Uyarma ve Kınama için yargı yoluna başvurulabileceğine dair Ankara 5. İd. Mah. ısrar kararı
Memurlar.net'te yayınlanmasını istediğiniz mahkeme kararları için tıklayınız.
TC.
ANKARA
5. İDARE MAHKEMESİ
ESAS NO:2006-935
KARAR NO: 2006-951
DAVACI: Mehmet Mutlu Hoşdere Cad No:78/8 Yukarı Ayrancı-ANKARA
DAVALI: Milli Eğitim Bakanlığı-ANKARA
DAVANIN ÖZETİ: Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Eğitim
Araştırmaları Merkezi ve Akşam Sanat Okulu Matematik öğretmeni olarak görev
yapmakta iken düzenlediği inceleme ve değerlendirme raporlarındaki görüşlerinden
dolayı 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125/B-a maddesi uyarınca 'kınama"
cezası ile cezalandırılan davacı, usul ve zamanaşımı hükümlerine aykırı olarak
verilen kınama cezalarına karşı yargı yolunun kapalı olmadığını, cezanın gerekçesini
oluşturan suçlama ile buna ilişkin bildirimlerin savunma hakkını ortadan kaldırabilecek
ölçüde genel, soyut, belirsiz ve dayanaksız olduğunu, soruşturulmaya başlanıldığının
kendisine açık ve yazılı olarak bildirilmesi zorunluluğuna uyulmaması suretiyle
savunma hakkının engellendiğini, soruşturmayı açan ve cezayı veren makamın aynı
olması nedeniyle yok hükmünde olduğu ileri sürülerek 'kınama" cezasına ilişkin
20.08 2003 günlü ve 4666/73034 sayılı işlemin iptaline karar verilmesi istenilmektedir.
SAVUNMANIN ÖZETİ: 657 sayılı Kanunun 135 maddesi hükmüne göre davacı
hakkında verilen cezaya karşı itiraz edilebileceği, dava açma olanağı bulunmayan
disiplin cezasına karşı açılan davanın öncelikle incelenmemizin reddi gerektiği,
esas yönünden ise halen Ankara ilinde öğretmen olarak görev yapan davacının
daha önce Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı Eğitim Araştırmaları Merkezi ve
Akşam Sanat Okulu öğretmeni iken hakkında Bakanlık Müfettişlerince düzenlenen
16.06.2003 gün ve 8847/33. 34, 27 sayılı soruşturma raporunda; düzenlediği inceleme
ve değerlendirme raporlarında bir çok hatalarını tespit ettiği eğitim araçları
için eğitim ve öğrenim açısından uygun olduğu yönünde görüş bildirmek suretiyle
ilgili öğretim araçlarının öğretim kurumlarına tavsiye edilmesine sebep vermesi
nedeniyle idari yönden teklifi ile birlikte disiplin yönünden de 657 sayılı
Kanunun 125/B-a maddesi uyarınca kınama cezası ile cezalandırılması önerisi
doğrultusunda verilen cezanın yasal olduğu iddiasıyla davanın reddi gerektiği
savunulmaktadır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Ankara 5 idare Mahkemesince verilen 29.06.2004 gün ve E:2003/1796
K:2OO4/1212 sayılı kararının Danıştay 12 Dairesinin 18.10.2005 gün
ve E:2004/4584, K:2005/3520 sayılı kararıyla bozulması üzerine dosyadaki
belgeler yeniden incelendikten sonra işin gereği görüşüldü.
Dava, Milli Eğilim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Eğitim Araştırmaları Merkezi ve Akşam Sanat Okulunda görev yapmakta iken düzenlediği inceleme ve değerlendirme raporlarındaki görüşlerinden dolayı davacının S57 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125/B-a maddesi uyarınca 'kınama " cezası ile cezalandırılmasına ilişkin 20.08.2003 günlü ve 4666/73034 sayılı işlemin iptali istemiyle açılmıştır.
T.C. Anayasasının 129/3. maddesinde; uyarma ve kınama cezalarıyla ilgili olanlar
hariç, disiplin kararlarının yargı denetimi dışında bırakılamayacağı belirtilmiştir.
657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 135. maddesinde; disiplin amirleri tarafından
verilen uyarma ve kınama cezalarına karşı itirazın varsa bir ust disiplin amirine
yoksa disiplin kurullarına yapılabileceği, aylıktan kesme, kademe ilerlemesinin
durdurulması ve Devlet Memurluğundan çıkarma cezalarına kaşı idari yargı yoluna
başvurabileceği.136/3 maddesinde de.itiraz edilmeyen kararlar ile itiraz üzerine
verilen kararların kesin olup.bu kararlar aleyhine idari yargı yoluna başvuaılamayacağı
hükmüne yer verilmiştir.
Davacının da aralarında bulunduğu Milli Eğilim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu
Başkanlığı görevlileri hakkında yapılan soruşturma sonucu düzenlenen 16.06 2003
günlü ve 8847/33, 34. 27 sayılı rapor doğrultusunda, davacıdan savunmasının
istenilmesi, disiplin cezasının verilmesi 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu
hükümlerine göre yürütülmüştür.
Buna göre, uyuşmazlığın esasına girmeden önce Anayasa ve 657 sayılı Devlet
Memurları Kanununun yukarıda yer alan hükümlerini adıl yargılanma hakkı, hak
arama özgürlüğü ve Anayasanın 90 maddesinde yapılan değişiklikle birlikte ele
alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir.
Anayasanın "Hak Arama Hürriyeti" başlıklı 36 maddesinde, herkesin
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı
ve davalı kimliğiyle sav ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Sav
ve savunma hakkı birbirini tamamlayan ve birbirinden ayrılması olanaksız niteliğiyle
hak arama özgürlüğünün lemelını oluşturur. Ünemı nedeniyle hak arama özgürlüğü
yalnız toplumsal barışı güçlendiren dayanaklardan biri değil aynı zamanda bireyin
adaleti bulma, hakkı olanı elde etme, haksızlığı ünleme uğraşının da aracıdır.
Bu hakkın kullanılması, yerine getirilmesi olabildiğince kolaylaştırılmalı,
olumlu ya da olumsuz sonuç almayı gecıklıren, güçleştiren engeller kaldırılmalıdır.
Adıl yargılanma hakkı, temel insan haklarından biri olması dolayısıyla 1948
yılında dünya devletlerince kabul edilen ve bir başlangıç teşkil eden İnsan
Hakları Evrensel Bildirisinde tanınmış ve uygulanabilir evrensel bir ilke olarak
kendine yer bulmuştur 1948den bu yana uluslararası bir gelenek haline gelmiş
olan bu hak. takıp eden yıllarda Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi
ve diğer sözleşmelerle yaygınlık kazanmıştır.
Çeşitli sözleşmelerle zamanla ayrıntılı düzenlemelere gidilen bağlılığı artan
bu hak. ulusal alanlarda da etkisini göstermiş ve devletlerin bu yapı içinde
muhakemenin ulusal yasalara uygun olup olmadığı, ulusal yasaların uluslararası
adıl yargılanma güvenceleriyim uyumlu olup olmadığı ye yasaların uygulanma biçiminin
uluslararası standartlara aykırılık taşıyıp taşımadığı noktalarında yasaların
uluslararası uzlaşmaya uyum I aştırma çabalarını getirmiştir
Türkiye'de de adıl yargılanma hakkının içerdiği pek çok ilke ve hak. Anayasanın
36. 38, 125 138 VE 142. maddesinde yer almasına rağmen, 2001 yılında Anayasada
yapılan değişiklikle kavram olarak 36 maddede yer verilmek suretiyle Anayasanın
bir parçası haline getirilmiştir
Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi de idarenin eylem ve işlemlerinin yargı . denetimi
dışında tutulmasının adıl yargılanma hakkının ihlali olarak kabul etmektedir.Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi Hakansson ve Sturessuıı-İsveç" davası ile ilgili
olarak, uyuşmazlık konusunun sadece hükümet tarafından karara bağlanmasının,
ne olağan mahkemeler ne idare mahkemeleri ne de 6. madde açısından mahkeme olarak
kabul edilebilecek bir kurul tarafından hukukiliği denetiminin mümkün olmamasının
mahkemeye başvurma hakkının ihlali olduğu, "Pudos-lsveç" davasında
da, başvurucunun taşımacılık ruhsatının Bölge İdare Kurulu tarafında iptal edilmesi
sonrasında, son itiraz mercii ve bu uyuşmazlığı karara bağlayan makam olan İletişim
ve Ulaştırma Bakanlığının kararına karşı bir mahkemeye veya mahkeme olarak kabul
edilebilecek herhangi bir kurula başvurma imkanının olmamasının hak ihlali olduğuna
karar vermiştir
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi benzer şekilde "Zan d er-İsveç" davasında
da; başvurucunun arazisinin bitişiğinde yer alan ve copluk olarak kullanılan
arazi nedeniyle içme suyunun kirlendiği iddiasıyla çöp boşaltan sirkelin ruhsalının
yenilenmesi ve faaliyetlerinin genişletilmesine yönelik olarak ilkin Ruhsat
Kuruluna başvurmuş ve bu Kurulun ret kararma karşı da hükümete yaptığı itirazın
reddine karşı yargı denetimi tanınmadığı için adıl yargılanma hakkına aykırılık
olduğu belirtilmiştir.
Özetle, tarafsızlığı ve bağımsızlığından kuşku duyulmayacak şekilde oluşturulmuş
bir mahkemeye başvuru olanağının tanınmadığı bir idari rejimin adil yargılanmaya
uygun olmadığı ilkesinin kabul edildiği görülmektedir
Disiplin cezalarına karşı yargı yolunun kapalı olmasının adil yargılanma hakkına
aykırılığı ile ilgili yapılan bu açıklamalardan sonra 'hak arama özgürlüğü1'
ve Anayasanın 90 maddesinde yapılan değişiklikle uyumlu olup olmadığı ortaya
konulmalıdır.Anayasanın 90. maddesinin, "usulüne göre yürürlüğe konulmuş
milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık
iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz" biçimindeki son fıkrasına
"usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası
antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek
uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır " cümlesinin
eklenmesi nedeniyle "hak arama özgürlüğü' açısından bu konunun değerlendirilmesi
gerekmektedir.Uluslararası Sözleşmelerin Türk hukukundaki yerini doğrudan doğruya
düzenleyen hüküm Anayasa'nın 90. maddesinin yukarıda yer verilen son fıkrasıdır.Bu
hükümle birlikte.Anayasanın 15,16.42 ve 92. maddelerinde de uluslararası hukuka.dolayısıyla
uluslararası sözleşmelere göndermede bulunulmuştur Bu nedenle, ön çelikle uluslararası
sözleşmelerin Türk hukukundaki yen belirlenmelidir.
Anayasanın 15. maddesinde.temeI hak ve özgürlüklerin kullanımı konusunda alınacak
tedbirlerin uluslararası hukuk Karşısındaki konumu,16 maddesinde.temel hak ve
özgürlüklerin yabancılar için kullanımlarının uluslararası sözleşmeler karşısındaki
yeri,92. maddesinde de,savaş ilanı ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere
gönderilmesine veya yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunmasına izin
verme yetkisinde uluslararası sözleşmelerle ilgili atıflar bulunmaktadır.
Anayasanın yukarıda yer verilen hükümleri ile uluslararası hukuk kuralları dolayısıyla sözleşmeler ile ilgili düzenlemeler yapılmıştır.Bu maddelerde belirtilen konulara ilişkin kurallar getiren sözleşme hükümlerini garanti altına alarak bunlara anayasal bir değer yüklenmiştir.
Uluslararası sözleşmeler konusunda yukarıda yer aldığı üzere, özel hükümler
getiren maddeler ile birlikte.genel olarak s tizleşmeler in Türk hukukundaki
hiyerarşik yerini 90 madde düzenlemiştir.Fıkranın birinci cümlesine göre,usulüne
uygun yürürlüğe konulmuş uluslararası sözleşmeler kanun hükmündedir.Uluslararası
sözleşmenin kanun hükmünde olması nedeniyle Türk Hukuk düzeninde doğrudan hüküm
doğurucudur.Fıkranın ikinci cümlesine göre antlaşmalar hakkında Anayasa Mahkemesine
başvurulamayacaktır.Buna göre.uluslararası sözleşmelerin Anayasaya aykırı olduğunun
ileri sürülememesi uluslararası hukukun üstünlüğünün teyidi olduğu, uluslararası
sözleşmeler ile Anayasa arasında bir uyuşmazlık olması durumunda uluslararası
sözleşmelerin üstünlüğü doktrinde de kabul görmüştür.
Uluslararası sözleşmelerin iç hukukta geçerliliği ve Anayasa'da önceden de
yer alan düzenlemeler ile ilgili bu açıklamalardan sonra son Anayasa değişiklikleri
ile yeni oluşan hukuksal durum ve iç hukuk kurallarına etkisi üzerinde değerlendirmede
bulunulması şarttır. 2001 yılında gerçekleştirilen Anayasa değişiklikleri öncesinde
hazırlanan 37 maddelik Anayasa değişiklikten paketinde onaylanmış uluslararası
sözleşmelerin iç hukuktaki yen ve değeri konusunda yer alan "kanunlar ile
milletlerarası antlaşmaların çatışması halinde milletlerarası anlaşmalar esas
alınır" şeklindeki düzenlemeden son anda vazgeçilmiştir. Ancak Anayasanın
90. maddesinde yapılması düşünülen bu değişiklik yukarıda yer verilen haliyle
22 05 2004 günlü ve 25449 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir
5170 sayılı Yasanın 7 maddesi ile yapılan değişikliğin Anayasa Komisyonu'nda
yapılan görüşmeler neticesinde gerekçesi; "uygulamada usulüne göre yürürlüğe
konulmuş insan haklarına ilişkin milletlerarası antlaşmalar ile kanun hükümlerinin
çelişmesi halinde ortaya çıkacak bir uyuşmazlığın halinde hangisine öncelik
verileceği konusundaki tereddütlerin giderilmesi amacıyla 90 maddenin son fıkrasına
hüküm eklenmektedir." şeklindedir.
Yasa koyucu temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların
aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklar demek
suretiyle yargı yetkisini Türk milleti adına kullanan 'adlı. idari ve askeri
yargı" yerleri ite birlikte yasama ve yürütme organının da yeni kural çerçevesinde
hareket etmeleri gerektiğini belirtmiştir.
Yargı yetkisini kullanan mahkemelerin yetkilerinin kullanımı ile ilgili düzenlemeler
Anayasanın 9. ve 138. maddelerinde yer almaktadır. Anayasanın 9, maddesinde,
yargı yetkisinin Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılacağı, 138.
maddesinde de, yargıçların görevlerinde bağımsız olduklarını. Anayasa yasa ve
hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm vereceklerini, hiçbir organ,
makam, merci ve kişinin, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve yargıçlara
emir ve talimat veremeyeceklerini ve genelge göndermeyeceklerin i, tavsiye ve
telkinde bulunulmayacağını kesin bir dille kurala bağlanmaktadır
Anayasanın 138. maddesinde yer alan "hukuka" uygun karar vermenin iç hukuk yanında uluslararası hukuku da dahil olarak anlamak gerekir. Ulusalüstü hukuk herhangi bir şekilde ulusal hukukuna dahil olmuşsa yargı yetkisini kullanan hakimlerin bunu göz önünde bulundurması sorunludur
Yem metinde yer alan "temel hak ve özgürlüklerin" iç hukukta yer
alan temel hak ve özgürlüklerle sınırlı olmaması gerekir Usulüne uygun yürürlüğe
giren tüm uluslararası sözleşmelerde yer alan temel hak ve özgürlüklerin kapsam
içinde bulunduğu anlaşılmakladır Uluslararası insan hakları hukukunun anlaşma,
sözleşme, şart, pakt gibi belgelerce tanıdığı ve güvenceye aldığı tüm insan
haklan bu güvence altındadır.
Yapılan bu açıklamalar ışığında Uluslararası İnsan Hakları Hukukunun temel
belgelerinden olan ve Türkiye tarafından da kabul edilerek onaylanan Birleşmiş
Milletler Siyası ve Medeni Haklar Sözleşmesinin ilgili hükümlerinin Anayasamızca
ve 657 sayılı Devle! Memurları Kanununun disipline ilişkin hükümler içeren maddelerindeki"
uyarma ve kınama cezalarına ilişkin kuralların aynı konuda farklı düzenlemeler
içerip içermediğinin belirlenmesi gerekmektedir.
Türkiye tarafından 15 Ağustos 2000 tarihinde imzalanan ve 4 Haziran 2003 tarihinde
TBMM'de onaylanan Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesi 4868
sayılı Medeni ve Si/asi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmenin Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanunun 18 Haziran 2003 günlü ve 25142 sayılı Resmi Gazetede
yayınlanmasıyla yürürlüğe girmiştir. Sözleşmenin Başlangıç bölümünde "bu
sözleşmeye taraf devletlerin Birleşmiş Milletler Şartında ilan edilen prensiplere
göre insanlık ailesinin bütün üyelerinin doğuştan sahip oldukları insanlık ?nurunu
ve eşit ve vazgeçilmez haklarını tanımanın yeryüzündeki özgürlük adalet ve barışın
temeli olduğunu dikkate alarak, bu hakların insanın doğuştan sahip olduğu insanlık
onurundan türediğini kabul ederek, İnsan Haklan Evrensel Bildirisi'ne uygun
bir biçimde korkudan ve yoksulluktan kurtulma özgürlüğünü kullanabilen özgür
insan idealinin ekonomik ve sosyal ve kültürel hakları ile birlikte kişisel
ve siyasal haklarını da kullanabildiği şartların yaratılması halinde gerçekleşebileceğini
kabul ederek Birleşmiş Milletler Şartı'na göre devletlerin insan haklarına ve
özgürlüklerine her yerde saygı gösterilmesini sağlama ve bu haklara ve özgürlüklere
uygun davranma yükümlülüğünü dikkate alarak, içinde yaşadıkları topluma ve diğer
bireylere karşı ödevleri bulunan bireylerin, bu sözleşmede tanınmış olan hakları
ilerletme ve bu haklara uyulmasını sağlamak için çaba gösterme sorumluluğu bulunduğunun
farkında olarak, aşağıdaki hükümlerde anlaşmışlardır" hükmüne yer verilmiştir.
Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesinin III Bölümünde yer
alan Adıl yargılanma hakkı" başlıklı 14. maddesinde ise. herkesin mahkemeler
ve yargı yerleri önünde eşit oldukları, herkesin hakkındaki bir suç isnadının
veya hak ve yükümlülükleri ile ilgili bir hukuki uyuşmazlığın karara bağlanmasında,
hukuken kurulmuş yetkili, bağımsız ve tarafsız bir yargı yeri tarafından adil
ve aleni olarak yargılanma hakkına sahip oldukları belirtilmiştir.
Sözleşmenin yukarıda yer verilen maddesi ile "hak arama özgürlüğü" güvenceye alınmıştır Temel insan haklarından olan bu hakkın kullanılabilmesi için hiçbir kısıtlamaya tabı olmaması gerekir Mahkemeye başvurma hakkını engelleyen tüm yasaklamaların Sözleşmeye de aykırı olacağı tartışmasızdır Ad il yargılanma hakkının tam ve koşulsuz gerçekleşmesi ve mahkemeye başvurma hakkının güvenceye alınması konularında sınırsız hükümler içermesi nedeniyle birçok ulusal ve uluslararası kurallara göre ileri durumda bulunan Sözleşmenin
kısıtlayıcı hükümler içeren kurallara göre öncelikli kabul edilerek uyuşmazlıkların
çözümünde uygulanması çağdaş hukuk anlayışının doğal bir sonucudur.
Buna göre, hak arama özgürlüğüne yönelik temel hükümler içeren ve uluslararası
ölçekli insan hakları hukukunun kaynağı olan ve Türkiye tarafından da
imzalanarak yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Uluslararası
Sözleşmesinin 'adıl yargılanma hakkı" başlıklı 14 maddesinin mahkemeye
başvurma hakkının hiçbir şekilde kısıtlanmamasını öngören hükümleri ile "uyarma"
ve "kınama'1 cezalarına karşı yargı yolunu kapayan iç hukuk düzenlemelerinin
aynı konu hakkında farklı hükümler içermesi nedeniyle, Anayasa'nın 90 maddesinde
yargı organlarını da bağlayıcı şekilde yapılan değişiklik sonrasında oluşan
son hukuki durum karşısında. BM Siyası ve Medeni Haklar Uluslar arası Sözleşmesinin
14/1. maddesinin bu uyuşmazlıkta esas alınması gereken hukuk kuralı olduğu sonucuna
varılmıştır.
Buna göre, "uyarma" ve "kınama" cezalarına karşı yargı
yolunu kapayan iç hukuk kuralları yerine, 'adıl yargılanma hakkı" "hak
arama özgürlüğü" ve "mahkemeye başvurma hakkı" ilkeleri doğrultusunda
dava açılması gerektiğini kurala bağlayan Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni
Haklat Uluslararası Sözleşmesinin 14. maddesinin uyuşmazlıkta esas alınması
suretiyle davacıya 657 sayılı Devlet Memurları Kanunun 125/B-a maddesi uyarınca
verilen "kınama" cezasına karşı dava açılabileceği kanaatiyle davanın
esas yönünden çözümlenmesi yapılacaktır.
657 sayılı Devlet Memurları Kanunun "Kınama cezasını gerektiren fiil ve
haller" başlıklı 125/B-a fıkrasında, verilen emir ve görevlerin tam ve
zamanında yapılmasında, görev mahallinde kurumlarca belirlenen usul ve esasların
yerine getirilmesinde,görevle ilgili resmi belge, araç ve gereçlerin korunması,
kullanılması ve bakımından kusurlu davranmanın kınama cezasını gerektirdiği
hüküm altına alınmıştır.
Dava dosyasının incelenmesinden, "Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı Yayın
ve Kültür Dairesi bünyesinde oluşturulan Eğitim Araçlarının İnceleme ve Rapor
Değerlendirme Komisyonunda" görev yapan bir kısım kamu görevlisinin eylem
ve işlemleriyle ilgili olarak yapılan soruşturma sonucunda düzenlenen 16 6.2003
günlü 8847/33, 34. 27 sayılı soruşturma raporunda, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı
Yayın ve Kültür Dairesi Bünyesinde oluşturulan eğitim araçlarını inceleme ve
rapor değerlendirme komisyonlarında görev yapan ve kadroları Talim ve Terbiye
Kurulu Başkanlığı Eğitim Araştırmaları Merkezi ve ASO Müdürlüğünde bulunan,
aralarında davacının da bulunduğu öğretmenlerin inceledikleri eğitim araçları
için. bu araçlarda önemli hatalar tespit etmelerine ve bu hataları raporlarında
belirtmelerine rağmen "uygun bulunmuştur" yönünde görüş belirtmek
suretiyle, eğitim araçlarının hatalı olarak okul ve kurumlara girmesine neden
oldukları, eğitim araçlarını incelerken Eğitim Araçları İnceleme Yönetmeliği
hükümlerine uymadıkları, kendilerine verilen görevleri iyi. doğru ve itina ile
yapmadıkları ve bu eylemin 657 sayılı Yasanın 125 (B- a) maddesindeki disiplin
suçunu oluşturduğu" sonucuna varılarak disiplin yönünden anılan madde uyarınca
kınama cezasıyla cezalandırılmaları, idari yönden ise inceledikleri eğilim araçlarında
birçok hata tespit etmelerine rağmen "uygun
bulunmuştur" şeklinde rapor tanzim ettikleri, bu davranışları ile kurumun
yıpratılmasına neden oldukları, bu nedenle Eğitim Araştırmaları Merkezi ve ASO
öğretmenliğinden alınarak Ankara İli içerisindeki okullarda öğretmen olarak
görevlendirilmelerinin önerildiği, izleyen süreçle de belirtilen görüş doğrultusunda
alama işlemi ile birlikle davacı hakkında 657 sayılı Devlet Memurları Kanunun
125/B-a maddesi uyarınca dava konusu "kınama" cezasının verildiği
anlaşılmaktadır.
Davacının imzasının bulunduğu inceleme raporlarında, incelenen eğitim aracındaki
eksiklikler açık olarak yazılmış, değerlendirme kısmında ise şekil ve muhteva
yönünden uygun bulunduğu belirtilmiş, dolayısıyla inceleme ve değerlendirme
raporları, bu konuda asıl kararı verecek olanların nesnel bir değerlendirme
yapabilmelerine olanak verecek şekilde hazırlanmıştır Öte yandan, Yönetmeliğin
bu gibi bir değerlendirmeye imkan tanımadığı belirtilmiş ise de, idarenin günlük
ve gelişen ihtiyaçları dikkate alınarak uzun bir suredir devam ettirilen uygulamanın
kamu görevlileri tarafından usul kabul edilerek aynı yönde işlem yapılması da
idari faaliyetin doğal akışına uygundur. Nitekim anılan soruşturma sonucunda
yönetmelik ve genel uygulamadan kaynaklanan aksaklıklar tespit edilerek bu yönde
yönetmelik değişikliğine gidilmiştir.
Bu durumda; davacının görevini, görev mahallinde oluşmuş olan usullere uygun
olarak yerine getirdiği ve hizmetin yürütülmesiyle ilgili genel aksaklıklar
var ise. görevi itibariyle bu durumda sorumlu tutulamayacağı sonucuna ulaşıldığından;
aksi yöndeki değerlendirmeye dayanılarak 657 sayılı Devlet Memurları Kanunun
125/B-a maddesi uyarınca verilen cezada hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle mahkememizin yukarıda anılan ilk kararında ısrar edilmesine,
dava konusu işlemin İPTALİNE, aşağıda dökümü yapılan 31.91 YTL yargılama giderinin
davalı idareden alınarak davacıya verilmesine, temyiz aşamasında davalı idarece
yapılan temyiz posta giderinin davalı idare üzerinde bırakılmasına, artan posta
avansının istemi halinde davacıya iadesine, işbu karara karşı tebliğ tarihinden
itibaren 30 gün içinde Danıştay'a temyiz yolu açık olmak üzere 06.04.2006 tarihinde
oybirliği ile karar verildi
BAŞKAN
Emine AKTEPE
27053
ÜYE
Seher KOLCU
32797
ÜYE
Mustafa GENÇ
33805
YARGILAMA GİDERLERİ
Başvurma Harcı 7,88 YTL
Karar Harcı 7,88 YTL
Posta Gideri 16,15
TOPLAM 31,91
ÖY 28.04 2006
ÖY 04.05.2006
Memurlar.net'te yayınlanmasını istediğiniz mahkeme kararları için tıklayınız.