Öğretmenlerin Sorunları Çözülebilir, Yeter Ki İstenilsin...

Öncelikle devletimizin "eğitim-öğretimden ne beklediğini" çok ciddi biçimde sorgulaması gerekmektedir. Burada iki hedeften birisini seçmesi gerekecektir. Ya Microsoft, Nokia, Mercedes gibi dünya çapında markaları oluşturacak beyinleri yetiştireceğiz ya da tekstil veya "inşaat kalfalığı" gibi ikinci dalga sanayi faaliyetlerine devam edeceğiz. Eğer Microsoft gibi dünya devleri olusturulmak isteniyorsa mutlaka öğretmenlerin statülerini arttırmak zorunluluğu vardır. Çünkü dev markaları yaratacak beyinleri ancak ve ancak öğretmenler yetiştirmektedir.

Kaynak : Memurlar.Net
Haber Giriş : 05 Ekim 2005 07:06, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42

Tatil bitti. Okullar tekrar açıldı. On üç milyon öğrenci ve altıyüzellibin öğretmen yorucu bir maratona yeniden başladı. Biz bu yazımızda çok karmaşık ve dinamik sorunları bulunan eğitim sistemimizin "nirengi noktası" olan öğretmenlerimiz ve onların sorunlarının bir kısmına değinmeye çalışacağız.

Türk toplumunda öğretmenliğe, peygamber mesleği denilerek adeta kutsallık atfedilmiştir. Bundan dolayı tarihimizde öğretmenlere büyük itibar gösterilmiş, toplumsal statüleri fevkalade yüksek olmuştur. Cumhuriyetle birlikte yöneticilerimiz, toplumu çağdaşlaştırmanın/dönüştürmenin biricik unsuru olarak öğretmenleri görmüşler ve onlara buna göre kıymet vermişlerdir.1950'lerden itibaren öğretmenlerimizin statüsündeki erozyon günümüzde dramatik bir hal almıştır.

Bu statü kaybının görülen ve görülmeyen birçok sebebi vardır. Bunlar çeşitli araştırma ve çalışmalarda değişik biçimlerde de ifade edildi. Sosyolojik açıdan konu ele alındığında öğretmenlerimizin statü kaybına yol açan sebepleri; siyasi, iktisadi, sosyal, yönetimsel ve mevzuat noktalarında toplamamız mümkündür.

Öncelikle devletimizin "eğitim-öğretimden ne beklediğini" çok ciddi biçimde sorgulaması gerekmektedir. Burada iki hedeften birisini seçmesi gerekecektir. Ya Microsoft, Nokia, Mercedes gibi dünya çapında markaları oluşturacak beyinleri yetiştireceğiz ya da tekstil veya "inşaat kalfalığı" gibi ikinci dalga sanayi faaliyetlerine devam edeceğiz. Eğer Microsoft gibi dünya devleri olusturulmak isteniyorsa mutlaka öğretmenlerin statülerini arttırmak zorunluluğu vardır. Çünkü dev markaları yaratacak beyinleri ancak ve ancak öğretmenler yetiştirmektedir.

1965 yılında, üçüncü derecedeki bir öğretmenin maaşı 2 025 lira idi ve bununla 29 adet cumhuriyet altını alabiliyordu. Bugün, o öğretmen, 738 Yeni Türk Lirası alıyor ve bununla 6 adet cumhuriyet altını alabiliyor.Bu verilerden hareketle iktisadi açıdan öğretmenlerimizin durumunun "dilencilerden" daha alt düzeyde olduğunu ifade edebiliriz. Bu nedenle on binlerce öğretmen "artık bos zamanlarında öğretmenlik yaptıklarını" düşünmektedir. Asıl meşgaleleri ise emlakçilik, boyacılık, pazarcılık, pazarlamacılık, işportacılık... halini almıştır. Bu nedenle Türk devletinin öncelikli sorunu ekonomik açıdan öğretmenleri rahatlatmaktır. Bugün öğretmenlerin hayatını onurlu bir biçimde sürdürmesi ve topluma tekrar model oluşturması için aylık ücretleri en az 2000 YTL düzeyine çıkartılmalıdır.-Her ne kadar Sayın bakanımız Hüseyin çelik geçenlerde bu rakamı en az 3000 YTL olarak telaffuz ettilerse de öğretmenlerimizi en çok kendileri fakirleştirmişlerdir.Bu açıdan öğretmenler ona minnettar kalacaklardır.!!- Çocuklarımızın, dolayısıyla ülkemizin onurlu geleceği düşünülüyorsa, devletimiz bunu gerçekleştirebilir. Bu tezimize bir takim "tuzu kuru" karar mekanizmaları "imkân yokluğu" bahanesiyle karsı çıkabilirler. Bize göre Türkiye'nin ve Türk devletinin imkânları çoktur. Mesela Resmi Gazete'de her gün yayınlanan ve havaya uçacak olan trilyonluk ihalelerin bir kısmı yapılmayarak öğretmenlere aktarılabilir.Yine İstanbul Büyük Şehir Belediyesi başta olmak üzere belediyelerimizin gerçekleştirdiği ve hiçbir verimliliği olmayan ancak trilyonların yandaşlara peşkeş çekildiği eften-püften hatta bazıları da komik olan projelere son verilerek bu kaynaklar da öğretmenlere aktarılabilir.

Sosyal hayatta da öğretmenler kendilerine hak ettikleri değerin verilmedigini düşünmektedirler. Eğitim-Bir-sen'in 2004 yılı sonlarında bütün Türkiye'de 10000 öğretmenle yüz yüze görüşerek yaptığı 155 soruluk dev "Öğretmen Sorunları Araştırması" da bizim görüşlerimizi destekleyen çarpıcı sonuçlar ortaya koymuştur. Bu araştırmaya göre her 100 öğretmenden 90'ı toplumun, 91'i Milli Eğitim Bakanlığı'nın, 88'i de kitle iletişim araçlarının öğretmenlere gereken değeri vermediğini düşünmektedir.

Öğretmene hizmet veren öğretmen evleri, dinlenme tesisleri, kamplar vb. kurumlar da adeta varliklarinin sebebi olan "öğretmenlerin düşmanı" gibi hareket etmektedirler. Bunlardan, öğretmenlerden alınan aidatlarla kurulan, işletilen ve öncelikli amaçları öğretmene hizmet olması gereken öğretmen evlerinden, öğretmenlerin dışında herkes istifade etmektedir. Nitekim her yüz ögretmenden 71'i öğretmen evlerinden yararlanamazken, yüzde 52'si bu isletmelerin özellestirildiginde kendisine fayda sağlayabileceğini düşünmektedir. Çünkü öğretmenler kira ve vergi ödemeyen, fiyatlarıyla da özel isletmelerden aşağı olmayan, ama zarar eden bu müesseselerin ancak özelleştirildiklerinde kendilerine bekledikleri hizmeti sunacağını düşünmektedirler. Dolayısıyla onlar da toplumsal statülerinin zayıfladığının farkındadırlar.

Türkiye'de milli eğitim ve öğretmenin sorunlarının önündeki en önemli engellerden birisi de mevcut idari yapıdır. Kim ne derse desin, bugün okul müdürlüğünden başlayarak yukarıya doğru giden idari makamların hepsi politik kadrolarla ilgilidir. Nitekim Eğitim-Bir-Sen'in araştırmasına göre her 100 öğretmenden 73'ü yönetici atama sisteminin objektif olmadığını düşünmektedir. Böyle bir yapıda öğretmen, öğrenci ve idealizmin politikaya kurban edilmesi çok kolaydır. Bundan dolayı sistemi idare edenlerin büyük ekseriyeti kendilerini egitimci olarak görseler de gerçekte bu vasıflarını kaybederek idare-i maslahatçı halini almışlardır. Türk bürokrasisinin temel hastalıklarından olan "vaziyeti idare etme" durumu fevkalade dinamik olması gereken eğitimi idare edenleri fevkalade statik hale dönüştürmüştür. Dolayısıyla bunların bakış açıları öğretmenlerle örtüşmediği gibi, eğitimdeki yapısal dönüşümü gerçeklestirmeleri de mümkün değildir.

Bu noktada bir hatıramı da paylaşmak isterim. Beş yıl kadar önce en son 164. sayısı yayınlanan ve Nisan 1973'den itibaren bakanlığın en önemli ve istikrarlı yayını olan "Milli Eğitim" dergisinin sayılarından birisi bana lazım oldu. Bakırköy İlçe MEM'de bulunacağını düşünerek oraya gittim. Su anda aynı yerde hala şube müdürü olarak görev yapan ve kültür bölümüne bakan hanımın derginin adını ilk defa benden duymuş olması kanımı dondurmuştu. Oradan ayrıldıktan sonra İstanbul İl MEM'nün kültür bölümüne bakan Müdür Yardımcısı'na, Milli Eğitim dergisinin ilgili nüshasının bana gerekli olduğunu ve mümkünse istediğim bölümleri fotokopi yaptırmak için bana vermesini istirham ettim. Hayret ki, su anda İstanbul'un büyük ilçelerinden birisinin İlçe Milli Eğitim Müdürü olan zatın da böylesine kaliteli bir derginin varlığından haberi yoktu.Bu hatıramı birkaç gün önce yaşadığımız bir başka hatırayla perçinlemek istiyorum:Deniz Biyolojisi alanında yüksek lisans yapan biyoloji öğretmeni bir arkadaşımız geçenlerde uzman öğretmenlik sınavından muaf olup olmadığını ve alanında yüksek lisans yapıp yapmadığını öğrenmek için bakanlığın ilgililerine telefon açar. Telefonda ulaştığı kişi uzman öğretmenlikle ilgili olarak her türlü bilginin alınabileceği bir yetkilidir ki kılavuzda da onun telefonları yazılıdır. İlgili ve yetkili kişinin öğretmen arkadaşımıza cevabı şudur: ?Hocam biz üniversitelere yazı yazdık. Henüz İstanbul Üniversitesi bize cevap vermedi.Bu nedenle en iyisi siz üniversiteye gidin ve yüksek lisansınızın alanınızda olduğuna dair bir yazı alın.?

Hepimizin her an karsılaşabileceğimiz bu durum bile sistemi idare edenlerin konularından ne denli bi haber olduğunu gayet iyi anlatmaktadır. Nitekim her zaman olduğu gibi şimdi de Türk Milli eğitimini idare edenlerin cüzi kısmi alanlarını, dünya ve Türkiye'deki eğitim alanımdaki gelişme ve çalışmaları takip etmektedirler.Çok büyük kısmı ise sisteme yabancılaşmış hatta sınıflarda ders anlatabilme vasıflarını da kaybetmişlerdir. Dolayısıyla idare-i maslahatçı bu kitle eğitim sistemi ve öğretmenlerin önündeki büyük engeldir. Oturdukları koltukları babalarının tapulu mali gibi hakları olarak gören bu fosilleşmiş yapı tasfiye edilmelidir.Bunların yerine vizyonu geniş, şekilci olmayan, sahasına, dünyadaki ve ülkemizdeki gelişmelere hakim olan, kendilerini devamlı geliştiren, yenilikçi, yaratıcı, milli... özellikleri taşıyan yöneticilere yer verilmelidir.

Öğretmenleri psikolojik ve idealizm yönünden çökerten en önemli uygulamalar ise mevzuat boyutunda karşımıza çıkmaktadır. Günübirlik mevzuat değişiklikleriyle sistem adeta yap-boz tahtası halini almıştır. Son yıllarda ?Sayın Hüseyin ÇELİK döneminde- başarısız, beceriksiz ve devamsız öğrencilerin yapılan mevzuat değişiklikleriyle sınıflarını geçmeleri sistemin "adalet" boyutunu da sarsmıştır. Yani karar merkezleri efendi olan, çalışan, başarılı ve okuluna devam eden öğrencileri adeta cezalandırmaktadır. Bir sonraki yıl hak etmeden sınıf geçirilen öğrenciler okumak isteyenlerin de öğrenme hürriyetini elinden almaktadırlar. Adalet duygusunu önemli derecede deformasyona uğratan bu uygulamaların sonucunda bir biçimde sınıfını geçeceğini düşünen öğrenciler kar yağdığı zamanı "tatil yağıyor" seklinde ifade edebilmektedir. Gençleri asalak, basiretsiz, zahmetsiz köşeyi dönme zihniyetine götüren ve büyük çoğunluğunun geleceklerini mahveden bu uygulamalar, öğretmenleri de çok zor durumda bırakmaktadır. Öğrencisine çalışmayı, iyiliği,yardımlaşmayı, dostluğu, adaleti, vatan ve millet sevgisini anlatan ?ki Türk milli eğitiminin amaçlarıdır bunlar- öğretmen yılın sonunda yanlışın doğruya eklendiğini görünce buna anlam verememektedir. Öğrencilerinin haklı bakışlarına ve sorularına da cevap veremeyen öğretmenin zaman içerisinde genç üzerindeki etkinliğini de kaybettiği görülmektedir.

Görüldüğü gibi Türk Eğitim Sistemi'nin birinci ve en önemli sorunu, sistemin lokomotifi olan ögretmenlerin statüsünün yükseltilmesidir. Kanaatimce diğer bütün sorunlar bu sorunun çözümüne bağlıdır. Türk devleti bu sorunu çözebilecek yeterlilikte ve yetkinliktedir.

Yeter ki istenilsin...

Haber Gönder yoluyla yazan: sosyolog52

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber