Prof. Atilla Yayla: Rektörler memur gibi davranıyor
NEŞE DÜZEL SÖYLEŞİSİ
NEDEN? Atilla Yayla
Prof. Atilla Yayla, İzmir'de yaptığı bir konuşmada, 'Devlet dairelerinde her yerde Atatürk'ün resimlerinin bulunmasıyla ilgili olarak, 'Avrupalılar niye her yerde aynı adamın resimleri var diye soracaklar' dedi. Yayla'nın, Atatürk'ten 'adam' diye söz etmesi büyük bir saygısızlık olarak görüldü ve her taraftan saldırılarla karşılaştı. Önce görevli bulunduğu Gazi Üniversitesi İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesi'ndeki derslerine son verildi. Ardından medyada epeyce hırpalandı. Tek bir kelime yüzünden bu kadar büyük bir gürültü çıkaran Atilla Yayla'nın fikirleri ve o toplantıda söyledikleri gündeme gelmedi. Halbuki bir siyaset bilimci olan Prof. Yayla, Kemalizm'i, yeryüzündeki 'ortak bir medeniyet' kavramının ölçüleriyle değerlendirerek anlatıyordu. Siyasi düşünce tarihi, siyaset felsefesinde özgürlük, demokrasi teorileri üzerine yayımlanmış 20'ye yakın kitabı bulunan ve Liberal Düşünce Topluluğu'nun başkanı olan Atilla Yayla'yla başına gelenleri ve görüşlerini konuştuk.
İzmir'de AKP Gençlik Kolları'nın toplantısında yaptığınız bir konuşmadan sonra, Gazi Üniversitesi Rektörü Prof. Kadri Yamaç, sizin Atatürk'ten bahsetme biçiminizden hoşlanmadığı için derslerinize son verdi. Bir rektörün böyle bir hakkı var mı? Konuşmasından, fikirlerinden hoşlanmadığı her akademisyeni üniversiteden atabilir mi?
Üniversite adını gerçekten hakeden bir yerde böyle bir şey olamaz. Üniversite akademik özgürlük demektir. Söylediklerimin tartışılacağı yer akademik camiadır. Söylediklerimi tartışacağım makam rektör veya dekan değildir. Üniversitenin yapması gereken, akademik özgürlüğe sahip çıkmaktır. Ama Türkiye'de bir kafa karışıklığı var. Bizim üniversitelerde devlet memuru zihniyeti ağır basıyor. Bu, hem rektörlerin yetkilerinin çok geniş olmasından, hem de birçok üniversite hocasının kendisini sıradan bir memur gibi görmesinden kaynaklanıyor.
Türkiye'deki devlet üniversitelerinde ders veren her hoca o üniversitenin rektörüyle aynı biçimde düşünmek ve aynı biçimde konuşmak zorunda mı yani?
Tatbikat, fiili durum böyle olduğunu gösteriyor. Türkiye'de akademik özgürlük yeterince yok. Birçok öğretim üyesi, kendisini üniversite rektörü gibi düşünmek ve konuşmak zorunda hissediyor veya buna zorlanıyor. Birçok öğretim üyesi kendisini otosansüre tabi tutuyor. Bu, üniversite kavramına aykırıdır. Çünkü üniversite demek, evrensel bilginin üretildiği, serbestçe kullanıldığı ve nakledildiği yer demektir. Her türlü görüşün barınabileceği bir muhit demektir. Üniversitenin resmi görüşü olmaz. Çünkü herkesin aynı olduğu bir üniversitede düşünce üretilmez.
Ama Türkiye üniversite kavramını da kendisine uydurmuş vaziyette.
Bizde üniversite yönetiminin resmi görüşü nedir?
Bugün rektörler arasında neredeyse liberal birini bulamazsınız. Dindar, muhafazakâr bir rektör de bulamazsınız. Rektörler genellikle bana saldıran türden Kemalist çizgiye yakınlar. Genellikle devletçiler. Oysa üniversitenin resmi bir görüşü, duruşu olmaz. Bütün üniversitelerin rektörleri liberal olsa ve biz liberaliz diye ilan etseler, bu da kabul edilemez. Çünkü üniversiteler görüş bildiremez. Üniversitelerde herkesin görüşü kendisini bağlar, herkes kendi görüşünün peşinden gidebilir. Ama bizdeki üniversite sistemi böyle değil. Bizde ise tek tip görüş var. Kemalizm'in bir çeşit yorumu, bir çeşit ulusalcılık anlayışı, bir çeşit devletçilik görüşü, rektör olmanın neredeyse önşartı haline gelmiş vaziyette.
Şimdi izninizle sizin şu ünlü konuşmanıza gelelim. Herkes sizin Atatürk'ten 'bu adam' diye bahsetmenize takıldı ve konuşmanın diğer bölümleri tartışılmadı. O cümleyi hatırlıyor musunuz? Tam ne dediğinizi?
Konuşmanın bant kayıtları çözüldü ve benim 'bu adam' değil, 'aynı adam' dediğim ortaya çıktı. Ben o konuşmada, 'Ortak medeniyet teorisi diye bir teori var. Ben bu teoriyi benimsiyorum. Buna göre, yeryüzünde İslam, Hıristiyan, Hint, Çin medeniyetleri diye birden çok medeniyet yok. Tek bir medeniyet var. Bu medeniyetin de 12 faktörü var. Hukukun hâkimiyeti, ifade özgürlüğü, siyasi muhalefetin var olabilme hakkı, siyasi suç kategorisinin olmaması, azınlıkları ve inanmayanları da kapsayacak şekilde din özgürlüğü gibi... Bu çerçeveden bakıp Türkiye dahil bütün ülkeleri tahlil edebiliriz. Ve, Türkiye'de Cumhuriyet tarihini ikiye ayırmalıyız. 1925-1945 arası tek parti dönemi. 1950 ve sonrası 'çok parti dönemi'. Resmi propaganda bize 1925-45 döneminin tam bir ilerleme olduğunu söylüyor. Ortak medeniyet teorisi açısından ise bu dönem, siyasi muhalefet, ifade özgürlüğü gibi bazı açılardan gerilemeye tekabül ediyor' dedim. Ve, bu dönemi Kemalizm olarak tanımladım. Bir gazeteci, 'Kemalizm gerilemeye mi tekabül ediyor' diye sordu.
Siz ne cevap verdiniz?
'Evet, bazı bakımlardan gerilemeye tekabül eder' dedim ve hemen ekledim. 'Bunlar zor meseleler, bunları kavga etmeden soğukkanlılıkla konuşmamız lazım. Ayrıca başka şeyleri de konuşmamız gerekecek. AB süreci sürerse, bize neden her yerde Atatürk'ün heykelleri var. Neden devlet dairelerinde aynı adamın fotoğrafları var diye soracaklar' dedim. 'Bu
adam' demedim, 'aynı adam' dedim.
Ama ertesi gün İzmir'in mahalli gazetesinde Atatürk'e büyük hakaretlerde bulunmuş bir hain olarak ilan edildim.
Siz 'Avrupalılar niye her yerde aynı adamın resimleri var diye soracaklar' yerine 'Avrupalılar niye her yerde Atatürk'ün resimleri var diye soracaklar' deseydiniz sorun olmayacak mıydı?
Şimdiki hissiyatım o ki, hangi kelimeyi kullanırsam kullanayım, Kemalizm'in 1925-45'te bazı bakımlardan gerilemeye tekabül ettiğini söylemem gene benzer bir linç kampanyasına yol açardı. Türkiye'de Kemalizm ilk kez eleştirilmiyor. Benden önce başka akademisyenler de Kemalizm'i eleştirdiler. Fakat konjonktür ve bazı insanların özel durumu bu olayı böyle anormal derecede büyüttü. Bana saldıran kesim AKP iktidarını kendileri için bir felaket olarak görüyorlar ve dört senedir bu gerçekle bir arada yaşıyorlar. Şimdi bu felaketin ağırlaşması tehlikesi var. Eğer Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı seçilirse, bu insanlar kendilerine teslim bayrağı çektirildiği duygusuna kapılacaklar. Bundan dolayı da aşırı hassas ve her şeye tepkililer.
Sizce neden Atatürk'ü, akademisyenler düzeyinde bile hâlâ konuşup tartışamıyoruz?
Türkiye'de her alanda, genel bir ifade özgürlüğü problemi var. Birçok insan Cumhuriyet tarihini ve Mustafa Kemal'in icraatlarını serbestçe değerlendirmeye cesaret edemiyor. Bunda bana saldıran Kemalist kesim hatalı değil sadece. Bu tavır, toplumun başka kesimlerinde de var.
Nasıl bir tavır bu?
Bizde özeleştiri kültürü yok. Toplum ve bireyler olarak geçmişimizi gözden geçiremiyoruz, bazı yerlerde hata yapmışız diyemiyoruz ve hataları düzeltemiyoruz. Bir görüşe ne kadar kuvvetle bağlanırsak ve o görüşü yücelten ne kadar çok sembol ve slogan yaratırsak, o kadar iyi olur sanıyoruz. Bu, toplumsal bir sorun. Oysa bir toplum gelişebilmek için farklılığa tahammül etmek, kendisini eleştirmeyi bilmek zorunda. Eleştirileri hakaret gibi algılayıp tartışmanın önünü kesen bir toplum gelişemez. Her toplum bir tarihle yüklü olarak geliyor. Bu tarihi değiştirmesi, kenara atması mümkün değil. Atatürk de, Kemalizm de Türk tarihinin bir parçası. Bunları görmezden gelmek veya yok etmeye kalkmak kadar anormal, abes bir şey olamaz.
Atatürk, kendi döneminde bir tarihi lideri tabulaştırdı mı?
Hatırladığı kadarıyla bunu yapmadı.
Kendisinden önce tarihimizde saygıyı hak eden hiçbir lider olmadığı için mi Atatürk onlardan birini tabu haline getirmedi yoksa tabulaştırmaya mı karşıydı?
İkincisini kabul etmek daha cazip ve mantıklı görünüyor. Avrupalılar böyle soracak derken, demek istediğim buydu. Avrupa'ya gittiğinizde pek çok tarihi figür, şahsiyet görüyorsunuz. Türkiye tarihi de bu açıdan zengin. Dünyanın belli başlı milletlerindeniz. Çok sayıda devlet adamı gelmiş, geçmiş, iz bırakmış. Bu çoğulculuğun, semboller alanına da yansıması lazım. Bu zenginliğin, heykeller, resimler, cadde isimlerine de yansıması lazım. AB, sözünü ettiğim ortak medeniyet projesine biraz uyuyor. AB ülkelerinde sembol çeşitliliği ve zenginliği var. Türkiye de AB'nin parçası olacağına göre bu çeşitliliğe doğru yavaş yavaş ilerlemeli, çeşitliliği normal görmeli.
Atatürk'ün kendi döneminde bir tabuya ihtiyacı yoktu diyebilir miyiz?
Eğer tabuya ihtiyaç olsaydı, o dönemde tabu yaratılırdı herhalde. Tabu yaratılmadığına göre, tabu ihtiyacı sonradan çıkmış olabilir. Gerçek şu ki, Kemalizm bütünüyle Atatürk'e atfedildiği için tartışmak zor oluyor. Halbuki büyük ölçüde Atatürk'ten sonra inşa edilmiş bir yaklaşım Kemalizm.
Neden Atatürk'ten sonra gelenler bir tabuya ihtiyaç duydular?
Burada güç ilişkileri analizi yapabiliriz. Türkiye'de hazır bir CHP'li kadro vardı. Bu CHP'li kadronun bir kısmı, özellikle son bir-iki yılında Atatürk'ü kontrol etti. Asıl iktidarda olan Atatürk değil, CHP'li kadronun üst kesimiydi. Bunlar iktidarın nimetlerinden yararlanıyorlardı. Elitist bir sınıftı bu. Demokrasiye geçmek, pozisyonlarının rekabete açılması demekti. Çünkü demokrasi, kamu görevlerine serbestçe girmektir. Başka deyişle demokrasi, iktidara ortak olma hakkıdır, siyasi haklardır, seçme ve seçilme haklarıdır.
Egemen elitin kolay kabul edebileceği bir şey değil bu. Bu kesimin, imkânlarını ve imtiyazlarını sürdürmek için iktidarını pekiştirmesi gerekiyordu. Bunun için de bir retoriğe ihtiyacı vardı. Kemalizm, bu amaçla inşa edildi dersek yanlış bir şey söylemiş olmayız.
Kemalizm nedir?
Tam ne olduğunu kimse bilmiyor. Herkesin kabul edebileceği standart bir tanım yapan biriyle hiç karşılaşmadım. Herkes işine geleni söylüyor. Bir ideoloji olarak yansıtılmaya çalışılıyor ama ben ideolojilerle çalışan biri olarak biliyorum ki, Kemalizm'i biz dünya ölçeğinde ideolojiler arasında saymıyoruz. İdeoloji olabilmesi için İngiltere'de de, Amerika'da da anlam ifade etmesi lazım. Bu yüzden Kemalizm bir çeşit ideolojimsi yani ideolojiye benzetilmek istenen ve ideolojiye benzeyen bir yaklaşım. Bir çeşit fikirler, ilkeler demeti gibi bir şey. Kemalizm'in ne olduğu konusunda kaynaklara gittiğinizde tutarlı bir bütün ortaya çıkmıyor. Mesela hem Batılılaşma taraftarı hem de Batı karşıtı. Hem siyasi çoğulculuğu hem de siyasi tekelciliği kabul ediyor. O zaman da kafanız karışıyor. Bundan dolayı büyük Kemalist fikir adamlarına ihtiyaç var. Mesela Kemalist çevrelerin bir karışıklığına daha işaret edeyim. Bağımsızlık ve cumhuriyet diyorlar. Bu tartışılmalı.
Hangi açıdan tartışılmalı?
Bağımsızlık bir ülkenin kendi kendini idare etmesi, kendi kararlarını kendisinin alması, bir ülkenin koloni olmaması demektir. Bir liberal olarak ben de bağımsızlık taraftarıyım. Türkiye'de bağımsızlık taraftarı olmayan biri olduğunu da hiç duymadım ama... Bağımsızlık acaba tek değer midir? Bağımsızlık uğruna bütün değerlerden vazgeçilebilir mi? Mesela bağımsızlık ve özgürlük çatıştığı zaman ne olacak? Ben, bağımsızlığı, özgürlüğün aleyhine olacak şekilde savunmam. Bağımsızlıkla özgürlüğün iç içe geçmesini isterim. Türkiye Cumhuriyeti bağımsız da olmalı ama aynı zamanda özgürlükçü de olmalı. Vatandaşları özgür olmalı. Bazı Kemalist yorumlara baktığınızda...
Ne görüyorsunuz?
Onlar bağımsızlık adına özgürlüğü bastırmaya, bireysel özgürlükten vazgeçmeye hazır görünüyorlar. Cumhuriyete gelince, tek bir cumhuriyet değil, çeşit çeşit cumhuriyet var. Türkiye'de cumhuriyete karşı olan birini de hiç görmedim ben. Padişahlığı, monarşiyi savunan kimse yok. Ama eski Sovyetler Birliği de cumhuriyetti, İran da cumhuriyet. Dolayısıyla cumhuriyetin vasıflandırılması lazım. Benim vasıflandırmam şöyle. Ben demokratik cumhuriyet taraftarıyım. Kemalistler arasında da demokratik cumhuriyeti savunanlar olabilir ama önemli bölümü demokrasiyi önemsemiyor. 'Demokratik cumhuriyet olup olmaması önemli değil, cumhuriyet olmalıdır' diyen bir çizgideler.
Kemalizm'in askerin siyasetteki yeriyle ilgili tutumu nedir peki?
Egemen yorum şu. Demokratik olup olmadığına bakmaksızın, cumhuriyet nosyonunu korumak için silahlı kuvvetlere özel bir görev biçiyor. Cumhuriyet'in, bir hayat tarzı, bir çeşit uygarlık projesi anlamında korunması gerekiyor. Bunu korumakta da baş görev orduya düşüyor. Oysa iktidara kim gelirse gelsin bir hayat tarzı empoze edememelidir. Bunda mutabık kalırsak Türkiye çok rahatlar. Ama Kemalizm buna yakın durmuyor. Çünkü onlar iyi hayatın, iyi toplumun, iyi insanın ne olduğunu bildiklerini varsayıyorlar ve bunu kendileriyle özdeşleştiriyorlar. Kendi hayat tarzlarını korumakla Cumhuriyet'i korumayı aynı kaba koyuyorlar. Onların temel derdi şu: İktidar bizim elimizde olsun. Çünkü devlet iktidarı İslamcı çevrelerin elinde olursa, bize dayatmada bulunurlar. Ben de diyorum ki, devlet iktidarının kimin elinde olacağı önemsiz olmalıdır. Çünkü devlet iktidarı bir hayat tarzını bastırmak ya da teşvik etmek için kullanılmamalıdır. Kemalistlerin de haklı endişeleri var...
Hangi konuda?
Devlet zoruyla toplumu dindarlaştıracak bir iktidarın gelmesi endişesini paylaşıyorum. Türkiye'de böyle bir dayatmanın olabileceğini biliyoruz. Kemalist çevreler bu yüzden telaşlanıyor. Ben onlara hayat tarzımı dayatıyorum, yarın onlar iktidara gelirse onlar da bana hayat tarzı dayatabilir korkusu var. Oysa kendisi kimseye hayat tarzı dayatmamayı kabul etse, demokratik hukuk devletini kabul etse ve insan haklarını garanti altına alan rejimi benimsese böyle bir dayatma olmayacak.
Siz, olay yaratan konuşmanızı AKP'nin bir toplantısında yaptınız ama AKP yöneticileri de size sahip çıkmadı. Hatta suçlayan bir tavır takındılar. Korktular mı?
Zannediyorum korktular. AKP zaten sırtında kamburu olan bir parti. Mürteci diye damgalanan bir kesimi temsil ettiği düşünülen bir parti bu. Hem genel olarak bundan korkuyorlar hem de özel olarak cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaşırken, egemen elit çevreyle çatışmaya girmek istemiyorlar. Uslu çocuk olurlarsa, kimseyi ürkütmezlerse cumhurbaşkanlığının önlenmeyeceğini düşünüyorlar. Ayrıca AKP, özgürlük fikrinin ne olduğunu ciddi olarak kavrayamadı. Felsefi altyapısının hazırlandığını da söyleyemem. AKP bir süreç içerisinde. Doğal olarak önce kendi işine yarayan, kendi çevresinin özgürlük alanlarına hassasiyet gösteriyor. Bu nedenlerle benim olayımda AKP'liler kenara çekildiler. Hatta 'Biz daha da Kemalistiz' dediler.
AKP'lilere güvenilir mi sizce? Bu olaydan sonra düşünceniz ne?
Benim her partide arkadaşlarım var. Onlara güvenirim. Ama bir liberal olarak siyaset kurumuna çok fazla güvenmem. Toplumdaki bütün iyiliklerin siyaset tarafından yapılabileceğine inanmam. Tabii ki siyasete, diğer alternatif iktidar odaklarına göre ve bürokrasiye göre daha fazla güvenmeliyiz ama siyasete karşı da daima kuşkulu olmalıyız. Çünkü siyasetçi kendi tarzını bize zorla benimsetmek isteyebilir. Siyasetçi aldatmaya, yalan söylemeye yatkındır. Bu yüzden çok kuvvetli bir sivil toplum ve kuvvetli bir hukuk devleti istiyorum ben.
Size bu ülkede ders verdirecek bir üniversite bulunacak mı? Yoksa bu konuda hepsi aynı şekilde mi davranacak?
Üniversitemde yakında ders vermeye başlayacağıma inanıyorum. Mümkün olmazsa başka bir yol düşüneceğim. Ben üniversiteyle sınırlı bir hoca değilim. Her yer benim için bir sınıftır. Görüşlerim olduğu sürece onları yazarak aktarırım, seminerler ve konferanslar veririm.
Radikal