506 sayılı Kanunun 'işveren sorumluluğu' nu düzenleyen maddesinin iptaline ilişkin Anayasa Mahkemesi kararı
ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Anayasa Mahkemesi Başkanlığından:
Esas Sayısı : 2003/10
Karar Sayısı : 2006/106
Karar Günü : 23.11.2006
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Yargıtay 10. Hukuk Dairesi
İTİRAZIN KONUSU: 17.7.1964 günlü, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 26.
maddesinin 3395 sayılı Yasa ile değiştirilen birinci fıkrasının ??sigortalı veya
hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarlarla sınırlı olmak
üzere?? bölümünün, Anayasa'nın 10., 60. ve 65. maddelerine aykırılığı savıyla
iptali istemidir.
I - OLAY
Biga Asliye (iş) Mahkemesinin rücuen tazminat kararının temyizen incelemesi
sırasında itiraz konusu Kural'ın Anayasa'ya aykırı olduğu kanısına varan
Yargıtay 10. Hukuk Dairesi iptali için başvuruda bulunmuştur.
II - İTİRAZIN GEREKÇESİ
Başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir:
?Davacı Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı avukatı Zeliha Yılmaz tarafından
davalı Furkan Kesik Et ve Besicilik Üretim Pazarlama ve İthalat İhracat Limited
Şirketi aleyhine açılan rucu davası hakkında Biga Asliye (İş) Mahkemesince
verilen 19.09.2002 tarih ve 2001/356 Esas, 2002/491 sayılı hükmün temyizen
incelenmesi taraf avukatlarınca istenilmesi üzerine dosya incelendi gereği
düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
Davacı vekili, iş kazası geçiren sigortalının sürekli iş göremez duruma düşmesi
üzerine kendisine Kurumca sürekli iş göremezlik geliri bağlanıp bağlanan gelirin
peşin değerinin tahsili için daha önce davalı aleyhine rücu davası açıldığını, 2
davanın kabulüne ilişkin hükmün Yargıtay denetiminden geçmek suretiyle
kesinleştiğini, ne ki daha sonra yürürlüğe giren kanun veya kararnamelerle
yapılan katsayı değişiklikleri sonucu sigortalıya bağlanan gelirlerde artış
meydana geldiğini öne sürmüş ve gelirlerdeki artışın peşin değerinin davalıdan
tahsiline karar verilmesini istemiş, mahkemece istemin kabulüne karar
verilmiştir.
Davalı vekili savunma dilekçesinde, davanın yasal dayanağını oluşturan 506
Sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 26. maddesi hükmüne göre, bağlanan gelirlerde
sonradan meydana gelen artışların istenemeyeceğini, Kurumun ancak bağlanan
gelirin ilk peşin değerini isteyebileceğini, nitekim daha önce açılan ilk peşin
değerin tahsiline ilişkin davada hükmedilen tazminatın ödendiğini, kaldı ki
Bağ-Kur'un, gerek Bağ-Kur Kanununun 63. gerekse 2926 Sayılı Kanunun 47.
maddelerine göre aynı nitelikte açmış bulunduğu davalarda sadece ilk peşin
değerli gelire hükmolunduğunu, o nedenle eldeki davanın reddine karar verilmesi
gerektiğini iddia etmiş, ret kararı verilmediği taktirde Sosyal Sigortalar
Kanununun 26. maddesinin iptali için Anayasa Mahkemesine gidilmesini talep etmiş
ise de mahkemece Anayasaya aykırılık iddiası ciddi bulunmamıştır. Ne ki
Dairemiz, sözü edilen 26. maddede yapılan değişiklik hükümleri ile anılan
maddeye ilişkin olarak verilen 1994 tarihli Yargıtay İçtihadı Birleştirme
Kararının ışığında, 26. maddenin birinci fıkrasında yer alan, ?...sigortalı veya
hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarla sınırlı olmak
üzere...? deyiminin Anayasaya aykırı olması nedeniyle iptaline karar verilmesi
gerektiği amacıyla Anayasa Mahkemesine başvurulması gerektiği sonucuna
varmıştır. Anayasaya aykırılık sorunu çözümlenmeden önce Sosyal Sigortalar
Kurumunun 506 Sayılı Yasanın 26. maddesinden doğan rücu hakkının hukuksal
temelinin neye dayandığının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
İş kazası geçiren veya meslek hastalığına tutulan sigortalıya hangi sosyal
sigorta yardımlarının yapılacağı anılan Kanunun 12. maddesinde hükme
bağlanmıştır. Sigortalıya yapılan yardımların neler olduğu maddenin (A), (B) ,
(C) , (D), (F) , (G) , (H) bentlerinde sınırlı bir biçimde sayılmıştır. Konumuzu
ilgilendiren ve etkileyen sadece (C) ve (H) bentlerindeki hükümlerdir. İş kazası
geçiren veya meslek hastalığına tutulan sigortalı sürekli iş göremez durumuna
düşmüş ise kendisine anılan maddenin (C) bendine, ölmüş ise hak sahiplerine (H)
bendine göre sürekli iş göremezlik geliri bağlanması gerekmektedir.
Sigortalıya veya hak sahiplerine anılan Kanunun 12. maddesinde sayılan
yardımları sağlayan Sosyal Sigortalar Kurumu şayet iptali istenen 26. maddede
öngörülen koşullar oluşmuşsa yapılan yardımları anılan maddede belirtilen tazmin
sorumlularından talep edebilmektedir. 26. maddenin Kuruma sağladığı hakka ?rücu
hakkı?, açılan davaya da ?rücu davası? denmektedir.
Anayasaya aykırılık iddiasında çözümlenmesi gereken hukuksal sorun Kurumun
sadece bağlanan gelirin ilk peşin değerini mi yoksa kanun veya kararnamelerle
ileriki yıllarda yapılan gelir artışlarının dahi rücuan talep edilip edemeyeceği
noktasındadır. Şayet gelirlerde meydana gelen artışların da istenebileceği
sonucuna varıldığı taktirde yerine göre tazmin sorumluları bir çok dava
tehdidiyle karşı karşıya kalmış olacaklardır.
Hemen belirtmek gerekirse 10 Hukuk Dairesi ve Yargıtay Sosyal Sigortalar
Kanununun yürürlüğe girdiği 1965 yılından bu güne değin Kurumun, sigortalının
veya hak sahiplerinin işverenden isteyebilecekleri tazminat miktarı ile sınırlı
olmak üzere rücu hakkını kullanabileceği görüşündedir. Yargıtayımızı böyle bir
uygulamaya götüren neden, 26. maddenin birinci fıkrasının yorumundan
kaynaklanmaktadır. Bu maddede aynen, ?İş kazası ve meslek hastalığı, işverenin
kastı veya işçilerin sağlığını koruma ve işgüvenliği ile ilgili mevzuat
hükümlerine aykırı hareketi, veyahut suç sayılabilir bir hareketi sonucu
olmuşsa, Kurumca sigortalıya ve hak sahibi kimselerine yapılan veya ileride
yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin tutarı ile gelir bağlanırsa bu
gelirlerin 22 nci maddede belirtilen tarifeye göre hesaplanacak sermaye
değerleri toplamı sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden
isteyebilecekleri miktarla sınırlı olmak üzere Kurumca işverene ödettirilir.?
hükmünün yer aldığı görülmektedir. Yargıtay, ?...ileride yapılması gerekli
bulunan her türlü giderlerin tutarları...? kavramının, ileride gelirlerde
meydana gelecek artışları da kapsadığını düşünmektedir. Oysa Anayasa Mahkememiz,
26. maddenin Anayasaya aykırılığı iddiası ile açılan davalarda Kurumun, sadece
bağlanan gelirin ilk peşin değerini isteyebileceği, gelirlerde meydana gelen
artışları isteyemeyeceği sonucuna varmıştır. Mahkemeler, değişik zamanlarda 26.
maddenin Anayasaya aykırılığı iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurmuşlar.
Yüksek Mahkeme, 26. maddenin gelirlerde meydana gelen artışların da
istenebileceği anlamını taşımadığına o nedenle anılan maddenin Anayasaya aykırı
olmadığına karar vermiştir. (Bkz. Any. Mah. 23.05.1972 tarih, E.2. K.28, Any.
Mah. 20.12.1983 T. 1982/4 E. 1983/17 K. Any. Mah. 2.5.1991 T. 1990/28 E. 1991/11
K.)
Yüksek Mahkeme, sözü edilen kararlarında, Sosyal Sigortalar Kanununun birinci
fıkrasına göre, iş kazası geçiren veya meslek hastalığına tutulan sigortalıya
Kurumca sürekli iş göremezlik geliri bağlanıp bu gelirin peşin değeri tahsil
edildikten sonra Kanun ve Kararnamelerle gelirlerde meydana gelen artışların
peşin değerinin işverenden istenemeyeceğini, aksine bir yorumun Anayasa'ya
aykırı olacağını şu çarpıcı nedenlere dayandırmaktadır: ?Sözü edilen fıkra
hükmü, sorumluluğun kapsamını şu biçimde çizmiştir. ?Kurumca sigortalıya veya
hak sahibi kimselerine yapılan ve ileri yapılması gerekli bulunan her türlü
giderlerin tutarı ile gelir bağlanırsa bu gelirin 22. maddede sözü geçen
tarifeye göre hesap edilecek sermaye değerleri toplamı işverenden alınır.? Bu
kural incelendiğinde iki husus göze çarpmaktadır. Bunlardan birincisi, iş kazası
neticesinde kesin, değişmeyen fiili ve hukuki bir sonucun ortaya çıkması
halidir. Fıkra hükmünün öngördüğü koşullar içinde oluşan bir iş kazasında
sigortalı bir işçinin hayatını kaybetmiş olması, bu hale örnek olarak
gösterilebilir. Burada değişmeyen bir durum oluşmuş, işverenin sorumluluğu ve
bunun sınırları kesin bir biçimde ortaya çıkmıştır. Bu durumda yargı organının
görevi, ölen işçinin hak sahiplerine Kurumca bağlanan gelirin, varsa kusur
oranlarını ve Kanunun 22. maddesinde belli edilen sermaye değerini saptayarak
işverenden tahsiline karar vermekten ibaret kalmaktadır. Bu işlem sonucunda
işverenin olayla ilgisi kesilmekte ve sorumlu tutulduğu yüküm böylece yerine
getirilmiş olmaktadır. Kanuna uymayan eylem sonucu hukuksal yaptırıma maruz
kalan ve bunun neticesi olarak da bağlanan gelirin sermaye değerini Kuruma
ödeyen ve böylece ilgi ve ilişkisi kesilen işverenin, sosyal hukuk devletinin
gereği olmak üzere çıkarılacak yasa hükümleriyle, Kurumca bağlanmış eski
gelirlerdeki artışlardan ve bu artışların peşin sermaye değerlerinden sorumlu
tutulmasını hukukla bağdaştırma olanağı yoktur. Kaldı ki, işvereni bu durumda da
sorumlu tutmak, Devlete yükletilmiş kimi ödevlerin işverenlere devredilmesi gibi
bir sonuç ortaya koyar ki, Anayasa'nın böyle bir neticeyi öngördüğü de öne
sürülemez.
İkinci halde ise, böyle kesin bir durum söz konusu değildir. Gerçi bir iş kazası
olmuş ve örneğin kazaya uğrayan işçiye sürekli iş göremezlik geliri
bağlanmıştır. Kanunun 25. maddesinde belirtildiği üzere sigortalı işçi her zaman
iş göremezlik derecesinde bir artma olduğunu ya da başka birinin sürekli
bakımına muhtaç duruma girdiğini öne sürerek bağlanan gelirde değişiklik
yapılmasını isteyebilecek ve Kurum da sigortalıyı her zaman kontrol muayenesine
tabi tutabilecektir. Bu gibi hallerde bir iş kazası sonucu sigortalı işçiye
bağlanan gelir bir kesinlik taşımamakta, artırılması, eksiİtilmesi veya
kesilmesi gereken bir nitelik göstermektedir.
Bu nedenlerle 26. maddenin birinci fıkrasındaki ?ve ileride yapılması gerekli
bulunan? deyiminden, neden-sonuç ilişkisi süregelen ve işverenle kesin
hesaplaşması yapılmamış olan haller anlaşılmak gerekir. Sözü edilen bu kuralın,
neden-sonuç bağı kesin olarak kalkmış ve tasfiyesi yapılmış durumları
amaçlamadığı ise açıkça ortadadır.
Yeri gelmişken şu yön de açıklanmalıdır ki, Anayasa Mahkemesi'nin, Anayasa'ya
uygunluk denetimi görevini yaparken bir Kanun hükmünün yüksek mahkemelerce
uygulanmasında benimsenen görüşlerle bağlı olduğunu gösteren bir hüküm,
Anayasa'da ve Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkındaki 44
sayılı Kanunda yer almış değildir. Yüksek mahkeme içtihatlarının değişmez
olmadığı; zaman zaman içtihad değişikliklerinin ortaya çıktığı; yüksek mahkeme
daireleri ile genel kurul kararlarının aynı kuruluş içindeki daireleri dahi
bağlayıcı bulunmadığı, göz önünde tutulunca, bunların Anayasa Mahkemesi'ni
bağlayacağını savunabilmek için haklı bir hukuki neden de gösterilemez. Bu yön,
Anayasa Mahkemesi'nin 18.11.1969 günlü, 1969/30-65 sayılı Kararında ?Anayasa
Mahkemesi, gerek iptal davası gerekse itiraz yolu ile Anayasa'ya aykırılığı öne
sürülen bir kanun hükmünün anlamını, kendi hukuk görüş ve anlayışı açısından
incelemeli ve o hükmün bu anlam içinde Anayasa'ya uygunluğu denetlenmelidir?
görüşü savunulmaktadır.
Anayasa Mahkemesi kararından alınan bu görüşün ortaya koyduğu hukuksal gerçek
şudur: 26. maddenin birinci fıkrasında yer alan ?...Kurumca sigortalıya veya hak
sahibi kimselerine yapılan veya ileride yapılması gerekli bulunan her türlü
giderlerin tutarları ile? kavramına ileriki yıllarda gelirlerde meydana gelen
artışlar dahil edilemez. Başka bir anlatımla anılan fıkrada geçen ?ile?
sözcüğünden sonra gelen ?gelir bağlanırsa? deyiminin ifade ettiği anlam bağımsız
olup bu deyimden önce gelen ?ileride yapılması gerekli bulunan her türlü
giderlerin tutarları? deyimi ile hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Yüksek Mahkemeye
göre, ?ileride yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin tutarları ile?
hükmü, geçirilen iş kazası veya meslek hastalığına bağlı olarak yapılan
giderleri amaçlamaktadır. Örneğin, iş kazası geçiren sigortalı iyileşmemiş ve
tedaviye devam edilmiş ise sarf edilen tedavi giderleri ileride yapılması
gerekli bulunan her türlü giderlerden sayılır. Keza sigortalıda oluşan sürekli
iş göremezlik derecesi artmış ve arada illiyet bağı gerçekleşmiş ise iş
göremezlik derecesindeki artış nedeniyle yapılan giderler ve bu nedenle artan
gelir, ileride yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerden sayılır ve
giderek bu giderler işverenden istenebilir. Sigortalıya ilk defa gelir bağlanmış
ve sürekli iş göremezlik derecesinde hiçbir değişiklik olmamışsa Kurum, bağlanan
gelirin ilk peşin değerini isteyebilir. Aynı olay nedeniyle işverenle Kurum
hesaplaştıktan ve işveren, bağlanan gelirin ilk peşin değerini Kuruma ödedikten
sonra işverenin sürekli dava tehdidi altında bırakılmış olması Anayasaya
aykırıdır.
Anayasa Mahkemesinin kararı bu doğrultuda olmasına karşın yüce Yargıtay, Yüksek
Mahkemenin ortaya koyduğu yorumun bağlayıcı olmadığına karar vermiş bu güne
değin, 26. maddenin birinci bendine göre, kanun ve kararnamelerle gelirlerde
meydana gelen artışların işverenden istenebileceği görüşünü sürdüre gelmiştir.
Böylece aynı konuda her iki Yüksek Mahkeme, yasanın yorumunda çelişkiye düşmüş
bulunmaktadır. Oysa öğretideki baskın görüş, Anayasa Mahkemesinin Anayasal
yorumunun yargıyı ve herkesi bağlayacağı doğrultusundadır.
Yargıtayımızın, gelirlerde meydana gelen artışların işverenden istenebileceğine
dair görüşünün diğer bir nedeni de şudur: Kurumun 26. maddeden doğan rücu
hakkının hukuksal temeli halefiyet esasına dayanır. Kurum, sigortalının halefi
olduğuna göre sigortalı veya hak sahiplerinin işverenden isteyebileceği miktara
kadar talepte bulunabilir. Kurum, bağlanan gelirlerin ilk peşin değerini
işverenden tahsil ettikten sonra geriye sigortalının işverenden isteyebileceği
bir miktar kalmışsa gelirlerdeki artışları bu miktar tükeninceye kadar talep
edebilir. Örnek vermek gerekirse; iş kazası geçiren sigortalıya Kurumca beş
milyar peşin değerli gelir bağlanmış ancak sigortalı aynı kaza nedeniyle 15
milyar lira tutarında maddi tazminat isteyebilecek durumda ise Kurum, beş milyar
peşin değerli geliri işverenden tahsil ettikten sonra ileriki yıllarda kanun
veya kararnamelerle artırılan gelirleri on beş milyar lira maddi tazminat
miktarı tükeninceye kadar işverenden isteyebilmektedir. Peşin değerli gelir,
uygulamada tavan olarak adlandırılan ?on beş milyar liradan düşükse yerine göre
Kurum, işveren aleyhine birçok rücu davası açabilmektedir. Oysa Anayasa
Mahkemesi, Kurumun sadece ilk bağlanan beş milyar peşin değerli geliri
isteyebileceği görüşündedir.
Doktrindeki ağır basan görüş, Kurumun 26. maddeden doğan rücu hakkının
Yargıtay'ın görüşü gibi halefiyet esasına değil ?Kanundan doğan bağımsız rücu
hakkına? dayandığı, gelirlerdeki artışların Anayasa Mahkemesinin yorumu gibi
işverenden istenemeyeceği yönündedir. (Bkz. Dr.Atabet, Sigorta ve Sosyal
Sigortalarda halefiyet ve rücu. İş Hukuku Dergisi 1969 Sayı 3, Tekinay, ölüm
sebebiyle destekten yoksun kalma tazminatı, S. 96, İstanbul, 1963, İzveren,
Sosyal Politika ve Sosyal Sigortalar, S. 218 vd. Öner, Kurumun 506 Sayılı
Kanundan doğan rücu hakkı, S.45-49, Oğuzman, iş kazası ve meslek hastalığından
doğan zararlardan işverenin sorumluluğu, İstanbul Hukuk Fakültesi mezmuası,
1969, Cilt 34 Sayı 1-4) Tekrar etmek gerekirse, Kurumun 26. maddeye göre,
gelirlerde meydana gelen artışların işverenden istenemeyeceğine ilişkin Anayasa
Mahkemesinin görüşü ile öğretinin baskın görüşü, biribiriyle örtüşmektedir.
26. maddenin hangi hükmünün Anayasaya aykırılık teşkil ettiği meselesine
gelince, yukarıda değinildiği gibi anılan maddenin birinci fıkrasında aynen şu
hükme yer verilmiştir. ?...sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden
isteyebilecekleri miktarla sınırlı olmak üzere Kurumca işverene ödettirilir...?
24.10.1983 tarih ve 2934 sayılı Kanunun 2. maddesiyle eklenen bu hüküm
gelirlerdeki artışların da istenebileceği anlamına gelmektedir. Nitekim
Yargıtayımız da gelir artışlarının işverenden istenebileceğine dair içtihadını
26. maddeye sonradan eklenen bu fıkraya dayandırmaktadır. Keza 01.07.1994 tarih,
1992/3 Esas, 1994/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel
Kurulu Kararında da gelirlerde meydana gelen artışların istenebileceği görüşü
sözü edilen 26. maddeye eklenen, ?...sigortalı veya hak sahibi kimselerin
işverenden isteyebilecekleri miktarlar sınırlı olmak üzere...? hükmüne
dayandırılmıştır. Oysa, Anayasa Mahkememiz baştanberi açıklandığı gibi,
gelirlerde meydana gelen artışların istenebileceğine ilişkin bir yasa hükmünün
Anayasaya aykırı olacağına karar vermiştir. Yargıtayımız, anılan İçtihadı
Birleştirme Kararının bağlayıcılığı nedeniyle gelir artışlarının peşin değerinin
de istenebileceğine karar vermektedir.
Oysa, 2934 sayılı Yasa ile eklenen hüküm iptal edildiği taktirde Yargıtay,
görüşünü değiştirmek zorunda kalacaktır. Nitekim Yargıtay, eski görüşünden
dönerek Bağ-Kur Kanununun 63. ve 2926 Sayılı Kanunun 47. maddelerinde yer alan
Kurumun rücu hakkının bağımsız rücu hakkı esasına dayandığını ve gelir
artışlarının istenemeyeceğini kabul etmektedir.
Önemle belirtilmelidir ki, Anayasa Mahkemesi 26. maddenin birinci fıkrasını
yorumladıktan sonra, bu fıkranın Anayasaya aykırı olmadığına karar vermiş ise
de, 2934 Sayılı Kanunla sonradan 26. maddenin birinci fıkrasına eklenen
?sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarla
sınırlı olmak üzere? hükmü Yüksek Mahkemenin ret kararlarında irdelenmemiştir.
Oysa bu hüküm artışların istenebileceğine olanak sağlamaktadır. 0 nedenle
Anayasa Mahkemesi işin esasına girerek Anayasaya aykırılık davasına bakabilir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, Anayasanın l0 uncu, 60 ıncı ve 65 inci
maddelerine aykırı görülen Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 26 ncı maddesinin
birinci bendinde yer alan, ?...sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden
isteyebilecekleri miktarla sınırlı olmak üzere...? sözcüklerinin iptali için
Anayasanın 152 ve 2949 Sayılı Kanunun 28/1'nci maddeleri gereğince re'sen
Anayasa Mahkemesine başvurulmasına ve iş bu davanın geri bırakılmasına
28/01/2003 gününde oybirliği ile karar verildi.?
III - YASA METİNLERİ
A - İtiraz Konusu Yasa Kuralı
17.7.1964 günlü, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 3395 sayılı Yasa ile
değiştirilen birinci fıkrasındaki itiraz konusu bölümü de içeren 26. maddesi
şöyledir:
?İş kazası ve meslek hastalığı, işverenin kastı veya işçilerin sağlığını koruma
ve işgüvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı hareketi veyahut suç
sayılabilir bir hareketi sonucu olmuşsa, Kurumca sigortalıya veya haksahibi
kimselerine yapılan veya ileride yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin
tutarları ile gelir bağlanırsa bu gelirlerinin 22 nci maddede belirtilen
tarifeye göre hesaplanacak sermaye değerleri toplamı sigortalı veya haksahibi
kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarlarla sınırlı olmak üzere Kurumca
işverene ödettirilir. (Ek cümle: 4958 - 29.7.2003 / m.28) İşçi ve işveren
sorumluluğunun tespitinde kaçınılmazlık ilkesi dikkate alınır.
İş kazası veya meslek hastalığı, 3 üncü bir kişinin kasıt veya kusuru yüzünden
olmuşsa, Kurumca bütün sigorta yardımları yapılmakla beraber zarara sebep olan 3
üncü kişilere ve şayet kusuru varsa bunları çalıştıranlara Borçlar Kanunu
hükümlerine göre rücu edilir.
(Ek fıkra: 2934 - 24.10.1983) Ancak, iş kazası veya meslek hastalıkları sonucu
ölümlerde bu Kanun uyarınca hak sahiplerine yapılacak her türlü yardım ve
ödemeler için, iş kazası veya meslek hastalığının meydana gelmesinde kasdı veya
kusuru bulunup da aynı iş kazası veya meslek hastalığı sonucu ölen sigortalının
hak sahiplerine Kurumca rücu edilemez.?
B - Dayanılan ve İlgili Görülen Anayasa Kuralları
Başvuru kararında Anayasa'nın 10., 60. ve 65. maddelerine dayanılmış, 2. maddesi
ise ilgili görülmüştür.
IV - İLK İNCELEME
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 8. maddesi gereğince, Haşim KILIÇ, Samia AKBULUT,
Yalçın ACARGÜN, Sacit ADALI, Fulya KANTARCIOĞLU, Aysel PEKİNER, Ertuğrul ERSOY,
Tülay TUĞCU, Ahmet AKYALÇIN, Enis TUNGA ve Mehmet ERTEN'in katılmalarıyla
19.2.2003 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik
bulunmadığından işin esasının incelenmesine oybirliğiyle karar verilmiştir.
V - ESASIN İNCELENMESİ
Başvuru kararı ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu kural,
dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri
okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
Başvuru kararında, itiraz konusu kuralın, sonradan kanun veya kanun hükmünde
kararnamelerle gelirlerde meydana gelen artışların işverenden istenebilmesini
olanaklı kılması nedeniyle, Anayasa'nın 10., 60. ve 65. maddelerine aykırılığı
ileri sürülmüştür.
2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun'un 29. maddesine göre, Anayasa Mahkemesi yasaların, kanun hükmünde
kararnamelerin ve TBMM İçtüzüğü'nün Anayasa'ya aykırılığı konusunda ilgililer
tarafından ileri sürülen gerekçelere dayanmak zorunda değildir. İstemle bağlı
kalmak koşuluyla başka gerekçe ile de Anayasa'ya aykırılık kararı
verilebileceğinden, iptali istenen kuralla ilgisi nedeniyle Anayasa'nın 2.
maddesi yönünden de inceleme yapılmıştır.
İşverenin sorumluluğunun düzenlendiği ve itiraz konusu bölümün de yer aldığı 506
sayılı Yasa'nın 26. maddesinde, işverenin kastı veya işçilerin sağlığını koruma
ve iş güvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı ya da suç sayılabilir bir
hareketi sonucu iş kazası ve meslek hastalığının meydana gelmesi halinde,
Kurum'ca sigortalıya veya hak sahibi kimselere gelir bağlanması durumunda,
Kurum'un sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri
miktarla sınırlı olmak üzere işverene rücu hakkı öngörülmüştür.
Kuralla, Kurum'ca sigortalıya veya hak sahibi kimselere yapılan ve ileride
yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin tutarı ile gelir bağlanması
halinde bu gelirin Yasa'nın 22. maddesinde sözü edilen tarifeye göre hesap
edilecek sermaye değerleri toplamının işverenden alınması öngörülmekte, bu
gelirin istenebilmesi için zararın işverenin kastı ya da işçi sağlığı ve iş
güvenliği kurallarına aykırı veya suç sayılabilir hareketi sonucunda oluşması
gerekmektedir. Buna göre, iptali istenilen ??sigortalı veya hak sahibi
kimselerin işverenden isteyebileceği miktarla sınırlı olmak üzere? bölümü,
anılan sorumluluğun kapsamının belirlenmesinde, sigortalıya bağlanan gelirlerde,
kanun, kararname ve katsayı değişikliği nedeni ile yapılacak artışların da
işverenden istenebilmesini olanaklı kılmaktadır. Nitekim 1.7.1994 günlü,
E.1992/3, K.1994/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararındaki yorumun da
bu yönde olduğu anlaşılmaktadır.
Anayasa'nın 2. maddesi ile benimsenen hukuk devleti, bütün faaliyetlerinde
hukukun egemen olduğu devlettir. Bu devlette hukuk güvenliğini sağlayan bir
düzen kurulması asıldır. Böyle bir düzende devlete güven ilkesi ise vazgeçilmez
temel öğelerdendir. Devletin yaptığı düzenlemelerde haksız bir edinime yol
açılması ve kişilerin haksızlığa uğratılması kabul edilemez.
Anayasa'nın 60. maddesinde ?Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu
güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar? denilmektedir.
Bu kurala göre, sosyal güvenlik herkes için bir hak ve bunu gerçekleştirmek ise
devlet için görevdir. Sosyal güvenlik hakkı, sosyal sigorta kuruluşlarınca kendi
kuralları çerçevesinde yerine getirilir. Sosyal sigortanın kapsamı, sigorta
alanı ve içerdiği riskler ile alınacak primler yasalarla belirlenmiştir. Sosyal
güvenliğin ve sigortanın varlık nedeni sosyal risklerin karşılanmasıdır.
Kanuna uymayan eylem sonucunda hukuksal yaptırıma maruz kalan ve bunun sonucu
olarak da bağlanan gelirin sermaye değerini Kurum'a ödeyen ve böylece ilgi ve
ilişkisi kesilen işverenin, kanun, kanun hükmünde kararname ve kararlarla
bağlanan gelirlerde yapılacak artışlardan ve bu artışların peşin sermaye
değerlerinden sorumlu tutularak dava tehdidi altında bulundurulması, sosyal
güvenlik kuruluşlarına ait olması gereken risklerin işverene yükletilmesi
anlamına gelir. Böyle bir durum hakkaniyet ve sorumluluk ilkeleriyle
bağdaşmadığı gibi sosyal hukuk devleti ilkesine de aykırıdır.
Bu nedenlerle Kural, Anayasa'nın 2. maddesine aykırıdır, iptali gerekir.
Kuralın Anayasa'nın 10., 60.ve 65. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
Mehmet ERTEN, Mustafa YILDIRIM, A. Necmi ÖZLER ve Şevket APALAK bu görüşlere
katılmamıştır.
VI - SONUÇ
17.7.1964 günlü, 506 sayılı ?Sosyal Sigortalar Kanunu?nun 26. maddesinin 3395
sayılı Yasa ile değiştirilen birinci fıkrasının ?... sigortalı veya haksahibi
kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarlarla sınırlı olmak üzere ...?
bölümünün, Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, Mehmet ERTEN, Mustafa
YILDIRIM, A. Necmi ÖZLER ile Şevket APALAK'ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
23.11.2006 gününde karar verildi.
KARŞI OY
Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 26. maddesinin 3395 sayılı Yasa
ile değiştirilen birinci fıkrasının ??sigortalı veya hak sahibi kimselerin
işverenden isteyebilecekleri miktarlarla sınırlı olmak üzere?? bölümünün
Anayasa'ya aykırılığı ileri sürülmüştür.
Sosyal Sigortalar Kanunu'nun ?İşverenin sorumluluğu? başlıklı 26. maddesi, iş
kazası ya da meslek hastalığı sonucu Kurum'un sigortalıya, sigortalı ölmüşse hak
sahibi kimselerine yapılan veya ileride yapılması gerekli bulunan her türlü
giderlerin tutarları ile gelir bağlanırsa bu gelirlerinin hesaplanacak sermaye
değerleri toplamı, sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden
isteyebilecekleri miktarlarla sınırlı olmak üzere bu ödemelere neden olan
kişilere rücu yoluyla ödettirme hakkını düzenlemektedir.
Rücu yoluyla ödettirme, Kurumun sigortalı veya hak sahiplerine yaptığı ödeme
nedeniyle malvarlığında meydana gelen eksilmeyi kısmen de olsa gidermekte ve
zararı ödeyenlerin sigortalının sağlığını ve can güvenliğini koruma yönünde özen
göstermesini de sağlayarak, iş kazası ve meslek hastalıklarının meydana
gelmesini önlemektedir. Kurum'un, rücu yoluyla ödettirme hakkının en üst sınırı
sigortalının veya hak sahiplerinin işverenden isteyebileceği miktardır. Bu
miktar ise sigortalı veya hak sahiplerinin iş kazası ya da meslek hastalığı
sonucu uğradıkları gerçek zarardır. İşveren, rücu yoluyla Kurum'a yaptığı ödeme
ölçüsünde, sigortalı veya hak sahiplerine karşı tazmin sorumluluğundan da
kurtulmaktadır. Herkes kusurlu eyleminin sonuçlarına katlanmaya mecburdur. Bu
nedenle sigortalı veya hak sahiplerinin, kusurlu işverenden Borçlar Kanunu
hükümleri uyarınca da isteyebilecekleri bu zararın açıklanan biçimde işverene
ödettirilmesine ilişkin düzenlemenin temelinde, çalışma hayatının düzenli
işlemesi, ekonomik yönden güçsüz olan sigortalıların iş hayatının risklerine
karşı sosyal güvencelerinin sağlanması bulunmaktadır.
İtiraz konusu ibare, işverenin rücu davasındaki sorumluluğunun üst sınırını
göstererek, hem onun sorumlu olduğu tazminat miktarının kapsamını belirlemekte,
hem de iş kazası ya da meslek hastalığına maruz kalan sigortalı veya hak
sahiplerinin işverenden isteyebileceği ve Kurum'un da buna göre rücu yoluyla
ödettirebileceği miktarı göstermektedir. Böylece, işverenin ilerde yapılacak
artışlardan nereye kadar sorumlu tutulacağı, kasıtlı veya kusurlu eyleminin
sonucu olarak katlanmaya mecbur olduğu zarar miktarıyla sınırlandırarak,
sınırlanandan daha fazlasının rücu yoluyla ödettirilmesinin işverenden talep
edilemeyeceği tespit edilmiş olmaktadır.
Anayasa Mahkemesi, Anayasa'ya aykırılığı ileri sürülen bir yasa kuralını kendi
hukuk görüşü ve anlayışı açısından inceler ve o kuralın bu anlamda Anayasa'ya
uygunluğunu denetler. Yasa kurallarını yorumlayarak uygulama yapan yargı
mercileri ya da yüksek mahkemeler, farklı yorumlamalar yaparak değişik
uygulamalar yapabilirler. Aynı konu, benzer nitelikteki yasalarda farklı da
düzenlenebilir. Bütün bunlar, aykırılığı öne sürülen hükmün anayasal denetiminde
izlenmesi gereken yöntemi değiştirmez.
Anayasa'nın 60. maddesinin ikinci fıkrasında sosyal güvenlik alanında, Devlete
gerekli önlemleri alma görevi yüklenmiş, 65. maddesinde ise bu yükümlülüğün
sınırları belirtilerek, sosyal güvenlik konusunda, ancak Devletin ekonomik ve
mali kaynakları ölçüsünde önlem alma yükümlülüğü verilmiştir. Sosyal Sigortalar
Kurumu ise Devlete yüklenen sosyal güvenlik hakkını sağlamak üzere kurulmuştur.
Anayasa, sosyal güvenlik alanında Devlete gerekli önlemleri alma görevini,
ekonomik ve mali kaynakları ölçüsünde yüklemiştir. Katkılı sosyal güvenlik
rejimlerinde, Sosyal Güvenlik Kurumunun amacına uygun olarak hizmet verebilmesi
ve sosyal riskleri karşılayabilmesi sahip olduğu parasal kaynaklara bağlıdır.
Yasakoyucunun, Devlete yüklenen görevin yerine getirilebilmesini sağlayacak ve
Kurum'un malvarlığını koruyacak tarzda, temel hukuk kurallarına ve Anayasa'nın
diğer hükümlerine aykırı olmayan kimi düzenlemeler yapması, Anayasa'da öngörülen
sosyal güvenlik anlayışının gereği ve ona tanınan takdir yetkisinin sonucudur.
İtiraz konusu ibarenin ise bu amaçla ve takdir yetkisi kullanılarak
getirildiğinde kuşku bulunmamaktadır. Buna göre, İşverenin sorumluluğunun
sınırını belirleyen??sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden
isteyebilecekleri miktarlarla sınırlı olmak üzere?? şeklindeki ibarenin, adil
olmadığı hususu ileri sürülemeyeceği gibi hukuka aykırı olduğu da söylenemez.
Açıklanan nedenlerle itiraz konusu ibarenin, Anayasa'nın 60. ve 65. maddelerine
aykırı bir yönü olmadığı gibi Anayasa'nın öbür kurallarına da aykırılığı
saptanamadığından iptal isteminin reddine karar verilmesi gerekir.
Bu nedenle, çoğunluk kararına katılmadık.
KARŞIOY YAZISI
İtiraz başvurusunda geniş biçimde açıklandığı gibi Anayasa
Mahkemesi, 506 sayılı Yasanın 26. maddesinin birinci fıkrasına ilişkin 1972
yılından bu yana verdiği kararlarında, kuralın anayasaya aykırı olmadığına karar
vermiş ve bu kararların gerekçelerinde de ?ileride yapılması gerekli bulunan?
ibaresinden neden-sonuç ilişkisi süregelen ve işverenle kesin hesaplaşması
yapılmamış olan hallerin anlaşılması gerektiğini, Devletçe izlenen sosyal ve
ekonomik politikaların sonucu olarak sigorta tahsislerinde vuku bulan artışların
anılan ibarenin kapsamı dışında kaldığını ve bu tür artışların Kurumun öz
kaynaklarından, bunun mümkün olmaması halinde de Devletçe karşılanmasının esas
olduğunu belirtmiştir.
Anılan fıkranın daha önce incelendiği Anayasa Mahkemesinin 2.5.1991 günlü,
E.1990/28-K.l991/11 sayılı kararında, incelemenin ?işçilerin sağlığını koruma ve
iş güvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı hareketi sonucu iş kazasına
yol açan işverene, sigortalıya yapılan her türlü giderin Kurumca ödettirilmesi?
açısından sınırlı olarak yapılması nedeniyle; başvuruda Yargıtay'ın, Anayasa
Mahkemesi kararlarındaki yoruma aykırı olarak oluşturduğu 1994/3 karar sayılı
içtihatları birleştirme kararında ?gelirlerde meydana gelen artışların
istenebileceği? görüşünün, 26. maddeye eklenen ??sigortalı veya hak sahibi
kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarlarla sınırlı olmak üzere ??
hükmüne dayandırıldığı ve bu ibarenin de Anayasa Mahkemesince incelenmediği
ifade edilmekte ise de, incelenen kuralın anlam ve kapsamı belirlenirken fıkrada
yer alan ve bir bütünlük arz eden diğer ibarelerin göz ardı edilmesi mümkün
değildir. Nitekim, K.l991/11 sayılı kararda kuralın anayasaya aykırı olmadığına
karar verilirken konuya ilişkin daha önceki kararlara da atıfta bulunulmuştur.
Bu durum, 26. maddenin birinci fıkrası ile ilgili kararların da bütünlük
oluşturduğunu göstermektedir. Kararlarda işverenden istenemeyeceği açıkça
belirtilen giderlerin fıkrada yer alan ve sınırlama nedeniyle incelenmediği
belirtilen itiraz konusu kurala dayanılarak işverene ödettirilmesinin mümkün
olduğunun kabulü, anılan kararların gerekçesi ile çelişmektedir.
Anayasa Mahkemesinin 18.11.l969 günlü, l969/30-65 sayılı kararında da
belirtildiği gibi, Anayasa Mahkemesi gerek iptal gerek itiraz yolu ile anayasaya
aykırılığı ileri sürülen bir kanun hükmünün anlamını, kendi hukuk görüş ve
anlayışı açısından incelemeli ve o hükmün bu anlam içinde anayasaya uygunluğunu
denetlemelidir. Konuya ilişkin Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarındaki yorumu
hiçbir duraksamaya yer vermeyecek biçimdedir. Bu yorum öğretide de
benimsenmiştir. Bu yorumdan dönülmesini gerektiren bir neden de bulunmamaktadır.
İtiraz konusu kural, işverenin rücu davasındaki tazminat kapsamını sınırlayıcı
ve onun sorumluluğu açısından genişletici değil daraltıcı bir etkiye sahiptir.
Bu çerçevedeki anlam ve kapsamına göre itiraz konusu kuralın anayasaya aykırı
olmadığı, bu nedenle itirazın reddine karar verilmesi gerektiği görüş ve
düşüncesinde olduğumuz için Yargıtay'ın Anayasa Mahkemesi'nin yorumuna aykırı
olarak tesis ettiği içtihat baz alınarak anayasaya aykırı olduğuna ve iptaline
karar verilmesine katılmıyoruz.