YÖK Yasa Taslağında, Tartışmalar Yanlış Mecralara Çekiliyor
YÖK Yasa Taslağında, Tartışmalar Yanlış Mecralara Çekiliyor
Ne yazıkki, YÖK Yasasını Rektörlerden başka savunan yok. Diğer taraftan, MEB'ce hazırlanan yeni taslakta, Yardımcı doçent atamaları ile Rektör, Dekan, Enstitü Müdürü seçiminde bugünkü sisteme benzer uygulamaların (seçim+atama) korunmak istenmesi eleştirilmesi gerekli noktalardır. Ancak, taslak, genel yapısı itibariye özgürlükçüdür ve rektörlerin yetkilerini kurullara devrederek hiyerarşik yapıyı gevşeten, öğretim elemanı kadrolarına yapılacak atamalarda objektif kriterler getiren ve ilk kez "Bilimsel Özgürlük", "Staretejik Plan", "Öz Değerlendirme", gibi tanımlar getiren yenilikçi bir yapıya da sahiptir. Ve yine taslak, insanoğlunun en büyük hastalığı olan, bir sonraki dönem seçilebilme hırsına, "iki defadan fazla görev alınamayacağı" sınırını getirmektedir. Temel olarak bu hüküm üniversite rektörlerimizin taslağa ideolojik açıdan yaklaşmasına sebep olmaktadır. Bu noktada akademik anlamda hiç bir şey söyleyemecek olan Rektörlerimiz söylemlerin en çirkin şekliyle konuşmalar yapmaktadır. Bir Rektörümüz "Hepimiz birer Kubilay oluruz" demekte başka bir Rektörümüz ise, "Başbakan'ın sonu, Menderes'e benzeyebilir" demektedir. Bu söylemleri Rektörlerimiz kendilerine yakıştırsa bile biz yakıştıraramaktayız. Bu bağlamda, tartışmanın farklı bir platforma çekilmemesi için duyarlı olmamız gerekmektedir.
Bize aydınlık beyinler lâzım
YÖK üzerine tartışmalar, "İçi beni, dışı seni yakar" cinsinden olduğu için Türkiye'deki yüksek öğrenim düzeninden herkesin şikâyetçi olduğunu sananları şaşırtacak biçimde sürüyor. Bugüne kadar geçen sürede ortaya çıkan tablo gerçekten göz açıcı. Öğrenciler, her düzeyden öğretim üyeleri, aileler ve halka hesap vermek zorunda olan siyasîler mevcut durumdan rahatsız; YÖK'ten memnun tek bir zümre olduğu gözden kaçmıyor: Rektörler...
Üniversitelerin açılışı vesilesiyle yapılan törenlerde konuşan rektörler, bazen ölçüyü de kaçırarak, Meclis gündemine gelmesi beklenen YÖK Yasası'na karşı çıktılar. Ölçünün epey kaçtığı konuşmalara bir örnek, Dokuz Eylül Üniversitesi rektörü Prof. Emin Alıcı'nın yaptığı... Rektör Alıcı, gazetelerde geniş yer bulan konuşmasında, yasanın özünü değil yasayı hazırlayan siyasîlerin niyetini mahkum ettikten sonra, "Yeni Kubilay'lar gerekiyorsa biz yeni Kubilay'lar olmaya hazırız" da demiş...
Kubilay olmak?
Cumhuriyet'in 'simge' isimlerinden biri Kubilay. Her yıl aralık ayında İzmir'in Menemen ilçesinde düzenlenen anma törenleri vesilesiyle yapılan konuşmalar ve Genelkurmay Başkanlığı tarafından yayımlanan mesajlardan, Kubilay'ın 'devrim şehidi' olduğu hepimizin ezberinde. Resmî tarihin yazdığını sorgulamayıp Kubilay'ın gerçekten bir grup densiz tarafından 'şehit' edildiğini kabul etsek bile, böyle bir olayın aradan 80 yıla yakın bir süre geçmesine rağmen neden hâlâ hatırlandığını anlamamız çok güç. "Kanla, irfanla kurduk" türü marşların da etkisiyle, Cumhuriyet'i, hep 'olumsuz' örneklerle ayakta tutmak huyumuzdan artık vazgeçmeliyiz.
Bir üniversite rektörünün, Kubilay adını geçirerek bugünkü YÖK düzenine sahip çıkmasının bir anlamı yok. 28 Şubat'la birlikte büründüğü kimlik, kendisini öğretim üyeliği ve KTÜ rektörlüğü döneminden tanıyanların kolayca tanıklık edebileceği gibi, YÖK başkanı Kemal Gürüz'ün üzerinde eğreti duruyor. Gürüz ve onun görev döneminin ürünü üniversite yöneticileri, 'kimlik' kavgası çıkarmak yerine, temsil ettikleri düzeni savunsunlar. (İşin ilginç tarafı şu: Kemal Gürüz'ün başında bulunduğu YÖK, rektörlük seçiminde en yüksek oyu alan Emin Alıcı'yı 'lâiklik konusunda hassas değil' gerekçesiyle cumhurbaşkanlığına sunduğu listeye koymamıştı ve biz bu anti-demokratik davranışı burada kınamıştık.)
Sözgelimi, savunmalarına, üniversite bütçesinden, döner sermayesinden ve bütçe ile döner sermaye kaynaklarının öğretim elemanları arasında nasıl paylaşıldığından başlayabilirler. Dokuz Eylül Üniversitesi'nin Kubilay olmaya aday rektörü Prof. Alıcı döner sermaye payı dahil her ay eline geçen rakamı açıklarsa gerçekten mutlu olacağız.
Kubilay adının anıldığı bir ortama 'para' konusunu taşımamızın sebebi, YÖK tartışmalarında öze inmeye yanaşmayan yönetici kadroların, başında bulundukları kurumları ve temsil ettikleri düzeni savunmak için seçtikleri yoldur. Aleni bir tartışmada ikna olmaya hazır kişi ve kesimleri doyurucu açıklamalarla beslemek yerine, durduk yerde 'şehitlik' edebiyatına sarılmak pek mâkul görünmüyor. Akıl ve bilimin rehberlik etmesi gereken rektörler, münasebetli münasebetsiz kan ve ölümden söz ediyorlarsa, dinleyenin aklına en kötü ihtimallerin gelmesini doğal karşılamak gerekir.
YÖK konusu, Prof. Alıcı ve öteki rektörler ne derlerse desinler, bu ülkenin geçmişinde kalmış hesaplaşmalarla değil, geleceğine umutla bakabilmesiyle ilgilidir. Ülkesini kalkındırmayı erek edinmiş iktidarlar ile çocuklarının yarının dünyasında güçlü uluslararası rekabete rağmen ayakta kalmayı başaracak özgür birer birey olarak yetişmesini isteyen veliler, yüksek öğrenimde köklü değişiklikler beklentisi içindeler. Veliler, çocuklarının anlamsız çatışmaların tarafı olmasını veya zihniyet dünyalarının 'ölüm' kültürüyle şartlamasını değil, hayatta ve ayakta kalmayı başarmalarını ister. Dokuz Eylül Üniversitesi rektörünün konuşması, hükümete, üniversitelerimiz üzerine çöken bir vahim yanlışlığı ortadan kaldırmada elini biraz daha tez tutması gerektiğini hatırlatmış olmalı.
Bize aydınlık beyinler lâzım.