Kazanılmış hak nedir?
Kazanılmış hak kavramı idare hukukunda en çok kullanılan kavramlardan birisidir. Diğer yandan, hem memur hem de memur adayları karşılaştıkları hukuksuz bir uygulamada bu kavramdan yola çıkarak hak aramaya çalışmaktadırlar. Danıştay dergisinin son sayısında Danıştay Onuncu Dairesi Tetkik Hakimi Yahya ŞAHİN tarafından "Yasa ve düzenleyici idari işlemlerin değişmesinin kazanılmış haklar yönünden incelenmesi" başlıklı 21 sayfalık bir analiz yayınlamıştır. Hak arayacak ziyaretçilerimizin dikkatine sunuyoruz.
YASA VE DÜZENLEYİCİ İDARİ İŞLEMLERİN DEĞİŞMESİNİN KAZANILMIŞ HAKLAR YÖNÜNDEN İNCELENMESİ
Yahya ŞAHİN
Danıştay Onuncu Dairesi Tetkik Hakimi
I-Giriş
II- Kazanılmış Hak Kavramı
III- Kazanılmış Hakların Doğumu
1-Birel İşlemin Gerekliliği
2-Düzenleyici Hukuki Tasarruflar (Kural İşlemler) Kazanılmış Hak Doğurabilir mi?
IV-Düzenleyici Tasarruflarda Yapılacak Değişikliklerin Kazanılmış Haklara Etkisi
V-Düzenleyici Tasarrufların Değişmesinde Kazanılmış Hakkın Kapsamının, Özelliklerinin ve sınırlarının İrdelenmesi
1-Kuralın Kendiliğinden Uygulanacak Hale Gelmesi ve Kazanılmış Hakkın Kapsamı
2- Hakkın Kişisel Niteliğe Dönüşmesinin Gerekliliği
3-Kazanılmış Hakkın Kişiye Ait Olması
4- Özel Durumlar
a - Memur Statüsüne Girişte Sınav, Kurs, Staj gibi Atanmak İçin Bir Prosedürün öngördüğü Durumlar
b - Öğrencilik Statüsü ve Eğitim Öğretim Süreci
5-Kazanılmış Hakkın Sınırları
a- Kamu Düzeni, Kamu Yararı ve Kamu Hizmetine İlişkin Sınırlama Örnekleri
b- Uluslararası Sözleşmeden Gelen Sınırlamaya İlişkin Örnekler
c- Yargı Kararlarından Oluşan Sınırlamalar
IV-Sonuç
YASA VE DÜZENLEYİCİ İDARİ İŞLEMLERİN DEĞİŞMESİNİN KAZANILMIŞ HAKLAR YÖNÜNDEN İNCELENMESİ
I-Giriş
Doktrinde ve yargı kararlarında; düzenleyici tasarrufların kazanılmış hak yaratmayacağı ve kazanılmış hakkın ancak birel işlemin tesisiyle, dolayısıyla objektif hukuksal durumun kişiselleşmesiyle oluşabileceği görüşü genellikle kabul görmekte olup, birel işlemin tesisiyle kişiselleşmenin gerçekleşmediği durumlarda kazanılmış hakkın oluşmadığı yolundaki saptamalar çok fazladır. Bu makalenin temel yazılma sebebi, düzenleyici tasarrufların (yasa ve düzenleyici idari işlemler) değişmeleri ve kaldırılmalarının kazanılmış haklar yönünden incelenmesi ve objektif hukuksal düzenlemelerin de bazı hallerde kazanılmış hak doğurabildiğinin somutlaştırılarak ortaya konulmasıdır.
Kazanılmış hakların korunması, Anayasanın 2'nci maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesinin gereklerinden biridir. Kısaca, kendisi de hukuk kurallarına bağlı kalarak yönetilenlere hukuk güvenliği sağlayan devlet olarak ifade edilebilen hukuk devleti, Anayasa Mahkemesince, "her eylem ve işlemi hukuka uygun, insan haklarına saygı gösteren, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayıp yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasa bulunduğu bilincinden uzaklaştığında geçersiz kalacağını bilen devlet"1 şeklinde tanımlanmaktadır. Hukukun genel İlkelerinden olan, hukuki güven ve istikrar ilkeleri ile yasa ve idari işlemlerin kural olarak geriye yürümezliği ilkesi ve bu ilkelerle doğrudan bağlantılı olan kazanılmış haklara saygı ilkesi hukuk devletinin temel unsurları arasında yer alırlar.
Lütfi Duran'ın belirttiği gibi, sonradan yapılacak işlemlerle önceden yaratılmış hukuki durumların değiştirilmesi hukuktan beklenen güvenlik ile bağdaşamaz. İdari işlemlerin geriye yürümemesi, müesses vaziyetlerle (kurulmuş durumlarla) kazanılmış hakları korumak ve hukuki ilişkilerde istikrarı sağlamak ihtiyaç ve zorunluluğundan doğmuş sosyal bir hukuk kuralıdır. Nitekim, genellikle hukuk düzenlerinde, kanunların da geçmişe yürür hükümler koyamayacağı kuralı geçerli olmakta, böyle bir yasak koymayan düzenlerde ise, yasama organının çok istisnai hallerde geçmişi etkileyen tasarruflar yapabileceği ve bunların dar bir yorumla uygulanacağı kabul edilmektedir.2
Kazanılmış haklara saygı ilkesinin önemi; kanunun kaldırılması veya değiştirilmesi, daha sık da bir idari işlemin geri alınması veya kaldırılması veya değiştirilmesi hallerinde önceki kanun ve/veya İdari İşlemden doğmuş olan hakların hangi durumlarda ne kadar korunacağı veya korunmayacağı açısından ortaya çıkmaktadır.
Yasama Organında milletvekili çoğunluğuna sahip bulunan siyasi partiler, istedikleri konularda kolaylıkla yasa çıkarabildikleri gibi, bu partilerin kurdukları hükümetler de; devletin yürütme organına verdiği görev ve yetkileri kullanarak; değişen koşullar ve hizmet gereklerinin yanı sıra, kendilerinin ve temsil ettikleri çıkar gruplarının beklentileri doğrultusunda çeşitli düzenlemeleri uygulamaya koymaya çalışırlar. Bunları yaparken de, arkalarında bulunan sayısal destek ve ellerindeki iktidar gücünün etkisiyle, 'sınırlamaları aşmak' eğilimine girerek, daha önce hukuka uygun olarak elde edilmiş ve kullanılmakta olan hakları zedeleyebilir ve hatta ortadan kaldırmaya yönelebilirler. Belirtilen şekilde, yönetilen kişilerin haklarına saldırılar, yönetimden gelebileceği gibi yasama organından da gelebilmektedir. Bu nedenle kişilerin haklarının korunması bakımından, tarihsel süreç içerisinde devletlerin iç hukuk düzenlerinde geliştirilen kurumlar arasında, yasama organlarından gefen saldırılara karşı Anayasa Mahkemelerinin, yönetimden gelen saldırılara karşı da kıta Avrupası sisteminde (idari rejim), Danıştay ve idare mahkemelerinin ortaya çıktığı görülmektedir. Bu durumda, kazanılmış hakkın açıklığa kavuşturulmasında, idari işlem ve eylemlerin hukuka uygunluğunu denetleyen Danıştay ve idari mahkemelerin konuya ilişkin kararlarının ele alınmasının yanı sıra, kanunların Anayasa ve hukukun genel ilkelerine uygunluğunu denetleyen Anayasa Mahkemesi kararlarına da yönelmek zorunlu olacaktır.
Türk Hukuk Sisteminde, kazanılmış hakkın yukarıda belirtilen anayasal dayanağı dışında, idare hukuku yönünden, medeni hukuktakinin3 aksine, kapsamlı ve genel bir yasal dayanağı bulunmamakta olup; uygulamada daha çok üç şekilde ortaya çıkmaktadır. Birinci durum, idarenin bir konuda yasadan aldığı genel düzenleme yetkisine dayanarak yürüttüğü faaliyet konularında yeni bir özel yasa çıkartılması halinde, ikinci ve üçüncü durumlar, yine yasaların uygulanmasını göstermek üzere çıkartılan tüzük ve yönetmeliklerin bir konuyu ilk defa düzenlemeleri veya mevcut bir yönetmeliğin bazı maddelerinde yer alan düzenlemelerin köklü şekilde değiştirilmesi hallerinde görülmekte olup; geçiş ve uyum sürecini düzenleyen geçici maddelerinde, Önceki uygulamalardan dolayı oluşmuş durumların ve doğmuş olan kazanılmış hakların korunmasına ilişkin düzenlemelere yer verildiği görülmektedir. Yapılan düzenlemelerde kazanılmış hakları koruyucu hükümlere yer verilmemesi veya ilgililer tarafından yeterli bulunmaması hallerinde uyuşmazlıklar çıkmakta, bu durumlarda da konu yargı kararlarıyla şekillenerek çözüme kavuşturulmaktadır.
Doktrinde, Türk hukukunda kazanılmış hak kavramının bir fonksiyoneilik içerdiği, diğer bir ifadeyle her olaya göre incelenmesi gerektiği kabul edilmektedir.4 Anayasa Mahkemesi ve Danıştay içtihatlarında da, kazanılmış hak kavramının kapsamının kesin sınırlarının çizilmediği ve her olaya göre değişken olduğu dikkate alınarak konunun özelliğine göre değerlendirme yapılması yoluna gidildiği gözlenmektedir.5 Bu duruma karşın, çeşitli konulardaki uyuşmazlıkların yargı önüne taşınması sonucu verilen kararlardan, kazanılmış hak konusunda öne çıkan temel eğilim ve ilkeleri ortaya koymak mümkün olabilmektedir. Bu çerçevede Danıştay'ın farklı Dairelerinin görevine giren konulardan Örneklerle, idare hukukunda kazanılmış hakkın hangi aşamada oluştuğu ve hangi durumlarda hakların ne kadar korunduğu tartışılarak ortaya konulmaya çalışılacaktır. Bu arada da kazanılmış hakların; kamu yararı, kamu düzeni, kamu hizmetlerinin gerekleri ile sınırlandırılması ve bu kavramların hukuki istikrar kavramıyla ilişkileri ve karşıtlığı gösterilmeye çalışılacaktır.
II- Kazanılmış Hak Kavramı
Doktrinde ve yargı kararlarında üzerinde uzlaşmaya varılmış bir kazanılmış hak tanımı bulunmadığı gibi, adlandırmada da bir birliktelik bulunmamaktadır. Kavram; Danıştay ve Yargıtay kararlarında kazanılmış hak, müktesep hak, müesses vaziyet (yerleşmiş durum) ibareleriyle ifade edilirken, İlhan Özay'ın belirttiği üzere idare hukukunda daha yaygın ve yerleşik "müesses durum" ya da "kurulu düzen" ile ifade edilmektedir.6 Kemal Gözler tarafından ise, hak yaratıcı işlemlerin "kazanılmış haklar"ı doğurduğu, hak yaratıcı olmayan işlemlerin ise ''kazanılmış haklar"a yol açmayacağı belirtilerek, "hak yaratıcı işlemler" kavramını kullandıktan sonra ayrıca "kazanılmış haklar" kavramını kullanmaya gerek olmadığı İleri sürülmüştür.7 Belirtilen şekilde, adlandırmada farklı ibarelerin kullanıldığı görülmekle birlikte; "müesses durum"un kazanılmış hakkın dibinde bulunamayacak olan; hukuka aykırılık taşıyan bir işlemden kaynaklanan ancak İlgilinin iyi niyeti ve üzerinden bir süre geçmiş olması gibi sebeplerle idari istikrar gereği kişilerin lehine doğmuş hukuki durum ve kazanımların korunmasını ifade edecek şekilde kullanıldığını da8 belirtmekte yarar bulunmaktadır.
Kazanılmış hak, yargı kararlarında ve doktrinde, hangi durumlarda kazanılmış hak oluştuğundan ve oluşmadığından hareketle tanımlanmaya çalışıldığından, yargı kararlarında daha çok uyuşmazlığın çözümüne yönelik unsurların öne çıkartılmasıyla, doktrinde ise, yazarın savunduğu görüşe göre bazen belirli unsurları öne çıkartan bazen de her durumu kapsamak kaygısıyla olsa gerek, temel unsurların yanı sıra her olayda mutlaka gerçekleşmesi aranmayacak unsurlara yer verilerek, hatta hukuka aykırı işlemleri de kapsatacak şekilde ifade edildiği9 görülmektedir.
Yücel Oğurlu tarafından, kazanılmış hak, "doğumu anında hukuka uygun olarak tamamlanmış ve böylece kişiye özgü, lehe sonuçlar doğurmuş, daha sonra mevzuat değişikliği ya da İşlemin geriye alınması gibi nedenlere rağmen, hukuk düzenince korunması gereken hak"10 olarak tanımlanmaktadır.
Kazanılmış hakkı, ileride yapacağımız açıklamalarda kullanacağımız verileri Öne çıkartan şekilde, Danıştay'ın çok eski kararlarından bu güne kadar zaman zaman kullanılmakta olan ibarelerle tanımladığımızda; "objektif bir hukuk kuralının İlgili kişi hakkında uygulanması veya kendiliğinden uygulanacak hale gelmesi, böylece objektif ve genel hukuki durumun kişisel bir işlemle özel hukuki duruma dönüşmesi"11 olarak ifade edebiliriz.
III- Kazanılmış Hakların Doğumu
1-Birel İşlemin Gerekliliği
Yargı kararlarında ve doktrinde; kazanılmış hakkın oluşması için; hakkın birel bir işlem tesisiyle kişiselleşerek somutlaşması, işlemin ve hukuki durumunun tamamlanması sonucunda fiilen elde edilmiş bir hak olması, bunun hukuka uygun olarak gerçekleşmiş olması (müesses durum yönünden farklı görüşler olduğunu hatırlatalım), hakkın elde edildikten sonra bir süre kullanılması... gibi unsurlar12 aranmakta olup, yokluk, açık hata, ilgilinin hilesi veya gerçek dışı beyanıyla idarenin yanıltılarak hatalı ve hukuka aykırı işlem tesisi hallerinde kazanılmış hak oluşmayacağı görüşü Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulu .Kararlarıyla13 bağlayıcı şekilde ortaya konularak, yerleşik hal almış durumdadır.
Ali Ulusoy tarafından da, idari işlemden doğan bir hakkın, kazanılmış hak olarak kabul edilip korunabilmesi için Öncelikle üç koşulun birlikte gerçekleşmesi gerektiği belirtilerek; bu koşulların, birincisinin hakkın bireysel idari işlemden doğmuş olması, ikincisinin, bireysel idari işlemin tesis edildiği anda geçerli hukuk kurallarına aykırı olmaması ve üçüncüsünün, hakkın kişi açısından kesinleşmiş olmasıdır. Bu koşulların her üçünün birlikte gerçekleşmesi halinde, hakkın geçmişe ilişkin boyutunun her zaman korunacağı, iki koşulun gerçekleşmesi halinde, hakkın geleceğe ilişkin boyutunun prensip olarak korunmakla birlikte, korunmayacağı istisnai durumların da olabileceği, hakkın geleceğe ilişkin kullanımı aynı zamanda kamu düzenini bozucu veya kamu hizmetini aksatıcı ve hatta kamu hizmetinin daha iyi yürütülmesini engelleyici sonuç doğuracaksa, bu hakkın geleceğe ilişkin boyutunun (etkisinin) korunamayacağı, bu halde idarenin, yapacağı kaldırma veya değiştirme işlemi ile söz konusu hakkın geleceğe ilişkin etkisine son vermek zorunda olduğu belirtilmiştir. 14
2-Düzenleyici Hukuki Tasarruflar (Kural İşlemler) Kazanılmış Hak Doğurabilir mi?
Genel hukuki durumlar; yasa, tüzük, yönetmelik ve diğer düzenleyici tasarruflarla düzenlenir. Bu hukuki durumlar genel niteiikte olup, bu durumlarda yaratılan yetkiler aynı şartlar altında bulunan herkes için aynıdır. Sıdık Sami Onar'ın belirttiği üzere, genel hukuki durumlar, yasama veya yetkili idare organının düzenleyici bir işleminden kaynaklandığı için, koşulları da kendilerini doğuran kural tasarrufa tabidir. Bir kural işlemin değişmesi, ona dayanan hukuksal durumun da değişmesini gerekli kılar. Genel hukuksal durum, sürekli olma niteliğini ve özelliğini dayandığı kuraldan aldığı gibi şeklini de bu işlemden alır. Objektif hukuk düzeninde gerçekleşecek değişiklik, durumun varlığına son verebileceği gibi, şeklini de değiştirebilir. 15
Bu aşamada, hukuksal durumun dayandığı kuralın değişmesinin durum üzerindeki etkileri incelendiğinde, kazanılmış hak bulunup bulunmadığı, varsa kapsam ve sınırlarının çizilmesi sorunu ile karşı karşıya kalınacaktır.
Onar tarafından, idare hukukunun statülere dayanan objektif, düzenleyici işlemlerle oluşan dokusunda kazanılmış hak kavramının hiç bir zaman söz konusu olamayacağı, burada kazanılmış haktan, ancak statünün şartları çerçevesinde kişisel bir durum doğduktan, yani genel durumun şahsi duruma dönüşmesinden sonra söz edilebileceği belirtilmektedir. 16
Özay tarafından da, genel düzenleyici 'kural işlem'lerin kazanılmış hak doğurmadıkları ve değişip ortadan kalkmaları ile onlara bağlı hak ve yükümlülüklerin de değişip ortadan kalkacağı belirtilmektedir: "İşte bu nedenle, bunların ne geriye yürür biçimde uygulanmaları ne de etkilerinin son buldukları tarihten ileriye doğru uzaması söz konusu olabilir. Eğer genel düzenlemenin kendisinde geriye yürür biçimde uygulanacağına ilişkin bir hüküm var ise, bu da sadece hak doğurucu ve yararlandırıcı durumlar için geçerlidir. Aksi ise, o işlemin 'konu' yönünden hukuka aykırı ve iptal edilebilir nitelikte olması anlamını taşır."17
Bu konuda hak yaratıcı olmayan İşlemler'in kazanılmış haklara yol açmayacağını, kazanılmış hakları 'hak yaratıcı işlemler'in doğurduğunu belirterek, 'kazanılmış haklar' kavramı yerine, "belirli bir kişiye hukuken korunan bir avantaj sağlayan tek taraflı bireysel işlemler" olarak tanımladığı 'hak yaratıcı işlemler' kavramını kullanan Gözler ise, bu ayrımdan hareketle, düzenleyici işlemlerin hak yaratmaya elverişli olmadığını, Fransız Danıştayı'nın bu hususu "kimse bir düzenleyici işlemin yürürlükte tutulmasında kazanılmış hakka sahip değildir." ifadesiyle açıkladığını ileri sürerek, düzenleyici işlemlerin kazanılmış hak yaratmayacağını ve derhal uygulanacaklarını belirtmektedir.18
Görüldüğü üzere, doktrinde, düzenleyici işlemlerin hak doğurucu olmadıkları kabul edilmekle birlikte, aslında düzenleyici işlemler de hak doğurabilir. Düzenleyici işlemlerin hak doğurmadığı görüşü, aslında kişilerin lehlerine olan düzenleyici durumların, yeni bir düzenleme İle kaldırılmasına veya değiştirilmesine karşı koyma haklarının olmaması, lehlerine olan düzenleyici durumun korunmasını ileri sürememeleri anlamındadır. Diğer bir ifadeyle kişilerin lehlerine olan düzenleyici İşlemin muhafazası için kazanılmış hakka sahip olmamalarıdır. Bu durum düzenleyici işlemlerin hak doğurmadıkları anlamına gelmemektedir. Bu görüş, düzenleyici işlemin muhafaza edildiği ölçüde hak doğurucu olduğu şeklinde de ifade edilmiştir.19 Bu anlatılanları ve kazanılmış hakkın sınırlarını, en iyi şekilde örnekleyebilen kararlardan olan Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulunun 29.3.1985 tarih ve 1985/64 sayılı kararıyla somutlaştıralım: 1982 yılında Deniz Kuvvetlerinden emekliye ayrılan davacı, 24.7.1954 tarih ve 4/3435 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla yürürlüğe konulmuş olan Gemi adamlarının Yeterliği ve Sayısı Hakkındaki Tüzük hükümlerine göre "uzakyol birinci zabitliği belgesi" almaya hak kazandığını belirterek 3.2.1984 tarihinde idareye başvurup bu belgenin verilmesini istemiş, idarece 13.6.1978 tarih ve 7/15778 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla yürürlüğe konulan Tüzük İle 1954 tarihli Tüzüğün yürürlükten kaldırıldığı belirtilerek yürürlükte bulunan Tüzük uyarınca kendisine "uzakyol güverte zabitliği belgesi" verileceğinin bildirimesi üzerine, kazanılmış haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek yeni Tüzük hükmünün iptali İstemiyle dava açmıştır. Danıştay; 4922 sayılı Yasanın 2/D maddesinde gemi adamlarının yeterliği ve sayısının Tüzükle tespit olunacağının hükme bağlandığı, yasa koyucunun, esasa ilişkin kuralların düzenlenmesi konusunu da idarenin takdir yetkisine bıraktığı hallerde, bu yoldaki düzenleyici işlemlerin, günün ihtiyaçlarını karşılayabilmek amacıyla gerek duyulduğunda idarece değiştirilebileceğinin kabulü gerektiği, önceki düzenlemeye göre elde edilmiş veya kazanılmış bir hakkın varlığından söz edilebilmesi için, eski düzenlemedeki objektif hukuk kuralının, ilgili kişi hakkında uygulanmış ve kişiselleşmiş olması gerektiği, davacı hakkında 1954 tarihli Tüzük hükümlerine göre tesis edilmiş bir İşlem ve anılan Tüzüğe göre alınmış bir yeterlik belgesi olmadığına ve dolayısıyla kazanılmış hakkı bulunmadığına göre, kazanılmış hakkının ihlal edildiği iddiasının dayanaksız kaldığı, nitekim 1978 tarihli Tüzüğün geçici 1'inci maddesinde yer alan, "bu Tüzüğün yürürlüğe girmesinden önce verilmiş yeterlik belgeleri geçerlidir" hükmü ile kazanılmış hak kavramına uygun düzenleme yapıldığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir. 20 Anlaşıldığı üzere, 1954 tarihli Tüzük yürürlülükte iken alınmış bir belge olmaması, dolayısıyla hakkın o dönemde kişiselleşmemiş olması nedeniyle, davacının yürürlükten kaldırılan Tüzük maddesinden dolayı bir kazanılmış hakkı bulunmamakta ve Tüzük hükümlerinin değiştirilmesi karşısında, yeni Tüzük hükümlerinin kazanılmış hakkı ihlal ettiği iddiası (bir bakıma eski hükümlerin yürürlüğünün devamı talebi) kabul görmemektedir. Dolayısıyla davacı artık yürürlükte olan yeni Tüzük hükümlerinin verdiği hak çerçevesinde bir hakka (yürürlükte olan Tüzük maddesinde öngörülen belgeye ve bu belgenin verdiği hak ve ondan yararlanma yetkisine) sahip olabilecektir.
Benzer bir durum, Sigorta Eksperleri Yönetmeliğinin, aradığı koşulları taşıyanlara kurs ve sınavdan muaf olarak sigorta eksperliği belgesi verilmesini düzenleyen hükmünün kaldırılmasıyla, eski düzenleme yürürlükteyken başvurmamış olan kişiler için söz konusu olmuştur. Yeni düzenlemeden sonra sigorta eksperliği kursundan ve sınavından muaf olarak Eksperlik belgesi verilmesine olanak kalmamıştır. Ancak yönetmelikle, değişiklikten önceki başvuruların, başvuru tarihindeki düzenlemeye göre sonuçlandırılacağı belirtilmek suretiyle, başvuru yapmış olma halini dahi korunmaya değer görerek korumuştur. Bu konuda açılanbir davada, davacı, kazanılmış haklarının ihlal edildiğini öne sürmüşse de, Danıştay Onuncu Dairesince, "kazanılmış hak, bir hak sağlamaya elverişli nesnel kuralların bireylere uygulanması ile onlar için doğan öznel hakkın korunması anlamında kabul edilebileceğinden, başka bir deyişle kazanılmış bir haktan söz edilebilmesi İçin bu hakkın yeni düzenlemeden önce yürürlükte olan kurallara göre bütün sonuçlarıyla fiilen elde edilmiş olmasına bağlı olduğundan, davacının iddiası da yerinde görülmediği" 21 gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Düzenleyici işlemdeki, yararlandırıcı nitelikte bir hükümle, belirli durum ve kişiler için tanınmış olan hakların ilgilileri, düzenleyici işlemin öngördüğü yararlandırıcı haklar için istenen şartları taşıyarak gerekenleri yapmış ve zaman içinde şartları kaybetmiyor ise, bu anlamda düzenleyici işlemdeki genel düzenlemelerin ilgilileri için kişiselleştiği ve dolayısıyla da bu ölçüde bir hak elde ettiklerinin kabulü gerekmektedir. Böyle bir durumda hak taşıyan kişinin başvurusu üzerine veya idarenin re'sen yapacağı işlem, yenilik doğurucu bir hak oluşturan işlem olmayıp, daha önce doğmuş ve belirlenmiş hakkın tespit edilmesinden ibarettir. Böylelikle düzenleyici işlemin başlangıçta yöneldiği belirsiz sayıda kişileri hedef alma özelliği somutlaşarak birel işlem tesis edilmiş olur. Öte yandan, düzenleyici işlemde getirilen hüküm, düzenleyici işlemi somutlaştırma durumundaki idare için çeşitli yetkiler tanımış ise, diğer ifadeyle idare için bir bağlı yetki Öngörmemişse, düzenleyici işlemin hak yaratıcı özelliğinin bulunmadığı bir durumdan söz edilecektir.22
Ender Ethem Atay tarafından, bir düzenleyici işlemde yararlandırıcı nitelikte bir hüküm öngörülmüş ve bu hükmün sonuçlarının doğması bir süreci veya zamanı gerektiriyorsa, böyle bir kapsama giren durum ve kişilerin düzenleyici İşlemin kendilerine yönelik etkilerinden yararlanma haklarının korunması gerektiği, bu durumda ise, kazanılmış haktan çok, 'haklı beklentiler' kavramının söz konusu olduğu, idarenin yaptığı işlemlerle veya istikrar kazanmış uygulamalarıyla ilgilileri haklı beklenti içine sokması halinde, bu durumun hukuki istikrar ve güvenlik ilkesinin bir sonucu olarak korunması gerektiği belirtilmektedir.23
Yasa ve idari düzenleyici işlemlerden kazanılmış hak doğup doğmayacağı konusunda ülkemizdeki idare hukukçuları arasında yerleşik hale gelmiş olan görüş; Bordeaux okulu kuramı olarak adlandırılan klasik teorinin etkisinde olup; statüler hukuku olan idare hukukunda düzenleyici işlemlerden kazanılmış hak doğmayacağı, kazanılmış hakkın doğabilmesi için; objektif ve genel hukuki durumun kişisel bir işlemle özel hukuki duruma dönüşmesi gerektiği şeklindedir. Biz burada, kazanılmış hakkın, Danıştay'ın çok eski kararlarından bugüne kadar zaman zaman kullanılmakta olan; "objektif bir hukuk kuralının ilgili kişi hakkında uygulanması veya kendiliğinden uygulanacak hale gelmesi, böylece objektif ve genel hukuki durumun kişisel bir işlemle özel hukuki duruma dönüşmesi" şeklindeki tanımında24 yer alan "objektif bir hukuk kuralının İlgili kişi hakkında ... kendiliğinden uygulanacak hale gelmesi" durumu üzerinde durmayı, kazanılmış hak yaratan ve doktrinde üzerinde pek durulmamış olan bu hali incelemeyi ve Örneklendİrmeyi bir boşluğu doldurmak bakımından gerekli görmekteyiz.
Üzerinde duracağımız bu durumu şu şekilde ilkeleştirebiliriz: Emredici ve yararlandım nitelikte hüküm içeren bir yasada ve böyle bir yasaya dayalı düzenleyici işlemde, bir hakkın elde edilmesi belirli koşulların gerçekleşmesi şartlarına bağlanmış İse, şartların gerçekleşmesi, objektif hukuk kuralını, emredici hüküm içermesi nedeniyle ilgili kişi hakkında kendiliğinden uygulanacak hale getirir. İdare tarafından henüz bir idari işlem tesis edilmemiş ve hak bu şekilde kişiselleşmemiş olsa bile, hakkın doğumunun bağlandığı olayın gerçekleşmesiyle hak, görünüşte olmasa bile aslında kişiselIeşerek doğmuştur ve idare bunun gereğini yerine getirmekle yükümlü hale gelmiştir. Bundan sonra söz konusu yasada ve düzenleyici işlemde değişiklik olması halinde, henüz birel işlem tesis edilmemiş olsa bile ilgilinin kazanılmış hakkının bulunduğunun kabulü gerekecektir. Çünkü emredici ve yararlandırıcı hüküm nedeniyle "objektif hukuk kuralının ilgili kişi hakkında kendiliğinden uygulanacak hale gelmesi" durumu gerçekleşmiştir. Bu duruma ilişkin olarak söylenenleri Danıştay Onuncu Dairesinin ANAP/2005 yılı Hazine yardımı kararını inceleyerek somutlaştıracağız. Aşağıda "Kuralın Kendiliğinden Uygulanacak Hale Gelmesi ve Kazanılmış Hakkın Kapsamı" bölümünde ayrıntılarıyla incelenecek anılan kararda, Danıştay, Anavatan Partisinin 2005 yılı Hazine yardımından yararlanması konusunda, 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanununda aranılan koşulları sağlayıp ödenmesi isteğiyle başvurmuş olmasını, 2005 yılının sonuna kadar ki Hazine yardımı yönünden kazanılmış hak için yeterli görmüş, diğer bir ifadeyle birel işlemin tesis edilmiş olmasını aramamıştır. İdarece birel işlem yasa yürürlükten kaldırıldıktan sonra ve yasanın kaldırıldığı tarihe kadar kısmen Ödeme şeklinde tesis edilmiştir.
Bu duruma ilişkin olarak değineceğimiz ikinci karar; eski yasa döneminde İlgili kişinin başvurusu üzerine idarece kendisine arazi verilmiş olması, dolayısıyla eski yasa yürürlükteyken idarenin yaptığı bir uygulamayla başlaması nedeniyle, ANAP/2005 yılı Hazine yardımı kararındakinden farklı olmakla birlikte, 'kendiliğinden uygulanacak hale gelmesi' ilkesini içermesi nedeniyle kısmen benzer nitelikte olup, bu karara da destekleyici ikinci bir örnek olarak değinmek faydalı olacaktır. Olay ve Danıştay Birinci Dairesinin 27.10.1982 tarih ve 1982/209 sayılı kararı; 3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun'un 3 üncü ve 4 üncü maddelerinde, Devlet ormanlarıyla boş arazilerdeki yabani zeytinleri aşılamak isteyenlere, tevzi edilecek arazide Bakanlığın belirleyeceği süre ve şartlarda temizlemeyi yapanlara tapu verileceği öngörülmüş iken, İmar ve ihya amacıyla çiftçilere dağıtılan arazilerin, yasal 5 ve 8 yıllık süreler sonunda muhyileri adına tapuya tescili için gerekli işlemler Bakanlıkça yapılmış ise de, bu sürelerden önce 25.6.1973 tarihinde yürürlüğe giren 1757 sayılı Toprak ve Tarım Reformu Kanunu'nun, 3573 sayılı Yasanın 3 üncü ve 4 üncü maddelerini zımnen ilga etmiş olması nedeniyle Tapu Daireleri ve Milli Emlak Müdürlüklerince, tescil işlemi için mahkeme kararı gerektiği belirtilmiş, bunun üzerine yapılacak işlem yönünden Danıştay'dan istişari görüş istenmiştir. Birinci Daire tarafından; kişiler yönünden düzenleyici işlemlerin kendilerine uygulanması veya kendiliğinden uygulanacak hale gelmesiyle kazandıkları sübjektif haklann korunmasının, kazanılmış hak ilkesinin zorunlu sonucu olduğu, her yasanın yürürlükte bulunduğu zamandaki olaylara uygulanmak ve ilişkileri düzenlemek suretiyle hak ve yetkiler doğuracağı, bu hak ve yetkilerin zaman İçinde korunmamasının, istikrar ilkesine ve devletin güvenilirlik niteliğine uygun düşmeyeceği cihetle, bu hakkı doğuran yasanın yürürlükten kalkmış olması ya da uygulanmasının durdurulmuş bulunmasının sonucu değiştirmeyeceği, kendilerine imar ve İhya etmek üzere yabani zeytinlik dağıtılan kişilerin yasada öngörülen yükümleri yerine getirmeleri ve koşulların gerçekleşmesi halinde, o taşınmazın mülkiyetini isteyebil meleri konusunda kazanılmış hakları bulunduğu ve tapularının verilmesi gerektiği yolunda görüş bildirilmiştir.25
Görüldüğü üzere, emredici ve yararlandırıcı hüküm içeren yasanın tapuya tescil için gerçekleşmesini aradığı koşulların, yasa yürürlükten kalktıktan sonra tamamlandığı, yasa yürürlükteyken başlatılan hukuki süreç nedeniyle oluşan durum, idare yönünden yasanın yürürlükten kalktıktan sonrası için de bağlayıcı olmuş, tescili gerektiren kural kendiliğinden uygulanacak hale geldiğinden ilgili yönünden kazandırıcı olmuştur.
IV-Düzenleyici Tasarruflarda Yapılacak Değişikliklerin Kazanılmış Haklara Etkisi
Hakkın, kişilere hukuk tarafından tanınan menfaat ve ondan yararlanma konusunda verilen yetki olduğu26 dikkate alındığında; hakkın, anayasa ve kanun gibi hukuk kurallarına dayalı olması gerektiği ve dayandığı yasadaki değişikliklerden etkileneceği açıktır.
Yasama organınca çıkartılan nesnel, soyut, genel ve sürekli nitelikteki hukuk kuralları olan yasalar; objektif hukuk alanında yeni bir durum yaratan veya varolan durumları düzenleyen veya ortadan kaldıran kural işlemlerdendir. Diğer bir ifadeyle yasama organının ihtiyaç görmesi üzerine daha önce yasayla düzenlenmemiş bir konuda yasa çıkarılarak yeni haklar yaratılabileceği gibi, daha önce düzenlenmiş bir konu ve haklar da yeniden düzenlemeye tabi tutularak değiştirilebilir veya yasa tamamen yürürlükten kaldırılarak haklar sona da erdirilebilir.
Yasalar, ilke olarak yürürlüğe girmeleriyle birlikte derhal ve İleriye yönelik olarak uygulanır. Yasaların geriye yürümemesi, hukukun genel ilkelerindendir. Bu durum, Anayasa Mahkemesi kararlarında da vurgulanarak, yasaların geçmişe etkili olacak şekilde yürürlüğe konulması iptal sebebi olarak ortaya konulmuştur: "Hukuk devletinin sağlamakla yükümlü olduğu hukuk güvenliği, kural olarak, yasaların geriye yürütülmemesini gerekli kılar. Bu nedenle "Kanunların geriye yürümezliği ilkesi" uyarınca, yasalar yürürlüğe girdikleri tarihten sonraki hukuki durumlara uygulanabileceklerinden, sonradan çıkan bir yasa, yürürlüğe girdiği tarihten önceki olaylara uygulanmaz".27 Anayasa Mahkemesinin diğer bir kararında da anılan kural istisnalanyla birlikte şu şekilde belirtilmektedir: "Yasalar kamu yaran ve kamu düzeninin gerektirdiği kimi ayrıksı durumlar dışında ilke olarak yürürlük tarihlerinden sonraki olay, işlem ve eylemlere uygulanmak üzere çıkarılırlar. Geçmiş, yeni çıkarılan bir yasanın etki alanı dışında kalır. Sonradan yürürlüğe giren yasaların geçmiş ve kesin nitelik kazanmış hukuksal durumlara etkili olmaması hukukun genel ilkelerindendir......İlgililer bakımından mali bir külfet öngören söz konusu kuralların geçmişe etkili olacak şekilde yürürlüğe konulması hukuk güvenliğini zedelediğinden, Anayasa'nın 2'nci maddesinde öngörülen hukuk devleti ilkesine aykırıdır. İptali gerekir..."28
Mukbil Özyörük'ün belirttiği gibi, kurallar, öngördükleri fiili veya hukuki şartlar ve sebepler ne zaman gerçekleşirse, her gerçekleşmede gereklerine yeniden ve tekrar uyulması gereken emirlerdir.29 Çeşitli adlar altındaki genel ve düzenleyici işlemlerin ortak ve en önemli özelliklerinden biri, yürürlükte oldukları sürece "sınırsız kere" uygulanabilen, yani uygulanmakla tükenmeyen kurallar içermeleridir.30
Eski yasayı yürürlükten kaldıran yeni yasa, objektif-genel hukuk alanında değişiklik yaparak, eski yasa zamanında kullanılabilen hakların kişilerce kullanılma ve yeniden elde edilme olanağına son vererek eski yasanın ileride doğacak sonuçlarını ortadan kaldıracaktır. Genel hukuki durumlar, soyut ve gayri şahsi nitelikleri itibariyle hak sahiplerini kişisel olarak ilgilendirmezler, bunların dayandığı objektif hukuk kurallarının, statünün değişmesiyle birlikte, soyut ve gayri şahsi, genel hukuki durumlar da ortadan kalkmıştır. Yeni statü ortaya çıktıktan sonra eski statünün halde ve gelecekte uygulanmasına olanak bulunmadığı gibi, yeni statünün kendisinden önce gerçekleşmiş ve tamamlanmış olaylara da uygulanması olanaksızdır. Bu sebeplerle Onar, genel hukuki durumlarda kazanılmış hakkın söz konusu olamayacağını belirtmektedir.31 Anayasa Mahkemesince de bu durum ve kural işlemlerdeki değişikliklerin gelecekteki durumlara etkisi şu şekilde ifade edilmiştir: "Temelde aslî bir yetkiye dayanılarak yürürlüğe konulan yasa ile bağlı bir yetkiyle çıkarılan tüzük, yönetmelik, kararname gibi yürütmenin genel düzenleyici işlemlerini içeren kural işlemler, nesnel ve genel hukuksal durumlar yaratırken düzenledikleri konularda statü oluştururlar. Kişilerin bu statülere alınmaları özel ve kişisel bir işlemle (şart işlemle) olanaklıdır. Nesnel ve genel hukuksal durumun bu şart işlemle özel hukuksal duruma dönüşmesi kazanılmış hak yönünden yeterli değildir. Nitekim bir kişinin memur ya da emeklilik statüsüne sokulması, bu statüde hiç bir halde değişiklik yapılmayacağı anlamına gelmez. Kural işlemler her zaman değiştirilebilir ya da yargı organları tarafından Anayasa'ya veya yasaya aykırı görülerek iptal edilebilir. Kural İşlemin değişmesi ya da ortadan kaldırılması, ona bağlı kişi ile ilgili şart işlemi de etkiler. Bu durumda ilerisi için kazanılmış haktan söz edilemez. Ancak kişi, yeni kural tasarrufa göre oluşan statüde yerini alır. Kazanılmış hak, kişinin bulunduğu statüden doğan (maaş gibi), tahakkuk etmiş ve kendisi yönünden kesinleşmiş, kişisel alacak niteliğine dönüşmüş haklar için söz konusudur.32 Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında da, ileride gerçekleşmesi beklenen hakların durumunu şu şekilde açıklığa kavuşturmuştur: "Kazanılmış hak kişinin bulunduğu statüden doğan, kendisi yönünden kesinleşmiş ve kişisel niteliğe dönüşmüş haktır. Hukuk devletinde bu hakların korunacağı kuşkusuzdur. Ancak, bir statüye bağlı olarak ileriye yönelik, beklenen haklar bu kapsamda değildir. 2. sınıf emniyet müdürü kadrosunda bulunanların dava konusu kuraldan önce emeklilik konusunda 60 yaş haddine tabi olmaları bu yaş haddini kendileri yönünden kazanılmış bir hak haline getirmez. Hizmet koşulları bütün hukuki sonuçlarını doğurarak kişisel hak haline gelmedikçe kazanılmış hak olarak nitelend inlemeyeceğin den dava konusu kuralla kazanılmış hakların ihlal edildiği savı yerinde görülmemiştir."33
Yürürlükten kaldırılan yasa zamanında, yasanın uygulanmasından doğan ve anılan yasanın doğurmuş olduğu genel hukuki durumun verdiği yetkiye dayanılarak yapılmış olan diğer birel işlemlerle, bunlardan doğan kişisel sonuçların ise (kazanılmış hak ilkesi uyarınca) geçerli kalacağı tabiidir.34 Anayasa Mahkemesine göre de, hukuk güvenliğini sağlamakla yükümlü olan hukuk devletinde genel olarak yasa kuralları, yürürlüğe girmelerinden sonraki olaylara uygulanırlar ve yeni çıkarılan yasada bir açıklık yoksa, önceden yürürlükte olan yasa hükümlerine göre sonuçlanmış durumlarla kazanılmış haklara dokunmazlar. Hak kaybına neden olmaksızın yeni olanaklar getiren yasal düzenlemelerin ise geçmişe yönelik kurallar içermesine hukuksal bir engel bulunmamaktadır.35 Yapılacak düzenlemeyle eski durumların da tasfiye edilmesi İstenirse, yine yeni statüye açık hükümler konulması gerekmektedir.36
Eski yasa zamanında uygulaması başlayan ve devam etmekte olan işlerde, eski yasa hükümlerinin uygulanmasına devam edilebilmesi, yeni yasada bunu öngören açık bir düzenleme bulunmasına bağlıdır.37 Aksi takdirde genel kural olarak yeni yasanın ileriye yönelik etkisi uygulanacaktır. Anayasa Mahkemesi, önceki yasa yürürlükte iken başlamakla birlikte henüz sonuçlanmamış hukuksal ilişkilere yeni yasa kuralının uygulanmasını geriye yürüme olarak nitelendirmemektedir: 30.11.2000 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan 4605 sayılı Kanun'un 5'inci maddesiyle Gelir Vergisi Kanunu'na eklenen Geçici 58'İnci maddedeki hayat standardı esası, vergilendirme dönemi kapanmadan ve hukuki sonuçlarını doğurmadan yürürlüğe girdiğinden 2000 yılı vergilendirme dönemi için uygulanacaktır. Önceki yasa yürürlükte iken başlamakla birlikte henüz sonuçlanmamış hukuksal ilişkilere yeni yasa kuralının uygulanması geriye yürüme olarak nitelendirilemeyeceğinden vergiyi doğuran olay tamamlanmadan yürürlüğe giren kuralın uygulanması, mükelleflerin hukuksal güvenliklerini sarsmaz...38
Yapıldığı anda yürürlükte olan düzenleyici işleme uygun olarak tesis edilen bir birel işlemden doğan hakkın, bu düzenleyici işlemin daha sonra değiştirilmesi ve söz konusu birel işlemin bu yeni düzenlemeye aykırı hale gelmesi durumunda, hakkın geçmişe ilişkin boyutu korunacak, ancak geleceğe ilişkin boyutu (etkisi), yürürlüğe giren düzenleyici işlem objektif bir hukuksal sonuç doğuracağından, öngördüğü hukuksal düzene aykırı olması nedeniyle kural olarak korunamayacak, korunmak İsteniyorsa, bunun geçici maddelerle açıkça öngörülmesi gerekmektedir. Ancak, bu durumda, yeni düzenlemeyle hukuka aykırı hale gelmiş olan birel işlem kendiliğinden geçersiz hale gelmeyecek, yetkili merci tarafından iptal edilinceye kadar 'askıda geçerliliğini' sürdürecektir,39
Anayasa Mahkemesi kararlarında ve doktrinde kazanılmış hakların ihlali "geriye yürüme" kavramıyla birlikte, iç içe ele alınmakta, geriye yürüyen düzenlemenin kazanılmış hakkı ihlal ettiği veya aksine, geriye yürüme olarak nitelendirilemeyen düzenlemenin hukuksal güvenlik ve kazanılmış hakları ihlal etmediği belirtilmektedir.40
Yasaların ve idari işlemlerin geriye yürüme yasağı, hukuki güvenlik ve istikrar ile hukuk devletinin gerçekleşmesinin temel unsurlarındandır.
Bu konuda Fransız hukukçularınca yapılan ve Türk hukukçularını da etkileyen tartışmalara ilişkin temel görüşlere kısaca değinmekte fayda bulunmaktadır. Birinci teori, Duguıt ve Jeze'nin içerisinde yer aldığı Bordeaux Okulu kuramı: Objektif hukuki durumlar ile sübjektif hukuki durumlar ayrımına dayanır.
Genel hukuki durumların yasa koyucu tarafından her zaman değiştirilebilir nitelik taşıdığı, yeni bîr kanun ya da genel düzenleyici işlemin bireysel hukuki durumları değiştiremeyeceği, değiştirmesi halinde geriye uygulanmış olacağı görüşüne dayanmaktadır. İkinci teori, Roubier teorisi: Yukarıdaki ayrımı kabul etmeyip onun yerine tamamlanmış olma veya tamamlanmamış olma ayrımına dayanır. Buna göre, hukuki durumlar ya oluş (dinamik) ya da durağan (statik) haldedirler. Oluşum içindeki hukuki durumlara yeni çıkan kurallar derhal uygulanabilir. Oluşumunu tamamlamış ve etkilerini sürdürmekte iseler, bu etkilere dokunulmaması gerekir. Aksi takdirde geriye yürümüş olur. Memurluğa giriş ve çıkışı düzenleyen hükümlerin, söz konusu hukuki durumun dinamik aşamasını oluşturduğu, bunlara ilişkin yeni yasanın aradığı şartlar mevcut çalışanlara uygulanmak istenirse geçmişe yürütülmüş olacağı. Halbuki memurların görev ve sorumlulukları ile mesleğin icrasını düzenleyen konuların statik aşamaya ilişkin olduğu, memur maaşlarını yürürlük tarihinden sonrası için azaltan yasanın geriye yürümüş sayılmayacağı, çünkü yeni yasanın eski yasadan doğmuş haklan etkilemediği.41
İdari işlemlerin geriye yürümezliği ilkesi, hukukun gene! ilkelerinden olup, yapıldığı zaman yürürlükte olan hukuk kurallanna uygun olarak yapılmış işlemlerin ve yaratılmış hukuki durumların daha sonra yapılacak işlemlerle tartışmalı hale getirilmesinin hukuktan beklenen güvenlikle bağdaşmadığı fikrine dayanır. Düzenlemenin yayımlanma tarihinden daha sonra yürürlüğe girerek bu tarihten sonrası İçin hukuki sonuçlar doğurması, aksi açıkça yasayla belirtilmedikçe geçmişe dönük olarak uygulama yapılamayacağı anlamına gelmektedir. Kazanılmış hak ile arasındaki bu yakın ilişkiye karşın, her geriye yürüme halinin kazanılmış hakkı ihlal etmeyeceği gibi, kazanılmış haklara gelecek için dokunan bir düzenlemenin geriye yürüdüğünü söylemek de mümkün değildir. Bu ilkenin istisnaları, yasanın geriye yürür işlem yapılmasına açıkça izin verdiği haller ile idari işlemin yargı mercilerince iptali üzerine, yargı kararının gereğini yerine getirmek amacıyla geriye yürür biçimde işlem yapılmasıdır.42
Teorik olarak, yasa koyucunun, açık bir hükümle yeni düzenlemeleri geçmişe yürütebilme imkanı egemenlik hak ve yetkisinin bir sonucu olsa da, geçmişe yürüme yasağına yasayla getirilen istisna sonucunda ortaya çıkan tablonun hukuk devleti ve hukuk güvenliği ile bağdaştırılabilecek boyutta olması gerekmektedir.43
Tekin Akıllıoğlu'nun belirttiği üzere, yasa koyucu, yasal düzenlemeleri yaparken, yasanın yürürlük tarihinden itibaren ilişkin olduğu olaya uygulanması, uygulamanın yürürlük tarihinden önceki olayları kapsaması veya yürürlükten kaldırılmış bulunan önceki yasanın geçerli olmaya devam etmesi uygulamalarından birisini seçmekte anayasal güvencelere aykırı olmamak koşuluyla serbesttir. Yasada açıkça zaman bakımından uygulama kuralı konulmuşsa buna uyulacaktır. Yasada açık kural bulunmadığı takdirde, yargıcın derhal uygulama, eski kanunun etkisini sürdürmesi ve geriye yürümeme normlarından birini durumun gereklerine göre seçmekte takdir hakkına sahip olduğu söylenebilirse de, geriye yürümezliğin ilke olduğu kabul edilmektedir.44
Sonuçta, objektif hukuksal sonuçlar doğuran kural işlemlerden olan yasaların, yürürlüğe girmeleriyle, artık getirdikleri düzenlemenin öngördüğü hukuksal düzen geçerli olacağından, kural olarak, yeni düzenlemede açıkça korunmadıkları sürece, önceki yasada öngörülen hakların, ileriye yönelik uygulama etkisinin hukuken korunmaya devam etmesinin mümkün olmayacağını, özellikle kamu düzenini ilgilendiren konularda bunun kesin olduğunu söyleyebiliriz.
V- Düzenleyici Tasarrufların Değişmesinde Kazanılmış Hakkın Kapsamının, Özelliklerinin ve Sınırlarının İrdelenmesi
Kazanılmış hakkın ne zaman doğacağı sorusunun cevaplanmasında, doktrinde ve yargı kararlarında duruma göre değişik kriterlerin esas alındığı görülmektedir. Genel hukuki durumun kişiselleşmesi; çoğunlukla objektif hukuk kuralının birel işlemin tesis edilmesiyle uygulanması ve/veya hakkın tekemmül etmesi şeklinde ifade edilirken, az da olsa objektif hukuk kuralının kendiliğinden uygulanacak hale gelmesiyle oluşmaktadır.
Danıştay kararlarında ve doktrinde, kazanılmış hakkın, genel hukukî durumun bireysellesin esi, belli bir kişi için tekemmül etmiş olması halinde kabul edilmesi, ikinci bir hukuki soruyla karşı karşıya kalınmasına yol açmaktadır. O da, idari işlemin (ve hakkın) ne zaman tekemmül etmiş sayılacağıdır. 4S
Kazanılmış hakkın fonksiyonelliği dikkate alındığında, konunun daha ayrıntılı ve somut şekilde ortaya konulabilmesi amacıyla, somut olaylar çerçevesinde mevzuat değişikliğinin yarattığı durum ve Danıştay'ın bu durumlarda verdiği kararlarının birlikte irdelenmesi gerekmekte olup; ancak bu şekilde kazanılmış hakkın doğum zamanı ve kapsamı ile öne çıkan özellikler ve sınırlarının açıklığa kavuşturulabileceği umulmaktadır.
1-Kuralın Kendiliğinden Uygulanacak Hale Gelmesi ve Kazanılmış Hakkın Kapsamı
Olay ve Karar: Anavatan Partisi, 10.11.2002 tarihinde yapılan genel seçimlerde % 5,13 oranında oy alması nedeniyle genel barajı aşamamış ve bu nedenle Türkiye Büyük Millet Meclisinde temsil edilmemekteyken, başka siyasi partilerden istifa eden milletvekilleriyle 17.3.2005 tarihinde 3 milletvekili, 1.4.2005 tarihinde ise, 10 milletvekili ile temsil edilir duruma geldikten sonra, 1.4.2005 tarihli dilekçeyle Maliye Bakanlığına başvurarak, 2820 sayılı Yasanın Geçici 16'ncı maddesi uyarınca Devlet yardımından yararlandırılmayı istemiştir. Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü tarafından, partinin Geçici 16'ncı madde şartlarını taşıyıp taşımadığı Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı ve Yüksek Seçim Kurulu'ndan araştırılmış, cevaplar gelene kadar 7.5.2005 tarih ve 25808 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak 2'nci maddesi uyarınca aynı tarihte yürürlüğe giren 5341 sayılı Siyasi Partiler Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile 2820 sayılı. Siyasi Partiler Kanunu'nun Geçici 16'ncı maddesi aynı tarihte yürürlükten kaldırılmıştır. Bu nedenle, Maliye Bakanlığı tarafından, 26.5.2005 tarih ve 75 sayılı dava konusu işlemle, davacı partinin Geçici 16'ncı maddede aranılan koşullan taşımaya başladığı tarihten, Geçici 16'hcı maddenin yürürlükten kaldırıldığı 7.5.2005 tarihine kadar gün sayısı üzerinden hesaplama yapılarak 715.683-YTL yardım yapılmıştır. Anavatan Partisi tarafından; anılan yardım miktarının eksik hesaplandığı ve kazanılmış hakları bulunduğu iddiasıyla Ankara 3. İdare Mahkemesinde dava açılmıştır. Öte yandan, davacı siyasi partiye 2820 sayılı Yasanın Geçici 16'ncı ve Ek l'inci maddeleri uyarınca 2006 yılı Devlet yardımının Bütçe Kanununun yürürlüğe girdiği 1.1.2006 tarihinden itibaren 10 gün içerisinde ödenmemesi üzerine, 2006 yılı Devlet yardımının ödenmesi isteğiyle 6.3.2006 tarihinde yapılan başvurunun reddine ilişkin 7.3.2006 tarih ve 3338 sayılı davalı idare işleminin iptali ve ödenmeyen Devlet yardımının yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle, yine kazanılmış haklan bulunduğu ileri sürülerek, Ankara 1. İdare Mahkemesinde dava açılmıştır. Her iki Mahkeme tarafından da davacı partinin kazanılmış hakkının doğduğu gerekçesiyle iptal kararı verilerek dava açılan yıla ilişkin yardımın faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmiştir. Kararların davalı idarece temyizi üzerine Danıştay Onuncu Dairesince 2005 yılı Hazine yardımına İlişkin karar açıklamayla onanmış, 2006 yılı Hazine yardımına İlişkin karar ise bozulmuştur.46 Gerekçeler şu şekildedir: objektif hukuksal sonuçlar doğuran kural işlemlerden olan yasaların, yürürlüğe girmeleriyle, artık getirdikleri düzenlemenin öngördüğü hukuksal düzen geçerli olacağından, yeni düzenlemede açıkça korunmadıkları sürece, Önceki yasada öngörülen hakların, ileriye yönelik etkisinin hukuken korunmaya devam etmesinin olanaksız olduğu, doktrinde ve yargı içtihatlarında, kazanılmış hakkın, objektif bir hukuk kuralının ilgili kişi hakkında uygulanması veya uygulanacak hale gelmesi, böylece objektif ve genel hukuki durumun kişisel bir işlemle özel hukuki duruma dönüşmesi olarak tanımlandığı, Anayasa Mahkemesi kararlarına da değinilerek, kazanılmış hakkın, kişinin bulunduğu statüden doğan, tahakkuk etmiş ve kendisi yönünden kesinleşmiş ve kişisel alacak haline dönüşmüş hak olduğu, bir statüye bağlı olarak ileriye yönelik, beklenen hakların ise bu nitelikte olmadığı; hakkın edinildiği anda yürürlükte olan kurallara uygun şekilde ve bütün sonuçlarıyla fiilen elde edilmiş olması gerektiği, davacı siyasi partinin 2820 sayılı Yasanın Geçici 16'ncı maddesi uyannca Devlet yardımından yararlandırılması isteğiyle başvuru yaptığı 1.4.2005 tarihi itibariyle, yürürlükte bulunan Geçici 16'ncı maddedeki koşulları sağlayarak, objektif hukuk kuralının davacı parti hakkında kendiliğinden uygulanacak hale geldiği, dolayısıyla mali yıl esas alınarak ödenen Devlet yardımının, davacı için hak edildiği bu tarihten itibaren 2005 yılı sonuna kadar kişiselleşerek 2005 yılı için kazanılmış hak haline geldiği, ancak,, siyasi partilere yardımın yıl esas alınarak yapılması ve davacı partinin Devlet yardımı almasına dayanak oluşturan Geçici 16'ncı maddenin yürürlükten kaldırılmasına ilişkin yasada açıkça Geçici 16'ncı madde hükmünden yararlanan siyasi partilerin Hazine yardımından yararlanmaya devam edecekleri yolunda geçici bir hükme de yer verilmemiş olması nedeniyle, sonraki yıllarda Hazineden ödeme yapılmasının yasal dayanağı ve davacı siyasi partinin 2006 yılı için de kazanılmış hakkı bulunduğu yolundaki iddiasının hukuki geçerliliği olmadığı sonucuna ulaşıldığı gerekçesiyle 2006 yılına ilişkin davanın reddi gerekirken, Devlet yardımının seçim dönemi bitene kadar bu parti için kişisel alacak niteliğine dönüştüğü gerekçesiyle aksi yönde verilen temyize konu mahkeme kararında hukuki isabet görülmediğidir.
Bu olaya ilişkin olarak Danıştay Onuncu Dairesinin yukarıda belirtilen 25.4.2007 tarihli "ANAP/2005-2006 yılı Hazine yardımı" kararlarında, kazanılmış hakkın ne zaman doğduğıı sorusunun cevabı Danıştay'ın uyguladığı kriteri ortaya koymaktadır. Danıştay, Anavatan Partisinin 2005 yılı Hazine yardımından yararlanması konusunda, 2820 sayılı Siyasi Partiler^angnünun Geçici 16'ncı maddesinde aranılan koşulları sağlayıp (objektif hukuk kuralının/davacı parti hakkında kendiliğinden uygulanacak hale gelmesi) yardımın ödenmesi için-başvurmuş olmasını, 2005 yılının sonuna kadar ki Hazine yardımı yönünden kazanılmış hak oluşması için yeterli görmüştür. Bire! işlemin tesis edilmiş olması şartını aramamıştır. Birel işlem, dayanağı yasa yürürlükten kaldırıldıktan sonra ve yasanın kaldırıldığı tarihe kadar gün hesabı yapıiarak kısmen ödeme şeklinde tesis edilmiştir.
Kazanılmış hakkın kapsamı konusuna gelince; yeni düzenlemede açıkça korunmadıkları sürece, önceki yasada öngörülen hakların, ileriye yönelik etkisinin hukuken korunmaya devam etmesinin olanaksız olduğudur. Buna bağlı diğer Önemli bir saptama da; yasada yıllık ödenmesi öngörülen bir yardımın, koşulları gerçekleştikten sonra, dayanağı yasa hükmü yürürlükten kalksa da o yılın sonuna kadar kişiselleştiği ve kazanılmış hak oluşturduğu, ancak mahkeme kararının gerekçesinde belirtildiğinin aksine Hazine yardımının seçim dönemi boyunca veya yeni seçimle dönem tamamlanana kadar izleyen yıllar için de kişiselleşmiş alacak olarak sonuç doğurmayacağı, izleyen yıllar yardımının beklenen hak durumunda kaldığıdır.
Bu olaydan hareketle sorgulanabilecek çeşitli hususlara değinmek gerekmektedir. Kazanılmış hakkın doğumu için başvuru yapılmasının zorunlu olup olmadığı ve gerekiyorsa başvurunun ne zaman yapılması gerektiği sorularının cevabı bir ilkeyi bulmak yönünden belirleyici olmaktadır. Bunlara şu sorulan da eklemek mümkündür: Başvuru yapılması gerekiyorsa mutlaka Geçici 16'ncı madde yürürlükten kaldırılmadan önce, yani talebin dayanağı yasa hükmü yürürlükteyken mi yapılması gerekmektedir? Yasa yürürlükten kaldırıldıktan bir gün sonra başvurulmuş oisaydı sonuç değişecek miydi? Kanaatimizce bütün bu soruların cevapları yönünden önemli olan, objektif hukuk kuralının davacı parti hakkında kendiliğinden uygulanacak hale gelmiş olması ve bunun ne zaman gerçekleştiği hususudur. Yasada Hazine yardımından partilerin yararlanması için gerçekleşmesi gerekli şartlar sayılmıştır. Bu şartların gerçekleşmesi idareyi ödeme yapma yükümlülüğü altına sokacaktır. Koşulları gerçekleştiren partinin ayrıca başvurması gerekmemektedir. Davacı partinin, yasa yürürlükten kalktıktan sonra talepte bulunması halinde (veya başvurmadan idarece kendiliğinden gün hesabıyla yasanın yürürlükten kalktığı tarihe kadarlık süre için ödeme yapması halinde) de, partinin, yasanın yürürlükte olduğu süre içerisinde bir zaman aralığında yasayla aranılan koşullan gerçekleştirmek suretiyle bulunduğu hukuksal durum nedeniyle, (yıllık ödeme ilkesi nedeniyle yılın sonuna kadar) kazanılmış hakkın doğduğunu kabul etmek gerekecektir.
Görüldüğü üzere, objektif hukuksal durumdan kazanılmış hakkın doğumu için, her zaman birel işlemin tesis edilmiş olması veya hakkın birel bir işlemle elde edildikten sonra bir süre kullanılmış olması da gerekmeyebilmektedir.
Kazanılmış hakkın kapsamına ilişkin olarak anlattıklarımızı, imar hukuku alanından vereceğimiz Örneklerle çeşitlendirerek sonuçlandıralım.
İmar planları, düzenleyici işlem sayılmakta olup, bunlarda yapılan değişiklikler de düzenleyici işlemlerdeki değişiklik niteliğindedir. İmar planlarına göre alınan inşaat ruhsatları, uygulama işlemidir. Ancak sadece inşaat ruhsatı alınmış olması, imar planı değişikliği'-"halinde kazanılmış hak oluşmasına yetmemektedir. Danıştay Altıncı Dairesince, plana ve ruhsata uygun olarak yapımına başlanan inşaatlarda, planda değişiklik meydana gelmesi veya daha sonra imar planının Mahkemece iptal edilmesi halinde inşaatın fiili durumunun, kazanılmış hakkın kapsamını belirlediği görülmektedir: Danıştay Altıncı Dairesince, taşınmaz imar planında mesken sahasında iken alınan üç katlık ruhsata göre inşaata başlandıktan sonra planın değişerek taşınmazın umumi hizmete ayrılan yerde kalması üzerine, inşaatın tamamlanan iki katı için kazanılmış hak bulunduğuna, henüz yapılmamış olan üçüncü katın plan değişikliği nedeniyle yeni plana ve İmar Kanunu'nun 33'üncü maddesine aykırı hale gelen ruhsatın üçüncü kat yönünden iptalinde isabetsizlik bulunmadığına karar verilmiştir.47 Diğer bir kararında ise, planın mahkemece iptal tarihine kadar, ilgilinin hilesi, hatası ya da kusuru olmadan, ruhsatına uygun olarak yapıya devam etmiş olması durumunda, mahkeme kararının verilmesini takiben İnşaatın mühürlenmesi ve yapının bu tarihe kadar tamamlanmış kısımlarının kazanılmış-hakkın varlığı nedeniyle korunması gerektiği, yapının tamamlanmış olması durumunda ise," kazanılmış hakkın gerçekleşmiş olması nedeniyle yapının yıkımına olanak bulunmadığına karar verilmiştir.48
2- Hakkın Kişisel Niteliğe Dönüşmesinin Gerekliliği
Danıştay'ın yasaların değişmesi üzerine, yeni yasanın hemen uygulanmaya başlaması ve beklenen hakkın kazanılmış hak oluşturmayacağına ilişkin bir kararını aktararak irdelemeleri sürdürelim. Ofay ve mevzuat değişikliği şu şekilde gelişmiştir: 19.2.1995 tarih ve 22207 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 4069 sayılı Yasanın 2'nci maddesiyle 5434 sayılı Yasaya eklenen Geçici 199'uncu maddede, bu Kanunun yayımlandığı tarihten itibaren üç ay içinde isteğiyle emekli olan MİT Müsteşarlığı personelinin aynı Yasanın Ek 20/3'üncü maddesinden yararlanacağı belirtilmiştir. 5434 sayılı Yasanın Ek 20'nd maddesinin üçüncü fıkrasında "...haklarında emeklilik işlemi uygulananlara; emekli edildikleri veya aylıklarının bağlandığı tarihi takip eden, ilk mali yılbaşında gösterge veya ek gösterge rakamlarında meydana gelecek artışa bu tarihte yürürlükte olan aylık katsayı uygulanmak suretiyle ikramiye farkları, emekli ikramiyesi ile ilgili hükümlere göre ayrıca ödenir." hükmüne yer verilirken, dördüncü fıkrada, üçüncü fıkraya göre emekliye ayrılanlara, emekli edildikleri veya aylıklarının bağlandığı tarihi takip eden ilk katsayı artışından doğan ikramiye farklarının ödeneceği belirtilmiştir. Yasal durum bu şekilde iken, davacı 18.5.1995 tarihinde kendi isteği üzerine emekliye ayrılarak 15.6.1995 tarihi itibariyle emekli aylığına hak kazanmış olup, yürürlükte olan 5434 sayılı Yasanın Ek 20'nci maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkralarına göre katsayı artışından doğan İkramiye farkından yararlanabilecek durumdadır. Ancak, ilk katsayı artışından doğacak ikramiye farkı davacıya ödenmeden, 25.7.1995 tarih ve 22354 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 562 sayılı KHK'nin 15'inci maddesi ile 5434 sayılı Yasanın Ek 20'nci maddesinin dördüncü fıkrası yürürlükten kaldırılmış, üçüncü fıkrası ise değiştirilmiştir. Yeni üçüncü fıkrasında ise, İlgililerin emekli aylığına hak kazandıkları tarihi takip eden üç ay içinde katsayıda artış olması halinde emekli ikramiyesi farkından yararlanabilecekleri Öngörülmektedir. Davacının emekliliğinden sonra ilk defa 15.11.1995 tarihinde meydana gelen katsayı artışı nedeniyle emeklilik ikramiye farkı ödenmemesi üzerine, işlemin iptali ve ikramiye farklarının faiziyle birlikte ödenmesi İstemiyle dava açılmıştır. Ankara 1. İdare Mahkemesince; davacının 5434 sayılı Yasanın Geçici 199' uncu maddesi ile Ek 20'nci maddesine yapılan atıf uyarınca kendisine tanınan mali haklardan yararlanacağını dikkate alarak emekliye ayrıldığı, 15.6.1995 tarihi itibariyle yürürlükte olan mevzuat uyarınca emeklilik statüsü kazandığı, emeklilik statüsünü kazandığı tarihten sonra 25.7.1995 tarihinde yürürlüğe giren ve davacı aleyhine hükümler getiren 562 sayılı KHK ile getirilen değişiklikler dayanak alınarak davacıya ilk katsayı artışından doğan ikramiye farklarının ödenmemesi şeklinde tesis edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle işlemin iptaline ve ikramiye farklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesine hükmedümiştir. Anılan kararın temyizi üzerine Danıştay Onuncu Dairesi 25.6.1997 tarihli kararıyla49; 562 sayılı KHK'nın yürürlük tarihi olan 25,7.1995 tarihine kadar katsayıda herhangi bir değişiklik yapılmadığından ve 25.7.1995 tarihinden itibaren 562 sayılı KHK ile değiştirilen Ek 20'nci maddenin üçüncü fıkrası bu tür ödemeler için yeni bir süre öngördüğünden davacı adına tesis edilecek işlemler yönünden yeni kurallar getiren 562 sayılı KHK hükümlerinin uygulanması gerektiği, bu durumda 18.5.1995 tarihinde isteği ile emekli olan ve İ5.6.1995 tarihinde emekli aylığı bağlanmasına hak kazanan davacının, bu tarihten itibaren üç ay içinde katsayıda artış olmaması nedeniyle, 15.11.1995 tarihinde katsayıdaki artış nedeniyle ikramiye farkı ödenmemesine ilişkin olarak tesis edilen İşlemde hukuka aykırılık bulunmadığı, davacı tarafından; ödenmesi gereken ikramiye farkının kendisi İçin bir kazanılmış hak olduğu iddia edilmekte ise de davacının emeklilik statüsünü kazandığı tarihte mevzuatta düzenlenen ikramiye ile ilgili hakları kişisel bir niteliğe dönüşmediğinden ve ferdi niteliğe dönüşmesi için davacıya katsayı artışı nedeniyle bir ödemede bulunulmadığından bu iddiasının yerinde olmadığı gerekçesiyle mahkeme kararını bozmuştur.
Danıştay dava dairelerinin birçok kararında, İçtihatları Birleştirme Kurulunun 22.12.1973 tarih ve E:1968/8, K:1973/14 sayılı kararında olduğu gibi, kamu görevlilerinin parasal haklarında memurun hilesi ve gerçek dışı beyanı gibi bazı istisnalar hariç, ilgiliye Ödemede bulunulmuş olması ve üzerinden bir süre (dava açma süresi) geçmesi hallerinde, kazanılmış haklarla müesses durumların korunması düşüncesiyle, bu hakkın kişiselleştiği ve istirdat edilemeyeceği kabul edildiğinden olsa gerek, bu kararda da, davacıya katsayı artışı nedeniyle bir ödemede bulunulmadığı ve gelecekte gerçekleşecek artış şartına bağlanan İkramiye farkının kişisel niteliğe dönüşmediği sonucuna varılması; kazanılmış hakka ilişkin Danıştay'ın yerleşik içtihatlarına uygundur. Ancak olaya vatandaşın hukuk güvenliği, istikrar ve ahde vefa ilkeleri yönünden bakıldığında kararın sonucu sorgulanabilecektir. Zira hukuk devleti, bireylerin hukuk güvenliği içinde yaşamalarını gerektirir. Bunun için istikrar, geleceğin öngörülebilirliği ve belirliliği zorunludur. Ahde vefa ilkesinin gereği olarak, genel bir ifadeyle "Devlet" (yürütme-yasama organı); bireylere karşı daha önce girdiği yükümlülüklerin arkasında durarak, bireylerin buna güvenerek yaptıkları planların gerçekleştirilmesini sağlamakla yükümlüdür. Bunun gerçekleşmemesi halinde Devlete güven zedelenecektir. Yukarıda ayrıntılı olarak incelenen olayda, davacı yasadaki düzenlemeye güvenerek verileceği öngörülen mali imkanları dikkate alarak planlarını yapmış ve emekliye ayrılmıştır. Ancak daha sonra yasada yapılan değişiklikle, daha önceki düzenlemeye göre ileride, ancak hayatın olağan akışında kendiliğinden ve mutlaka gerçekleşecek ilk katsayı artışı üzerine İkramiye farkından yararlanma imkanı, üç ay içinde gerçekleşmesi şartına bağlanmış, üç ayda gerçekleşmeyince de yok edilmiş durumdadır. Davacı açısından bakılınca, "Devlet" , adeta verdiği sözde durmayan ve ileride alacağını vaat ettiği farkı almasını yeni düzenlemeler yaparak engellemiş ve vermemiş bir konumdadır.
Görüldüğü üzere, bu şekilde uygulanan kazanılmış hak kavramı, yasa ve uygulamaya güvenerek kendi yönünden haklı olan davacının hukuk güvenliğini sağlamak yönünden yetersiz kalmıştır. Bu gibi durumlarda haklı beklentiler kuramından da yararlanılarak hukuk güvenliğini sağlamaya yönelik kararlar verilmesi gerektiği kanaatindeyiz.
Bu konuda değinmek istediğimiz diğer bir olay şu şekilde gerçekleşmiş ve karara bağlanmıştır: Şırnak 33. Mknz. P. Tug. Komutanlığında P. Kd. Ütğm. olarak görev yapmakta iken, 28.9.1994 tarihinde şehit düşen oğlundan dolayı 5434 sayılı Emekli Sandığı Karîunu'nun 3997 sayılı Yasayla değişik 72. maddesinin son fıkrasına göre, geride dul ve yetim bırakma,. muhtaç olma koşulu aranmadan davacıya 1.10.1994 tarihinden itibaren aylık bağlanmıştır. Maaş bağlanmasının dayanağı olan yasa hükmünün, 6.11.1994 tarih ve 22133 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 4049 sayılı Yasayla değiştirilerek; ....görevler nedeniyle geride dul ve yetim bırakmadan hayatlarını kaybedenlerin, baba veya analarına, muhtaç olup olmadıklarına bakılmaksızın ölüm tarihini takip eden aybaşından itibaren aylık bağlanacağı yolunda bir düzenleme yapılması üzerine, davacının oğlunun hayatını kaybettiği tarihte geride dul ve yetimi bulunduğundan kendisine bağlanan aylık Kanunun yürürlüğe girdiği tarihi takip eden 1.1.1995 tarihinden itibaren kesilmiştir. Açılan dava sonunda, Ankara 9. İdare Mahkemesince, hayatını kaybettiği tarihte geride dul ve yetim bıraktığı anlaşılan iştirakçinin- babasının anılan Yasa hükmü uyarınca aylığının kesilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davacı tarafından anılan kararın temyizi üzerine, Danıştay Onuncu Dairesi 19.11.1998 tarihli kararıyla50; getirilen yasal düzenlemelerle özel hüküm bulunmadığı sürece İlgililerin kazanılmış haklarının bertaraf edilemeyeceği, 3997 sayılı Yasadaki koşulları taşıması nedeniyle davacıya şehit oğlundan dolayı aylık bağlanmış olup; aylık bağlanmasını öngören Yasada aylık bağlanabilmesi için geride dul ve yetim bırakılmamış olması şartının getirilmesi üzerine davacıya bağlanan aylığın kesilmesinin Yasada daha önce bağlanmış olan aylıkların kesileceği yolunda herhangi bîr hükme yer verilmemiş olması nedeniyle kazanılmış hakları ve idareye olan güveni zedeler nitelikte görüldüğü gerekçesiyle oyçokluğuyla bozulmuştur.
Görüldüğü üzere, yürürlükteki yasaya uygun olarak aylık bağlanmış olması, bağlanan kişi için kazanılmış hak oluşturmuştur. Şehit düşen oğuldan dolayı aylık bağlanma şartlarının yasayla yeniden belirlenmesi, daha önce aylık bağlanarak bu statüye girmiş olanları etkilemeyecektir. Yeni şartların yeni aylık bağlanacak kişiler yönünden aranacağı tartışmasızdır. Danıştay Onuncu Dairesi, aylık bağlanmış olanların aylıklarının kesilmesinin ancak yasada bunu öngören açık bir hükümle mümkün olabileceğine karar vermiştir. Bu karar Devlet memurluğuna giriş şartlarının veya bir okula kayıt şartlarının sonradan değiştirilmesinin, hukuka uygun olarak statüye girmiş olanları etkilememesi yolundaki kararlara da paraleldir.
3-Kazanılmış Hakkın Kişiye Ait Olması
Konuyu somutlaştırmak için inceleyeceğimiz olay ve mevzuat değişikliği şu şekilde gerçekleşmiştir: 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanununun 61. maddesi ile 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanununun 9. maddesinde, hapishane, meyhane, kahvehane, kıraathane, bar, elektronik oyun merkezleri gibi umuma açık yerler ile alkollü içki satılan yerlerin okul, ilk ve orta Öğretim öğrencilerinin devam ettiği kurs, dershane ve Özel öğretim kurumlarından en az 100 metre uzaklıkta bulunması gerektiğine ilişkin kurallar, 15.1.1998 günlü, 4322 sayılı Kanunla değiştirilerek, bu uzaklık 200 metreye çıkarılmış ve 200 metrenin ölçülmesi ve müktesep haklarla ilgili esasların bir yönetmelikle belirleneceği kuralı getirilmiş, bu kurallar uyarınca çıkarılan dava konusu Yönetmeliğin, "Kazanılmış Haklar" başlıklı 8. maddesinde, Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten Önce faaliyette bulunmak üzere ruhsat verilen umuma açık yerler ile içkili yerlerin ve öğretim kurumlarının kazanılmış haklarının saklı olduğu belirtilmiş, iptali istenilen ve "Kazanılmış Haklarının Sona Ermesi" başlıklı 9. maddesinin (b) fıkrasında ise, "işyerini bir defaya mahsus olmak üzere bir başkasına satması veya benzeri el değiştirmesi halinde, bu işyerini alan kişi veya kuruluşun işletme hakları korunur" kuralına yer verilmiştir. Danıştay Onuncu Dairesi, 1.10.2002 tarihli kararıyla51; kahvehane ruhsatı verilirken, kahvehaneyi işletecek olan kişi ve kahvehane olarak işletilecek olan yer bakımından genel kolluk görevlileri ve belediye tarafından inceleme yapıldığı, kahvehane olarak kullanılmasında genel sağlık ve güvenlik açısından sakınca bulunmayan yerlerin işletilmesine izin verildiği, başka bir İfadeyle, iznin belli bir kişi ve belli bir yer için verildiği, kazanılmış hakkın ise, bir hak sağlamaya elverişli nesnel kuralların bireylere uygulanması ile onlar İçin doğan öznel hakkın korunması anlamında kabul edilebileceğinden, kazanılmış bir haktan söz edilebilmesi için bu hakkın yeni düzenlemeden önce yürürlükte olan kurallara göre bütün sonuçlarıyla fiilen elde edilmiş olması gerektiği, bu duruma göre, bir ruhsat sahibi kişinin işletmesini başka bir kişiye devretmesi halinde ruhsatın hukuki geçerliliğini yitirdiğinin kabulü gerektiğinden ve işletmeyi devir alan kişi yönünden kazanılmış bir hak doğduğundan söz etmeye de olanak bulunmadığından, yasayı aşar nitelikte düzenlenen dava konusu Yönetmelik hükmünde ve buna dayalı ruhsat verme işleminde hukuka uyarlık görülmediği gerekçesiyle iptallerine karar vermiştir.
Bu kararda kazanılmış hakkın kişiye bağlı olduğu ve önceki yasa döneminde bütün sonuçlarıyla fiilen elde edilmiş bir hakkı bulunmayan kişiye devredilmesinin mümkün olmayacağı, yeni yasadan sonra işyerinin başka kişiye devredilmesi halinde artık kazanılmış hak olmayacağından yeni düzenlemeye uygunluk aranacağı ortaya konulmuştur.
4- Özel Durumlar
a - Memur Statüsüne Girişte Sınav, Kurs, Staj gibi Atanmak İçin Bir Prosedürün Öngörüldüğü Durumlar
Yukarıda da değinildiği üzere, memuriyete giriş İçin aranılan şartları taşıyarak atanan kişilerin daha sonra memuriyete giriş şartlarının değiştirilmesi, ağırlaştırılması halinde, yeni şartların aranmaması bakımından kazanılmış hakları bulunmakla birlikte, memurluk statüsü içerisinde, bütün çalışma şartları yönlerinden kazanılmış hakları bulunduğunu söylemek mümkün değildir. Aynı yerde aynı İşi yapmak yönünden kazanılmış hakkının bulunduğu söylenemez. Ancak kazanılmış hak aylık ve derecesi yönünden kazanılmış hakkının bulunduğundan söz edilebilir. Maaş ve ikramiye gibi haklarındaki değişiklikler memurun o günden sonraki durumu için etki yaratır. İdare hukukunda statüye girişin önemi nedeniyle buna İlişkin örnek yargı kararlarına değinmeyi gerekli görmekteyiz.
Bu konuda inceleyeceğimiz ilk örnek Olay ve Karar: PTT Müdürlüğünde memur olarak görev yaparken, 1-2.10.1998 tarihinde yapılan Posta İşletme Kontrolörlüğü sınavını kazanan davacı, kurs ve staj sürecinde başarılı olmuş, sınavla ilgili olarak yapılan inceleme sonucunda düzenlenen 30.3.2006 tarih ve 26 sayılı raporda, davacı dışındaki bazı kişilerin sınava katılma şartlarını taşımadıkları saptanmış, bu arada 1.6.2001 tarihinde PTT Personelinin Görevde Yükselme Esaslarına Dair Yönetmelik yürürlüğe girmiştir. Davacının kontrolör olarak atanması isteğinin reddine ilişkin 16.7.2002 tarihli işlemin iptali istemiyle açılan davada, mahkeme, yeni yönetmeliğin yürürlüğe girmesine kadar atanmama işlemine karşı dava açılmadığı, 1.6.2001 tarihinde yürürlüğe giren yeni yönetmeliğin, kontrolör olarak atanma usulünü değiştirdiği ve sadece yeni yönetmeliğin yürürlüğe girmesinden önce görev gruplarında belirtilen unvanlara atananların kazanılmış haklarını korumaya yönelik düzenleme taşıdığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Anılan kararı temyizen inceleyen Danıştay Beşinci Dairesi 31.1.2006 tarih ve 2006/278 sayılı kararıyla; yeni yönetmelikteki düzenlemelerin önceki sınav, kurs ve staj sürecinde başarılı olan davacının atanmasına engel oluşturmadığı gerekçesiyle kararı bozmuştur.52 Yani, davacının sınavı kazanmış ve staj sürecinde başarılı olmasını, yeni yönetmeliğin korumamış olmasına karşın korumuştur. Oysa Danıştay İkinci Dairesince; benzer nitelikli bir uyuşmazlıkta, Manisa Sigorta İl Müdürlüğünde memur olan ve anılan Müdürlükteki boş şef kadroları İçin 18.7.1998 tarihinde yapılan sınavı 10. sırada kazanan davacının, 5.9.2001 tarihli başvuruyla şeflik kadrosuna atanması İsteğinin reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan dava sonucunda, idare mahkemesince,
18.7.1998 tarihli şeflik sınavında başarılı olan davacının her türlü atamaların durdurulduğu 13.1.1999 tarihli Genelge uyarınca atamasının yapılmamasına karşın, atamalara izin verilmesi sonrası yaptığı başvuru üzerine, şeflik sınavında başarılı olmasının bir kazanılmış hak olduğu hususu ile boş kadro bulunduğu göz önüne alınarak atamasının yapılması gerektiği gerekçesiyle işlemin iptaline karar verilmiştir. Anılan kararın temyizi üzerine, Danıştay İkinci Dairesince verilen 22.1.2007 tarih ve 2007/127 sayılı kararla; davacının başarılı olduğu şeflik sınavının yapıldığı 18.7.1998 tarihinde yürürlükte bulunana SSK Personelinin Unvan Yükselmesinde Uygulanacak Usul ve Esaslara İlişkin Yönetmeliği yürürlükten kaldıran ve 27.5.2000 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren SSK Personelinin Görevde Yükselmesinde Uygulanacak Usul ve Esaslara İlişkin Yönetmelik ile, Kurumun merkez ve taşra teşkilatında görevli memurların görevde yükselmelerinin usul ve esasları yeniden belirlenmiş olup, Yönetmeliğin 5. maddesinde sayılan (şeflik dahil) görevlere atanmalarda görevde yükselme eğitimi programına katılmak ve eğitim sonunda başarılı almak şartının getirildiği, "kazanılmış faklar" başlıklı 26. maddesinde de, bu Yönetmelikte sayılan görev unvanlarına Yönetmeliğin yürürlüğe girmesinden önce atanmış olanların kazanılmış haklarının saklı olduğu belirtilmiş, ancak yürürlükten kalkmış olan Yönetmelik hükümleri uyarınca yapılan sınavlarda başarılı olup, kadrosuzluk nedeniyle atanamayanlar açısından kazanılmış hakka yer verilmediği, davacının yeni yönetmeliğin yürürlüğe girmesinden sonra kazanılmış hakkından söz edilemeyeceğinden işlemde hukuka aykırılık olmadığına karar verilmiştir.53
Görüldüğü üzere, idarenin görevde yükselme usul ve esaslarını yeniden düzenleyerek, bu düzenlemede, artık yükselebilmek için eğitim programına katılmak ve eğitim sonunda başarılı olmak şartı getirilmesi, ayrıca davacının durumundakilere de korunacak kazanılmış haklar arasında yer verilmemiş olması karşısında, daha önce sınavı kazanmış olması korunması için yeterli görülmemiştir. Danıştay Onikinci Dairesi de, Kayseri Devlet Güvenlik Mahkemesinde aday hizmetli iken, Adli Yargı Adalet Komisyonunca 29.5.1991 tarihinde yapılan cezaevi katipliği sınavını kazanan davacının, sınavdan sonra 15.10.1991 tarihinde yürürlüğe giren Adalet Bakanlığı Memur Sınav-Atama ve Nakil Yönetmeliğinin 58/c maddesi uyarınca, infaz kurumlarında en az üç yıl infaz koruma başmemuru, infaz ve koruma memuru veya ambar memuru olarak görev yapma koşulunu taşımadığından bahisle ataması yapılmamıştır. Bu işlemin iptali istemiyle açılan dava sonucunda, mahkemece, davacının sınavı kazandığı tarihte hem 657 sayılı Yasanın 48. maddesi açısından hem de eski Adalet Bakanlığı Memur Sınav-Atama ve Nakil Yönetmeliği açısından görevin gerektirdiği nitelikleri haiz olduğu, idarenin boş olan kadroya atama yapmak için harekete geçtiği ve özellikle memuriyet sınavını yaptığı andan itibaren bağlı yetki içine girdiği, 29.5.1991 tarihinde yapılan sınavda davacının başarılı olması ve bireyseileşmiş bir hukuki durumun varlığı karşısında kazanılmış hakkının mevcut bulunduğu göz önüne alındığında, bağlı yetki içinde bulunan idarenin yönetmelik değişikliğini bundan sonraki sınavlara uygulaması gerekirken, bu husus dikkate alınmadan yönetmelik değişikliğinin yürürlüğünden önceki sınavlara da uygulanmak suretiyle atamasının yapılmamasında hukuka uyarlık görülmediği gerekçesiyle İşlemin iptaline karar verilmiş, temyiz aşamasında Danıştay Onikinci Dairesinin 20.11.1996 tarih ve 1996/3661 sayılı kararıyla onanmıştır.54 Kararda, davacının katiplik sınavını kazanmış olması, idarenin atama konusunda bağlı yetki içinde olmasına dayanılarak, daha sonra çıkartılan Yönetmelik hükümleri karşısında kazanılmış hak sahibi olması için yeterli görülmüştür. Danıştay Onikinci Dairesinin bu kararı, doktrinde, atama işlemi yapılmadan statüye girilmesi, dolayısıyla bir hakkın kazanılması söz konusu olamayacağından bahisle, Danıştayın bu konudaki genel tutumuyla çelişik görülmüştür.55
İlgili kişinin yasanın açıkça düzenlediği bir durum (statü) kapsamında kalmasına karşın, ve bu nedenle de, idari yargı yerince kazanılmış hak kavramına dayanılarak karar verilmesini mümkün görmediğimizden, (İdari yargı mercii, bir yasa hükmünün kazanılmış hakkı ihlal ettiği kanaatine varıyorsa o yasa hükmünün iptali için Anayasa Mahkemesine başvurması gerekmekte olup, kazanılmış hakkı ihlal ettiğinden bahisle, yasanın açık hükmünü aşacak şekilde karar verilmesi, bir bakıma kendisini Anayasa Mahkemesinin yerine koyması anlamına gelecektir) İşlemin iptalinin dayanağının kazanılmış hak kavramı olmamasını yerinde bulduğumuz olayda, idarenin İşlemlerinin gecikmesine dayanarak, atamanın başlatılan usul ve esaslara göre tamamlatılması gerektiğinden bahisle, davacıyı, o statüde bulunanlar için öngörülen uygulama kapsamından çıkarması nedeniyle sorgulanabilecek bir kararı, yasada öngörülen şartın gerçekleşmesinin Önemini göstermesi nedeniyle inceleyelim: 27.10.1990 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan MEB İlköğretim Müfettişleri Kurulu Yönetmeliği uyarınca 5.3.1997 tarihinde müfettiş yardımcılığı görevine başlamış olan davacının, Yönetmelikte öngörülen 1 takvim yılı müfettiş yardımcılığı süresi tamamlanmış olmasına karşın henüz müfettişliğe atanması yapılmadan 4.4.1998 tarihli Resmi Gazetede 4359 sayılı Kanun yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Anılan Yasanın 9'uncu maddesinde, İl Milli Eğitim Müdürlükleri bünyesinde İlköğretim Müfettişleri Başkanlığının oluşturulacağı, müfettişlerin en az 4 yıl süreli yüksek öğrenimli öğretmenler arasından yarışma sınavı ile yardımcı olarak mesleğe alınacakları ve görevde üç yıllık yetişme dönemini takiben yapılacak yeterlik sınavını başaranların müfettiş kadrosuna atanacağı, Yasanın Geçici 4'üncü maddesinde ise, bu Yasanın yürürlüğe girdiği 4.4.1998 tarihinde müfettiş olarak görev yapmakta olanlar için yeterlik sınavı aranmayacağı, yardımcı olarak görev yapmakta olanların bu görevde geçirdikleri süreler dikkate alınarak hesaplanacak üç yılın sonunda yeterlik sınavına tabi tutulacakları öngörülmüştür. Milli Eğitim Bakanlığınca, davacının müfettişlik kadrosuna atanması için geçirmesi gereken sürenin 4359 sayılı Yasa gereğince 1 yıldan 3 yıla uzatıldığından bahisle davacının yardımcılık unvanının kaldırılmamasına ilişkin 2.6.1998 tarihli işlemin tesisi üzerine, işlemin iptali istemiyle dava açılmıştır. İdare Mahkemesi, 5.3.1998 tarihinde davacının müfettiş yardımcılığı süresinin dolduğu ve müfettişliğe atanmasının gerektiği, bu tarihten sonra yürürlüğe giren 4359 sayılı Yasanın Geçici 4. maddesinin davacıyı kapsamayacağı, davacının durumunun Yönetmelik hükümleri dikkate alınarak değerlendirilmesi suretiyle atamasının yapılıp yapılmayacağı konusunda karar verilmesi gerektiği, bu nedenle dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle iptaline karar verilmiştir. Anılan kararın temyizi üzerine Danıştay Beşinci Dairesince verilen 15.9.1999 tarih ve 1999/2490 sayılı kararla; MEB İlköğretim Müfettişleri Başkanlıkları Yönetmeliğinin 16'ncı, 17'nci, 18'inci maddelerindeki hükümlerin 4359 sayılı Yasanın 9'uncu ve Geçici 4'üncü maddesi ile 4.4.1998 tarihinde yürürlükten kalktığının tartışmasız olduğu, davacının 4359 sayılı Yasa hükümleri yürürlüğe girmeden Önce 5.3.1998 tarihinde yürürlükte olan Yönetmelikte öngörülen 1 yıllık süreyi tamamladığı, müfettişliğe atamasının yapılması için Yönetmeliğin 18'inci maddesi uyarınca gerekli işlemlerin başlatıldığı, bu çerçevede ilgili grup başkanının ve İl Milli Eğitim Müdürünün doldurduğu değerlendirme formunun Bakanlığa sunulmak üzere Valiliğe verildiği, ancak Valilikçe söz konusu formun 18 gün gecikme ile 23.3.1998 günlü yazı ekinde Bakanlığa gönderildiği, bu nedenle, anılan madde uyarınca atama prosedürünün tamamlanması için Bakanlıkça yapılması gerekli işlemler (İlköğretim Genel Müdürü ve Personel Genel Müdürünün müştereken hazırlayacağı teklif ve Bakan onayı) 4359 sayılı Yasa yürürlüğe girmeden önce tamamlanabilecekken geciktiğinin anlaşıldığı, bu durumda, eski Yönetmelik hükümlerinde öngörülen usul ve esaslara göre başlatılmış olan atama prosedürünün aynı yönetmelik hükümleri uyarınca tamamlatılması gerektiği sonucuna varıldığından; 4359 sayılı Yasanın ilgili hükümleri gereğince adı geçenin ancak 3 yıllık çalışma süresi sonunda yapılacak yeterlilik sınavında başarılı olması halinde müfettişliğe atanabileceğine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle onanmasına karar verilmiştir.56
Bu konuda inceleyeceğimiz son karar: Polis Akademisi mezunu olan ve 1.7.1986 tarihinde Emniyet Amirliğine yükseltilen davacının, bu rütbedeki 3 yıllık bekleme süresini tamamlamadan 29.2.1988 tarihinde yürürlüğe giren 311 sayılı KHK'nın 17'nci maddesi ile rütbelerde bekleme süreleri 6 yıla çıkartılmış, daha sonra 9.6.1991 tarihinde yürürlüğe giren 3748 sayılı Yasa ile 4 yıl olarak belirlenmiştir. (311 sayılı KHK'nın iptali istemi Anayasa Mahkemesince reddedilmiştir.) Davacı, 13.7.1989 tarihi itibariyle bir üst rütbeye yükseltilmesi isteğiyle' yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle dava açmıştır. İdare mahkemesince, vdavacınm 3201 sayılı Yasada öngörülen 3 yıllık bekleme süresini tamamlamadan 29.2.1988 tarihinde yürürlüğe giren 311 sayılı KHK ile bekleme süresi 6 yıla çıkartıldığından kazanılmış hakkından söz edilemeyeceği, 9.6.1991 tarihinde yürürlüğe giren 3748 sayılı Yasa ile bekleme süresi 4 yıl olarak belirlendiğinden davacının bekleme süresinin 4 yıl olduğu, ancak aynı yasa ile yükselme için sınav şartı da getirildiğinden davacının rütbe terfi sınavından muaf tutulması mümkün olmadığı gibi, 1991 yılında yapılan sınavda başarısız olduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, Danıştay Onikincİ Dairesince temyiz aşamasında 13.3.1996 tarih ve 1996/797 sayılı kararla onanmıştır.57
Görüldüğü üzere, bir hakkın elde edilmesi bakımından belli bir süre bekleme şartı öngörülen durumda, önceki yasa dönemindeki 3 yıllık bekleme süresi dolmadan yeni düzenlemeyle bu sürenin arttırılması karşısında, fiilen elde edilmiş bir hakkın varlığından söz edilemeyeceğinden, henüz bir kazanılmış hak bulunmamaktadır. Dolayısıyla, davacı yeni düzenlemeye tabi olacaktır.
b - Öğrencilik Statüsü ve Eğitim Öğretim Süreci
Yukarıda da değinildiği üzere, statüye giriş için aranılan şartlan gerçekleştirip statüye girildikten sonra giriş şartları yönünden kazanılmış hak oluşmakta, okula kayıt için aranılan şartları taşıyarak kayıt yaptıran öğrencinin daha sonra okula kayıt şartlarının değiştirilmesi, ağırlaştırılması halinde, bu şartların aranmaması bakımından kazanılmış hakları bulunmakla birlikte, öğrencilik statüsü içerisinde, eğitimin şartları ve içeriği yönünden kazanılmış hakları bulunduğunu söylemek mümkün değildir. Bu çerçevede söylediklerimizi yargı kararlarıyla somutlaştıralım:
Bu konuda inceleyeceğimiz ilk karar: 15.7.2002 tarih ve 24816 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Çankaya Üniversitesi Lisans Eğitim Öğretim Süreleriyle Sınav ve Değerlendirme Esaslarına İlişkin Yönetmeliğin değişik 19. maddesinin ve davacının bir üst sınıfa devam ettirilmemesine ilişkin 11.9.2003 tarihli işlemin iptali istemiyle açılan davada, idare mahkemesince, eğ itim-öğreti m faaliyetlerinin ihtiyaçlarından kaynaklandığı anlaşılan yönetmelik değişikliğinde hukuka aykırılık bulunmadığı, öğrenci olan davacının devam eden öğrencilik statüsü nedeniyle tabi olacağı ve kazanılmış haktan söz edilemeyeceğinden, yeni yönetmelik yayımlanırken öğrencilik statüsü kazanmış olanları da kapsamasında ve buna dayalı olarak tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Anılan kararın temyizen incelenmesi sonucunda Danıştay Sekizinci Dairesince verilen 04.05.2005 tarih ve 2005/2119 sayılı kararla58; Yönetmelik maddesine yönelik karar onanmış, işleme ilişkin kısım ise; davacının 2000-2001 eğitim öğretim yılında Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesine kayıt yaptırdığı, 11.11.2001 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan ve
2001-2002 eğitim öğretim yılından itibaren geçerli olan Çankaya Üniversitesi Lisans Eğitim Öğretim Süreleriyle Sınav ve Değerlendirme Esaslarına İlişkin Yönetmeliğin değişik 19. maddesi hükmüne göre 4. sınıfa kayıt yaptırabilmek için gerekli olan 2. sınıfın en çok 2 dersi dışındaki tüm derslerinden başarılı olmak şartını yerine getirdiği, bu dönemdeki yönetmelik hükümlerinin kendi lehinde olması, kendisi için kazanılmış hak teşkil etmesi nedeniyle, yeni çıkarılan yönetmelik hükümlerinin davacı hakkında uygulanmak istenmesinin İdare hukukunun genel ilkelerinden olan kazanılmış hak ile idari istikrar ilkelerini zedeleyici nitelikte olduğu anlaşıldığından İşlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle bu kısmın bozulmasına karar verilmiştir. Yani, davacının kayıt yaptırdığı tarihteki Yönetmelik hükmünün lehe olduğuna ve bu durumun kazanılmış hak oluşturduğuna karar vermiştir. Öte yandan, bir başka uyuşmazlıkta, Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Anabilim Dalı Yönetim Organizasyon Tezsiz Yüksek Lisans Programına 2000-2001 öğretim yılında kaydını yaptırıp aldığı derslerden başarılı olan davacının, 10.12.2001 tarihli işlemle, 29.07.2001 tarihinde yürürlüğe giren yeni yönetmeliğin 4/c hükmü uyarınca 2 yarıyıl içerisinde (2001-2002 eğitim öğretim yılı güz ve bahar yarıyılı) ÜDS/eşdeğer yabancı dil başarı belgesi getirmesi aksi takdirde ilişiğinin kesileceğinin bildirilmesi üzerine, anılan işlemin ve 29.07.2001 tarihli Yönetmeliğin ÜDS/eşdeğeri en az 40 puan olan başarı belgesi istenmesi ve getirmeyen adaylara ilk yarıyıl ek süre verilerek getirmeyen adayın ilişiğinin kesilmesini öngören 4/c ve yönetmelik değişikliğinin daha önce kaydını yaptırmış olan öğrencilere de uygulanmak üzere yayımı tarihinde yürürlüğe gireceğine ilişkin 54. maddesinin iptali istemiyle açtığı dava sonucunda, idare mahkemesince, eski yönetmelik hükmünün davacı yönünden kazanılmış hak oluşturduğu gerekçesiyle 12.10.2001 tarihli işlemin ve 54. maddenin iptaline karar verilmiştir. Danıştay Sekizinci Dairesince temyizen verilen 09.04.2003 tarih ve 2003/1661 sayılı kararda59; objektif hukuk dünyasında meydana gelen ve hukuki statüde değişiklik yapan düzenlemelerin eski düzenleme uyarınca statü kazanmış ve statüsü devam eden bireyleri de kapsayacağı, eğitim ve öğretim kalitesini arttırıp dünyadaki bilimsel gelişmeleri izlemeye yönelik olarak getirilen yabancı dil şartına, davacının devam eden öğrencilik statüsü nedeniyle tabi olacağından, kazanılmış haktan söz edilemeyeceği için yeni yönetmeliğin öğrencilik statüsünü kazanmış olanları da kapsamasında hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Burada aktaracağımız son karar: 5.2.2004 tarih ve 25364 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan "Karadeniz Teknik Üniversitesi Önlisans ve Lisans Eğitim-Öğretim, Sınav Değerlendirme ve Öğrenci İşleri Yönetmeliğinin Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine ve Ek Madde ve Geçici Madde Eklenmesine Dair Yönetmelik" ile, geçme notunun sınıfın genel başarı durumuna göre belirlenmesi ve harf sistemine göre daha önce (50-59) not aralığında olan DD notunun başarısız kabul edilmesiyle, buna paralel düzenlemelerin iptali istemiyle açılan davada, dava konusu işlemi iptal eden mahkeme kararının Danıştay Sekizinci Dairesince temyizen incelenmesi sonucunda verilen 23.03.2005 tarih ve 2005/1280 sayılı kararla60; 2547 sayılı Yasanın verdiği yetkiye dayanılarak eğitim, öğretim ve sınav sisteminde eğitimin kalitesini ve verimini arttırmak amacıyla her zaman düzenleme yapılabileceği, bu düzenlemenin tüm öğrencileri kapsayacağı ve uygulanmasına engel bir durum yoksa hemen uygulamaya geçilebileceği, bu durumda eğitim öğretim kalitesini arttırmak amacıyla yapılan değişikliklere davacıların devam eden öğrencilik statüleri nedeniyle tabi olacağı ve kazanılmış haktan söz edilemeyeceği (geçici maddelerle 2003-2004 eğitim öğretim yılı için bir defaya mahsus eski uygulamanın devam etmesi dışında) gerekçesiyle yeni yönetmelikte hukuka aykırılık bulunmadığına karar verilmiştir.
5-Kazanılmış Hakkın Sınırları
Hakların, kazanılmış hak oiarak korunmasının sınırları bulunmaktadır. Bunlar, kısaca; kazanılmış hak ilkesinin kamu düzeniyle, kamu yararıyla ve kamu hizmetinin gerekleriyle çatıştığı durumlarda ortaya çıkmaktadır. Bunlara uluslararası sözleşmenin gerekleri ve yasayla aksinin açıkça öngörüldüğü durumları da (yasa hakkında Anayasa Mahkemesince iptal kararı verilmediği sürece) eklemek gerekmektedir.
Ancak kazanılmış haklann korunmasının sınırlarını çizen yukarıdaki unsurların alanına girenler olayda hakkın tüm boyutlarının (geçmişte doğurduğu parasal hak gibi geçmişte kalan sonuçlar ile geleceğe yönelik olan etkiler) mutlaka korunmayacağım söylemek de mümkün değildir. Hakkın geleceğe yönelik kullanımının korunması kamu düzenini bozacak veya kamu hizmetini aksatacak veya kamu yararına aykırı sonuçlar doğuracak nitelikte ise, böyle bir durumda geleceğe yönelik kazanılmış hak olamayacaktır. Anılan unsurların gerekleri ile hukuki güvenlik ilkesinin karşıtlığı dikkate alındığında, somut olayda yargı yerince, söz konusu unsurlara (herhangi biri olabilir) üstünlük tanınması, o unsurun, olayda hukuki güvenlik İlkesinin çiğnenmesini gerektirecek ağırlıkta bulunmuş olduğunu göstermektedir. Bu durumda, son aşamada, hakkın kullanımının korunması veya sona erdirilmesinde yargı yerinin bu değerlendirmesi ve kararı belirleyici olmaktadır.61
a- Kamu Düzeni, Kamu Yararı ve Kamu Hizmetine İlişkin Sınırlama Örnekleri
Bu başlık altında inceleyeceğimiz ilk karar: Davacı şirketin işlettiği sabun imalathanesi, kurulduğu zaman mevcut mevzuat uyarınca gerekli olan ikinci sınıf gayrı sıhhi müessese ruhsatı alınmak suretiyle faaliyete başlamış, daha sonra idarece, günün değişen koşulları üzerine yeniden yapılan incelemede, tüm sabun ve deterjan imalathanelerinin çevreye verecekleri ve vermekte oldukları zararlar dikkate alınarak birinci sınıf gayrı sıhhi müessese olmaları gerektiği sonucuna varılarak, bu yönde Yönetmelik değişikliği yapılmıştır. Dava konusu işlemle, davacı şirkete Yönetmelik değişikliği gereği olarak en geç iki yıl içinde birinci sınıf ruhsat alması gerektiği aksi takdirde ruhsatsız sayılacağı bildirilmiştir. Bu işlemin iptali istemiyle açılan dava sonucunda, Danıştay Onuncu Dairesince; ikinci sınıf ruhsata sahip şirkete yönetmelik değişikliği gereği olarak birinci sınıf ruhsat alması gerektiği bildirilerek, bunun için de iki yıl süre tanındığından; ayrıca yönetmelik değişikliğinde eskiden beri faaliyet gösteren ve yeni kurulacak olan tüm sabun imalathanelerinin çevre sağlığı bakımından sakıncalı olmaları nedeniyle birinci sınıf ruhsat almakla yükümlü tutulduklarından, davacı şirketin ihlal edilmiş bir kazanılmış hakkı bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.62 Kanaatimizce, yeni düzenlemede, eskiden beri faaliyet gösteren işletmeler için, bu yükümlülük açıkça öngörülmemiş olsaydı da, kamu düzeni ve kamu yararının söz konusu olduğu bu durumda, yine davacı şirketin yeni duruma uyum sağlaması gerekmekte olup kazanılmış hakkı bulunduğu değerlendirmesi yapılması mümkün olamayacaktır. Nitekim, 18.10.1997 tarih ve 23144 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Doğal Kaynak, Maden ve İçme Suları ile Tıbbi Suların İstihsali, Ambalajlanması ve Satışı Hakkında Yönetmeliğin Geçici 1. maddesi İle önceden izin belgesi bulunan veya tesis izni almış olan su işletmecilerinin kazanılmış haklan saklı tutularak yeni duruma intibakları için bir yıllık süre tanınmış, açılan davada Danıştay Onuncu Dairesinin 30.9.1999 tarih ve 1999/4499 sayılı kararıyla63; kamu sağlığının korunması alanında, yasal düzenlemelerle görevli ve sorumlu sayılıp, genel denetim yetkisi verildiği tartışmasız olan davalı Sağlık Bakanlığınca bu yetki kullanılmak suretiyle düzenlenen yönetmelikle, kamu sağlığının korunması amacıyla içme sularının en uygun şekilde kullanıma sunulabilmesi için bir takım koşulların öngörülmesinde ve söz konusu koşullara uygun olmayan işletmelerin faaliyetlerinin bir yıl süre tanındıktan sonra durdurulmasında kamu yararına aykırılık görülmediği, kaldı ki Valilikçe davacı adına düzenlenen işletme belgesinde Sağlık Bakanlığınca yapılacak yeni düzenlemeye kadar geçerli olacağı açıkça belirtilmiş olup, anılan belgeye dayanılarak kazanılmış haktan söz edilmesine de olanak bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
İkinci karar: 6136 sayılı Ateşii Silahlar ve Bıçaklar İle Diğer Aletler Hakkındaki Kanun'un uygulanmasına ilişkin 21.3.1991 tarih ve 91/1779 sayılı Yönetmelikte değişiklik yapan 2.12.1999 gün ve 99/13749 sayılı Yönetmeliğin 2'nci maddesinin (h) bendindeki değişiklikle yivli av tüfeği yeniden tanımlanarak, yivli av tüfeğinin, namlu uzunluğu fişek yatağı hariç otuz santimetreden fazla, uzun menzilli ve delici güce sahip, sabit dipçikli, tam ve yarı otomatik atış yeteneği olmayan ve münhasıran avda veya atıcılıkta kullanılan ateşli-yivli silahları ifade ettiği belirtilmiştir. Böylece 21.3.1991 tarih ve 91/1779 karar sayılı Yönetmelik, yivli av tüfeklerinde, sadece tam otomatik olmamak koşulunu öngördüğü halde, dava konusu düzenlemede bu tüfekler için diğer koşullar yanında ayrıca yarı otomatik koşulu da getirilerek bunlar da ruhsata tabi kılınmıştır. Davacı, anılan düzenlemeyle, avda ve atıcılıkta kullanılmak üzere daha önceden satın aldıkları yarı otomatik atış yeteneğine sahip tüfeklerin, yivli av tüfeği kapsamına alındığından, bu silaha sahip avcıların ellerindeki silahlarla avlanabiime olanaklarının artık kalmadığını, bu nedenle kazanılmış haklarınsn zedelendiğini ileri sürerek değişikliğin iptalini istemiştir. Danıştay Onuncu Dairesince verilen 23.10.2002 tarih ve 2002/4029 sayılı kararla64; uluslararası uygulamada büyük ölçüde yivli av tüfeği standardı olarak, yarı ve tam otomatik atış yeteneği olmayan, elle doldurup boşaltma işlemi yapan yivli tüfeklerin, yivli av tüfeği olarak kabul edildiği, yarı otomatik yivli tüfeklerin yivsiz av tüfeklerine göre çok daha uzun menzilli ve tesirli silahlar oldukları kabul edildiğinden, bu tür tüfeklerle ilgili uluslararası standartlara uygun olarak yapılan mevzuat değişikliklerinin yerinde olduğu, ayrıca, bu tür yan otomatik yivli tüfeklerin peş peşe birden fazla atış yapabilme yeteneği nedeniyle, av tüfeğinden çok saldırı ve savunmada kullanılabilecek bir silah niteliği kazandığı anlaşılmakla, kamu güvenliğini sağlamak görev ve yetkisine sahip bulunan davalı idarenin, kamu güvenliğine Üişkin bulunan ruhsata bağlanacak silahların niteliğinin tespiti konusundaki yetkisini kamu yararına ve hizmet gereklerine uygun olarak kullandığı sonucuna varıldığı, yukarıda yapılan açıklamalar karşısında davacının bu konuda korunacak yasal bir hakkının bulunmadığı anlaşılmakla, kazanılmış hakların, zedelendiği yönündeki iddiası yerinde görülmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Görüldüğü üzere, kamu güvenliği ve kamu yararının söz konusu olduğu durumda, davacının avda ve sporda kullanmak üzere satın almış olduğu tüfekleri bu amaçla kullanabilmesi yönünde kazanılmış hakkı olamayacağına karar verilmiştir.
b- Uluslararası Sözleşmeden Gelen Sınırlamaya İlişkin Örnekler
Bu konuda inceleyeceğimiz olayın gelişimi ve mevzuat değişikliği şu şekilde gerçekleşmiştir: Başbakanlık Denizcilik Müsteşarlığı 31.7.2002 tarih ve 24832 sayılı Resmi Gazetede "Gemi Adamları Yönetmeliği"ni yayımlamış, değişik unvanlarda çok sayıda gemi adamı kazanılmış haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek dava açmıştır. Anayasanın 90. maddesi uyarınca, usulüne uygun olarak yürürlüğe konulan uluslararası sözleşmeler iç hukukumuzda yasa hükmündedir. 28.4.1989 tarihii Resmi Gazetede Gemi Adamlarının Eğitim, Belgelendirme ve Vardiya Standartları Hakkında Uluslararası Sözleşmeye Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair 3539 sayılı Kanun yayımlanmış, anılan sözleşmeye söz konusu yasanın yayımlandığı tarihten itibaren hüküm ifade edecek şekilde katılın ması Bakanlar Kurulunca kararlaştırılmıştır. STCVV-1995 Konferansının sonuç bildirgesi bağlısı olan Karar 3'de, "geçiş hükümleri" ele alınarak, 5 yıllık süre için uygulanacak geçiş hükümlerinin Kural 1/15 i içereceği hususunda anlaşılmış olarak, 1 Şubat 2002 tarihinde tam uyumun sağlanması maksadı ile, tarafların yeniden düzenlenmiş olan sözleşmeyi kendi ulusal eğitimlerinde, belgelendirmelerinde ve İdare sistemlerinde uygulamak için uygun önlemleri almaya derhal başlamaları gerektiği öngörülmüştür. Davacı tarafından, 1997 tarihli Yönetmelikteki yakınyol kaptan klas I, yakınyol kaptan klas II, yakınyol kaptan klas III' ün emsal tutularak 2002 tarihli Yönetmelikte tümüne 3000 GT altında kaptanlık verildiği, kazanılmış haklar bölümünde belirtilen yeterliklerin yetkilerinin sefer bölgesi, GT ya da gücüne göre kısıtlandığı ve bir-iki alt seviyeye indirildiği, kazanç ve iş sahalarının daraltıldığı, "yakın kıyısal sefer bölgesi"nin çok daraltılarak yetkilerinin ellerinden alındığı ileri sürülerek yönetmelik hükümlerinin iptali istemiyle dava açılmıştır. Danıştay Onuncu Dairesince, 30.12.2005 tarihinde verilen kararla65; yönetmelikte güverte zabitleri için belirlenen 500-3000 GT ve makine zabitleri için belirlenen 750-3000 KW sınırları ile diğer standartların, Türkiye'nin taraf olduğu ve 1.2.2002 tarihinde bütün yönleriyle yürürlüğe girmesi öngörülen "Gemi Adamlarının Eğitim, Belgelendirme ve Vardiya Standartları Hakkında Uluslararası Sözleşme" (STCW~78 ve STCVV-95 değişiklikleri) de bulunduğu ve uluslararası yükümlülüklerin gereği olarak yönetmelikte yer aldıkları, 1997 tarihli Yönetmelikteki klas I, klas II, klas III şeklinde çok çeşitli ve klaslı olarak nitelendirilen yeterliklerin STCW de tanım ve karşılıklarının olmadığı, farklı klaslara aynı intibak hakkının verilmediği, Yönetmeliğin "kazanılmış haklar" bölümünde ayrım yapılarak geçmişteki hizmetlerin üst yeterlilik için değerlendirildiği ve kademelendirme yapılarak üstünlük tanındığı, "yakın kıyısal sefer"in STCW sözleşmesindeki tanımına uygun hale getirildiği görülmekle ve STCW Sözleşmesi yürürlükte İken ona aykırı olarak verilen belgelerle kazanılmış hak elde edilemeyeceğinden iptali istenilen düzenlemelerde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Danıştay Onuncu Dairesinin aynı konuda temyizen inceieme sonucu verdiği 2.3.2007 tarihli başka bir kararına56 konu olayın gelişimi şu şekilde gerçekleşmiştir: 1997 yılında kayıt yaptırdığı İstanbul Denizcilik ve Su Ürünleri Anadolu Meslek Lisesi Gemi Makineleri Bölümünden 15.6.2001 tarihinde mezun olan davacının, 2003 yılında katıldığı sınavda başarılı olması üzerine, kendisine 6.8.2003 tarihini taşıyan, gemi adamları için STCW-78 Sözleşmesi ve 1995 değişikliklerine göre düzenlenen makine zabiti yeterlik belgesi verilmiş, davacı, makine zabiti belgesinin önceki yönetmelik hükümlerine göre verilecek sınırlı makine zabiti yeterlik belgesinin haklarını karşılamadığını, kazanılmış hakkı bulunduğunu ve kendisine verilecek belgenin ikinci makinistlik yeterliğini de kapsaması gerektiğini ileri sürerek davayı açmıştır. Ankara 8. İdare Mahkemesince; 30.1.1997 tarihli ve 22893 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Gemi Adamları Yönetmeliğine göre sınırlı makine zabiti olmak için meslek liselerinin gemi makineleri bölümünden mezun olmak koşulunun yer aldığı; 24.7.2001 tarih ve 24472 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Gemi Adamları Yönetmeliğinin 18. maddesiyle; bu Yönetmeliğin yürürlüğe girmesinden sonra eğitime başlayacaklar için yeni yönetmelik hükümlerinin uygulanacağının düzenlenmiş olması karşısında, 1997 yılında kayıt yaptırdığı İstanbul Denizcilik ve Su Ürünleri Anadolu Meslek Lisesi Gemi Makineleri Bölümünden 15.6.2001 tarihinde mezun olan davacının; 2003 yılında katıldığı sınavda başarılı olması üzerine, önceki yönetmelik hükümlerine göre sınırlı makine zabiti yeterlik belgesi düzenlenmesi gerektiği gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir. Danıştay Onuncu Dairesince ise; 2002 tarihli Gemi Adamları Yönetmeliğinin "kazanılmış haklar" başlıklı 15. maddesinde, eski yönetmeliğe göre sınırlı makine zabiti yeterliğine sahip bulunanlar, sınavsız olarak "makine zabiti" yeterliğine İntibak ettirildiği, Yönetmeliğin "Eğitim-Öğretim Görmekte Olan Öğrenciler ve Mezunlar" başlıklı 18. maddesinde de, halen eğitim görmekte olanlar ile mezun olan ve fakat yeterlik belgesi almayan hak sahiplerinin ilk yeterlik alırken, sınav konuları ve geçme başarı notu baremi hariç, önceki yönetmelik ile kazandığı hakların saklı olduğu, bu hak sahiplerinin, 31.12.2002 tarihinden sonra, önceki yönetmelikte sınavına girmeye hak kazandıkları yeterlik belgesinin bu yönetmelik hükümlerine göre intibakı olan yeterlik belgesi sınavına gireceklerinin kurala bağlandığı, her ne kadar, 1997 tarihli Yönetmeliğe bağlı olarak yürürlüğe girmiş olan "Gemilerin Gemi Adamları ile Donatılması Hakkında Yönerge"ye ekli 6 nolu çizelgeye göre, sınırlı makine zabitlerine, yakın sefer bölgesinde 3000 kw'a kadar olan yük gemileri ile yakın sefer bölgesinde 1500 kw'a kadar olan yolcu gemilerinde ikinci makinistlik yapma yetkisi verilmiş ise de; tüm yönleriyle 1.2.2002 tarihinde yürürlüğe giren STCW Sözleşmesinde ve Sözleşme hükümlerinin iç hukukta uygulanmasını sağlamaya yönelik olarak hazırlanan 2002 tarihli Yönetmelikte, makine zabitlerinin üst derecedeki ikinci makinistin görevini yürütmesine, ikinci makinist ve başmakinist için Sözleşmede zorunlu olan A-III/2 eğitimini almadıkları için imkan tanınmadığının anlaşıldığı, bu durumda, Sözleşmenin makine zabitliği için öngördüğü A-III/1 eğitimini alan davacı adına, 1997 tarihli Yönetmeliğe göre alınan sınırlı makine zabiti yeterlik belgesinin 2002 tarihli Yönetmeliğe göre intibakı olan makine zabiti yeterlik belgesi düzenlenmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle mahkeme kararı bozulmuştur.
Görüldüğü üzere, bu kararlardan üç temel sonuç çıkarmak mümkündür: Birincisi, uluslararası sözleşme, yasa kuralı (Uluslararası sözleşme yasa hükmündedir) yürürlükte iken, geçiş döneminde, idarenin farklı sınıflandırmalarla verdiği unvan ve belgelere dayanılarak kazanılmış hak oluşmayacağıdır. İkincisi, yeni sınıflandırmada, geçmişteki hizmetlerin üst yeterlilik için değerlendirilmesi ve kademelendirme yapılması gerektiği, üçüncüsü ise, uluslararası sözleşmenin uluslararası bir işi yapmak için aradığı asgari eğitim düzeyini taşımayan kişinin o işi yapabilmek için kazanılmış hakkının bulunduğundan söz edilemeyeceğidir.
c- Yargı Kararlarından Oluşan Sınırlamalar
Anayasa Mahkemesinin bir yasayı iptal etmesi halinde o yasaya dayanılarak elde edilen hakkın koruna maya cağı açıktır. 11.9.1987 tarih ve 87/12184 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla özelleştirme kapsamına alınan Sümer Holding A.Ş.'ne ait Adana Pamuklu Sanayi İşletmesinin satılmasına ilişkin 19.1.1996 tarih ve 96/1 sayılı Özelleştirme Yüksek Kurulu Karan'nın iptali istemiyle açılan davada, İdare Mahkemesince; anılan işletmenin açık pazarlık usulüyle yapılan ihalesi sonucunda 480 milyar lira bedelle 8.2.1996 tarihinde Y. Tekstil Fabrikası A.Ş.'ne satıldığı, Sümer Holding Adana Pamuklu Sanayi İşletmesinin özelleştirilmesine ilişkin işlemin dayanağı olan 4046 sayılı Yasa'nın 18. maddesinin (B) ve (C) bentlerinin Anayasa Mahkemesi'nin 9.4.1997 tarih ve E:1997/35, K:1997/45 sayılı kararı ile iptal edildiği, bu durumda uygulamanın dayandığı yasa hükümlerinin Anayasaya aykırı olması nedeniyle işlemin de hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir. Bu karar, Danıştay Onuncu Dairesinin 29.12.1999 tarih ve 1999/7413 sayılı kararıyla57 onanmıştır. Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığınca, temyiz aşamasında bu dosya ve emsal nitelikli birçok dosyada, satışın gerçekleştiği, yerin alıcıya teslim edildiği, hatta söz konusu yerçüzerinde alıcının da tesis yapmak gibi başka tasarruflarda bulunduğu belirtilerek kazanılmış- hakların oluştuğu ileri sürülmüşse de, Danıştayca sonucu etkileyecek nitelikte görülmemiştir.
Anayasa Mahkemesinin kararları da bu doğrultudadır: "Hukuk devletinin gerçek anlam ve amacı, devletin tüm işlem ve eylemlerinin hukuk kurallarına uygun yürütülmesini gerekli kılar. Anayasa'nın, devlet faaliyetlerinin yargısal denetime bağlı olarak yürütülmesini öngörmesinin, yasama işlemlerinin de bu kapsamda olmasının nedeni budur. Anayasa Mahkemesi'nin kararıyla Anayasa'ya aykırılığı saptanan bir yasaya dayanılarak ileriye yönelik hak kazanılması ve kazanılmış bir haktan söz edilmesi olanaksızdır."68
Kazanılmış hakların korunması açısından, yapılan yeni düzenlemelere uyumun sağlanması için geçici maddelerde bir süre tanınması gerektiği tartışmasız olmakla birlikte, tanınacak sürenin miktarı da keyfi olmayıp; amaca ve giderilmesi istenen eksikliğin önemine uygun olmak zorundadır. Özel Hastaneler Yönetmeliğinde yapılan değişiklikte kazanılmış haklan korumaya yönelik uyum sürecini düzenleyen geçici maddeler yer almışken, 13.4.2003 tarih ve 25078 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan "Özel Hastaneler Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair YÖnetmelik"in 30. maddesiyle; Özel Hastaneler Yönetmeliğinin yayımından Önce ruhsat almak için başvurmuş olmakla birlikte henüz ruhsat almamış Özel hastanelerin Yönetmeliğin 10. maddesinde öngörülen yükümlülüğü yerine getirebilmeleri için 27.3.2007 tarihine kadar dört yıllık bir süre tanınmasını Danıştay Onuncu Dairesi; hastanenin 4 yıl boyunca Özel Hastaneler Tüzüğünün 3'üncü maddesine ve Yönetmeliğe aykırı binalarda faaliyette bulunmalarına imkan tanıması nedeniyle hukuka, hizmet gereklerine ve kamu yararına aykırı bularak 27.11.2006 tarih ve 2006/6864 sayılı kararla iptal etmiştir.69
VI- Sonuç
Yasaların ve düzenleyici işlemlerin değişmelerinden hakların etkilenmeleri ve bu bağlamda kazanılmış hak oluşup oluşmadığı ve sınırları, mümkün olduğunca fazia örnekle somutlaştırılmış olup; yararlandırıcı ve emredici nitelikteki yasa ve diğer düzenleyici işlemlerden (kural tasarruflardan); yürürlükte
oldukları döneme ilişkin olarak haklar doğacağı ve birel işlemler tesis edilerek hakkın kişiselleşmesi durumu yanında, "objektif bir hukuk kuralının ilgili kişi hakkında kendiliğinden uygulanacak hale gelmesi" durumunda da, kazanılmış haklar doğacağı ortaya konulmuş bulunmaktadır.
1 Anayasa Mahkemesinin 27.03.1986 tarih ve E:1985/31, K: 1986/11 sayılı kararı, benzer diğer tanımlamalar için bkz. 20.05.1998 tarih ve E:1998/10, K:1998/18 ve 8.10.2003 tarih ve E:2003/67, K:2003/88 sayılı kararları, anayasa.gov.tr, kararlar.
2 Duran Lütfi, İdare Hukuku Meseleleri, İstanbul, 1964, s. 396, 403.
3 Özel hukuk alanında en kapsamlı ve genel yasa olan 17.2.1926 tarih ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'nin uygulanmasına ilişkin olarak; 29.5.1926 tarih ve 864 sayılı Kanunu Medeninin Sureti Mer'iyet ve Şekli Tatbiki Hakkında Kanun (bu Kanun, 4722 sayılı Kanunun 23. maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır.) da yasaların etkileri ve uygulama kuralları bu yasa yönünden ayrıntılı şekilde düzenlenmiştir. Yasanın 1. maddesinde, Kanunu Medeninin meri olmağa başladığı tarihten evvelki hadiselerin hukuki hükümleri, mezkur hadiseler hangi kanun mer'i iken olmuş ise yine o kanuna tabi kalır.Binaenaleyh 4 teşrinievvel 1926 tarihinden evvel vuku bulmuş olan muamelelerin hukukan lazımülifa olup olmamaları ve neticeleri mezkur tarihten sonra dahi, vukulan zamanında meri olan kanunlara tevfikan tayin olunur. 2.maddesinde, Kanunu Medeninin intizamı amme ve adabı umumiyeyi temin zımnında vazedilmiş olan kaideleri, mer'i olmağa başladıkları zamandan itibaren, haklarında istisnai bir hüküm olmayan bütün hadiselere kabili tatbiktir. ( kamu düzenini ve genel ahlakı sağlamak amacıyla konulan kuralların Medeni Kanunun yürürlüğe girdiği andan itibaren açıkça İstisnai hüküm olmayan bütün hallere uygulanacağı). Binaenaleyh yeni kanuna göre intizamı amme ve adabı umumiyeye mugayyir olan kaideler, yeni kanun meri olmağa başlar başlamaz hiç bir veçhile tatbik edilemez. 3. maddesinde, Kanunun, iki tarafın arzu ve iradelerini nazarı itibare almaksızın, tanzim ettiği muamele ve münasebetler yeni kanunun neşrinden evvel vukubulmuş olsa bile meriyetinden itibaren yeni kanuna tabi olurlar. (Medeni Kanunun tarafların iradesine bakılmaksızın emredici kurallarla düzenlediği ilişkilere ilişkin hükümlerin, eski yasa zamanında gerçekleşmiş olsa bile yeni yasanın yürürlüğünden itibaren yeni yasaya tabi olacağı ) 4. maddesinde, Eski kanun mer'i iken , vuku bulmuş olup ta yeni kanunun meriyetinden evvel kendilerinden bir hakkı müktesep vücude gelmemiş olan hadise, yeni kanunun meriyeti tarihinden itibaren ona tabi olur. 5. maddesinde, Medeni hakların istimali her halde Kanunu Medenideki hükümlere tabidir. Şu kadar ki yeni kanun mer'i olmağa başladığı zaman eski kanuna göre medeni haklannı istimal salahiyetini haiz olup ta yeni kanuna göre mezkur salahiyete sahip olmamaları lazım gelenlerin, bu salahiyetlerine asla halel gelmez.
Aynı doğrultudaki düzenlemeler 22.11.2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu üzerine yayınlanan 3.12.2001 tarih ve 4722 sayılı Türk Medeni Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Kanunda da yer almıştır. 1. maddesinde, Geçmişe etkili olmama kuralı yer almıştır. Türk Meedenî Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önceki olayların hukukî sonuçlarına, bu olaylar hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmişse kural olarak o kanun hükümleri uygulanır. Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önce yapılmış olan işlemlerin hukuken bağlayıcı olup olmadıkları ve sonuçları, bu tarihten sonra dahi, yapıldıkları sırada yürürlükte bulunan kanunlara göre belirlenir. Türk Medeni Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten sonra gerçekleşen olaylara, Kanunda öngörülmüş ayrık durumlar saklı kalmak kaydıyla, Türk Medenî Kanunu hükümleri uygulanır. 2. maddesinde. Geçmişe olma kuralları, Türk Medenî Kanununun kamu düzeni ve genel ahlâkı sağlamaya yönelik kuralları, haklarında ayrık bir hüküm bulunmayan bütün olaylara uygulanır. Bu bakımdan, eski hukukun Medenî Kanununa göre kamu düzeni ve genel ahlâka aykırı olan kuralları, bu Kanun yürürlüğe girdikten sonra hiçbir suretle uygulanmaz. 3. maddesinde, İçerikleri tarafların istek ve iradeleri gözetilmeksizin doğrudan doğruya kanunla belirlenmiş İşlem ve İlişkilere, bunlar Türk Medeni Kanununun yürürlüğe girmesinden önce kurulmuş olsalar bile, bu Kanun hükümleri uygulanır. 4. Maddesinde Eski hukuk yürürlükte iken gerçekleşmiş olup da Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği sırada henüz herhangi bir hak doğurmamış olaylara, bu Kanun hükümleri uygulanır. 5. Maddesinde, Fiil ehliyeti, Türk Medenî Kanunundaki hükümlere tâbidir. Ancak, Türk Medenî Kanunu yürürlüğe girdiği tarihte eski hukuka göre fiii ehliyetine sahip olup da, bu Kanuna göre sahip olamayanların ehliyetleri devam eder. Şeklindeki kurallarla ayrıntılı olarak kurallara bağlanmıştır.
4 Tan Turgut, İdari İşlemin Geri Alınması, Ankara, 1970, s. 64-65.
Tolon Kemal Doğu, "İptal Ve Tam Yargı Davalarında Kazanılmış Hak", İdare Hukuku Ve İdari Yargı İle İlgili İncelemeler III, Ankara, 1978, s. 172.
5 Danıştay Birinci Dairesinin 19.12.1998 tarih ve 1988/355 sayılı kararı, Danıştay Dergisi, Sayı:74-75, s. 76.
6 Özay İl Han, Gunışığında Yönetim, 2004, İstanbul, s. 430 , 5.499 dipnot 962
7 Gözler Kemal, İdare Hukuku, 2003, Bursa, s. 993.
8 uğurlu Yücel, İdare Hukukunda Kazanılmış Haklara saygı ve Haklı Beklentiler Sorunu, 2003, Ankara, s. 33.
9 Bu şekilde yapılan kapsamlı bir tanımlama denemesi İçin bkz. Tolon, agm., s.170.
10 Uğurlu, a.g.e., s.28.
11 Bu tanımın geçtiği kararlar ve atıflar için bakınız: Tan, a.g.e. s.69, Tolon, a.g.m. s.170, Alpar Erol, İdare Hukukunda Kazanılmış Hak Kavramı ve Uygulaması, msb.gov.tr., AYİM-Makale, Danıştay Birinci Dairesinin 27.10.1982 tarih ve 1982/209 sayılı kararı, Danıştay Dergisi, Sayı:50-51, Ankara, 1983, s.104-106, Danıştay Onuncu Dairesinin 25.4.2007 tarih ve 2007/2233 sayılı kararı.
12 Bu konuda ayrıntılı bilgi İçin bakınız: Oğurlu, a.g.e., s.89-109. Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulu'nun 22.12.1973 tarih ve E:1968/8, K:1973/14 sayılı kararı, Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulu Kararları III, Danıştay Tasnif ve Yayın Bürosu Yayınları, No:41, 1985, Ankara, s.24-41, Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulu'nun 6.7.1987 tarih ve E:1987/l,2,4, K:1987/2 sayılı kararı, Danıştay İçtıhadları Birleştirme Kurulu Kararları, Arslan Ahmet, Dündar Tuncay, Seçkin Yay., 2002, Ankara, s.243- 254.
14 Ulusoy Ali, "Hukuk Devleti ve İdari Faaliyetlerin Gerekleri Yönünden Kazanılmış Hak Kavramı", Ankara Barosu tarafından düzenlenen Hukuk Kurultayı, 2004, s.172-173.
15 Onar, age, s.369-370.
16 Onar, age, s.371.
17 Özay, Günışığında Yönetim, İstanbul, 2004, s.429.
18 Gözler Kemal, İdare Hukuku , Bursa, 2003, s.993,994,1007.
19 Tan Turgut, age, s.66.
20 Danıştay İDDGK'nun 29.3.1985 tarih ve 1985/64 sayılı kararı, Danıştay Dergisi, Sayı:60-61, s. 115-117.
21 Danıştay onuncu Dairesinin 9.6.1999 tarih ve 1999/3101 sayılı kararı, Danıştay Dergisi, Sayı:102, s629
22 Ender Ethem Atay, İdare Hukuku, Ankara, 2006, s.88-90.
23 Atay, age, s.88-89.
24 Bu tanımın geçtiği kararlar ve atıflar için bakınız: Tan , a.g.e., s.69, Tolon, a.g.m., s.170, Alpar Erol, İdare Hukukunda Kazanılmış Hak Kavramı ve Uygulaması, msb.gov.tr., AYİM-Makale, Danıştay Birinci Dairesinin 27.10.1982 tarih ve 1982/209 sayılı kararı, Danıştay Dergisi, Sayı:50-51, Ankara, 1983, s.104-106, Danıştay Onuncu Dairesinin 25.4.2007 tarih ve 2007/2233 sayılı kararı.
25 Danıştay Birinci Dairesinin 27.10.1982 tarih ve 1982/209 sayılı kararı, Danıştay Dergisi, Sayı:50-51, Ankara, 1983, s.104-106.
26 Tan, age, s,61.
27 Anayasa Mahkemesinin 4.6.2003 tarih ve Esas: 2001/392, Karar: 2003/60 sayılı karan, Resmi Gazete tarih/sayı: 18.12.2003/25320.
38 Anayasa Mahkemesinin 8.10.2003 tarih ve Esas: 2003/31, Karar: 2003/87 sayılı karan, Resmi Gazete tarih/sayı: 24.02.2004/25383.
29 Özyörük Mukbil, İdare Hukuku Dersleri, 1973, İstanbul, s.10.
30 Yayla Yıldızhan, "Yeni İdari Düzenlemeler Karşısında Evvelce Alınmış Ruhsatların Durumu", Yiğit Okur'a Armağan, 1998, İstanbul, s.399.
31 Onar S.S., İdare Hukukunun Umumi Esasları, 2.Bası, İstanbul, 1960, l.cilt, s,434.
32 Anayasa Mahkemesinin 12,12.1989 tarih ve Esas: 1989/11, Karar: 1989/48 sayılı kararV
33 Anayasa Mahkemesinin 11.6.2003 tarih ve Esas: 2001/346, Karar: 2003/63 sayılı kararı.
34 Onar, age, s.435.
35 Anayasa Mahkemesinin 20.7.2000 tarih ve Esas: 2000/16, Karar: 2000/17 sayılı karan.
36 Onar, age, s.441.
37 Onar, age, s.441.
38Anayasa Mahkemesinin 4.6.2003 tarih ve Esas: 2001/392, Karar;2003/60 sayılı karan, Resmi Gazete tarih/sayı:18.12.2003/25320.
39 Ulusoy, agm., s.173.
40 bkz. Anayasa Mahkemesinin 4.6.2003 tarih ve Esas: 2001/392, Karar: 2003/60 sayılı kararı, Oğurlu, age., s.44 ve devamı, s.60 ve devamı.
41 Aktaranlar; Bıyıklı Hasan İsmet, "Fransız ve Türk Hukuk Sistemlerinde İdari İşlemlerin Geriye Yürümezliği İlkesi", Danıştay Dergisi, s. 11, 1973, s.99-100-101, AkıllıoğJu Tekin, "Ekonomik Alanda Yönetsel İşlemlerin Geriye Yürümezlik Kuralı Karşısında Çeşitli Durumlar", Prof. Aziz Köklü'nün Anısına Armağan, A.Ü. SBF Yay.:535, 1984, s.40-41, Ogurlu Yücel, age., s.151-152.
42 Duran Lütfi, İdare Hukuku Ders Notları, İstanbul, 1982, s. 412, 413, Tan, age, s.58-59 , Bereket Zuhal, Hukukun Genel İlkeleri ve Danıştay, Ankara, 1996, s.107-113.
43 Oğurlu, age, s.65-66, Geçmişe yürümenin meşru görülebileceği haller şu şekilde belirtilmiştir: Açık olmayan, yanıltıcı ya da hukuka aykırı düzenlemelerin düzeltilmesi, kamu yararının önceliğini gerektiren zorlayıcı nedenlerin bulunması (içerisinde kamu düzeni de yer almakta), yargılama usulü, ceza yargılamasında suçlunun lehine olan düzenlemeler.
44 Akılfıoğlu Tekin, "Yasaların Zaman Bakımından Uygulanmasına İlişkin Bazı Sorunlar', AİD, 1984, s.36-40.
45 Aksoylu Özge, "Yargıcın Bakış Açısıyla İdare Hukukunda Kazanılmış Hak Kavramı", Yıldızhan Yayİa'ya Armağan, Galatasaray Ün. Yay., Armağan, Seri No:4, İstanbul, 2003 s.74.
46 Danıştay Onuncu Dairesinin 25.4.2007 tarihli karan, Danıştay Bilgi Bankası.
47 Danıştay Altıncı Dairesinin 3.3.1983 tarih ve 1883/939 sayılı karan, Danıştay Bilgi Bankası.
48 Danıştay Altına Dairesinin 8.12.2004 tarih ve 2005/2170 sayılı kararı, Danıştay Dergisi, Sayı: 110, Ankara, 2005, s.194-195, 17.6.2005 tarih ve 2005/3650 sayılı kararı, Danıştay Dergisi, Sayı: 111, s.196-197.
49 Danıştay Onuncu Dairesinin 25,6.1997 tarihli kararı, Danıştay Bilgi Bankası.
50 Danıştay Onuncu Dairesinin 19,11.1998 tarih ve 1998/5882 sayılı karan, Danıştay Dergisi, SayclOO, Ankara, 1999, s.474-477.
51 Danıştay Onuncu Dairesinin 1.10.2002 tarih ve 2002/3458 sayılı kararı, Danıştay Bilgi Bankası.
52 Danıştay Beşinci Dairesinin 31.1.2006 tarih ve 2006/278 sayılı kararı, Danıştay Dergisi, Sayı:112, Ankara, 2006, s.161-162.
53 Danıştay İkinci Dairesinin 22.1.2007 tarih ve 2007/124 sayılı kararı, Danıştay Dergisi, Sayı:115,Ankara, 2007, s. 120-123.
M Danıştay Onikinci Dairesinin 20.11.1996 tarih ve 1996/3661 sayılı kararı, Danıştay Dergisi, Sayı:93,Ankara, 1997, s. 582-584.
55 Aksoylu, agrn., s.74.
55 Danıştay Beşinci Dairesinin 15.9.1999 tarih ve 1999/2490 sayılı kararı, Danıştay Dergisi, Sayı: 103, Ankara, 2001, s.394-397.
57 Danıştay Onikincİ Dairesinin 13.3.1996 tarih ve 1996/797 sayılı kararı, Danıştay Dergisi, Sayı:93, Ankara, 1997, s.598-600. Danıştay Sekizinci Dairesinin 04.05.2005 tarih ve 2005/2119 sayılı karan, Danıştay Bilgi Bankası.
59 Danıştay Sekizinci Dairesinin 09.04.2003 tarih ve 2003/1661 sayılı kararı, Danıştay Bilgi Bankası.
60 Danıştay Sekizinci Dairesinin 23.03.2005 tarih ve 2005/1280 sayılı kararı, Danıştay Bilgi Bankası.
61 Kazanılmış hakkın sınırlarını oluşturan kavramlar ile hukuki güvenlik ve istikrar arasındaki karşıtlık ve dengeye ilişkin tartışmaların irdelenmesi bu makalenin sınırlarını aşacağından, bu konuda örnekler ve farklı görüşleri içeren geniş bilgi için bkz: Gözler Kemal, age., s.1001-1006.
Ulusoy Ali, agm., s.169-172 , ayrıca Ulusoy tarafından, bu konuda yapılacak değerlendirmelerde, daha muğlak ve genel bir kavram olan "kamu yararı" yerine, daha somut olan "kamu düzeni" ve "kamu hizmeti gerekleri" kavramlarının kullanılması, zira hukuki istikrar ilkesini bile göz ardı edebilecek önemdeki ölçüt ve kavramların olabildiğince muğlaklıktan arındırılması ve somutlaştırılması gerektiği belirtilmektedir.
Aksoylu Özge, agm., s.76-77, Aksoyiu tarafından, Danıştay'ın, kamu düzeninin ve kazanılmış hakların korunması arasındaki dengede ender oiarak bireylerin haklarına ağırlık verebildiği, kolluk faaliyetleriyle ilgili birel İşlemlerde bireylerin haklan ile hukuka uygunluk arasında hukuka uygunluktan yana tavır aldığı, bunun sebebinin kolluk faaliyetlerinin hukuka uygunluğunun kamu düzenini yakından ilgilendirmesi olduğu, kolluk faaliyetlerine ilişkin genel düzenleyici işlemlerin çoğu zaman geçmişe etkili olarak yürürlüğe girdiği ve kamu düzeninin sağlanmasına İlişkin bu hükümlerin Danıştayca hukuka aykırı bulunmadığı, idarenin kolluk faaliyetlerinden dolayı yaptığı işlemlerde kazanılmış haklann korunmamasının mutlak bir ilke olmayıp, o faaliyetin hizmet ettiği amacın gerçekleştirilmesiyle sınırlı olduğu belirtilmektedir.
6Z Danıştay Onuncu Dairesinin 6.4.1982 tarih ve 1982/702 sayılı kararı, Danıştay Bilgi Bankası.
63 Danıştay Onuncu Dairesinin 30.9.1999 tarih ve 1999/4499 sayılı kararı, Danıştay Bilgi Bankası.
64 Danıştay Onuncu Dairesinin 23.10.2002 tarih ve 2002/4029 sayılı kararı, Danıştay Bilgi Bankası.
65 Danıştay Onuncu Dairesinin 30.12.2005 tarihli kararı, Danıştay Bilgi Bankası.
66 Danıştay Onuncu Dairesinin 2.3.2007 tarihli kararı, Danıştay Bilgi Bankası.
67 Danıştay Onuncu Dairesinin 29.12.1999 tarih ve 1999/7413 sayılı karan , Danıştay Bilgi Bankası.
68 Anayasa Mahkemesi'nin 12.12.1989 tarih ve Esas: 1989/11, Karar: 1989/48 sayılı kararı.
69 Danıştay Onuncu Dairesinin 27.11.2006 tarihli kararı, Danıştay Bilgi Bankası,