tepkiler yüzünden yıllık sözleşmeler yerine, ancak üyenin geri dönmesi ile ortadan kalkan yaşam boyu sigorta sözleşmeleri yapmaları sağlandı. Yine bu yasayla ISAPRE'lerin kadınlara, yaşlılara ve kronik hastalık sahibi kesimlere yönelik ayrımcılık yapmaları yasaklandı.
Şili'de sağlık hizmetleri sunan özel sağlık kurumları eskiden de vardır. Yeni olan, çalışanlardan prim toplayan ve toplanan bu prim karşılığında sağlık hizmetlerini kendi işlettikleri sağlık kurumlarından veya sözleşmeyle anlaştıkları başka kurumlardan sunan özel sağlık sigortası şirketleridir. Çalışanlardan sağlık sigortası primi toplayarak ve bütçe gelirleri ile sağlık sigortası hizmeti sunan devlet kurumu FONASA varlığını sürdürmektedir.
Çalışanlar sağlık sigortası primi ödemek zorundadır. Primlerini kamu kurumu olan FONASA'ya yada özel sağlık sigortası işletmeleri olan ISAPRE'lere yatırma konusunda tercih yapabilirler.
Bu ikili yapı temelinde geliştirilen sistemin, çalışanlar bakımından iki maliyeti vardır. Sistemde sağlık hizmetlerinden yararlanabilmek için yalnızca prim ödemek yeterli değildir. Primin yanında tedavi katkı payının da ödenmesi gerekmektedir. ( FONASA aracılığıyla sağlık hizmetlerinden yararlanan toplumun en yoksul kesimleri hariç). ISAPRE'lerde tedavi katkı payları FONASA sistemine göre daha yüksektir. Bu da orta ve alt gelir gruplarının FONASA'ya katılımını teşvik eder. Askeri hükümet döneminde ISAPRE'lerin gelişimine ilişkin her türlü ortam yaratılmaya çalışılmıştır. 1983 yılında, FONASA'da tedavi katkı paylarının tutarında enflasyon oranında bir artışın yapılması, ISAPRE'leri daha cazip hale getirebilmektedir.
Askeri hükümet sağlık alanındaki tüm yatırım ve harcamalarını uzun bir dönem içinde kısıtlayarak, kamu sağlık sistemini önemli ölçüde geriletti ve etkinlikten uzaklaştırarak ISAPRE'lerin gelişimini hızlandırdı. Üst gelir gurupları maliyetleri karşılayabildiklerinden ISAPRE'lere üye olmayı tercih ettiler ve ISAPRE'ler de yaşlı, kadın ve kronik hasta gibi grupları yükledikleri maliyetler nedeniyle dışladılar. FONASA ve bağlı olarak kamu sağlık sistemi yüksek gelir grubuna dahil olmayan, fakir, yaşlı, kadın ve kronik hastaları kapsadı. Bunun sonucunda sağlık hizmetlerindeki ?yeniden dağıtım ve sosyal dayanışma? fonksiyonları işlevini yitirdi.
ISAPRE'ler nüfusun ancak %25'ini, bir başka deyişle Şili toplumunun en sağlıklı ve en zengin kesimini kapsadılar. ISAPRE'ler 1990 yılında nüfusun %15'ini kapsar durumdayken toplam sağlık harcamalarının %45,5'ini aldılar. Buna karşılık kamu sağlık sistemi, FONASA aracılığıyla toplam nüfusun %70'ine ve hiçbir sigorta uygulamasının kapsamında bulunmayan %12'ine hizmet verirken sağlık harcamalarının %54,5 ini elde edebiliyordu.
Kamu sağlık sisteminin bu çökertilişine bağlı olarak sağlık hizmetleriyle ilgili herkes doktorlar, hemşireler (kamu sağlık sisteminde ücretlerin ciddi anlamda gerilemesinin ve çalışma koşullarının oldukça kötü olmasının katkısıyla) ve müşteriler (ekonomik güçleri yetiyorsa ve ISAPRE'ler sözleşme yapmayı kabul ederlerse) ilgilerini özel sağlık hizmeti veren kurumlara ve özel sigorta şirketlerine yöneltti.
Sonuçta Şili sağlık sisteminde özel sağlık klinikleri, 5 yıldızlı otellerin görkemini sunarken; insanların çoğu özel tedavinin yüksek maliyeti yüzünden hasta olduklarında kamu sağlık sisteminden yararlanmanın yollarını arıyor.
Emeklilik Sigortası açısından : 1970'li yıllarda Şili emeklilik uygulamaları, çok sayıda kurum tarafından, farklı miktarlarda prim alınarak ve farklı miktarlarda emekli aylığı bağlanarak yürütülüyordu. ?reform? girişimleri, askeri hükümet döneminde 1974-1979 yılları arasında yapılmaya çalışıldı.. Bu uygulamalarda ilk adımlar, emekli maaşlarının reel olarak düşürülmesi ile emeklilik yaşının kadınlarda 60, erkeklerde 65 olarak belirlenmesi ve primlerin artırılması oldu.
1980 yılında Şili'de askeri hükümet emeklilik sigortası uygulamalarını kökten değiştiren bir adım attı. Bu köklü değişiklik neo-liberal politikacı ve bürokratların tasarladığı, bütçe açıklarını azaltıcı ve tüm alanlarda özel sektör uygulamalarını arttırıcı bir amaç taşıyan politikaların ürünüdür. Şili'de uygulanan emeklilik sistemi bütünüyle özel sigorta fonu işleticilerine bırakılmış ve devletin asgari bazı garantiler sağladığı bir sistem görüntüsü çizmektedir.
Bireysel ve özel emeklilik sigortasının temel uygulayıcıları olarak, çalışanların
primlerini yatırdıkları ve yatırılan bu primleri değerlendiren özel şirketler
(AFP) kurulmuştur.
Yerel finans grupları, yabancı ortaklı sigorta şirketleri ve ticaret odaları
tarafından AFP'ler kurulmaktadır. Çok sayıda AFP kurulması devlet tarafından
teşvik edilmekte ve kolaylıklar sağlanmaktadır. Ayrıca AFP piyasasında tekelleşme
oranı yükselme eğilimi göstermektedir. 1995 yılında bireysel emeklilik hesaplarının
%75'i 4 AFP'de toplanmıştır.
AFP'ler, çalışanların ödedikleri primlerle oluşan bireysel tasarruf fonlarını yönetmekte ve bu fonlara getiri sağlamaktadır. AFP'ler primlerin belirli bir oranını ve/veya sabit bir oranı komisyon olarak kendilerine gelir kaydederler. Yeni sisteme geçişte, 1982 yılından sonra ilk defa çalışmaya başlayanlar zorunlu tutulmuştur. O tarihte, 45 yaşın altında olan mevcut çalışanlara tercih hakkı tanınmış; 45 yaşın üzerindekilerin eski sistemde kalmaları öngörülmüştür.
Yine silahlı kuvvetler ile polisin eski sistemde kalmaları sağlanmış, serbest çalışanlar için zorunluluk getirilmemiştir. Yeni sistemde çalışanın ödemesi gerekli prim oranı ücretin %13'üdür. Ücretin %10'u emeklilik sigortası primi, %3'ü ise malullük, dul ve yetim aylığı sigortası primi olarak işveren tarafından kesilerek, çalışanın seçtiği AFP'ye yatırılır. Şili'de işverenlerin iş kazası ve meslek hastalıkları sigortası dışında prim ödeme yükümlülüğü yoktur.
Çalışanlar bu zorunlu prim oranından ödeme yapma yanında, isterlerse daha fazla emekli geliri sağlamak ya da erken emekli olmak için ücretlerinin %10'unu seçtikleri AFP'deki zorunlu kişisel hesaplarına yatırabilirler. Bu biçimde oluşturulan tasarruflar ve bu tasarrufların getirisi vergiden muaf tutulmaktadır. Ancak bu tasarruflar emeklilik döneminden önce çekilemez.
Yeni sistemde emekli olabilmek için, kural olarak erkeklerde 65, kadınlarda 60 yaşa gelme şartı aranmaktadır. Fakat bu yaş sınırları mutlak kural değildir. Erken emekliliği düzenleyen bazı istisna durumlar vardır. Yeni sistem içinde ?en altta? yer alan grup ile yeni sisteme hiç dahil olamamış gruplara yönelik devletin asgari emeklilik aylığı ve sosyal yardım geliri, bazı şartlar dahilinde korunmuştur. Örneğin, emeklilik yaşını dolduranlar, AFP'deki birikimleri asgari emeklilik aylığını sağlamaya yetmiyorsa, 20 yıl prim ödeme koşuluyla, birikimleri tükeninceye kadar şirketten, kalanını devletten alıyorlar.
5- TÜRKİYEDE SOSYAL GÜVENLİK REFORMU OLARAK SUNULAN PROJE NE ÖNERİYOR ?
Reform önerisi kitapçığının girişinde yer alan teşekkür yazısından bu çalışmanın Sosyal Güvenlik Kurumu Başkan Vekili A.Tuncay TEKSÖZ başkanlığında, SSK, SHÇEK, Hazine Müsteşarlığı, SGK, EGM, TCMB'ndan katılan uzmanlarca oluşturulan bir heyet tarafından hazırlandığı, kitabın çeşitli bölümlerinin Dünya Bankasından Anita Schwarz ve Mukesh Chawla'nın projeksiyonlarından yararlanıldığı anlaşılmaktadır.
Kitabın önsözünde, varolan yapılarıyla sosyal güvenlik kurumlarının yoksulluğa karşı koruma amacını etkili bir biçimde yerine getirmediği; sosyal güvenlik şemsiyesi altında olanlara sağlanan haklar ve verilen hizmetler arasında farklılıklar olduğu, bu durumun eşitlik ve adalet duygusunu zayıflattığı; sosyal güvenlik alanında etkinlik gösteren çok sayıda kuruluş olması nedeniyle eşgüdümün sağlanamadığı bu durumun da bürokratik işlemlerin artmasına ve kaynak israfına neden olduğu; sonuç olarak vatandaşlara hak ettikleri kapsam, kalite ve hızda hizmet sunumunu engellediği ayrıca, mevcut sistemin son on yıldır karşı karşıya kaldığı yüksek finansman açığının devlet bütçesiyle karşılanması nedeniyle, ülke borçlarını ve faiz oranlarını yükselttiği, hayat pahalılığına, yatırımlarda daralmaya ve işsizliğe yol açtığı; gelecekte sosyal güvenlik kurumlarının açıklarının daha da artacağı; bu yapının ülke ekonomisinin geleceğini ve toplumsal barışı tehdit ettiği, bu amaçla hazırlanan reform önerisiyle çözüm önerildiği belirtilmektedir.
Reform önerisi beş başlık altında düzenlenmiştir:
- Sosyal güvenlik kavramının tanımı ve sosyal güvenlik sisteminin amaçları,
- Neden sosyal güvenlik alanında reforma ihtiyaç var ?
- Sosyal güvenlik reformunun genel çerçevesi,
- Yeni sosyal koruma siteminin yapısı,
- Sosyal koruma siteminin yeni kurumsal yapısı.
A. SOSYAL GÜVENLİK KAVRAMININ TANIMI VE SOSYAL GÜVENLİK SİTMELERİNİN AMAÇLARI
Bu başlık altında özetle sosyal güvenlik tanımlanmış, sosyal güvenliğin özellikle yakın tarihte izlediği yol anlatılmıştır.
B. NEDEN SOSYAL GÜVENLİK ALANINDA REFORMA İHTİYAÇ VAR ?
1. Nüfus Yapısındaki Değişim
Bu başlık altında nüfus yapısındaki değişimler anlatılmakta, sosyal güvenlik
reformunun demografik yapının değişmesi nedeniyle, mutlaka değişmesi gerektiği
belirtilmektedir. Konu henüz anlatılmaya başlamadan ülkemizin genç bir nüfusa
sahip olduğu belirtilerek aslında sorunun kaynağının bu olmadığı, orta ve uzun
vadede bunun sorun olacağı belirtilmektedir. Demek ki sıklıkla vurgulanan sosyal
güvenlik kurumlarının yaşadığı mali krizin nedeni nüfusun yaşlanma eğilimi değildir.
Kuşkusuz öngörülerle uzun ve orta vadeli programlar yapılarak yaşanması olası
sorunlara karşı önlem alınması akılcıdır. Ancak, demografik yapıda yaşanacak
değişimler sorunun nedeni gibi gösterilerek, gerçek nedenler gizlenmiş olmaktadır.
Demografik yapıdaki değişimle ilgili yapılan değerlendirme daha çok önümüzdeki 27 yılla ilgilidir. 65 yaş ve üstündeki nüfusun toplam nüfusa oranının % 7'den % 14'e geçiş süreci hesaplanmış, karşılaştırmalı olarak bir tabloda gösterilmiştir. Tabloda karşılaştırma yapılan ülkelerde 65 yaş ve üstündeki nüfusun toplam nüfusa oranının % 7'den, % 14'e geçiş süreci yer almaktadır, örnek alınan ülkeler bu süreci 26 yıl ila 115 yıl arasında yaşamıştır. Ülkemizin, 27 yılda bu seviyeye ulaşacağı öngörülmektedir. Ülkemizle ilgili diğer bir öngörü, toplam bağımlılık oranının 2025 yılına kadar gerileyeceği, 2035 yılından itibaren hızlanacağı şeklindedir. Yani önümüzdeki 20 yıl bağımlı nüfus azalacak, buna karşılık çalışabilir nüfus artacaktır. Bu durumda sürecin, istihdamın arttırılması koşuluyla, olumlu yansıyacağı ve bu geçiş sürecinin akademik çalışmalarda ?Demografik Fırsat Penceresi? olarak adlandırıldığı dile getirilmektedir.
Demografik fırsat penceresi sürecini yaşayan Doğu Asya ülkeleri ile Latin Amerika ülkeleri karşılaştırılmakta, Doğu Asya ülkelerinin bu süreci (1965-1990) ekonomik büyümeye çevirdiği, Latin Amerika ülkelerinin ise demografik avantajlarını iyi kullanamadıkları, bunun nedenin de POLİTİK KARARSIZLIK, ETKİN OLMAYAN BİR BÜROKRATİK YAPI, DIŞ DÜNYAYA KAPALI EKONOMİK POLİTİKALAR olduğu belirtilmekte, bunun yerine YENİ İŞ OLANAKLARININ YARATILMASI, KATKI DEĞERİ YÜKSEK ALANLARDA YATIRIMI DESTEKLEME, İŞ PİYASALARININ DAHA ESNEK BİR YAPIYA ULAŞMASINI SAĞLAMA. TASARRUFU DESTEKLEME, MALİ KURULUŞLARI VE PİYASALARI DAHA ETKİN HALE GETİRME, YATIRIMI DESTEKLEYEN MAKRO EKONOMİK HEDEFLER VE FİYAT İSTİKRARINI SAĞLAMA önerilmektedir.
2. Mevcut Sistemin Yoksulluğa Karşı Koruma Sağlayamaması
Bu başlık altında yoksulluğa ilişkin veriler aktarıldıktan sonra, yoksulluğun
en yaygın olduğu alanların; kendi hesabına çalışanlar, ücretsiz aile işçileri
ve yevmiyeli işçiler olduğu, bunların da kayıt dışı istihdamın % 82'sini oluşturduğu,
yoksulluk riskinin en düşük olduğu iki grubun ise işverenler ile maaşlı çalışanlar
olduğu belirtilmekte, bunun sonucunda sosyal güvenlik kurumları aracılığıyla
aktarılan kamu kaynaklarının büyük oranda emeklilik sistemi açıklarını finanse
etmek amacıyla kayıtlı çalışma ve emekli olma olanağı yakalamış bu kesime gittiği,
böylece kamu kaynaklarının yoksulluğu önlemede etkin olarak kullanılamadığı
iddia edilmektedir.
3. Sosyal Güvenlik Kurumlarının Finansman Açığının Ekonomi Üzerindeki Olumsuz
Etkileri
Bu başlık altında da, son on yıldır sosyal güvenlik sisteminin kendisinin ülke
ekonomisinde istikrarsızlık yaratan ana sebeplerden biri olduğu iddia edilmektedir.
Sosyal güvenlik kurumlarının 1993-2004 dönemindeki açıklarının 345 katrilyona
ulaştığı, bunun da neredeyse 2003 yılı milli gelirine eşit olduğu ifade edilmektedir.
(GSMH içindeki payı-toplam-2003 yılında %4,5 olarak gösterilmektedir)
Bunun nedeni; Türkiye'nin genç bir nüfusa sahip olduğu dikkate alındığında (aynı dönemde fon birikimi sağlayarak ekonomiye olumlu etkisi olması gerekirken) sosyal güvenlik sisteminin yanlış kurgulanmış olmasından kaynaklandığı belirtilmektedir. Nedense reform önerilen bu kitapta bu sürecin nedenleri ayrıntılarıyla ortaya konulmamıştır. Böyle bir değerlendirmenin, geçmiş siyasal iktidarların sorumluluğunu bütün çıplaklığıyla ortaya çıkaracağı açıktır. Sosyal güvenik kuruluşlarında yaşanan sorunların sorumlusunun prim ödeyenler olmadığı halde, sonuçlarının onlara yükletilmesi hiçbir gerekçeyle açıklanamaz.
4. Bütün Nüfusun Koruma Altına Alınmaması
Burada sosyal yardımların farklı kurumlar tarafından yapıldığı, belirli bir
standart olmadığı (sosyal yardımlardan kimlerin hangi oranda yararlanacağı)
dile getirilmekte çözüm için yardımın objektif kriterler çerçevesinde gerçek
ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması gerektiği ifade edilmektedir.
5. Mevcut Sosyal Güvenlik Kurumlarının Sorunları
Bu başlık altında mevcut sosyal güvenlik kurumlarının sorunları finansman sorunları
ile ve örgütlenme, yönetim ve altyapıyla ilgili sorunlar olarak iki başlık altında
incelenmektedir.
a) Finansmanla İlgili Sorunlar
- Gelir azaltıcı uygulamalar;
* Erken emeklilik uygulaması,
* Prime esas kazancın düşük gösterilmesi,
* Kayıt dışı istihdamın yüksekliği,
* Prim tahsilat oranının düşüklüğü,
* Afla ödeme kolaylığı,
* Prim ödeme eğiliminin azalması,
* Ödenmeyen primlerin gecikme cezalarına uygulanan aflar,
* Prime esas kazanç sınırlarının düşüklüğü,
* Fon gelirlerinin yetersizliği.
- Gider arttırıcı faktörler;
* Erken yaşta emeklilik uygulamaları,
* Primi alınmadan yapılan sigorta ödemeleri,
* Borçlanma kanunları,
* Uzayan ortalama ömür nedeniyle artan aylık ödemeler,
* Sağlık yardımları,
* Prim gelirleri ile ödenen aylıklar arasındaki ilişkinin zayıflığı.
Sosyal güvenlik kuruluşlarının yaşadığı sorunların belirtildiği bu nedenlere (erken yaşta emeklilik uygulamaları dışında) ve bu nedenlerin ortadan kaldırılmasına konfederasyonumuz da katılmaktadır.
b) Örgütlenme, Yönetim ve Altyapıyla İlgili Sorunlar
Sosyal güvenlik alanında faaliyet gösteren çok sayıda kurumun bulunması dağınık
yapının eşgüdümü zorlaştırdığı, mevzuatın karmaşık olması, aşırı bürokratik
işlemler, bilgi işlem alt yapısının yetersiz olması, nitelikli personel sayısının
azlığı sosyal güvenlik sisteminin etkin çalışmasına engel olduğu belirtilmektedir.
Bu sorunların varolduğuna konfederasyonumuz da katılmaktadır.
C) SOSYAL GÜVENLİK REFORMUNUN GENEL ÇERÇEVESİ
Sosyal güvenlik reformunun amacının, adil, kolay erişilebilir, yoksulluğa karşı daha etkin koruma sağlayan, mali açıdan sürdürülebilir bir sosyal koruma sistemine ulaşabilmek olduğu belirtilmiştir.
Çözüm için dört öneri getirilmiştir.
- Nüfusun tümüne hakkaniyete uygun, eşit, koruyucu ve tedavi edici kaliteli
sağlık hizmeti sunmanın finansmanına yönelik GENEL SAĞLIK SİGORTASI oluşturulması.
- Dağınık halde yürütülen sosyal hizmet ve yardımları toplulaştırarak nesnel
yararlanma ölçütlerine dayalı, tüm muhtaç kesimlerin erişilebileceği bir sistem.
- Sağlık dışında kalan kısa ve uzun vadeli sigorta kollarının yer aldığı tek
bir emeklilik sigortası rejiminin kurulması.
- Yukarıda yer alan üç temel işleve ilişkin hizmetlerin çağdaş, etkin ve vatandaşlarımızın
günlük hayatlarını kolaylaştıracak şekilde sunulmasına olanak sağlayacak yeni
bir kurumsal yapının oluşturulması.
1. Genel Sağlık Sigortası
* SSK, Bağ-Kur, ES, Kamu Çalışanları ve Yeşil Kart birleştirilecek,
* Koruyucu sağlık programının uygulanması için finansman modeli oluşturulacak,
* Katılımın zorunlu olduğu primli bir yapıya geçilecek,
* Yoksullar için sağlık sigortası primi getirilecek,
* Sigortalının sağlık geçmişinin veri tabanına aktarılması ve aile hekimliği
uygulamasına geçilecek,
* Sağlık Bakanlığınca ?Sağlıkta Dönüşüm Programı? hayata geçirilecek,
* On-Line, provizyon, tedavi protokolleri, paket anlaşmalar vb. ile kaynakların
suistimali engellenecek.
2. Sosyal Yardımlar ve Hizmetler
* Yararlanma objektif ölçütlere bağlanacak,
* Yoksul ve muhtaçlara yönelik sosyal yardım ödemeleri gerçekleştirilecek,
* Sosyal yardıma hak kazanma yoksulluk testine bağlanacak,
* Sosyal yardım hizmetleri koordinasyon halinde tek merkezden yönetilecek.
3. Emeklilik Sigortası
* 5 farklı emeklilik rejimi tek bir emeklilik rejimine dönüştürülecek,
* Emeklilik yaşı, aylık bağlama oranı, aylık hesaplanması gibi konularda yeni
düzenlemelere gidilecek,
* Nüfusun yaşlanma sürecine karşı önlemler alınacak,
* Mevzuat sadeleştirilerek, anlaşılır hale dönüştürülecek,
* Primi işverenler tarafından ödenmeyenler için (esnaf, çiftçi, yevmiyeli, isteğe
bağlı, sadece sağlık primi ödeyenler) alternatif ve kolay ödeme yolları oluşturulacak.
4. Kurumsal Yapılanma
* Yeni ve tek bir kurumsal yapı oluşturulacak,
* Teknolojiden yararlanma, bürokrasinin azaltılması, kullanıcı memnuniyeti sağlanacak,
* Sosyal koruma kurumu Hizmet Merkezlerinin kurulacak,
* İnternet vb. etkili iletişim yollarıyla sorunların çözülmesi sağlanacak,
* Yeni sisteme 3 yıllık geçiş sürecinde geçilecek.
Yeni sisteme ilişkin dört öneri sunulmuş olmaktadır. Genel Sağlık Sigortası sistemi kurulması, sağlık sigortası ile emeklilik sigortasının ayrılarak varolan sosyal güvenlik kuruluşlarının birleştirildiği yeni bir emeklilik sistemine geçilmesi, sosyal yardımların tek elden ve tek merkezden yürütülmesi ve son olarak bu sitemin işlemesi için yeni bir kurumsal yapı önerilmektedir.
Varolan sosyal güvenlik kuruluşlarının sunduğu veya karşıladığı sağlık yardımları için herhangi bir sınırlama yoktur. Oysa yeni sistemle, yani genel sağlık sigortası sistemi ile, bu haklardan ödedikleri prim oranında sağlık yardımından yararlanabilecektir. Sağlık yardımından yararlanma, aşağıda da belirtildiği gibi, teminat paketine bağlanmaktadır. Kişiler ancak teminat paketinde belirtilen sınır kadar sağlık yardımı alabilecektir. Bunun fazlasını ya kendi cebinden karşılayacak ya da özel sağlık sigortası kuruluşlarına prim ödeyerek bu yardımlardan yararlanabilecektir.
Bu sitemin, paran kadar sağlık anlamına geldiği, tedavi ücreti oldukça pahalı olan kanser v.b. nin tedavisinin karşılanamayacağı açıktır. Yine aşağıda belirtildiği gibi kamu sağlık kuruluşları (SSK ve Devlet Hastaneleri) özerkleştirme adı altında özelleştirilecek, bu kuruluşların eczaneleri tasfiye edilecektir.
D) YENİ SOSYAL KORUMA SİSTEMİNİN YAPISI
Yeni sistemi adlandırmak için sosyal güvenlik yerine sosyal koruma kavramı kullanılmıştır.
1. Genel Sağlık Sigortası
Sosyal güvenlik sistemlerinin üç finansman modeli ile işlediği, bunların da;
- Harcamaların genel vergilerle finanse edildiği model,
- Primlerle finanse edilen, katılımın zorunlu olduğu model,
- Devletin herhangi bir sorumluluk hissetmediği, özel sigortaya dayalı finansman
modeli olduğu, ülkemizde karma bir sistem uygulandığı belirtilmektedir.
Mevcut sistemin sosyal sigorta ilkelerine dayalı tek bir kurum olarak yapılandırılması konusunda 15 yıllık tartışmalar sonucu genel bir uzlaşmaya varıldığı belirtilmektedir. Ayrıca ülkemiz için önerilen model Sosyal Sigorta sistemidir. Yani sigorta primleri ile karşılanan sistemdir.
Genel sağlık sigortası, tüm vatandaşları kapsaması ve hizmetin etkin ve nitelikli sunumu için önerilmektedir. Ayrıca GSS'nin Sağlık Bakanlığınca yürütülen ?Sağlıkta Dönüşüm? programı ile uyumlu olması gerektiği vurgulanmaktadır.
Yeni yapıda GSS'nin sağlık hizmeti sunması düşünülmemektedir. Bu öneri kamu sağlık işletmelerinin yani Devlet Hastaneleri ile SSK hastanelerinin özelleştirilmesi anlamına gelmektedir. Ayrıca SSK başta olmak üzere yataklı tedavi kurumlarının eczane işletmeciliği de düşünülmemektedir. Buradan, bu hizmetlerinde özelleştirileceği anlaşılmaktadır. Durum bu kadar açıkken nedense hastanelerin özerkleştirileceği belirtilmektedir. Bu modelle hasta hekimi ve hastanesini seçebileceğinden, kaliteye öncelik veren bir sağlık hizmeti sunulmuş olacağı iddia edilmektedir.
a) GSS'nin Temel İlkeleri
- Aile hekimliğine dayalı Birinci Basamak Sağlık Hizmeti Sunumuna uygun finansman
modeli oluşturulması,
- Ortak kullanıma açık, ulaşılabilir tanı merkezleri kurulması,
- Acil haller dışında tanı ve tedavilerin birinci basamakta yapılması,
- İkinci basamak sağlık kuruluşlarının özerkleştirmesi (adı altında özelleştirilecek),
- Sağlık kuruluşlarına kaynak aktarılmayacak, sübvansiyon kaldırılacak,
- Sağlık hizmetleri hizmet sözleşmeleri ile satın alınacak,
- Sağlık hizmetlerinin bedellerinin ödenmesi sigortacılık ilkelerine göre yürütülecek,
- Hizmet maliyetleri doğru belirlenecek, bunun için Sağlık Bakanlığının tedavi
ve tanı protokolleri uygulamaya konacak,
- Sağlık hizmetleri ?temel teminat paketi? kapsamında sunulacak,
- Sağlık bakım hizmetlerinde evde bakım, ayakta tedavi ve günü birlik tedavi
uygulamalarıyla maliyet azaltılacak.
b) GSS'nin İşleyişi
Tüm vatandaşlar GSS kapsamına alınacak, bağımlı nüfus eş ve çocuk olarak tanımlanacak
(bakmakla yükümlü olduğu ve baba kapsam dışında tutulacak) kız ve erkek çocuklar
eğitim şartına alınacak ve sağlık yardımından yararlanma 25 yaşla sınırlandırılacak.
- Karşılanacak sağlık yardımları (Temel Teminat Paketi)
* İlke olarak SSK, Bağ-Kur ve ES tarafından sağlanan sağlık yardımlarının kapsamı
korunacak,
* Finansal açıdan uygulamaları tehlikeye sokacak istisnai başlıklar ve hizmetler
paket kapsamından çıkarılacak,
* İkinci basamak sağlık kuruluşlarına acil haller ve sevkle mümkün olacak,
* Tamamlayıcı Sağlık Sigortası getirilecek, aradaki farkın özel sigorta kuruluşunca
veya ilgili tarafından karşılanması sağlanacak.
* Koruyucu sağlık hizmetleri, teminat paketi kapsamında olacak. Bazı sağlık
yardımları koruyucu sağlık hizmetlerini kullanma ve periyodik kontrollerden
geçme şartına bağlanacak (ağız ve diş sağlığı gibi)
- Gelire Yönelik İlkeler
* Prim esasına dayalı finansman yapısı kurulacak. Sigortalıdan %12,5 oranında
prim alınacak,
* Belirlenen minimum yaşam düzeyinin altında olan ailelerin primler sosyal yardım
sistemi tarafından ödenecek,
* Mevcut sosyal güvenlik kuruluşları kapsamında olmayanlar ile belirlenen yaşam
düzeyinin üzerinde olanlar %12,5 oranında prim ödeyecek.
* Primlerin takibi ve tahsili emeklilik sigortası sistemi tarafından yapılacak,
* Sağlık hizmetleri sunumundan katkı payı alınacak.
- Hizmet Satın Alma İlkeleri
* Sistemle risk yönetimi uygulamasına geçilecek,
* Koruyucu sağlık hizmetleri aile hekimlerince sözleşme ile satın alınacak,
* Sağlık hizmetleri, sağlık kuruluşlarından sözleşmeyle satın alınacak,
* Fiyatlar Sağlık Bakanlığınca belirlenecek,
* Kişilere hekim ve sağlık kuruluşunu seçme olanağı tanınacak.
* Ölçütlere uyan sağlık kuruluşları ile anlaşma yapılacak, standardın üzerindeki
fiyat farkı tamamlayıcı sağlık sigortası veya ilgili tarafından karşılanacak,
* Hastalık üçüncü kişilerden kaynaklanmışsa, tazminat sistemi getirilecek.
- Denetim Mekanizmalarının Oluşturulması
* Tedavi harcamalarının doğru ve yerinde yapılıp yapılmadığını denetlemeye uygun
etkin denetim ve provizyon mekanizmaları oluşturulacak suistimaller ağır mali
ve cezai yaptırımlarla karşılaşacak,
* Prim ödemelerini yapmayanlar acil durumlar dışında sağlık hizmeti alamayacak.
- Bilgi İşlem Altyapısı
Merkezi ve ulaşılabilir BİLGİ İŞLEM ALT YAPISI kurulacak. Bu yapı kurum değil
kişi merkezli olacak.
- Sağlık Hizmetlerinden Yararlanma Şartları
* Prim ödemelerini yapmayan acil durumlar dışında sağlık yardımından yararlanamayacak,
* Sevk sistemine uymayanlar acil durumlar dışında sağlık yardımından yararlanamayacak.
- Yeni Sağlık Finansman Sisteminin Sağlayacağı Yararlar
* GSS ile tüm bireyleri prim yükümlülüğü karşılığında ortak teminat paketi ile
tanımlanmış sağlık sigortası hizmeti sunulacağı,
* Sigortacılık anlayışının uygulanması ile önlenebilir hastalıklara ve sağlık
risklerine ilişkin harcamalarında tasarruf sağlanacağı,
* Hizmet sunan kurumların sübvanse edilmesi yerine, prim ödeme gücü olmayanların
sübvanse edileceği sigortacılık uygulamasına geçilmiş olacağı,
* Sağlık harcamalarının ulusal sağlık politikalarının öncelikleri ile uyumlaştırılacağı,
* Vatandaşa kamu ve özel ayrımı yapılmaksızın hekimi ve sağlık tesisini seçme
hakkı verileceği,
* Sağlık hizmetlerini sunan ve finanse eden kuruluşların tam anlamıyla birbirinden
ayrılması sonucunda, finansman sisteminin hizmet alımı konusunda uzmanlaşacağı,
* Süreç denetimi yerine çıktı denetimiyle, sağlık hizmetleri maliyet etkili
bir tarzda sunulacağı,
* Fatura denetimi yerine, özgün yöntemler geliştirileceği varsayılmaktadır.
- Genel sağlık sigortası sisteminin mali projeksiyonu
Bu konuda üç projeksiyon yapıldığı, bu üç projeksiyonun mali analizinin otaya
çıkarıldığı belirtilmektedir.
* Birincisi, mevcut sistemin devam etmesi durumu,
* İkincisi, sağlıkta dönüşüm programı gerçekleştirilmeden GSS'ye geçiş durumu,
* Üçüncüsü, sağlıkta dönüşüm programı ile birlikte GSS uygulamasına geçildiği
durum.
Birinci durumda 2025 yılında kamu açığının GSYİH içindeki payının %17'ye ulaşacağı, ikinci durumda 2025 yılında kamu açığının GSYİH içindeki payının %8 olacağı, üçüncü durumda 2025 yılında kamu açığının GSYİH içindeki payının %7 olacağı belirtilerek GSS'ye sosyal güvenlik reformuyla birlikte geçilmesinin zorunlu olduğu belirtilmektedir.
2. Sosyal Yardımlar ve Hizmetler
Varolan uygulamayla sosyal yardım ve hizmetlerin birden fazla kurumun sorumluluğu
altında olduğu; sosyal yardımların ortak bir sisteme ve nesnel ölçütlere bağlı
olmaksızın dağınık, koordinasyon ve işbirliğinden uzak şekilde yürütüldüğü belirtilmekte;
* Bunun için (AB müktesebatında da belirtildiği gibi) yeni bir kurumsal yapıyla birlikte sosyal yardımların tek elden yürütülmesinin sağlanacağı, böylece bireyin kendi kendine yeterek, muhtaç olma konumundan kurtulacağı,
* Yeni sistemde sosyal yardımlardan yararlanma (iş gücüne sahip olanların) meslek edindirme programlarına katılımı ön koşuluna bağlanacağı,
* Amaç dışı kullanımı ve mükerrer yardımları önlemek için ortak ulusal veri bankası oluşturulacağı, tüm kurum ve kuruluşlar yaptıkları yardımı veri bankasına bildirmekle yükümlü olacağı aynı zamanda tüm kurum ve kuruluşların hizmet sunumunda bu veri bankasından yararlanacağı,
* Uluslar arası sözleşmelerde yer alan hükümlerin uygulanmasının izlenmesi ile ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyon ve eşgüdüm sağlanacağı,
* Sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı teşvik fonunun alt yapısı kullanılarak nesnel minimum yaşam düzeyi ölçütleri oluşturulacağı,
* Sosyal yardımların bölgeler arasındaki farklılıklar göz önünde tutularak asgari ücret temelinde oranlanarak belirleneceği,
* Yeni sosyal yardım uygulamaları ile yoksulluk testi sonucunda yaşamlarını minimum düzeyde dahi sürdürmekte güçlük çektikleri belirlenen aileler, ?aile ödeneğinden? yararlanabileceği,
* Yaşlı ve özürlü aylığı ödemelerinde gerçek ihtiyaç sahiplerine ulaşılacağı, bu sayede mevcut ödeme miktarlarının arttırılacağı,
* Doğal afetlerle ilgili mağduriyetlerinin giderilmesi için ?Geçici Sosyal Yardım? uygulamasına başlanacağı,
* Sivil toplum örgütlerinin sosyal hizmet içerikli projeleri destekleneceği belirtilmektedir.
Sosyal yardımların kimlere ne şekilde yapılacağı aşağıda özetlenmiştir:
Yapılacak Yardım Nasıl Yapılacağı
* Aile ödeneği Bizzat başvuru, harcama testi
* Yaşlı aylığı Bizzat başvuru, harcama testi
* Özürlü aylığı Bizzat başvuru, harcama testi
* Muhtaçlık ödeneği Bizzat başvuru, harcama testi
* Geçici sosyal yardımlar Bizzat başvuru, harcama testi
* Sağlık Yardımı Prim tutarı GSS fonuna ödenecek.
* Tazminat nitelikli sosyal yardımlar İlgili birimin başvurusu üzerine
3. Emeklilik Sigortası
a) Yeni Emeklilik Sistemine İlişkin Genel Esaslar
Yeni emeklilik sisteminin amacının tek bir emeklilik rejiminin uygulanması olduğu belirtilmektedir.
Mevcut sigortalıların emekliliklerini hak edecekleri yaş, prim ödeme ve sigortacılık süreleri korunacağı ancak emeklilik aylıklarının eski ve yeni sisteme göre ağırlıklı ortalaması alınarak ödeneceği, böylece yeni sisteme kademeli olarak geçileceği,
2035'e kadar emeklilik yaşı değişmeyeceği, 2035 yılından itibaren hayatta kalma ümidindeki artışa paralel kademeli bir artış gerçekleştirileceği, nihai olarak emeklilik sonrası kadınlarda 19 yıl erkeklerde ise 16 yıl ortalama emeklilik süresi hedeflendiği,
Yer sistemde SSK'da 7000 gün olan yaşlılık aylığına hak kazanmak için 9000 gün prim ödemesine geçileceği,
Kısmi emekliliğe hak kazanmak için 25 yıl sigortalılık 4500 gün prim (K.58 yaş, E.60 yaş) yerine kademeli olarak (K. 60, E.62 yaş) 5000 gün prim ödeme, yeni başlayanlar için kadın erkek 65 yaş 18 yıl prim ödeme süresi olacağı,
Malullük ve ölüm aylığında da prim ödeme günü arttırılacağı belirtilmektedir.
Yeni emeklilik sisteminde tüm sigortalılar toplam kazançları üzerinden prim ödeyecektir. Tüm sigortalılar uzun vadeli sigortalar için %20, iş kazaları, meslek hastalıkları, analık ve iş görmezlik için toplam %1-%5 arası, sağlık sigortaları için %12,5, işsizlik sigortası için %3 toplam %36,5 ila %40,5'ik prim oranlarına tabi olacaktır.
Fiili hizmet zammından yararlanmak ek prim ödemeye tabi olacak 3 yılı geçmemek üzere emeklilik yaşından indirilecektir.
4. Kayıt Dışı İstihdamın Yapısı, Nedenleri, Mücadele Yöntemleri
Kayıt dışı istihdamla ilgili olarak; DİE tarafından yapılan Hane Halkı işgücü
anketlerine dayanarak, Türkiye'de 2003 yılı anket sonuçlarına göre toplam istihdamın
%52'si (11 milyon kişi) kayıt dışında çalıştığı, kayıt dışı istihdamın en çok
tarım kesiminde ücretsiz aile işçisi olarak çalışanlar arasında yaygın olduğu,
kadınların bunun %37'sini, kendi hesabına çalışanların %32'sini, ücretli veya
maaşlı çalışanların %16'sını, yevmiyeli işçilerin 11 milyon kişinin %14'ünü
oluşturduğu, kayıt dışı istihdam edilenler aynı zamanda (yoksulluk çalışmalarıyla
birlikte değerlendirildiğinde) Türkiye'deki en yoksul kesimi oluşturduğu, kayıt
dışı istihdamın %83'ünü ücretsiz aile işçileri, kendi hesabına çalışanlar ve
yevmiyeliler oluşturduğu belirtilmektedir.
-Kayıt dışı istihdamın yaygınlığının nedenlerinin;
* İstihdam olanaklarının darlığı,
* Küçük orta boy işletmelerde istihdam edilen işgücünün eğitim düzeyinin düşüklüğü,
* Mevcut sosyal güvenlik sisteminin genç yaşta emeklilik ve kısmi emekliliğe
olanak tanıması,
* 2003 yılı sonbaharına kadar gecikmiş primlere uygulanan faizlerin basit faiz
tekniğiyle hesaplanması nedeniyle, enflasyon nedeniyle geç ödenmesi,
* Mevcut sistemin denetim kapasitesinin düşüklüğü olduğu belirtilmektedir.
- Kayıt dışı istihdamla mücadele yollarının;
* Yönetsel önlemlerle çözülemeyeceği,
* Bunun yerine, işsizlik oranının azaltılması, enflasyonun, kamu açıklarının,
faiz oranlarının kontrol altına alınması, borçlanma maliyetinin azaltılması,
yeni yatırım olanaklarının yaratılması, işgücü niteliği ve verimliliğinin arttırılması,
kadınların işgücüne katılımı önerilmektedir.
E. SOSYAL KORUMA SİSTEMİNİN YENİ KURUMSAL YAPISI
Yeni sosyal güvenlik (koruma olarak adlandırılmaktadır) sisteminde şunların
yapılması öngörülmektedir:
* Verimsiz ve hantal yapı yerine kolay, erişilebilir, tam otomasyonlu sistem,
* Bugün git, yarın gel anlayışı terk edilecek,
* hizmet sunumu kaliteli ve standart olacak,
* İşlem süreleri kısaltılacak,
* e-avrupa ilkeleri ile uyumlu e-devlet ve e-hizmet anlayışı,
* Tek kurumla koordinasyon ve bilgi paylaşım sorunu çözülecek,
* İş tatminsizliği yerine yeni sistemle iş yerinde tutuma geçilecek,
* Yolsuzluk, sahtecilik ve suistimallerle mücadele.
Yeni sisteme geçiş döneminin 3 yıl olacağı öngörülmekte, geçiş sürecinin 4 konu üzerinde odaklandığı belirtilmektedir.
* Reforma ilişkin mevzuatın oluşumu,
* Mevcut sosyal güvenlik kurumları süreç tamamlanıncaya kadar devam edecek,
süreç sonunda birleştirilecek,
* Yeni kurumsal yapı ve kadroların oluşturulması,
* Teknik altyapıya ilişkin çalışmalar.
Geçiş sürecinde yer alan temel çalışmaların da beli bir takvim çerçevesinde (bu takvim ay ay kitapçığın ekinde düzenlenmiştir);
* TC Kimlik noları ile SSK, Bağ-Kur, ES noları eşleştirilmesi,
* Aktif ve pasif sigortalıların kimlik bilgilerinin yüklenmesi,
* Kanun taslaklarının hazırlanması, taslak metinlerin görüşe açılması,
* Merkezi veri tabanının oluşturulması,
* Kanun taslaklarının yasalaşması,
* Veri tabanlarının ortak kullanıma açılması,
* BİLTOM'un kurulmasına yönelik çalışmaların başlatılması,
* Mevcut personel profilinin çıkarılması, yeni yapıya adaptasyon çalışmalarının
başlatılması,
* Veri tabanı kayıt işlemlerinin tamamlanması,
* Pilot uygulamalara başlanması,
* Sosyal güvenlik kurumlarının Sosyal Koruma Kurumuna bağlanması,
* Sosyal Koruma Kurumu çekirdek kadrosunun oluşturulması,
* Hizmet merkezlerinin oluşumu ile personel eğitiminin tamamlanması,
* BİLTOM'ların tam kapasite ile hazır hale getirilmesi,
* Pilot sosyal koruma hizmet merkezlerinin temel sosyal hizmet sunumuna başlanması,
* Tüm kalıcı kadroların oluşturulması,
* Hizmet merkezleri kadrolarının temel eğitimlerinin tamamlaması,
* Yapılanma sürecinin tamamlanarak kalıcı kurumsal yapının oluşturulması,
* İlçelerde temel hizmet sunumuna başlanması,
* Tüm ülkede temel hizmet sunumuna başlanması,
* Varolan sosyal güvenlik kurumlarının (ihtiyaç duyulmayan) aktivite, menkul
ve gayri menkullerinin tasfiye edilmesi,
* Arşiv sorunlarının tamamen çözülmesi,
* BİLTOM'ların, bütün kamu kaynaklı veri tabanları ile uyum çalışmalarının sürdürülmesi.
6- SOSYAL GÜVENLİKTE REFORM OLARAK SUNULAN ÖNERİLERE İLİŞKİN ELEŞTİRİLERİMİZ
Sosyal Güvenlik reformu paketten oluşan bir programlar bütünü olarak ele alınıyor. Genel Sağlık Sigortası, Sosyal Yardımlar ve Hizmetler, Genel Emeklilik Sistemi, ve Sosyal Koruma Kurumu ile ilgili düzenlemeler reformun ana unsurlarını oluşturmaktadır.
1) Sosyal Güvenlik Reformu Çalışmaları, ?devletin yeniden yapılandırılması? programının bir parçası
Sosyal güvenlik kurumlarının asli fonksiyonlarının yanı sıra ekonomik etkinliklerin gelişimi ve gelir dağılımı üzerindeki etkileri nedeniyle de yeni liberal politikaların yakından ilgilendiği, denetlemek ve yönlendirmek istedikleri kurumlardır. Dünya Bankası ve IMF'nin sosyal güvenlik kurumlarına olan ilgisi ve reform talepleri tesadüf değildir. Devletin rolünün yeniden sorgulandığına ve sosyal işlevlerinden arındırılmak istendiğine tanıklık ediyoruz.
Sosyal Güvenlik Reformu çalışmalarını ?devletin yeniden yapılandırılması? olarak adlandırılan, uluslararası sermayenin ?reform? programının bir parçası olarak değerlendiriyoruz. Dolayısıyla konfederasyonumuz bu konuya ve söz konusu taslaklara, sadece kendi içlerinde ve teknik düzeyde bir değerlendirmeyle yaklaşmıyor.
Sosyal güvenlik reformu çalışmalarını, Kamu Yönetimi Temel İlkeleri Kanunu, Yerel Yönetimler Yasaları, personel rejimi hazırlıklarından ayrı ele almıyoruz. Bütün bunların bir bütün olarak ?devletin rolünün? yeniden ve neo-liberal anlayışa uygun biçimde tanımlanmak istenmesinin sonuçları olarak görüyoruz.
Bugün, toplumun ancak yüzde 71'ini kapsayabilen sosyal güvenlik sistemi önemli sorunlarla karşı karşıyadır. Toplumun hemen her kesimi şikayetçidir, kaynak sorunu vardır, hizmet sunum kalitesi düşüktür, çalışanlarının iş yükü ağırdır, yolsuzluk söylentileri dönem dönem gündeme gelmektedir. Bu sorunların nedeni, sosyal güvenlik sisteminin kendisi değildir. Bu sorunların kaynağında tercih edilen ekonomik model ve siyasi iktidarın sosyal güvenlik sistemine yaklaşımı belirleyicidir. Ancak sorunu, sosyal güvenlik sisteminin kendisinde gören kesimler, bir bütün olarak sosyal güvenlik sisteminin tasfiyesinden yana bir tercih kullanmaktadırlar ki, itirazımız bu noktadadır.
Türkiye özellikle bu alanda 90'lı yılların başından bu yana yeni bir yeniden yapılanma süreci yaşıyor. Bu dönemde özellikle 1992 ve 99 yıllarında yapılan değişikliklerle emekli nüfusun aylık bağlama oranları ve aylığı hak ediş süresi, diğer bir deyişle prim ödeme süresi artırılmıştır. İşsizlik yardımlarının yerine sigorta yaklaşımıyla işsizlik sigortası devreye konulmuş ve bu yapı, sadece sigortalı olan dar bir kesimi kapsama almıştır. Oysa aktif iş gücü içerisinde oranı yüzde 12'yi bulan işsiz nüfusa dönük bir yardım programı yoktur. Yine reform çalışmalarına uygun olarak Bireysel Emeklilik Yasası başta olmak üzere, sosyal güvenliğin kamu hizmeti niteliğini zedeleyen çeşitli yasalar çıkarılmıştır.
Ne yazık ki, reform iddiasıyla öne sürülen gerekçeler, bir bütün olarak tercih edilen ekonomik sistemin yarattığı sonuçlara değinmiyor. Reforma konu edilen her bir alan ve ilgili kurumlar, birbirinden kopuk ve özel sorunlara sahiplermiş gibi gösterilmek isteniyor.
29 Temmuz 2004 tarihli Sosyal Güvenlik Sisteminde Reform Önerisi başlıklı kitapçıkta, ?Son on yıldır bizzat sosyal güvenlik sisteminin kendisi ülke ekonomisinde istikrarsızlık yaratan ana sebeplerden biri haline gelmiştir? deniliyor. Bu örnekte de görüldüğü üzere, sistemde yaşanan sorunların kaynağına inmekten uzak bir yaklaşım sergileniyor ve sonuçlar üzerinden, sistemin kendisi sorgulanıyor. Bize göre, istikrarsızlık yaratan ana sebep, tercih edilen ekonomik modeldir ve sosyal güvenlik sisteminin sorunları, bu modelin yarattığı sonuçlardır. Bir reforma ihtiyaç vardır, ancak bu reform, kamu yararını esas alan niteliksel değişimle olanaklı olabilir.
2) Kurumların Tek Çatı Altında Toplanması,
Konfederasyonumuz, ilkesel olarak kurumların tek çatı altında toplanmasına uzun
vadede karşı olmamakla birlikte, bunun nasıl gerçekleşeceği konusunda kaygı
duymaktadır. Ana sorun, norm ve standart birliğinin nasıl sağlanacağı, sosyal
güvenlik sisteminin yüzyüze kaldığı sorunların nasıl çözümleneceğidir. Sosyal
güvenlik kurumlarının mevcut sorunlarını görmeden, sigorta yardımlarında norm
ve standart birliğini esas almadan tek çatı altında toplanmaları, birleştirilmeleri
sorunları büyütebilir. Bugün sosyal güvenlik kurumları tarafından sunulan yardımlar
arasında büyük farklılıklar vardır. Nüfusun sadece yüzde 71'i sosyal güvenlik
sistemi içindedir; en düşük gelir grubunda yerelan nüfusun yüzde 19'luk kısmı
ve üst gelir grubundaki nüfusun yüzde 83'lük kısmı sigorta kapsamındadır. Kayıt-dışı
çalışanları, tarımda kendi nam ve hesabına çalışanları da düşündüğümüzde, sorunların
büyük olduğu ortaya çıkar. Tek çatı ilkesini, mevcut sorunlar ile norm ve standart
birliğini esas almadan değerlendirmek hata olacaktır.
Kurumların tek çatı altında toplanması halinde oluşacak devasa fonların nasıl kullanılacağı, kurumların mevcut biçimiyle birleştirilmeleri halinde bürokrasinin nasıl azaltılacağı, ortak veri tabanının nasıl oluşturulacağı, prim kaçaklarının nasıl önleneceği, sosyal güvenliğin bütün nüfusu kapsayacak biçimde nasıl örgütleneceği ve çalışanların teşkilat yapılanmasında ve yönetim kurullarında nasıl yer alacakları sorularının yanıt bulması gerekir.
Örneğin SSK'nın yönetim yapısına baktığımızda; Kurumun başkanının hükümet tarafından atandığını görüyoruz ve kurum başkanı, aynı zamanda yönetim kurulu başkanıdır. SSK Genel Kurulu'nun ise ibra ve denetleme yetkisi yoktur. Asıl yetki ve güç, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'ndadır. SSK, 50 yıla yakın süre devletin herhangi bir katkısı olmadan primlere dayalı olarak çalıştı. Devlet katkı yapmadığı SSK'yı istediği gibi yönetti ve fonlarını ucuz borçlanma kaynağı olarak kullandı. Emekli Sandığı'nın teşkilat yapısında ise, çalışanların temsiliyeti, sendikaları yok.
3) Sermayeyi vergilendirmeme tercihi, finansman sorununu çözemez
Sosyal güvenlik sisteminin ciddi bir finansman sorunu yaşadığını biliyoruz.
Ancak reform gerekçelerinde de gördüğümüz gibi finansman sorunun çözümü, sosyal
güvenlik hakkının tahribatına yol açabilecek bir anlayışla ele alınmıştır.
Genel olarak, çalışabilir yaştaki nüfusun içinde ücret ve maaş karşılığı çalışanların sayısının göreli ağırlığının az olduğu dönemlerde, sosyal güvenliğin finansmanı daha kolay olmuştur. Ancak yaşamak için emek gücünü satarak çalışmak zorunda kalanların sayısının artması ama diğer taraftan çalışabilenlerin sayısının göreli olarak azaldığı dönemlerde prime dayalı sosyal güvenlik sistemleri mali kriz içine girmişlerdir.
Prim ödeyenlerin sayısındaki artış, ücret karşılığı çalışmak ihtiyacında olanların sayısındaki artıştan daha yavaş gerçekleştiği için sosyal güvenlik sistemi bir bütün olarak krize girmiştir. Bunun anlamı şudur: işsiz sayısındaki artış, kayıt dışı sektörde istihdam edilenlerin sayısındaki artış, esnek çalışma sistemlerinde çalışanların sayısındaki artış, düzenli ve sürekli istihdam ilişkilerine dayalı sosyal güvenlik sisteminin tıkanmasına neden olmuştur.
Bugün Türkiye'de kayıt-dışı istihdam 5 milyona yakındır. Yine DİE verilerine göre işsizlerin oranı yüzde 13'e dayanmıştır. 2002'de SSK'nın prim tahsilat oranı yüzde 82'ler civarındadır. 1995-2002 arasındaki dönem değerlendirildiğinde SSK prim tahakkuklarının yüzde 15 ile yüzde 25'i tahsil edilememektedir. Kayıt-dışı ekonomi, kaçak çalışma, prim kaçakları, prim afları, borçlanma yasaları, sık sık değiştirilen emeklilik yasaları, bütçe dağılımında sosyal adalete uygun olmayan tercihler, kurum kaynaklarının rasyonel değerlendirilmemesi sorunları büyütmüştür. 1975'te her yedi aktif sigortalıya bir pasif sigortalı düşerken 2003 yılında bu oran 1.7'ye düştü. Diğer deyişle prim ödeyenler dört aylık alanlar 14 kat artmıştır.
Yine sosyal sigorta sistemi toplayıp-değerlendirip-dağıtma yöntemine dayalı olmasına karşın toplanan primlerin günün koşullarına uyun değerlendirilmesi şöyle dursun, yok denecek faizle devlet tahvillerine yatırılması, kurum ihtiyaçlarını göz ardı edilerek yatırımların siyasi tercihlere göre yönlendirilip, kaynaklarının israf edilmesi, sisteme sık sık yasal müdahalede bulunulması da sorunları büyütmüştür.
Esnek çalışma sisteminin esas alınması, prime dayalı sosyal güvenlik sisteminde de kaçakları artıran bir çalışma sistemi olmaktadır. Benzer biçimde, kamuda da personel rejimi reformu çalışmalarıyla çalışma yaşamı esnekleştirilmek istenmektedir ki, bunun da çalışanların sosyal güvenlik ve emeklilik haklarını olumsuz etkileyeceği açıktır. Bunun doğal sonucu da, prime dayalı sistemin finansmanını olumsuz etkileyeceğidir.
Sermayenin üstleneceği maliyete dokunma tercihini kullanmayan siyasal ve yasal müdahalelerin çözüm önerileri, sigorta primi ödeyenlerin prim yükünü artıran ama bunların sigorta hizmetlerinden faydalanma imkanlarını kısıtlayan dolayısıyla hizmeti kullananlar açısından pahalı hale getiren önerilerdir. Son reform çalışmalarında işçilerin ücretlerinden yapılan sosyal güvenlik kesintileri artırılmakta işverenden yapılan kesintiler ise düşmektedir. Şu anda işçilerden yapılan toplam kesinti yüzde 15 iken tasarı taslağında yüzde 17.5 önerilmektedir.
Diğer taraftan kurumun giderleri başta sigortalılara yapılacak ödemeler olmak üzere ciddi kısıtlamalara tabii tutulmuştur. Emeklilik yaşı yükseltildiğinden ve prim ödeme gün sayısı artırıldığından, daha az sayıda emekliye ödeme yapılacaktır. Yapılacak bu ödemeler ise, sigortalı olunan süre içindeki prime esas kazancın enflasyonla çarpılarak bulunacak olan kazançlar toplamının aylık miktarının yüzde 65'i ile sınırlanması söz konusudur
SSK'nın mali dengesinin sağlanabilmesi prim kaçağının önlenmesi, dışarıdan pahalı hizmet alımının önüne geçilmesi ve alacakların hızla tahsili ve bununla da kalınmayıp SSK'lılara sunulan hizmetlerin kalitesinin yükseltilmesi mümkün iken, SSK'nın ortadan kaldırılması ve fonlarına el konulması çözümü benimsenmektedir.
Sağlık hizmetlerinden faydalananların, hizmetin karşılığını daha hizmeti kullanmadan ödemeleri anlamına gelen sistem ise, devletin tüm vatandaşlarına sağlık hizmetlerini sunmakla yükümlü kılındığı sisteme göre eşitsizlikleri artıran bir sistem olma özelliği taşımaktadır.
Devletin sağlık hizmetlerini sunduğu sistem de, karşılığı ödenmeyen, parasız bir sistem değildir. Bu sistemde sağlık hizmetlerinin finansmanı toplanan vergilerden sağlanır. Nüfus cüzdanı sahibi olan her vatandaş sağlık hizmetlerini kullanırken her hangi bir ödeme yapmaz.
Prim ödemeye dayalı sistem, vergi ödeme yükümlülüğünü ortadan kaldırmadığı için vatandaşlara ek bir yük getirmekte, devletin sağlık harcamalarının finansmanına katılması yükümlülüğünü ortadan kaldırmakta dolayısıyla sağlık hizmetleri için fon oluşturma sürecinin dışında bırakmaktadır.
Sosyal güvenlik sisteminde yaşanan tıkanıklığı aşma gerekçesiyle getirilen reform önerisi, sermayenin vergilendirilmesi seçeneğini en baştan dışladığı için çözümleri gerçekçi değildir.
4) Sosyal Koruma kurumu
Reformun son bileşenine bakıldığında reformun ana temasına daha kolay erişebilmektedir.
Bugün Sosyal Güvenlik Kuruluşları Genel Müdürlüğü olarak ifade edilen ve sosyal
güvenlik kurumları arasında norm birliği ve koordinasyonu sağlamakla görevli
kurum sosyal koruma kurumu olarak yeniden teşkilatlandırılıyor. Bakanlıkça hazırlanan
tasarı raporunda da ifade edildiği üzere ?sosyal güvenlik' kavramı yerine ?sosyal
koruma' kavramı kullanılmaktadır. Sosyal güvenlik sistem olarak, sosyal devletin
ilkesi gereği görevlerini kurumsal işleyişe göre sosyal politikalarla yerine
getirir. Sosyal koruma kurumu ise adından da anlaşılacağı üzere bir koruma ve
vakıf işlevinden ibaret kısmen de keyfiliğe dayanan bir yapılanmayı getirecektir.
Öncelikle temel insan hakkı olan yaşama hakkı tasarı ile katılımın zorunlu olduğu,
tümden prim usulüne bağlanmakta, yoksullar için ise sağlık primi yoksulluk testine
göre sosyal yardımlara ayrılan kaynaktan karşılanması öngörülmektedir.
Sağlık sisteminde finansman ve uygulama birimleri ayrılmakta, devlet sağlık
hizmetlerini sunma görevini protokoller ve sözleşmelerle hizmeti satın almak
suretiyle özel sağlık kuruluşlarına tümden devretmeyi planlamaktadır. Sağlık
alanında devletin görevi finansman yönetimi ile sağlık politikalarının merkezi
planlamasını yapmakla sınırlı olacaktır.
Genel sağlık Sigortasının sağlık hizmeti sunmayacağı ve eczane işletmeciliği
yapmayacağı Bakanlık taslak raporunda beyan edilmektedir.
Ayrıca farklı kapsam, fiyat ve kalitede sağlık hizmeti almak isteyenlere aradaki
farkı ödemek kaydıyla yöntemler geliştirileceği de öngörülmektedir. Parası bol
olan birinci sınıf insanlara birinci sınıf sağlık, parası az olan yada hiç olmayan
ikinci, üçüncü sınıf insanlara ikinci, üçüncü sınıf sağlık hizmeti sunulacağını
görmek için kahin olmak gerekmiyor.
Sağlık giderlerinin karşılanmasında primli sistemin yaygınlaştırılmasının yanısıra
belirli oranlarda katkı payı alınması düşünülmektedir.
Uygulama bir bütün olarak sağlıkta özelleştirmeyi hedeflemektedir.
5) Emeklilik sistemi bakımından;
Emeklilik sisteminde ise öncelikle erken emeklilik ve emeklilikte geçen uzun
yaşam süresi tartışmaya açılarak finans sisteminin sağlıklı yapılanması için
2035 yılından itibaren kademeli geçişle emeklilik yaşının 68'e yükseltilmesi,
böylece emeklilikte geçen yaşam süresi kadınlar için 19 yıl, erkekler için 16
yıl olarak hedeflenmektedir. Yani 2075'ten itibaren ülkemizde ortalama insan
ömrünün kadınlarda 87, erkeklerde 84 olacağı varsayılmaktadır, ama varsayımın
bilimsel dayanağı bulunmamaktadır.
Yine emekli maaş hesaplamalarının da değiştirilmesi planlanmaktadır bugün %65 ve %70 olan emekli aylık bağlama oranları 25 yıl hizmet üzerinden %40 ve sonrasında %37,5'a kadar düşürülmektedir. Mevcut aktif sigortalıların emeklilik aylıklarının hesaplanmasında kademeli olarak geçişin sağlanarak eski ve yeni sigortalılarda norm birliğinin sağlanması da hedeflenmektedir. Yani %40 oranında bağlanacak sefalet aylığında emekliler için norm birliği sağlanacaktır.
Emeklilik yaşının son olarak 68'e yükseltileceği yukarda ifade edilmiştir. SSK kapsamında yaşlılık aylığı için 25 yıl sigortalılık süresinde 7000 gün prim ödeme şartı yerine 25 tam yıl yani 9000 gün prim ödeme koşulu, kısmi emeklilikte 4500 olan prim ödeme gün sayısı yerine 18 yıl, malüllük ve ölüm için 1800 gün veya 5 yıl sigortalılıkta her yıl için 180 gün üzerinden 900 gün prim ödeme şartı yerine 5 tam yıl prim ödeme şartı getirilmektedir.
Emeklilik yaşının yükseltilmesi ile emeklilik engellenmekte iken, ülkemizdeki
başta tarım, inşaat, konfeksiyon, dokuma, sanayi ve atölyelerdeki istihdam koşulları
dikkate alındığında kayıt dışı istihdam nedeniyle hiçbir çalışanın bu prim ödeme
gün sayısını doldurması mümkün görülmemektedir. Kazara prim ödeme gün sayısı
ve emeklilik yaşını doldurarak emekliliği hak edenlerin ise emekli aylık hesaplama
oranları düşürülerek hakedişler engellenmektedir.
Faiz dışı bütçe fazlası milli gelirin %6,5 gibi bir oranına tekabül etmektedir.
2004 yılında sosyal güvenliğe yapılacak transferlerin milli gelirin %4,5 oranına
tekabül ettiği ifade edilerek sosyal güvenlik kurumlarının açıklarının kapatılmasının
ekonomik dengeleri sağlayacağı belirtilmektedir. Yani sosyal güvenlik için ayrılan
paylar bütçeyi bozarken iç ve dış borç ödemelerine ayrılan (Yani faiz dışı fazla
oranı) pay ekonomik dengeleri her ne hikmetse bozmamaktadır.
Sonuç; olarak ülkemizdeki çalışma yaşamına ilişkin koşullar ve ortalama yaşam süresi dikkate alındığında;
1. Dağıtılmış iş gücü ve kayıt dışı istihdam nedeni ile özellikle küçük sanayi
ve organize sanayilerde sınıf sigorta hizmetlerinden uzaklaştırılmıştır.
2. Tarım, inşaat, turizm, tekstil gibi sektörle devamlı sigortalılık söz konusu
olmadığı için emeklilik için gereken prim gün sayısının tamamlanması hemen hemen
imkansızlaştırılmıştır.
3. Bütün bu koşullardan sonra emekliliğe prim gün sayı olarak hak edenler ise
yaş engeline takılmaktadır.
4. Emekliliği hak edenlerin ise aylık hesaplama oranları düşürülmektedir.
5. Yasalarla zorlaştırılan emeklilik sistemi uygulamalarda fiilen bireysel emeklilik
sistemine kaydırılmak istenilmektedir.
Görülüyor ki, işçiler adına yatırdıkları primleri angarya olarak tanımlayan
sermaye, sigorta angaryasından kurtulacak, düşük ücretlerde hesaba katıldığında
hem işçilik maliyetini düşürmüş olacaktır, hem de zorlaşan emeklilik nedeni
ile de fonları oldukça büyüyen sosyal sigorta kurumları iyi birer karlı kaynak
olacaktır.
Yeniden şekillenen üretim ilişkileri ile sendikal örgütlenme yok edilirken, sendikalarla birlikte sınıfın en önemli dayanışma kurumlarından olan sosyal sigorta kurumlarının işlevsizleştirilmesi ve bu hizmetlerin piyasanın emrine sunulması temel hedeftir.
6) Emeklilik ve sağlık sigortalarının birbirlerinden ayrılması teknik bir işlem
değil, sigorta fonlarına el koyma yoludur.
Uzun yıllar boyunca SSK'nın sağlık hizmetlerinin emeklilik sigortası üzerinde
yük olduğu ve bu nedenle sağlık ve emeklilik fonlarının birbirinden ayrılması
dile getirilmektedir. Tasarı taslakları bu işi görmektedir. Emeklilik ve sağlık
sigortalarının birbirinden ayrılması önerisi ilk bakışta cazip görünen bir öneridir.
Bu öneriyle emeklilik fonlarının büyüyeceği sağlık hizmetlerinin ise kalitesinin
artacağı beklentisi yaratılmaktadır.
Emeklilik fonlarının büyüyeceği doğrudur. Birincisi üç ayrı emeklilik fonu (SSK, Bağ Kur, Emekli Sandığı) birleştiği için toplam fon büyüyecektir. İkincisi, devletin her bir sigortalı için ödemeye başlayacağı yüzde 5'lik prim katkısı fonun büyümesine katkı sağlayacaktır. Üçüncüsü ise, sağlık sigortası ve işsizlik sigortası prim gelirlerinin tahsilinden alınacak olan yüzde 1'lik oranlar fonu büyütecektir.
Emeklilik haklarına ulaşmada yaşanan güçlük ve prim oranlarının arttığı göz
önüne alındığında emeklilik sigortaları fonu büyümekle kalmayacak, artı veren
bir duruma da geçebilecektir.
Bu fonlarda biriken para hangi amaçla ve kimler tarafından kullanılacaktır?
Sigortalıların bundan oldukça sınırlı ölçülerde yararlanacakları ortadadır.
Fon birikiminden sigortalıların talep ettikleri miktarı azaltmak fonu sermayeye
birikim kaynağı olarak sunmak sonucunu doğuracaktır.
Diğer yandan, emeklilik fonundan ayrılan sağlık fonu (genel sağlık sigortası) uygulaması da, sigorta birikimlerine el koyma sonucu doğurmaktadır. Genel sağlık sigortası, zorunlu ve primli bir sistem olarak ön görülmüş ancak primlerin karşılığında sunulan sağlık hizmetlerine temel teminat paketi uygulaması ile sınırlama getirilmiştir. Dolayısıyla sigortalılar, tedavi için katkı payı ödemek zorundadırlar. Bu sistemi tamamlayan iki önemli düzenleme ise ?aile hekimliği? ve ?hizmet üretimi ve sunumunun yasaklanmasıdır?
Aile hekimliği, sigortalıların istediği hekimi seçebilecekleri etiketi altında sunulmaktadır. Dolayısıyla, özel muayenelere, özel hastanelere yasa yoluyla talep yaratılmaktadır. Sigortanın birikimleri, sağlık alanında palazlanan sermayeye açılmış olmaktadır. Bu uygulama ile, sigortanın sağlık kuruluşları diğer sağlık işletmeleriyle ?eşit? koşullarda rekabete sokulmaktadır. Tek gelir kaynağı müşteriler (hastalar) olmaktadır. Dolayısıyla sigorta hastanelerinin yönetimi, rakipleri karşısında ayakta durmayı kapitalist yöntemlerle çözmeye ?becerikli?, işletmecilere geçecektir..
Hizmet üretimi ve sunumunun Sağlık Sigortası Kurumu için yasaklanmış olması, bu kuruma devredilen her türlü değerin satışı, dolayısıyla özelleştirme anlamına gelmektedir. Bu da işçilerin birikimlerine el koyarak başka sınıflara aktarmanın aracıdır.
7) Tasarı taslaklarıyla kurulan çok sayıda kurum ve fon, ne anlama geliyor?
Bu kurullar, seçimle gelmeyen ama büyük yetkilere sahip onun da ötesinde bizzat
büyük şirket temsilcilerine yönetim kurulunda yer verilen yapılardır. Bu kurulların
ortaya çıkışı, var olan ?demokratik? yöntemlerin gösteriye dönüşmesi anlamına
gelmektedir.
Şimdi sıra uluslararası sermayeden görece özerk olan sosyal güvenlik kuruluşlarına gelmiştir. Tasarı taslakları Emeklilik Sigortaları Kurumu, Sağlık Sigortası Kurumu, Sosyal Güvenlik Kurulu, Sosyal Hizmetler ve Sosyal Yardım Kurumu adı altında sosyal güvenlik alanını da diğer alanlarda olduğu gibi sermayeye bağımlı hale getirmektedir. Bu kurullar, sosyal güvenlik ve sağlık alanında yapılacak her şeyi belirleyecek güçle donatılmışlar, kurumların fonlarını besleyen başta işçiler olmak üzere tüm çalışanları kurum yönetiminden ?incelikle? dışlamışlardır.
8) Yoksulluğun Yönetilmesi ne anlama geliyor?
Bu yasal düzenlemelerin ortak özelliği, yoksulluk sorununu çözmek yerine onu
tanımlayarak, belirli sınırlar içinde tutmaktır. Düzenlemeler, yoksulluğun neden
ortaya çıktığı sormamıştır. Ancak temel ihtiyaçlarını karşılayamayan bir nüfusun
giderek büyümekte olduğu kabul edilmektedir.
Bu tehlikeyi bertaraf edebilmek için, sistemin temel mantığına aykırı olarak,
yoksullara karşılıksız transfer yapılmasına tek çözüm olarak bakılmaktadır.
Bu faaliyet, hayırseverlik, sosyal yardım, sosyal sorumluluk gibi çoğunluğun
itiraz edemeyeceği etiketler altında sürdürülmektedir.
Eylül 2000 tarihinde toplanan bir BM zirvesinde 189 ülke tarafından küresel yoksulluğu azaltmak amacıyla Milenyum Kalkınma Hedefleri adlı metin imzalanmıştır. Bu metne göre 1990-2015 arasında günde bir doların altında gelirle yaşayan nüfus ve yine açlık çeken nüfus yarıya indirilecektir. 2015'te bütün çocukların ilk öğretimlerini tamamlamaları garanti altına alınacaktır vs.
Milenyum Hedefleri, yoksulluğun ortadan kaldırılmasını içermemektedir. Hedef
yoksulluğun azaltılması ve yönetilebilir hale getirilmesidir. Bu kitleye yapılacak
olan sınırlı kaynak transferi sistemin meşruiyeti ve sürekliliği açısından büyük
önem taşımaktadır. Yoksulluk sürdürülebilir olmaktan çıkmıştır . Yoksulluğun
nedenini doğru tanımlayamayan girişimlerin, yeniden bölüşümü doğru yapmaları
söz konusu olamaz. Bu açıdan toplumsal artığın dağıtımında, sosyallik adı altında
tüm sınıfların ortak edildiği bir hayırseverlik kampanyasının hakim duruma gelmesi
kaçınılmazdır.
7- GENEL SAĞLIK SİGORTASININ DEĞERLENDİRİLMESİ
1- SAĞLIĞIN MEVCUT DURUMU VE NEDENLERİ
1980'den itibaren sağlık sistemi üzerinde uygulanan politikalar bugünkü bozuk
sağlık sistemini yaratmıştır.Sağlık hizmetlerinin sunumunun ulaşılabilirliğini,
eşitliğini belirleyen önemli unsurlardan biri sağlığın finansmanı ve bu finansmanın
kullanılış yöntemidir.
Genel bütçeden sağlığa ayrılan pay 1980 sonrası %3' ün üzerinde nadir olarak seyretmiştir (DSÖ' ne göre Türkiye gibi ülkelerin sağlığa bütçeden ayrılması gereken kaynak en az ;%10 olmalıdır). Yunanistan %7, Kosta-rika %22,Grenada %10 pay ayrılmaktadır. Sağlığa ayrılan kaynağın (taslak metininde de belirtildiği üzere =sayfa 30)büyük bir kısmı tedavi edici hizmetlere ayrılmış koruyucu sağlık hizmetleri geri plana itilmiştir.
Çağdaş sağlık anlayışına göre sağlığın geliştirilmesi, hastalık oluşmadan engellenmesini hedefler. Aşılama, gebe takibi, çevre- hava -su kirlenmesi ile savaş... gibi hizmetlerin içinde yer aldığı koruyucu sağlık hizmetlerine kaynak aktarımının yeterli seviyede olması gerekmektedir. Nüfus tabanına göre örgütlenmiş olan sağlık ocakları personel dahil güçlendirilmemiştir.
Ülkelerin gelişmiş düzeyinin belirleyici verilerden olan BÖH (bebek ölüm hızı) ülkemizde komşu ülkeler arasında Irak'tan sonra (savaş göz önüne alındığında ) en yüksek seviyededir. (%0,40 ) Bebek başına izleme ortalaması 2000 yılında 3,24 , gebe başına izleme ortalaması 1,68 dir. İzleme ortalamasının en düşük olduğu bölge Güneydoğu Anadolu'dur. (1,04)
1988 sonrası kamunun sağlık harcamaları toplam sağlık harcamaları içindeki oranı artmıştır. 1998'de kamudan özel sektöre kaynak aktarımı %24,3 ü bulmuşken bugün bu oran dahada yükselmiştir.
Sağlığın genel bütçe içindeki payı gün geçtikçe azaltılırken , finansman bütçe dışı kaynaklardan sağlanmaya çalışılmıştır. Fon ve döner sermaye gelirlerinin Sağlık Bakanlığı bütçesi içindeki payı 2000' li yıllarda %38 'leri bulmuş ,en son performansa dayalı döner sermaye uygulaması ile bu oran %50 'lere yaklaşmıştır.
Döner sermaye gelirlerinin %88'nin sosyal güvenlik kuruluşlarından karşılandığı görülmektedir.(Devlet memurları %32 ,Emekli Sandığı %25 ,Yesil kart %16, Bağkur %13, cepten harcama %12) .Kamu sağlık yatırımları ihtiyacı karşılamaktan oldukça uzaktır.
Birinci basamaktan itibaren sevk zinciri işletilmemiş, İkinci basamak sağlık kuruluşlarında yığılmalar oluşmuştur. Böylelikle özel sektör seçenek haline getirilmiştir.Son olarak devlet memurlarının özele sevkini öngören yasal düzenleme ile özel sektöre kaynak aktarımı artmıştır.Temizlik, güvenlik,yemek en son klinik hizmetleri de hizmet satın alımı yöntemiyle gerçekleştirilmiş ,hastaneler işletmeye dönüştürülmüştür.Sağlık hizmetleri ulaşılabilir olmaktan uzak,bölgeler,kır-kent arasında eşitsizlikler artmıştır.
Personel istihdamında sözleşmeli uygulamasına gidilmiş, iş güvencesinin ortadan kalkması ile çalışanların güvencesiz ortamda çalışmaya itmektedir.
2- TASLAK METİN ÜZERİNE GÖRÜŞLERİMİZ
Metinde 5 farklı kalitede ve standartta sunulan kamu sağlık sigortacılığının
birleştirilmesi ve tüm vatandaşlara eşit kapsam ve kalitede sağlık sigortacılığı
hizmeti verilen bir yapıya dönüştürüleceği ifadelendirilmiştir. Sağlık hizmetlerinin
tek elden yürütülmesi bir ihtiyaçtır. Ancak bu hizmetin sağlık sigortacılığı
sistemi ile sunumu Anayasa'ya göre hak olan sağlığın hak olmaktan çıkarılıp
hizmetlerden yararlanmanın esası prim ödemeye bağlanmıştır.
AB müktesebatı açısından emeklilik ve sağlık finansman sistemine yönelik herhangi bir kural bulunmadığı , İngiltere ve İskandinav ülkelerinde sağlık harcamalarının vergiyle finansmanına işaret edilmesine karşın finansman açısından bu yöntemin tercih edilmesi düşündürücüdür .
Primli sistemin gelire göre alındığı ve ihtiyaca göre sağlık yardımı yapılması prensibiyle işlediği ve gelirin yeniden paylaşımı sonucunu doğurduğu görüşü yer almıştır. GSS yasa taslağında pirime esas kazançlar madde 6'da tanımlanmıştır. Bu maddede 506 sayılı SSK' nın 78. maddesine göre belirlenen prime esas kazanç alt sınırı ile üst sınırı arasında olduğu belirtilmektedir.
Üst sınırın düşük tutulduğu ( yaklaşık 2 milyar) bu kanun göz önüne alındığında primin gelire göre alınmayacağı görülmektedir. Prim sistemi ile sağlık hizmetlerinden yararlanmak için 2. bir vergilendirme söz konusudur.Vergilerin büyük çoğunluğunun ücretli kesimden ve dolaylı vergilerden karşılandığı ,kurumlar vergisi oranının toplam vergiler arasındaki %10 olduğu ülkemizde vergi sisteminin adaletli bir şekilde düzenlenmesi ile birçok sorunun çözülmesi mümkündür .
O yüzden primli sistemle sosyal dayanışmanın getirileceği bir yanılsamadır.
1. basamak sağlık hizmetleri yerine çok daha pahalı olan 2. ve 3. basamak sağlık tesislerinin kullanılması harcama düzeyini arttırmaktadır denilmektedir. (bu tespite katılmak mümkün değil)Koruyucu sağlık hizmetlerinin yaygınlaştırılacağından bahsedilmekte ,GSS reformunun SB'ğı tarafından yürütülen 'sağlıkta dönüşüm' programıyla uyumuna işaret edilmektedir. 1.basamak hizmet sunumunun Aile Hekimliği'ne dayalı , hizmet satın alma yöntemiyle gerçekleştireceği ,kişilere hekim ve sağlık tesisini seçme hakkı tanınacağı belirtilmektedir. Koruyucu sağlık hizmetlerinin temel özelliği nüfus tabanına göre örgütlü ve yaşanılan yerleşim yeri düzleminde sunulmasıdır. Aile hekimliği muayenehanecilik modeli olup nüfus tabanına göre örgütlenmemiştir.
Hekim seçme özgürlüğü esasından bahsedilince bireyin , yaşadığı mekandan kopması mümkündür. Çevreye bağlı (su-kanalisazyon-hava kirliliğinden) faktörlerden kaynaklı sorunları, hastalık etmenlerini ortadan kaldırmadan tek başına bireylerin tedavisiyle çözmek mümkün değildir. Koruyucu sağlık hizmetleri sağlık ocağı sistemiyle ,ekip hizmeti anlayışıyla çözülebilir. Aile hekimliğinde hizmet satın alınması yöntemi kullanılacağından bahsedilmektedir. Hekimlerin ücretlendirilme modeli sağlık hizmetlerinin niteliğini düşürecek ,'olumlu rekabet ' anlayışında ise 'müşteri' tutmak adına 'müşteri memnuniyeti' esas alınacaktır .Bu modelin ( listeye kaydedilen hasta oranına göre ücretlendirme muayene süresinde kısaltacaktır.)
İşlem başına ücretlendirme sistemi ise puanı yüksek işlemlere yönelimi artırarak , tıbbi teknoloji kullanımını yükseltecek sağlık harcamaları artacaktır. Bu yükselme ile uluslar arası ilaç ve tıbbi cihaz tekellerine kaynak aktarımı söz konusudur.Aile hekimliği modelinin birçok dünya ülkesinde başarıyla uygulandığından bahsedilmektedir.Ülkelerde uygulanan modellerin o ülkenin sosyo-ekonomik ve kültürel düzeyiyle bağlantılı olduğu gerçektir.Az gelişmiş ülkelerdeki örnekler incelendiğinde başarı değil başarısızlıkla karşılaşılmaktadır. Örneğin; Bulgaristan'da işlem başına puanlama ile aşılama oranlarında düşme sonucunu doğmuş, bulaşıcı hastalıklar yaygınlaşmıştır.
Hekime başvurma alışkanlığının ancak hastalandığında akla gelinen ülkemizde , gebelerin ve aşıların takibinin kişilerin yaşadığı mekanlarda yapılması gerekmektedir. Muayenehanecilik sisteminde bu mümkün değildir. Çağdaş sağlık anlayışı ekip hizmetini öngörmektedir.. Aile hekimliğinde hekim isterse yanında bir hemşire çalıştırabilir denilmekte böylelikle hekim merkezli ekip hizmetine dayanmayan geleneksel tıp anlayışına yönelinmektedir. Sağlık hizmetlerinden yararlanmak için prim ödemenin esas olduğu bu modelde , prim ödemeyenlerin (yoksulların,işsizlerin) primlerinin bütçeden transfer edileceğinden bahsedilmektedir. Oysa ki taslak metinin başında Sosyal Güvenlik modelinin açık verdiği ve bütçeden transfer ile açıkların kapatıldığı bu yüzden reformun ihtiyacına işaret edilmiştir.
İstihdamın yetersiz ,yoksulluğun ve işsizliğin yüksek olduğu bu günkü verilerde bu kadar kişinin priminin hangi kaynakla karşılanması öngörülmektedir.Yine hizmet satın alma yöntemiyle ise fonlardaki biriken kaynakların sermayeye aktarımı söz konusudur.Sağlık hizmetlerinin 'temel teminat' paketi çerçevesinde prime esas kazancın %12.5 'u karşılığında belirlenmiş hizmetlerden yararlanılması sağlık hizmetlerinin ulaşılabilirliğinin önünde engeldir. Metinde paket kapsamının belirlenmesi aşamasında finansal açıdan uygulamaları tehlikeye sokarak istisnai başlıkların hizmetler paketinin içinde öncelikle yer almayacağı belirtilmiştir. Bu da tedavisi pahalı olan ve uzun süreli tedavi gerektiren ( harcamaları yükselten(!) kanser,kalp,böbrek..... gibi hastalıklar ) hastalıklar ve işlemlerin paket kapsamı dışında olacağı anlamındadır. GSS yasa taslağında paket kapsamının yönetmelikte senelik belirleneceği göz önüne alındığında fonun açık verdiği durumda paket kapsamı daraltılacaktır(Almanya'da yetişkin ağız diş sağlığının kapsam dışına alındığı gibi..)
Taslakta her aşamada katkı payı alınacağı ve bunun suistimallerin önlenmesi ,gereksiz kullanımın azaltılması amacıyla yapıldığı dile getirilmiştir. Doğru bu uygulama ile sağlık hizmeti kullanımı oldukça azalacaktır ama bu gereksiz olduğu için değil, yurttaşların katkı payını ödeyemeyeceği ve sağlık hizmetine ulaşamayacağı gerçeğinden dolayıdır. Bu da yurttaşın hekime başvurmadan eczanelerden ilaç alımı yöntemiyle kendi kendini tedaviye yönelecek , gereksiz ve bilinçsiz ilaç kullanımını artıracaktır.(Örn:Bulgaristan verileri)
Taslakta temel teminat paketi kapsamında yer almayan sağlık hizmetlerinin tamamlayıcı sağlık sigortası ile kişilerin daha farklı kapsam, fiyat ve kalitede sağlık hizmeti talep etmeleri halinde, kişinin kendi cebinden veya özel sigortasından aradaki farkı ödeyebileceği yöntemlerin uygulamaya geçirileceğinden bahsedilmektedir. Bir taraftan bu reformun eşit ve kaliteli sağlık hizmeti sunumunun sağlanması gerekliliğinden hazırlandığı dile getirilip, aslında eşit ve kaliteli hizmet sunulmayacağı itiraf edilmektedir.
Kamu özel ayrımı yapmadan hekim ve sağlık tesisini seçme özgürlüğünün kazanılan para ile bağlantılı olduğu görülmektedir. Paketin daraltılması cepten ödeme ile sağlık sigortacılığı sisteminin teşvik edip kaynakların şirketlere ve işletmelere aktrılmasına hizmet etmektir. Bu reformun temel amacı da (halka eşit kaliteli ulaşılabilir sağlık hizmeti sunumu değil ) ortaya çıkmaktadır.
Taslakta denetim sisteminin önemine vurgu yapılmış ve suistimallere yönelik sigortalı ve hizmet sunucuları bazında cezai yaptırımların düzenleneceğine işaret edilmiştir
Sağlık Bakanlığı'nın son uygulamaya koyduğu performansa yönelik döner sermaye uygulamasıyla sağlık etik değerleri alt üst edilmekte ve denetim yapılmamaktadır. Bu uygulama da 'sağlıkta dönüşüm' projesinin bir parçasıdır. SSK ve Sağlık Bakanlığı tesislerinin ortak kullanımı ile de SSK kaynaklarının döner sermaye aracılığı ile Sağlık Bakanlığı'na aktarımı söz konusu olmuş yeterli denetim yapılmamıştır.
Sonuç olarak:
** Bu model ile sağlık harcamaları artacak(ilaç kullanımı ve tıbbi malzeme gibi
...)
** Bu artışa rağmen yurttaş kaliteli, ulaşılabilir, eşit olarak sağlık hizmetlerinden
yararlanamayacaktır.
** Kaynaklar Hastane işletmelerine, özel sigorta şirketlerine ve uluslararası
ilaç tıbbı teknoloji tekellerine aktarılacaktır.
** Sağlık bir hak olmaktan çıkarılıp gelire göre kaliteden yararlanma sonucu
doğacak sağlık hizmetlerine ulaşamama artacak ve sağlık yoksulluğu ile sağlıksız
bir toplum yaratılacaktır.
** Koruyucu sağlık hizmetleri felce uğrayıp bulaşıcı hastalıklar artabilecektir.
**Müşteri memnuniyeti esası, sağlık hizmet sunumu ihtiyacının önüne geçecek,
etik değerler zedelenecektir.
8- SAĞLIK VE SOSYAL GÜVENLİK ALANINA DAİR ÖNERİLERİMİZ:
Sosyal güvenlik her toplumda bütün insanlar için temel ve vazgeçilmez insan
haklarından biri olup, insanların istekleri,ve iradeleri dışında meydana gelen
tehlikelerin zararlarından korunma ve insanca yaşanacak bir gelir elde etme
garantisini ifade etmelidir.
Son 20-25 yıllık bir süredir uygulanan politikalar, sosyal güvenliği bir insan
hakkı olarak ele almadan, piyasa koşullarında yürütülmesi gereken bir alan olarak
görmektedir.Nasıl ki kamu hizmetlerinde ?paran kadar hizmet? deniliyorsa sosyal
güvenlik alanında da ?ödediğin prim kadar sosyal güvenlik? anlayışı egemen olmaya
başlamıştır.
SOSYAL GÜVENLİK REFORMU adı altında bu alanda faaliyet gösteren kuruluşların
özeleştirilmesi ve biriken fonların da özel sektörün denetimine verilmesi çalışmaları
yürütülmektedir.Bu programın hayata geçirilmesi durumunda milyonlarca çalışanın
bir çok hakkı gasp edileceği gibi, yoksulların daha da yoksullaşmasına yol açılacaktır.
Bu nedenle şu anda zaten yetersiz bir durumda olan sosyal güvenlik sistemi sosyal
bir hak olma özelliğini yitirecektir.
Konfederasyonumuzun NASIL BİR SOSYAL GÜVENLİK SİTEMİ? Sorusuna verdiği yanıtlar
ve önerileri aşağıda belirtilmiştir.
1-SOSYAL GÜVENLİK SİSTEMİ BÖLGELERARASI DENGESİZLİĞİ GELİR DAĞILIMINDAKİ BOZUKLUĞU
GİDERECEK ŞEKİLDE PROGRAMLANMALIDIR
Ülkemizde bölgelerarası dengesizlik olduğu gibi gelirler arasında da muazzam
farklılıklar oluşmuştur.
Gelir Dağılımında Birinci %20'lik dilimle, beşinci %20'lik dilim arasında 11,5
kat fark bulunmaktadır.
Ayrıca yapılan başka araştırmalarda 14 milyon kişinin günlük geliri 1 doların
altında olduğu, 22 milyon kişinin ise 2 doların altında olduğu ortaya çıkmıştır.Gelir
dağılımının bozukluğunu gösteren diğer bir gösterge de asgari ücret ve milletvekili
maaşları arasındaki farktır.
Birincisi ülkemizdeki asgari ücretin diğer Avrupa ülkelerindeki asgari ücrete göre oldukça düşüktür. Türkiye'de asgari ücret 150 dolarken, Danimarka'da 9 kat daha fazla 1.359 dolardır. İkincisi İtalya, İspanya, İsveç gibi ülkelerde Milletvekili maaşı ile asgari ücret arasında 4 kat fark varken, Türkiye'de bu fark 33 kattan daha fazladır.
Gelir dağılımının bu kadar bozuk ve gelir seviyesinin bu kadar düşük olduğu bir ülkede Sosyal Güvenlik Sisteminin Oldukça güçlü olması bir zorunluluktur.
2- SOSYAL GÜVENLİK SİSTEMİ ORANI ÇİFT HANELİ RAKAM DÜZEYİNE ULAŞMIŞ İŞSİZLİLİĞİN
YOL AÇTIĞI YOKSULLUĞU GİDEREBİLMELİDİR
Ülkemizde uygulanan ekonomik politikalar, kamu hizmetinin daraltılması, özelleştirme
uygulamaları ve yaşanan ekonomik krizler nedeniyle işsizlik oranı artmıştır.
Resmi rakamlarla %19'a çıkan işsizlik oranı gerçeği yansıtmaktan uzaktır. Çünkü tarım sektöründe çalışanların önemli bir kısmı gizli işsiz durumdadır. 21 milyon 696 bin kişilik işgücünün yaklaşık 8 milyonu tarım sektöründe çalışmaktadır. 8 milyonluk tarımsal işgücünün büyük bir kısmı atıl iş günüdür.
Toplam işgücünün %15 oranında atıl işgücü olduğu göz önünde bulundurulduğunda gerçek işsizlik oranı %33-34 civarındadır. Bu rakam oldukça ürkütücüdür. Kaldı ki işsizlerin %31'ini gençler ve eğitimli olanlar oluşturmaktadır. Başka bir sorunda 21 milyon 696 bin kişilik işgücünün sadece %26'sı sosyal güvenlik sistemine kayıtlı iken %74'ü ise kayıt dışıdır. Yani 15 milyonluk işgücü sosyal güvenlik sisteminden yararlanmamaktadır.
Bu vahim boyutlara varan işsizliği azaltmak ve toplam istihdamın sosyal güvenlik
sistemi içerisinde yer alacak bir sosyal güvenlik sistemine ihtiyaç vardır
.
3- SOSYAL GÜVENLİK VE SAĞLIK HİZMETLERİNE AYRILAN KAYNAK ARTIRILMALIDIR
Ülkemizde birçok kamu hizmeti gibi sağlık hizmetleri de halkın ihtiyaçlarını
karşılamaktan uzaktır. Bütçeden sağlığa ayrılan payda oldukça düşüktür.
ÜLKELER KİŞİ BAŞINA SAĞLIK HARCAMASI ($)
ABD 3.708
Almanya 2.848
Norveç 2.550
Fransa 2.250
Hollanda 2.150
Avusturya 1.873
Kanada 1.796
İtalya 1.597
İngiltere 1.365
Portekiz 873
Yunanistan 693
Türkiye 108
Kaynak: OECD
Görüldüğü gibi Türkiye'de kişi başına yapılan sağlık harcaması ABD'den 37 kat,
Almanya'dan 28 kat, Yunanistan'dan 7 kat daha azdır.
ÜLKELER BİN KİŞİYE DÜŞEN HEKİM SAYISI
Almanya 3,3
Danimarka 2,9
ABD 2,5
Hollanda 2,5
Portekiz 2,3
Avusturya 2,2
Yunanistan 2,1
Türkiye 1,2
Kaynak : OECD
Kamu Yönetimi Temel Kanununu kamuoyuna açıklayan Başbakan Yardımcısı ve medya
kuruluşları Türkiye'de kamu çalışanların sayısının fazla olduğunu ve ?Obez Devlete?
dönüştüğünü iddia etmişlerdir. Oysa gerek toplam kamu çalışanlarının nüfusa
oranı açısından, gerekse tek tek sektörler açısından kamu çalışanlarının nüfusa
oranı diğer ülkelerin 1/3'ü civarındadır. Sağlık sektörü içinde tablo oldukça
açık ülkemizde 10 bin kişiye 12 hekim düşmektedir. Almanya'da ise 33 hekim düşmektedir.
ÜLKELER BÜTÇEDEN SAĞLIĞA
AYRILAN PAY
ABD 19
Almanya 17
Fransa 16
Hollanda 15
İngiltere 14
İtalya 11
Portekiz 9
Macaristan 8
Yunanistan 7
Türkiye 2
Türkiye'ye kamu harcamalarının kısılmasını, özelleştirmesini öneren ülkelerde, tabloda da görüldüğü gibi sadece sağlık sektöründe Türkiye'nin sağlık harcamasından 9 kat daha fazladır. Ülkemizde bütçeden sağlığa ayrılan pay yalnızca %2 düzeyindedir. Sağlık yatırımları açısından durum daha vahimdir bu oran binde 3 civarındadır.
Sosyal güvenlikte de durum farklı değildir.Devletin doğrudan bu sistemi katkısı olmadığı gibi yıllarca bu kuruluşlara yatırılan primleri hiçbir faiz ödemeden kullanmış ve sosyal devlet kapsamı içerisinde prim karşılığı olmayan sosyal harcamaları da bu primlerle karşılanmıştır. Bu durum 1990 yılına kadar sürdürülmüştür.1990 yılından itibaren bu kurumlar açık verdiği oranda bu açıkları hazineden karşılama yoluna gidilmiştir.Bazı liberal çevriler bu gerçekliği yok sayarak tamamen yanlış politikaların yol açtığı bu durumu ?KARA DELİK? olarak topluma lanse etmişlerdir.ve bununla yetinilmeyerek bu açıklar özelleştirme gerekçesi olarak sunulmuştur. Oysa yapılması gereken devletin bütçeden sağlığa ve sosyal güvenliğe yeterli kaynak ayırmasıdır.
4- GÜÇLÜ BİR SOSYAL GÜVENLİK SİSTEMİNİN YARATILMASI İÇİN, ADİL BİR VERGİ POLİTİKASI UYGULANMALI, SERVET VE SERMAYE VERGİLENDİRİLMELİDİR
Bir ülkenin gelişmişlik göstergelerinden biri de toplanan vergi miktarları ve toplanan vergilerin kaynağıdır. Bir ülkede dolaysız vergilerin payının toplam, vergiler içerisinde yüksek olması, o ülkenin gelişmişlik düzeyinin yüksek olduğu sonucu çıkartılabilir. Vergi politikalarında diğer bir konuda vergi yükünün adil dağılımıdır. Ülkemiz, vergi politikaları açısından sorunlu ülkelerin başında yer almaktadır.
Toplanan vergi yetersizdir. Vergilerin önemli bölümü tüketimden, mal ve hizmetten alınan vergiler oluşturmaktadır. Vergi kaçağı oranı oldukça yüksektir. Ayrıca kayıt dışı ekonominin büyüklüğü bütçenin %60'ı civarındadır. Türkiye'de Genel Tüketim Vergisi ve mal ve hizmetten alınan vergiler açısından diğer ülkelerin ortalamasının üzerinde yer almaktadır. Servet ve kurumlar vergisinin GSHİY'e oranı açısından ise ortalamanın oldukça altında yer almaktadır.
1990 yılında dolaysız vergiler, dolaylı vergilerin üzerinde yer alırken, 2002 yılında dolaysız vergiler dolaylı vergilerinden 2,5 kat daha az bir düzeye düşmüştür. Ülkemizde kurumlar vergisinin, toplam vergiler içerisindeki payı %10 bile değildir. Oysa daha önce gelir dağılımı ile verilen bilgilerde beşinci %20'lik grup gelirin %55'ine sahip olduğu yer almaktaydı. Toplam gelirin %55'ine el koymaların, ödediği vergi toplam verginin %9,2'si kadardır.
Sermayeye verilen teşvikler, vergi iadeleri, subvansiyonlar da göz önünde bulundurulduğunda sermaye sınıfından hemen hemen hiç vergi alınmamaktadır.
Kurumlar vergisine tabi olan şirketlerin karlılıklarının %87'sini faaliyet
dışı karlar oluşturmaktadır. Yani devlete borç vererek elde ettikleri faiz gelirlerinden
oluşmaktadır. Devlete vermeleri gereken vergiyi, borç alarak vererek, üzerine
bir de gelir elde etmektedirler.
Borsa, faiz gelirleri vergi kapsamına alınmalı, bu faaliyetler ve servet üzerinden
yüksek oranda vergilendirme yapılmalıdır.
Ancak hükümetler bunun yerine tüketicilerin ve çalışanların vergi yükünü arttırmayı tercih etmektedirler.
Çalışanların Bütçeden Aldıkları Pay, Gelirlerinden Alınan Vergiler Açısından
Karşılaştırma :
Yıllar Bütçeden Alınan Pay Vergide Ücretlinin Payı
1995 22,2 52,3
1997 25,6 49,0
2001 23,0 37,0
Çalışanlara bütçeden %23 pay verilirken vergi içindeki payı %50'ler 40'lar civarındadır.
Çalışanların bordro üzerinden vergileri peşin olarak kesilirken, serbest meslek
sahipleri ve özel şirketler beyan üzerinden vergilendirilmektedir.
Vergi kaçağı miktarı toplanan verginin iki katına çıkmıştır. Kaldı ki uzlaşmaya
gidilerek sıfırlanan trilyonlarca liralık vergiler bu kapsamın dışındadır.
Türkiye'de ücretlerden alınan vergilerin oranı OECD ülkeleri içerisinde en yüksek miktardadır. Beyana göre vergi ödeyen serbest meslek sahiplerinin, esnafların, tüccarların ödediği vergiler, çalışanlardan alınan vergilere göre oldukça düşüktür. Yaşam standartları oldukça yüksek olan, lüks villalarda yaşayan, 200 milyarlık oto kullanan bir kuyumcunun verdiği vergi yıllık 1,4 milyar TL iken, işçi 1,6 milyar TL vergi vermektedir.
İş başına gelen hükümetler beyana tabi vergi mükelleflerinden alınan vergileri vergiyi arttırma yerine sık sık vergi affı çıkartarak, uzlaşmaya giderek bu kesimden vergi almamakta, çalışanların üzerine yüklemektedir.
Nitelikli ve yeterli düzeyde yaygınlaşmış bir SOSYAL GÜVENLİK SİSTEMİ için,
? Sermayenin vergilendirilmesi,
? Servetten alınan vergiler yükseltilmesi,
? Beyana tabi olan mükelleflerden gerçek oranda vergi alınması,
? Borsa ve faiz gelirleri vergilendirilmesi,
? Uzlaşma görüşmeleri şeffaf olarak yapılması
gerekmektedir.
Bu politikalar sonucunda;
Vergi gelirlerinin bugünkü toplamının üç katına çıkartılması mümkündür.
5- SOSYAL GÜVENLİK HİZMETLERİ KAMU HİZMETİ OLARAK VERİLMELİDİR.
Kamu hizmeti kavramı her dönemde ve birçok alanda tartışma konusu olmuştur.
Kamu hizmeti ile ilgili olarak iktisat, maliye ve hukuk alanlarında çeşitli
tanımlar yapılmakla birlikte kamu hizmetinin neyi ifade ettiğini ortaya koyacak
bir tanımlamaya gidilebilir.
Kamu Hizmeti; toplumun ortak ihtiyaçlarını karşılamak için kamuya yönelik ve
kamuya yararlı olan ve kamu kuruluşlarınca ya da kamu kuruluşunun sıkı denetimi
altında özel kişilerce üretilen mal ve hizmettir.
Bir hizmetin kamu hizmeti olarak tanımlanabilmesi için şu özellikleri taşıması
gerekmektedir.
? Hizmetin kamu yararına ve kamuya sunulmuş olması,
? Hizmetin kamu tüzel kişilerince veya bunların denetiminde özel kişilerce sunulması,
? Hizmetin kamu hukuku hükümlerine uygun olması.
Özel yönetimde amaç ?kâr?, kamu yönetiminde ise ?kamu yararı?dır. Uygulanan
hukuk sisteminde kamu hukuku ve özel hukuk olarak ele alınır. Bu nedenle sosyal
güvenlik toplumun tümünü ilgilendiren bir hizmet olması açısından kamu hizmeti
olarak ele alınması zorunluluktur.
6- SOSYAL GÜVENLİK HİZMETİ BİR LÜTUF OLARAK DEĞİL, BİR İNSAN HAKKI OLARAK ELE ALINMALIDIR
Kamu hizmetinin gelişkin bir içeriğe sahip olduğu ülkelerde toplumun tüm kesimleri siyasal ve toplumsal haklarının bilincinde olup, haklarını kullanabilme bakımından zengin olanaklara sahiptirler. Yurttaşların kamu hizmeti taleplerini ifade edebilecekleri siyasal araçların ve kamu hizmetlerinin içeriğinde zengin olduğu gözlenmektedir. Siyasal araçları engellenen bir toplumda kamu hizmetinin gelişmesi, toplumsal kaynaklardan ayrılan payın arttırılması ve dengeli dağılımı söz konusu olmamaktadır. Bunun sonucu olarak ta toplumsal adaletsizlik ve dengesizlik artmaktadır.
Ülkemizde kamu hizmetinin bir insan hakkı olduğu bilinci pek gelişmemiştir. Bu durumu iş başına gelen hükümetler istismar etmiş, yerine getirmekle yükümlü olduğu kamu hizmetlerini bir lütuf gibi sunmuşlardır. Halk arasında yaygın olarak kullanılan ?Allah devlete zeval vermesin? deyişi bu bilinç eksikliğinin ürünüdür.
Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana yürürlüğe giren Anayasalarda kamu hizmetine girme, yararlanma hakkı temel bir hak olarak ele alınmıştır. Bunun yanında, eğitim hakkı (ilköğretim parasızdır), sağlık hakkı, sosyal güvenlik hakkı, çalışma hakkı, insanca yaşanacak ücret alma hakkı, sağlıklı çevrede yaşam hakkı, konut edinme hakkı vb. Anayasal yer almıştır. Bu nedenle kamu hizmetlerinin bir insan hakkı olduğu bilinci tüm vatandaşlarda geliştirilmelidir.
7- SOSYAL GÜVENLİK HİZMETİ PİYASA KOŞULLARINDA DEĞİL, TOPLUMSAL FAYDA GÖZETİLEREK SUNULMALIDIR
Kamu hizmetlerinin temel ilkeleri sürekli, eşit ve parasız olarak sunulmasıdır. Bu ilkeleri gerçekleştirmenin yolu, kamu hizmetlerinin kamu kuruluşlarınca ve piyasa koşulları dışında sunmasıdır. Kamu hizmetlerinin kamu kuruluşlarınca yürütülmesi temel unsur olup, özel sektör aracılığıyla yürütülmesi ?istisnai? durumdur. Kamu hizmetleri özel sektör aracılığı ile ihale, imtiyaz, lisans verme gibi yöntemlerle yaptırılmaktadır.
Kamu hizmetlerinin ?etkinlik? ölçütü yaratmış olduğu ?toplumsal fayda? ile ölçümlenmelidir. Toplumun kamu hizmeti gereksinimini ne ölçüde karşılandığı takip edilmelidir.
Ancak son yıllarda hizmetin siyasal niteliği ikincil olarak ele alındığı için kamu hizmetindeki etkinlik ölçütü değiştirilmeye çalışılmaktadır. Toplumsal gereksinimlerin karşılanması ve kaynakların etkin kullanımı, kamusal alan dışındaki ölçütlerle değerlendirilmektedir.
Kamu yönetimi ve kamu hizmetinin varlığını ortadan kaldıracak kâr-zarar ölçütü getirilmektedir. Bir hizmet ?kâr? elde etmek için sunulmaya başlandığında, kamu hizmetinin ?eşitlik? ve ?parasız sunulması? ilkesi ortadan kaldırılmaktadır. Çünkü kâr için yürütülen hizmet çeşitli gelir gruplarına göre çeşitlendirilmek zorundadır. Bu durumda parası az olma sunulan hizmet niteliği gelir düzeyi yüksek olma sunulan hizmetin niteliği farklı olacağından adaletsizlik ve eşitsizlik süreci işlemektedir.
Kamu hizmetinin bir işletme yönetimi biçiminde algılanması ve başarı ölçütlerinin
buna paralel olması, kamu hizmeti anlayışını kökten değişikliğe uğratmaktadır.
Ülkemizde son yıllarda kamu hizmetinin niteliğinde ve finansmanında köklü değişikliklere
gidilmektedir. IMF, Dünya Bankası gibi kuruluşlar küreselleşmenin gereği olarak,
kamu hizmetinin piyasa işleyişine ve kurallarına göre yürütülmesi dayatmaktadırlar.Bu
dayatmalar sonucunda, ülkemizde kamu hizmetleri daraltılmakta, parçalandırılmakta
ve özelleştirilmektedir.
İç ve dış borçların ödenmesini, garantilemek için her bütçede ?faiz dışı fazla?
yaratılması emperyal kuruluşlar tarafından talep edilmektedir. Bunun somut anlamı,
kamu harcamalarının kısılmasıdır. Dolayısı ile kamu tarafından sunulan hizmetlerin
önemli bir bölümünün sunulamaması nedeniyle kamu hizmetlerinde bir ?daralma?
yaşanmaktadır. Daraltılan kamu hizmetlerinin oluşturduğu boşluk, özel sektör
aracılığıyla doldurulmaya çalışılmaktadır. Eğitim, sağlık, enerji, madencilik
vb. sektörlerde bu durum çok çarpıcı bir şekilde hayata geçirilmektedir. Devlet,
okullarına yeterli düzeyde eğitim hizmeti verdirilmediğinden, bu alanı özel
ilköğretim okulları, liseleri ve vakıf üniversiteleriyle doldurmaktadırlar.
Kamu hizmetlerinin daraltılmasının altında yatan diğer bir nedenle, Türkiye'nin,
Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) nezdinde imzalamış olduğu Hizmetler Ticareti Genel
Anlaşması (GATS) ile verilen taahhütlerdir. Türkiye 11 hizmet kolunda, 72 iş
alanında piyasasının %46,6'sını uluslar arası piyasaya açacağını taahhüt etmiştir.
Verilen bu taahhütlerin gerçekleşmesi için, daraltılan kamu hizmetleri, çok
uluslu şirketlerin denetimine terk edilmektedir.
Kamu hizmeti kavramı sulandıran bir uygulamada ?kamu hizmetlerinin parçalanmasıdır?.
Kamu hizmetlerinin piyasa koşullarında yürütülmesi, IMF ve DB programlarıyla
gerçekleştirilmektedir. Bu kuruluşlar her sektörün yeniden yapılanması için
krediler vermektedirler. Bu kredilerle kamu kuruluşları öncelikle şirketleştirilmektedir.
Arkasından bu kurumun yaptığı hizmetler parçalandırılmaktadır. Elektrik sektöründe,
üretim, iletim, dağıtım hizmetlerinin parçalanması, haberleşmede posta, telefon
hizmetlerinin parçalanması bu duruma somut örnektir. Kamu hizmetlerinin parçalandırılması
hizmet türü olarak gerçekleştiği gibi coğrafi olarak ta gerçekleştirilmektedir.
Dağıtım bölgeleri gibi. Sosyal Güvenlik Kuruluşlarının yeniden yapılandırılması
adı altında da yukarıda gösterilen örneklere benzer yöntemler uygulanmaktadır.
Burada amaç şudur, kamu hizmetlerine özelleştirme yolu ile talip olan ulusal ya da uluslar arası şirketlere kolaylık sağlamaktır. Bir şirketin o ülkedeki tüm elektrik sektörünü satın almasının finansal güçlüğü olduğu gibi, kârlılık açısından da risklidir. Böylece, ulusal veya uluslar arası şirketler aralarında fazla rekabet yaratmadan, her bölgeyi ayrı bir şirkete vermek mümkün hala gelmektedir. İkinci kolaylık ise, talep faktörü yüksek olan bölgelerinin şirketlere devredilmesine, talebi az olan bölgelerin ise devletin elinde kalmasına kolaylık sağlanmaktadır.
Kamu hizmetlerinin temel ilkelerini ortadan kaldıran üçüncü uygulama ise özelleştirmedir. Kamu kuruluşlarının hisselerinin piyasaya açılması, mülkiyet satışı, hizmetin gördürülmesi gibi uygulamalarla kamu hizmetleri ve kuruluşları özelleştirilmektedir. Sosyal güvenlikte özelleştirme politikaları özel sigortacılık ,bireysel emeklilik ve sağlık hizmeti satın alma yoluyla hayata geçirilmektedir.
1980 sonrası yoğunlaşan özelleştirme uygulamaları ülkemizde diğer ülkelerde
olduğu gibi sermaye sınıfına ?kaynak transferi? şeklinde yapılmaktadır. 231
kamu kuruluşu Özelleştirme İdaresine devredilmiş bunun yaklaşık 150'si özelleştirilmiştir.
Bu kuruluşlar bir avuç çıkar grubuna değerinin oldukça altında devredilmiştir.
Kamu hizmetlerini dejenere eden bu uygulamalara son verilmeli, kamu hizmetleri
toplumsal faydayı gözeten bir tarzda yürütülmesi sağlanmalıdır.
8- SOSYAL GÜVENLİK KURULUŞLARI DEMOKRATİKLEŞTİRİLMELİDİR.
Küreselleşme süreci oldukça çekici kavramlar ve anlatımla sunulmaktadır. Refah devletinin bunalımı olarak da nitelenen yeni dönem ve yeniden yapılanma süreci Yeni Dünya Düzeni olarak tanımlanmış ?evrensel barış, çoğulcu demokratik rejim ve insan haklarına saygı? anlamında kullanılmıştır.
Neo-liberalizmin (YDD) yeni önermelerinden biri olan ?minimal devlet? refah devletinin daraltılması anlamını taşımaktadır. Devletin küçülmesi ile birlikte hem dünya zenginliklerinin daha fazla yararlanılacağı hem de baskıcı-otoriter-bürokratik iktidarlar çağının kapanacağı ileri sürülmektedir. Devlet eliyle kullanılan kamu gücünün topluma devredilmesinin ?yönetme-yönetilme? ilişkisini tarihe mal edecek olan ?yönetişim ilkesi? ile sağlanacağı, karar verme ve uygulama gücünün seçilmiş ve atanmışlar yerine hizmeti alanlar tarafından kullanılacağı, sisteminin kurucu unsurlarının, sivil toplum kuruluşları olacağı savunulmaktadır. Devletin, piyasa mekanizmalarının önünü açmak ve rekabeti güvence altına almak üzere düzenlemeler yaparak, piyasaların gereksinim duyduğu yatırımları gerçekleştirmek, doğal olarak da kamu huzur ve güvenini sağlamakla yükümlü kılınması gerektiği ileri sürülmüştür.
Ekonomik ve toplumsal olarak egemenliğini sağlayan yeni ?rantiyeci?, ?girişimci?
sermaye sınıfı, kamu alanındaki iktidar erkini de talip olmuştur. Bunun formülasyonu
?yönetişimci devlet? modelidir.
Bu alanda oldukça yol alındığı da bir gerçektir. Özellikle 15 ?Derviş Yasaları?
olarak tanımlanan yasalar sonucu oluşturulan ?Üst Kurullar?da yönetişim uygulamalarına
geçilmiştir. Telekomünikasyon, şeker, tütün, enerji vb. üst kurullarının yönetimini
oluşturma biçimi tam bir ?yönetişim? modelidir. Yönetim Kurulu, sektörlerle
ilgili bakanın atadığı bürokratlar, o sektörde pazar payı yüksek olan şirket
temsilciler ve onların kurmuş olduğu sivil toplum örgütü (TOBD, TÜSİAD) temsilcilerinde
oluşmaktadır. Bürokrasi, özel sektör ve özel sektör tabanlı sivil toplum örgütünde
oluşan bu formül, burjuvazinin devlet iktidarını dolaysız olarak doğrudan ele
geçirme modelidir.
59. Hükümetin ?yönetim teorisinde değişikliklerin olduğu gerekçesiyle, katılımcı demokratik, proaktif bir model olarak sunduğu ?yönetişimci model? yasallaştırılmak istenmektedir.Ve bu model tüm kamu kuruluşlarına taşınmaktadır.soyal güvenlik alanında da bu yönetim anlayışı ? SOSYAL GÜVENLİK ÜST KURULU? adı altında getirilmek istenmektedir.
Sosyal güvenlik kuruluşlarında şu an için varlıkları sürdürülen Yönetim kurulu
ve genel kurul demokratik bir tarzda ele alınmamakta devletin tek taraflı belirleyiciliği
üzerinden işletilmektedir.
Sosyal güvenlik sisteminde oluşturulacak tüm birimler çalışanların ve bu sistemden
yaralananların demokratik bir seçimle belirlediği temsilcilerin çoğunlukta olacak
bir tarzda oluşturulmalıdır.
9- SOSYAL GÜVENLİK SİSTEMİ DEMOKRATİK BİR PLAN ÇERÇEVESİNDE ELE ALINMALIDIR.
Kaynakların kıt, ihtiyaçların sınırsız olması kaynakların planlı bir şekilde kullanılmasını gerektirmektedir. Ayrıca ülkemizde bölgeler arası ve gelir dağılımındaki eşitsizliğin giderilmesinin tek yolu planlı bir ekonomi politikalarının uygulanmasıdır.
Ülkemizde politikalar kağıt üzerinde planlı olarak yürütüldüğü görünmektedir. Her beş yılda bir plan hazırlanmakta, şu anda VIII. Beş yıllık plan yürürlüktedir. Özellikle V. Beş yıllık plan döneminden sonra hazırlanan planların hiçbir geçerliliği kalmamıştır. Bu durumu dönemin Başbakanı ?bize plan değil, pilav lazımdır? diyerek somutlamıştır. IV. Beş yıllık plana kadar kamu hizmetlerini koruyucu, geliştirici bir politikalar belirlenirken, özellikle V. Beş yıllık plandan itibaren Dünya Bankasına vermiş olduğu bir kredi ile planlara ?Liberal politika?lar damgasını vurmuştur.
Devlet Planlama Teşkilat tarafından hazırlanan planların, yürütme üzerinde
hiçbir bağlayıcılığı bulunmamaktadır. Hazırlanan planlara uygunluğu denetleyecek
sorumlu bir birimde bulunmamaktadır.
İkinci sorun DPT tarafından hazırlanan Beş yıllık planın hazırlanış biçimindedir.
DPT Yasası gereği her sektör için Özel İhtisas Komisyonları oluşturmaktadır.
İhtisas Komisyonlarına birçok kamu kuruluşundan demokratik kitle örgütlerinden,
sendikalardan doğru katılım sağlanmaktadır. Ancak bu komisyonların hazırlamış
olduğu raporların önemli bir kısmı yok sayılmaktadır. Örneğin sekizinci beş
yılık kalkınma planının ana metninde kamu yönetiminin iyileştirilmesi ve Yerel
Yönetimler Özel İhtisas Komisyonlarının hazırlamış olduğu raporlardan tek bir
cümle bile alınmamıştır.
Planlama kavramının içini boşaltan bu uygulamaya son vermek gerekir. DPT mevcut haliyle işlevsel değildir. Özellikle son dönemlerde yapılan kadrolaşmalarla DPT stratejik birimleri planlama felsefesini reddeden, piyasacı kadrolarla doldurulmuştur.
Hükümet hazırlamış olduğu Kamu Yönetimi Temel Kanunu yasa tasarısında stratejik planı esas almıştır. Kamu kuruluşlarını bir şirket gibi ele alan, onların hedef, misyon ve vizyonunu belirleyen piyasacı bir planlama mantığı getirilmektedir. Bu durum planlamanın içini boşaltmaktır.
Planlama ile ilgili öneriler;
? DPT Kuruluş Kanununun değiştirilerek demokratikleştirilmelidir.
? DPT'nin merkezi ve yerel düzeyde planlama yapacak şekilde taşra teşkilatları
da bulunmalıdır.
? Planlama Komisyonları öncelikle kamu hizmetinden yararlananları yaşamsal öneme
sahip kesimler tarafından oluşturulmalıdır. Yoksullar, işsizler, öğrenciler,
sokak çocukları, kadınlar, işçiler, memurlar ve onların örgütlerinden planlama
komisyonları oluşturulmalı.
? Planlama bağlayıcı olmalı, sektörel planlama komisyonlarının denetleme yetkisi
de bulunmalıdır.
? Planlama programına uymayan kurum yetkililerinden hesap sorulma mekanizmaları
oluşturulmalıdır. Bu yöneticilerin sektör komisyonlarınca geri çektirilmeleri
ile ilgili düzenlemeler yapılmalıdır.
? Merkezi yönetim, merkezi ve yerel düzeyde hazırlanan planlamada öngörülen
tüm kaynak ve donanımları sağlamamakla yükümlü kılınmalıdır.
?
10- SOSYAL GÜVENLİK KURULUŞLARI DEMOKRATİK DENETİME TABİ TUTULMALIDIR
Küreselleşme politikaları sonucunda sermaye hareketlerinde oluşturulan kuralsızlığın diğer alanlarda da yaygınlaştırılması genel eğilimdir. Yüzyıllar boyunca sürdürülen mücadeleler sonucu elde edilen kazanımlar, evrenselleşen kuralların ortadan kaldırılması istenmektedir. Bu durum denetim kavramını da doğrudan etkilemektedir.
Ekonomik, siyasal, idari ve yasama faaliyetlerini kapsayan bir denetim faaliyeti yerine kamu kuruluşlarını bir işletme gibi değerlendirerek, ekonomiklik, etkililik ve verimlilik gibi faaliyetlerle sınırlayan bir denetim modeli dayatılmaktadır.
Kaldı ki mevcut denetim sistemi oldukça yetersiz ve amacına uygun bir şekilde
uygulanmamaktadır.
Denetim faaliyeti yalnızca bir kontrol etme ile sınırlı tutulmamalıdır. Denetleme
faaliyetinin birçok boyutu bulunmaktadır.
Denetleme faaliyetinin kapsamı :
? Hizmetlerin ve uygulamaların iyileştirilmesi,
? Hizmet ve faaliyetleri geliştirme,
? Yol gösterme,
? İnceleme,
? Uygunluk tespiti,
? Yasal uygunluk ve yerindelik,
? Soruşturma,
? Öneri geliştirme,
? Rapor etme,
? Yargısal denetime zemin oluşturma.
Kapsamı oldukça geniş olan denetim faaliyetinin yalnızca fayda maliyet analizi
ve belirlenen hedeflere karşılaştırma faaliyetine dönüştürülerek denetimin alanın
daraltılması söz konusudur.
Hükümetin hazırlamış olduğu Kamu Yönetimi Temel Kanunu ve Kamu Mali Yönetimi ve Kontrollük Yasasında kamu kuruluşlarında performans denetimi getirilmektedir. Daha önce soruşturma, inceleme, hukukluluk denetimi yapan Teftiş Kurulları da kaldırılmaktadır. İç denetim ile ilgili yöneticinin belirlediği ?iç denetçiler? tarafından dış denetim ise ?Sayıştay? tarafından yürütülmesi önerilmektedir. Bir yönetici ile ilgili yolsuzluk iddiasını yine o yöneticinin görevlendireceği ?iç denetici? soruşturacaktır. Bunun anlamı bundan sonra yapılacak olan ?yolsuzlukların? örtbas edilmesidir.
Diğer taraftan şu anda görev alanındaki kurumların yalnızca %13'ünü bile yeterince denetleyemeyen Sayıştay, tüm kamu kurumlarının dış denetimini yapmakla görevlendirilmektedir. Burada da gizli bir amaç bulunmaktadır. Kamu Yönetimi Temel Kanunu'nun 40. maddesinde ?dış denetim ?Sayıştay? tarafından yapılır veya Sayıştay'ca belirlenecek usul ve esaslar çerçevesinde yaptırılır? denilmektedir. Yani Sayıştay, dış denetimi özel denetim şirketlerine yaptırabilecektir. Yani ülkemizde de ?Artur Enderson? skandallarına yol açılacaktır.
Kamuoyunda denetimle ilgili tartışmalar ?Teftiş Kurullarının? kaldırılıp kaldırılmamasına kilitlenmiştir. Bu durum denetim olgusunun kamuoyunda önemini azaltan bir etki yaratmaktadır. Şunu hemen belirtmekte yarar var, kamu kuruluşlarının ve yönetimin bağımsız ve özerkleştirilmiş ?Denetleme Kurulları? aracılığıyla denetlendiği gibi, daha önce planlama bölümünde de belirtilmiş olan, demokratik denetim birimlerince de denetlenmelidir.
11- KAYIT DIŞI EKONOMİ BÜYÜDÜKÇE SOSYAL GÜVENLİK SİTEMİ KÜÇÜLECEKTİR.
Hükümetçe hazırlanan Kamu Yönetimi Temel Kanunu ve Kamu Mali Yönetimi ve Kontrollük Yasalarında, kamu kuruluşlarının ve kamu çalışanlarının performansının denetime tabi olacağı öngörülmektedir.
Performans kriterleri oluşturmak için ?Strateji Geliştirme Başkanlıkları? adı altında yeni birimler kurulmaktadır.
Buradaki yaklaşım ?kamu kuruluşlarını? bir şirket gibi ele almak ve bir özel şirketteki uygulamaları kamu kurumlarında da uygulamaktır. Kamu kuruluşlarının performansları kâr-zarar ve fayda-maliyet değerlendirmesine tabi tutularak belirlenecektir.
Ayrıca toplam kalite politikalarında uygulanacağından kamu kurumları belirlenen misyon, vizyon ve hedefler doğrultusunda denetime tabi olacaktır.
Bununla da yetinilmeyerek kamu kuruluşlarının ödenekleri, performans değerlendirmesine göre belirlenecektir. Yani parasız olarak vermesi gereken hizmetleri hangi kurum daha çok piyasa koşullarında satarak fazla kâr elde etmişse, onun performansı yüksek olacak ve ödenekleri ona göre belirlenecektir. Kamu kuruluşları halkın ihtiyaç kurumu değil daha fazla ?artı-değer? yaratmaya odaklanacaklardır.
İkincisi performans denetimi yalnızca mevcut kamu kuruluşları üzerinden yapılacağından ve birçok denetim birimleri ortadan kaldırılacağından ülkemizde devasa boyutlara ulaşan kayıt dışılık daha da büyüyecektir.
12- KAYIT DIŞI EKONOMİ İLE İLGİLİ VERİLER
1. MİLLİ GELİR AÇISINDAN KAYITDIŞI EKONOMİ
Kayıt dışı ekonomi doğrudan ve dolaylı olarak ölçülmektedir. Doğrudan ölçme
yöntemlerinde, hanehalkı anketleri, işyeri anketleri, zaman kullanım anketleri,
vergi anketleri ve diğer anketler kullanılmaktadır.
Dolaylı ölçme yöntemlerinde ise, çeşitli kaynaklardan elde edilen veriler arasındaki Farklar Yöntemi, Mali Yöntemler, Kaçırılan Gelirlerin duyarlılığı yöntemi, katılım oranları analizleri ve diğer yöntemler kullanılmaktadır.
Bazı araştırmacılara göre (Schneider) dünya ekonomisinde 9 trilyon dolarlık kayıt dışı değer bulunmaktadır. Dünya ekonomisinin 39 trilyon dolar olarak düşünüldüğünde kayıt dışılık oranı %24'lere varmaktadır. OECD ülkelerinde kayıt dışı değer %15 civarındadır. Türkiye için yapılan çalışmalarda bu oran %53'lere kadar çıkmaktadır. En son Öz İplik-iş tarafından yapılan kayıt dışı değer aşağıda gösterilmiştir.
Yıllar (1)
Kayıtlı
(Katrilyon TL) (2)
Kayıtdışı
(Katrilyon TL)
Kayıtdışı Oranı
(2/1
1994 3.877 2.686 69.1
1995 7.854 6.596 84
1996 14.978 8.358 55.8
1997 29.393 22.378 76.1
1998 53.518 44.170 82.5
1999 78.282 45.853 58.6
2000 125.596 68.747 54.7
2001 179.480 118.851 66.2
Kayıt dışı ekonominin, milli gelire oranı son 7 yıl içerisinde %84 ile %54 arasında gidip gelmektedir. Kayıt dışı ekonomiyi bütçe rakamları ile karşılaştırıldığında daha vahim bir tablo çıkmaktadır. 2000 yılının bütçe büyüklüğü 46.843 milyar TL'dir. Kayıt dışı değer 68.747 milyar olduğuna göre, kayıt dışı ekonomi, bütçenin %146'sı kadardır. 2001 yılı bütçe büyüklüğü 79.154 milyar TL, kayıt dışı değer 118.851 milyar TL olduğuna göre, kayıt dışı ekonomi bütçenin %150'si kadardır.
Kamu hizmetlerinin daha yaygın verilmesi, kamu çalışanlarının insanca yaşayacak bir ücret verilmesi için kaynak yok gerekçesine gösterenlerin, gerçeği ne kadar saptırdıkları ortadadır.
2. VERGİ AÇISINDAN KAYITDIŞI EKONOMİ
Kayıt dışı ekonomi, kamu otoritelerinin denetimi dışında kalan her türlü ekonomik
işlemler olarak tanımlanmaktadır. Vergi açısından kayıt dışı ekonomi, bazıları
yasalarla yasaklanmış faaliyet olduğu için, bazıları yasalarla yasaklanmamış
bir faaliyetin bilinçli olarak kayıtlara geçirilmemesi, belgelendirilmemesi
dolayısı ile vergilendirilmemesidir.
Daha önceki bölümlerde vergi ile ilgili kayıt dışı vergi rakamları ortaya konulmuştu. Ancak şunu belirtmekte yarar var, kamu çalışanlarının sayısı fazla bunu azaltmak gerekir gerekçesi de gerçeği yansıtmamaktadır.
Mevcut vergi denetmenleri, kayıtlı ekonomiyi bile yeterince denetleyememekte ve inceleyememektedir. Kayıtlı ekonomi kadar, kayıt dışı ekonominin olduğu söz konusu olduğuna göre bu alandaki istihdamın kat kat arttırılması ve yasal müeyyidelerin arttırılması gerekmektedir.
3. İSTİHDAM AÇISINDAN KAYIT DIŞI EKONOMİ
İstihdam açısından kayıt dışılığın büyük çaplara varması, o ülkedeki sosyal
güvenlik sistemlerini olumsuz etkilemektedir. Kayıt dışı çalışma ya da çalıştırmada,
elde edilen gelir üzerinden vergi, sosyal güvenlik kuruluşlarına ödenmesi gereken
prim ve sosyal amaçlı kesintiler tahakkuku ettirilmemekte ve ilgili kurumlara
ödenmemektedir. Bu durum üretim hacminin doğru hesaplanmasını da etkilemektedir.
Ayrıca kayıt dışı istihdam içinde yer almasına rağmen prim günleri eksik bildirimlerin
(SSK için) oranı %50'dir.
Sosyal Güvenlik Kuruluşlarının Kayıtlılık Durumu
Toplam Bağ-Kur SSK Emekli Sandığı Kayıtlı Olmayan Oran
%
22.049 2.881 5.055 1.998 12.037 54.6
Kaynak : 1999, hanehalkı işgücü anketi
Sivil istihdam 22.049.000 iken sosyal güvenlik sistemlerine kayıtlı olanların
sayısı 9.934.000 civarındadır. Yani çalışanların yalnızca %45.4'ü sosyal güvenlik
sistemine kayıtlıdır. Emekli Sandığından kayıtdışılık olmayacağına göre Bağ-Kur
ve SSK'da ciddi bir denetim yetersizliği olduğu ortadadır. Sosyal Güvenlik kuruluşlarını
?kara delik? olarak gösterilmesi, bu gerçeğin saklanması içindir.
4. YASADIŞI FAALİYETLER (KARAPARA) VE KAYITDIŞI EKONOMİ
Yasadışı faaliyet (karapara) konusu suç olan ve yasalarla cezalandırılan faaliyetlerdir.
Bu faaliyetleri ortadan kaldırmak için 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması,
Rüşvet ve Yolsuzlukla Mücadele Kanunu, 4208 Sayılı Karaparanın Aklanmasının
Önlenmesine Dair Kanun ve 4422 Sayılı Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele
Kanunları bulunmaktadır. Ancak bu yasa hükümleri ancak gelir düzeyi düşük olan
vatandaşlara uygulandığından, ülke tam bir mafya ekonomisine dönüşmüştür.
58. Hükümet işbaşına gelir gelmez ?nereden buldun? yasasını gündemden kaldırmış,
mafyanın ve karaparacıların yüreğine su serpmiştir. Bunun yanında organize suçlarla
ilgili olarak sayısı ve adları artık bilinemeyen operasyonlar yapılmış, ancak
bu operasyonlarla ilgili tek bir siyasetçi bile yargılanmamıştır. Bankacılık
sektöründeki yolsuzluğunda 50 milyar dolar olduğu göz önünde bulundurulduğunda,
ülkedeki denetim yetersizliği çarpıcı bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
Bu nedenle;
? Denetim birimlerinin yanında, sendikaların demokratik kitle örgütlerinin yer
alacağı ?demokratik denetim? mekanizmaları oluşturulmalıdır.
? Yolsuzluk yapanların kendisinin ve bu süre içerisinde mal varlığı artışını
kanıtlayamayan birinci derecedeki akrabalarının mal varlığına el koyma yasal
hale getirilmelidir.
13- SOSYAL GÜVENLİK SİSTEMİNDE YER ALAN KURULUŞLARININ SORUNLARINA İLİŞKİN ÇÖZÜM ÖNERİLERİMİZ.
Sosyal güvenlik; sosyal yardımlar, sosyal hizmetler ve sosyal sigortalardan oluşan bir bütündür. Bu nedenle sosyal sigorta kurumları ile ilgili olarak yapılacak reform çalışmaları sırasında, sosyal yardımlar, sosyal hizmetler ile ilgili mevzuatın da gözden geçirilmesi ve sistemin bir bütün olarak işleyişi açısından gerekli düzenlemelerin yapılması gerekmektedir.
Ancak böyle bir reform çalışması uzun bir çalışma dönemini ve konuyla ilgili bütün kurum ve kuruluşların bu çalışmalara katılmalarını gerektirmektedir.
a) Sosyal güvenlik kuruluşları arasında standart ve norm birliği sağlanmalıdır.
Bugün sosyal güvenlik sistemimizin karşılaştığı en önemli sorunlardan biri sosyal
güvenlik kurumlarının birbirinden çok farklı normlar uygulamasıdır. Gerçekten,
ülkemizde Sosyal Sigortalar Kurumu, Emekli Sandığı, Bağ-Kur ve özel sandıklar
kapsamına aldıkları kişilere değişik haklar tanımakta ve farklı hizmetler sunmaktadırlar.
Bu kuruluşlar arasında çalışma hayatındaki riskleri en geniş şekilde karşılayan kuruluşun Sosyal Sigortalar Kurumu olduğu gözlenmektedir. Diğer kurumların ise kısa vadeli sigorta riskleri yönüyle tatmin edici bir uygulama içinde olmadığı anlaşılmaktadır. Kaldı ki, kurumların genellikle uyguladıkları yaşlılık, malullük ve ölüm sigortalarında dahi mensuplarına sağlanan haklar ve bunların kazanılma şartları arasında farklılık görülmektedir. Bu farklılıklar toplumun bazı kesimlerinin değişik biçim ve şartlar altında sosyal güvenliklerinin sağlandığını göstermekte ve problemlere yol açan uygulamalara sebebiyet vermektedir. Bu durum kurumların birbirlerini emsal göstermek suretiyle giderek daha fazla mevzuat değişikliğine gitmelerini adeta teşvik etmektedir.
Bu nedenlerle, sosyal güvenlik kurumları tarafından uygulanan politikalarda eşgüdüm sağlamak, sağlanan haklarda ve getirilen mükellefiyetlerde norm ve standart birliğini sağlamak için bütün sosyal güvenlik kurumlarını bağlayıcı bir düzenleme yapılmalıdır.
b) Sosyal güvenlik kuruluşları arasında koordinasyon ve işbirliği sağlanmalıdır
Sosyal güvenlik kuruluşları arasında hem en üst seviyede, hem de icra organı
olan taşra teşkilatları seviyesinde sağlanacak olan koordinasyon ve işbirliği
sosyal güvenlikte dağınıklığın getirdiği kaynak israfını önlemiş olacaktır.Mevcut
teşkilatlanma içinde her kurum taşrada kendi hizmet birimini kurmakta ve kendi
sigortalıların işlemlerini gerçekleştirmektedir. Ancak, nüfus yoğunluğu sebebiyle
bazı kurumlar bir kısım yerleşim biriminde hizmet birimi oluşturamamaktadır.
Bu durumda, sosyal sigorta kurumlarının hizmet birimleri arasında birbirlerinin
rutin işlerini yapmak üzere işbirliği sağlanabilir. Bilgisayar teknolojisinin
yaygınlaşması bu işbirliğine imkan vermektedir. Bu gelişme, sosyal güvenlik
kurumlarının tek çatı altında toplanmasına yönelik bir kısım eleştirilerin kaynağını
da ortadan kaldıracaktır.
c) Yeni af yasası katiyetle çıkartılmamalıdır.
Sosyal güvenlik kuruluşlarının aktüerya dengesini bozan, sigortalıların prim
ödeme alışkanlıklarını olumsuz etkileyen af yasaları kesinlikle bir daha çıkartılmamalıdır.
d) Prim karşılığı olmayan hizmetler ayrılmalı ve bunların giderleri devlet
tarafından karşılanmalıdır.
Sosyal Yardım Zammı gibi prim karşılığı olmaksızın yapılan ödemeler devlet tarafından
karşılanmalıdır.
e) Sosyal güvenliğe devlet katkısı zorunlu hale getirilmeli ve bu katkı oecd
ülkelerinin ortalamasından az olmamalıdır.
Anayasamıza göre devlet, sosyal güvenliği sağlamakla görevlidir. Bununla birlikte,
sosyal güvenlik harcamalarına katkısı, bu görev ve gösterdiği iktisadi gelişme
ile uyumlu değildir. Ülkelerin gelişmişlik düzeyi arttıkça, sosyal güvenliğe
milli gelirden ayırdıkları paylar da artmaktadır.
Batı ülkelerindeki sosyal güvenlik sistemlerinde devlet, sosyal devlet anlayışının bir gereği olarak, sosyal sigortaların finansmanına pek çok yöntem çerçevesinde katılmaktadır. Ülkemizde ise sistemin finansmanına hiçbir katılım söz konusu değildir.
Bugün Devlet, sigortanın finansmanına işçi ve işveren kesimi gibi prim ödeyerek doğrudan doğruya katkıda bulunmamakta, sadece kuruluş masraflarını karşılama, işlemlerini vergi ve harçlardan muaf tutma şeklinde dolayı yoldan iştirak etmektedir.
Öte yandan, Avrupa Topluluğuna üye ülkelerin hepsinde devletin sosyal sigortanın finansmanına katkısı sağlanmış bulunmaktadır. Bu nedenle, ülkemizde de sosyal güvenliğin finansmanına devlet katkısı biran önce sağlanmalıdır. Bu katkının açıkları kapatmanın yanı sıra, belirlenmiş esaslar çerçevesinde doğrudan prim ödemek suretiyle yapılması sağlanmalıdır.
f) Sosyal güvenlik tüm vatandaşları kapsayacak şekilde yaygınlaştırılmalıdır.
Sosyal güvenlik, çeşitli kaynaklara göre 4 milyon kişiye ulaşan sigortasız çalışanlardan
başlamak üzere, henüz sosyal güvenlik şemsiyesi altına alınamayan ülke nüfusunun
dörtte birini de kapsaması sağlanarak, yaygınlaştırılmalıdır.
Gelir düzeyi belirli bir sınırın altına düşen herkes, sosyal güvenlik sisteminin sağladığı yardımlara hak kazanmalıdır, bu durumda olan fertler sosyal yardım kapsamına alınmalıdır. Her ne kadar 65 yaş aylığı bu nitelikte ise de, hem çok az sayıda yurttaşı kapsıyor olması nedeniyle sayı bakımından, hem de yapılan yardımlar açısından yetersizdir.
Sadece yaşlılar değil, çalışıyor olup da geliri normal hayat standartlarının altında kalan bireylere de sosyal destek yapılmalıdır. Evsiz, kimi kimsesi olmayan düşkün insanlar ülkemizde oldukça çoktur. Bunların sayısı hakkında kesin bilgilere ulaşmak pek olası değildir. Zira bu insanlar devletin koruyucu ve gözetici şemsiyesinin dışındadırlar.
Emek piyasasına yeni girip iş bulamayan ve hiçbir geliri olmayan gençler sosyal güvenlikten yoksundur. Nüfusumuzun, dünyanın pek az yerinde görülecek kadar, genç olması iş piyasasına (emek piyasası) her yıl binlerce genç insanımızın girmesine neden olmaktadır. Bunlar ne yazık ki iş bulamamaktadırlar. Uluslararası sosyal güvenlik normlarında da belirtildiği gibi bu insanlar, yani hiç işi olmayan ve iş bulamamış bu gençler, işsizlik yardımı kapsamına alınmalıdır.
Gelir elde edemeyecek durumda olan sakatların sosyal güvenlik kapsamına alınması gerekir. Özellikle toplumumuzun özürlü yurttaşlarımıza bakışı göz önüne alındığında bu insanların toplumdan soyutlanmasının yanında, bir de maddi olarak muhtaç durumda olmaları, toplumun moral değerlerini de altüst etmektedir. Hem ekonomik olanaksızlıkları yüzünden, hem de özürlü olmaları nedeniyle bu insanlarımız eğitim, kültür ve toplumsal yaşamdan mahrumdurlar. Bir an önce sosyal yardım kapsamına alınmaları bu insanların onurları için de önemlidir.
Ev kadınları, sadece eşlerinin eline bakmaları, ekonomik özgürlüklerinin olmaması nedeniyle, ileride herhangi bir boşanma durumunda ortada kalmaktadırlar. Ev kadınları, 1479 sayılı Kanun kapsamında isteğe bağlı sigortalı olabilmekteler, bu bir zorunluluk olmadığı için de hemen hemen hiçbirinin sosyal güvenliği bulunmamaktadır. Bu durumda bulunan vatandaşların zorunlu sosyal güvenlik kapsamına alınmasını özendirici tedbirlere yer verilmelidir.
g) Sosyal sigorta kapsamı genişletilmelidir.
10 Mayıs 1944 tarihli Philadelphia Bildirgesi ile uluslararası bir nitelik kazanan
toplumsal risklere karşı sosyal güvenlik kapsamının genişletilmesi gerekir.
Bireyin? fiziki varlığını tehdit eden olaylara karşı tıbbi yardımların yapılması, Deprem,? sel, kuraklık, yangın gibi doğal afetlerin açtığı zararların sosyal güvenlik kapsamına alınması bir zorunluluktur.
Öğrenim gören gençler ana ve babalarının paraları ile eğitimlerini sürdürmektedirler. Oysa AB ülkelerinde öğrenim gören insanlara eğitim yardımı yapılmaktadır.
Gelir düzeyi düşük aileler (ailede çalışanların mesleki faaliyetleri ne olursa olsun) sosyal yardımlarla desteklenmelidir. Kimsesiz ve düşkünler devletin koruma ve güvencesi altında olmalıdır.
Sokak çocukları ve kimsesiz çocuklar, özellikle sokak çocukları her türlü kötü işlerin içinde yaşamlarını sürdürmektedirler. Uyuşturucu, tiner koklama gibi kötü alışkanlıklar ile hayatlarının baharında sönüp gitmektedir.
Özel bakım gerektiren yaşlılık ve hastalık halleri sosyal sigorta kapsamına alınmalıdır.
Herhangi bir işverene bağlı olarak çalışıp da sosyal güvenlik kapsamı dışında
kalanlar, yani kaçak işçiler sosyal güvenlikten yoksundurlar. Özellikle hizmet
sektörü bu konuda en dikkat çeken sektördür.
Örneğin temizlik şirketlerinde çalışan insanların hemen hemen tamamı herhangi
bir sosyal güvenlik sistemine dahil değildir. Kaçak çalışma ve çalıştırmanın
önüne, devlet denetim mekanizmaları etkin bir şekilde çalışarak geçmelidir.
ğ) İşsizlik sigortası yaygınlaştırılmalı ve yeterli düzeyde yardım yapılmalıdır
Sosyal güvenlik, sosyal risklerin bireyler üzerindeki etkilerini giderme çabası
olarak tanımlanabilir. Tüm sosyal riskler, bireylerin ekonomik durumunu etkilemek
gibi ortak bir özelliğe sahiptirler. Sosyal güvenliğin amacı ise, sosyal riskle
karşılaşan bireye ekonomik güvence sağlamaktır. Bu riskler ILO.nun 102 sayılı
Sözleşmesinde hastalık, analık, sakatlık, yaşlılık, iş kazası ve meslek hastalığı,
ölüm, ailevi yükler ve işsizlik olarak kabul edilmiştir. Türkiye bu Sözleşmeyi,
ailevi yükler ve işsizlik risklerini dışarıda bırakarak 29.7.1971 tarih ve 1451
sayılı Yasa ile onaylamış, Bakanlar Kurulu da 1.4.1974 tarih ve 7/7964 sayılı
Kararname ile kabul etmiştir.
Ülkeler, işsizliğin sonuçlarını giderici, geçici gelir kayıplarını tazmin edici
politikalar uygulamak zorundadırlar. Bu politikalarını temel amaçlarından birisi
de işsizlik sigortasıdır. Ülkemizde 1959 yılından bu yana birçok kez işsizlik
sigortası ile ilgili kanun tasarıları hazırlanmış olmasına rağmen, İşsizlik
Sigortası Kanunu 25.8.1999 tarihinde TBMM.de kabul edilmiş olup, 8.9.1999 tarihinde
Resmi Gazetede yayınlanmıştır. Kanunun yürürlük tarihi 1.6.2000 olarak belirlenmiştir.
İşsizlik sigortası, bir işyerinde çalışırken, çalışma istek, yetenek, sağlık
ve yeterliliğinde olmasına rağmen, herhangi bir kasıt ve kusuru olmaksızın işini
kaybeden sigortalılara işsiz kalmaları nedeniyle uğradıkları gelir kaybını belli
süre ve ölçüde karşılayan, sigortacılık tekniği ile faaliyet gösteren zorunlu
bir sigortadır.
Şu anda uygulamada ulan işsizlik sigortasından milyonlarca işsiz bulunmasına
rağmen oldukça sınırlı sayıda sigortalı yaralanmaktadır.Ve yapılan işsizlik
yardımı insanca yaşama koşullarını sağlama olanağını vermekte oldukça yetersiz
kalmaktadır.Dolayısı ile işsizlik sigortasının hem kapsamı genişletilmeli hem
de yapılan yardımın miktarı artırılmalıdır.
14- DİĞER ÖNERİLER
Sosyal Güvenlik sistemimizin, özellikle Bağ-Kur ve Sosyal Sigortalar Kurumunun
sorunları, geçici ve yüzeysel tedbirlerle giderilecek boyutları aşmıştır.
Bu nedenle;
Kayıt dışı sektörün kayıt altına alınması amaçlanmalıdır. Bunun sağlanması
ve ayrıca im tahsilatının hızlandırılması için işyerlerinin yoğun olarak bulunduğu
yörelerde ube müdürlüğü veya irtibat bürosu şeklinde örgütlenmesi özellikle
SSK ve Bağ-Kur açısından önem arz etmektedir.
.
Aynı zamanda, daha etkin bir hizmetin verilebilmesi ve haklara daha fazla işlerlik
kazandırılması için ilgili kurum çalışanlarının ekonomik ve sosyal yönden tatmin
edilmeleri gerekir.Bu da çalışanlar için toplu sözleşme hakkının etkin bir şekilde
kullanılması ile mümkündür. Ayrıca söz konusu kurumların her birinin çalışanlarına
sağladığı olanaklar en azından aynı düzeye getirilmelidir. Sigortalıların tatmin
edilmesi, kurum çalışanlarının tatminine bağlıdır.
Sosyal güvenliğin kapsamı hem kişiler yönünden, hem de sosyal riskler yönünden
genişletilmelidir.
a) Genel çerçevede yasal olarak düzenlenmeli ve emekli aylıkları arasında sosyal
sigorta tekniği bakımından eşitlik yüksek standartta sağlanmalıdır.
b) Emeklilere analık sigortası kapsamında ana çocuk sağlığı hizmetleri verilmelidir.
İşçi emeklisi kadınlar ile işçi emeklisi erkeklerin sigortalı olmayan eşlerinin
Analık Sigortasından yararlanmaması ana ve çocuk sağlığı bakımından son derece
sosyal bir eksikliktir. Bu bakımından Sosyal Devlet anlayışının bir gereği olarak
işçi emeklisi kadınlar ile işçi emeklisi erkeklerin sigortalı olmayan eşlerinin
Analık Sigortasından yararlanmasında zorunluluk görülmektedir.
c) Emeklilere yurt dışında tedavi hakkı tanınmalıdır.
Hastalık sigortası kapsamında emeklilere yurt dışında tedavi imkanı sağlanmamaktadır.
Bu husus da Kanun önünde eşitlik yanında Sosyal Devlet ilkesine de aykırıdır.
Sosyal güvenliğin etkin bir sonucu olarak emeklilere de tıbbi gereksinim halinde
yurtdışında tedavi olabilme hakkı tanınmalıdır.
d) İlaç, protez gibi katkı payları ile muayene ücreti kaldırılmalıdır.
Ülkemizde sosyal sigorta sistemi primli esaslara göre düzenlenmiş temeli nimet
külfet eşitliğine dayanmaktadır.Kamu hizmetinin temel ilkelerine aykırı olan
bu yaklaşım nedeniyle yıllardır hastalık sigortası primini ödeyerek yasal yükümlülüğünü
yerine getirmiş olan emeklilerden ilaç katkı payı, protez katkıpayı, muayene
ücreti gibi sosyal sigorta tekniği ile bağdaşmayan ek ödemeler kaldırılmalıdır.
S.S.K.. nın bugünkü duruma gelmesinde önemli rol oynayan siyasi iktidarların
keyfi uygulamalarına ancak bu suretle son verilebilir. Sosyal Sigortalar Kurumunu
siyasi iktidarların bir istihdam yeri olarak görmelerinden vazgeçilmelidir.
Kadrolaşma amacıyla yapılan bu tür uygulamalar S.S.K.. nın idari ve mali yükünü
daha da artırmaktadır.
e) Sosyal güvenlik sisteminin özelleştirilmesi ve tasfiye edilmesi politikaları
terk edilmelidir.
Anayasamızın 60. Maddesine göre ; herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet
bu güvenliği sağlayacak tedbirleri almak ve teşkilatı kurmakla yükümlüdür.
Anayasanın bu emir hükmüne göre, kişi için bu hak, devlet için bir görev olan
sosyal güvenlik sistemi özelleştirilemez.
f) Özel sigortacılık,emeklilik teşvik edilmemeli ve kamu güvencesi verilmemelidir
.
Ülkemizde Sosyal Güvenlik sistemi primli, zorunlu ve sosyal nitelikte yapısal
durum taşımaktadır. Bu nedenle özel sigorta programları sosyal güvenlik sisteminin
alternatifi olarak gündeme getirilmektedir.
Daha önce Bankerlik ve Batık Banka skandalını yaşayan ülkemizde Özel Emeklilik
Sistemi İle yeni skandalların yolu açılmaktadır. Özel emeklilik Kapsamında yer
alan sigortalılara bu Şirketlerin iflası halinde her hangi bir kamu güvencesi
verilmemelidir.
Bireysel emeklilik, mevcut sosyal güvenlik kuruluşlarının güçlendirilmesini
engelleyecek bir düzenlemedir. Ülkemizdeki gelir dağılımının sonuçları bellidir.
Gelir dağılımının bozuk olduğu ülkemizde, özel sigortacılık programlarının geniş
kitlelerinin sorunlarına çözüm getirmesi mümkün değildir. Ticari bir yaklaşımla
getirilmek istenen özel sigorta programları ile özellikle, SSK.nın zayıflatılması
amaçlanmaktadır.
Sosyal güvenlik sisteminin yerine özel sigortacılığın yaygınlaştırılması ve sosyal güvenliğin zayıflatılması da sistemin bütünü açısından bakıldığında bir tür özelleştirmedir. Özel emeklilik programlarında sigortalı gelir getiren bir kaynak olarak görülmektedir. Oysa, sosyal güvenliğin temelinde, ticari değil, toplumun güvenliği anlayışı bulunmaktadır.
Anayasal bir hak olan sosyal güvenliğin herkese sağlanması için, Devlete önemli
yükümlülükler verilmiştir. Devlet, bu yükümlülüğü sağlayacak tedbirleri almalı,
herkese, sosyal güvenlik hakkını sağlamalıdır. Devletin, bu yükümlülüğünü yerine
getirmeden, yeni kaosları getirecek bir sistem olan bireysel emekliliği teşvik
etmesi, katkıda bulunması, sosyal güvenlik hakkına kavuşmamış milyonlarca insanımıza
yapılacak en büyük haksızlık olacaktır.
Bireysel emeklilikte bir de, zorunluluk koşulunun getirilmek istenmesi, mevcut
sosyal güvenlik kuruluşlarını daha da zayıflatacak bir araç olacaktır.
g) SSK sağlık hizmetleri yeniden yapılandırılma adı altında ticarileştirilmemelidir.
Sosyal Sigortalar Kurumunun sağlık hizmetini kendi üreten bir sosyal güvenlik
kuruluşu olarak ülkemizin nüfusunun % 40' ına sağlık hizmeti veren sosyal güvenlik
kuruluşudur. Sigortalı, emekli, dul ve yetimler ile hak sahibi eş çocuk, ana
ve babayı kapsamak üzere 26 milyon vatandaşı sağlık şemsiyesi altına alan hastalık
sigortası ilk defa olarak 1994 yılından itibaren uygulana yanlış politikalar
sonucunda her geçen yıl daha da büyüyerek açık vermeye başlamıştır.
Sağlık hizmetlerindeki nitelik ve nicelik bakımından yetersizlik, kadro eksizliği
.Kuruluş amacı anlaşılamayan hastane dernekleri. paralı tedavi uygulaması sosyal
sigorta anlayışı ile bağdaşmamaktadır.
ğ) Emeklilerin aylıklarının geçim şartlarına uygun şekilde belirlenmesi ve farklı
oranlarda aylık bağlama oranları terk edilerek aylık bağlama oranlarında eşitlik
sağlanmalıdır.
Yasadan kaynaklanan aksaklıklar giderilmeli. Kamu çalışanlarına uygulanan ücret
politikası emeklilere de aynen yansıtılarak devletin farklı şekilde uygulamakta
olduğu ücret politikası terk edilerek gerçek sosyal devlet politikası haline
getirilmelidir.
Anayasamızda da yerini almış olan sosyal güvenlikle ilgili hükümlerin temelinden
biri de emekli olanların normal geçim şartlarının sağlanmasını gerektirmektedir.
Yüksek enflasyonda ezilen en büyük kitleyi oluşturan işçi emeklisi dul ve yetimlerinin
yaşam şartları mutlak surette düzeltilmeli, emekli aylığı asgari geçim şartını
sağlayacak miktara mutlaka getirilmelidir.
Bu bağlamda 506 sayılı Kanundan kaynaklanan aylık bağlama oranlarında eşitlik mutlaka sağlanmalıdır.
Sonuç olarak sağlık ve sosyal güvenlik sistemine ilişkin;
? Sağlık hizmetleri tek elden ve kamu tarafından ücretsiz verilmesini,
? Koruyucu sağlık hizmetlerini temel alan halk sağlığı politikaları uygulanmasını,
sağlık yatırımları yerel ihtiyaçlara ve bölgesel özelliklere göre belirlenmesini,
sağlık ocaklarının donanımlı ve işlevsel hale getirilmesini, tıbbi cihaz ve
ilaçta dışa bağımlılıktan kurtularak, ulusal sağlık programları oluşturulmasını,
? Nüfus cüzdanı gösteren her yurttaşın sağlık hizmetinden yararlanmasını, bölgeler
arası eşitsizliklerin giderilmesini,
? Sevk zinciri işletilerek , 2 .ve 3. basamakta yığılmaların engellenmesini,
? Sağlık hizmetlerinde ihtiyaç belirlenmesi dahil halkın ve çalışanların karar
süreçlerine katılımının sağlanmasını,
? Eşit, ücretsiz,nitelikli, hizmet sunumu esas alınmasını,
? Devlet, sağlık ve sosyal güvenliğin finansmanına katılmasını,
? Sosyal güvenlik hizmetlerinin herkesi ve tüm riskleri kapsamasını,
? Sosyal güvenlik kamu hizmetidir, Sosyal güvenlik kurumlarının bir hizmet örgütü
olarak kalmasını, hizmette norm ve standart birliğinin sağlanmasını, alt yapısı
halkın ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde planlanmak suretiyle sosyal güvenlik
hizmetlerinin tek çatı altında toplanmasını ve kar aracı olarak ele alınmamasını,
? Sosyal güvenlik kurumlarının yönetiminin özerk ve demokratik olmasını, yönetimlerin
işçi, kamu çalışanı ve emeklilerin ağırlıklı olduğu bir yapıya kavuşturulmasını,
? Prim borçlarının affedilmemesini, faiziyle birlikte ödenmesini,
? Çalışma saatlerinin istihdamı genişletme hedefine uygun olarak yeniden düzenlenmesini,
emeklilik yaşının azaltılmasını,
? Kayıt dışı ekonomiden vazgeçilmesini, sigortasız işçi çalıştırılmaya son verilmesini,
? .Tüm kamu kuruluşları gibi sosyal güvenlik kurumlarının da mal varlıklarının,
gayrımenkul ve tesislerinin satışına son verilmesini,
? Emeklilerin kimseye muhtaç olmadan yaşayabilecekleri ortalama yaşam standardı
dikkate alınmak suretiyle emekli maaşlarının hesaplanmasını, özel bakım gerektiren
yaşlılık ve hastalık hallerinin de risk kapsamına alınmasını,
? Sağlık ve sosyal güvenlik çalışanlarının grevli, toplusözleşmeli örgütlenme
hakkına, iş güvenceli, insanca çalışma ve yaşama koşullarına kavuşturulmasını,