Bürokratik elit direniyor
emre aköz
Genelkurmay'ın 27 Nisan 'gece yarısı' muhtırasını birkaç açıdan değerlendirmeye çalışalım.
- Demokrasi ve Anayasa açısından kabul edilebilir, onaylanabilir, alkışlanabilir bir yanı yok. Açıklama demokrasiye de aykırı, anayasaya da...
Tüm partilerin, "Genelkurmay bu tip açıklamalarla siyasete, Meclis'e, Cumhurbaşkanlığı'na ve hatta yargıya müdahale edecekse, biz ne için varız, yargıçlar niye var" demesi gerekir ki kimi açıkça, kimi yarım ağızla bunu söylüyor. ( ABD ve Avrupa Birliği ise net biçimde muhtıraya karşı olduklarını belirtti.)
- Tabii bir de ' somut durum' var: Cuma gecesi, muhtıradan az önce, yabancı bir TV'de, 1997-2000 yılları arasında, ABD'nin Ankara büyükelçiliğini yapan Mark Parris'in Cumhurbaşkanlığı seçimini değerlendirmesini izledim. Parris, özetle, " Abdullah Gül çok iyi bir aday. İngilizce biliyor. Batıya açık. Kolay diyalog kuran bir insan" diyordu.
Muhtıradan sonra ise ABD'den gelen ilk mesajlar bir şaşkınlığı gösteriyordu. Bu da nereden çıkmıştı?
Öyle ya... Abdullah Gül bu ülkede başbakanlık ve dışişleri bakanlığı yapmış bir kişiydi. Türkiye'yi yurtdışında temsil ediyordu. Böyle bir kişinin cumhurbaşkanı seçilmesinde ne gibi bir sakınca vardı?
Ayrıca Gül'ün adaylığı açıklandığında ortaya böyle bir muhtıra çıksaydı, tüm nahoşluğuna karşın ' anlaşılır' olacaktı.
Halbuki şimdi Amerikalılar olup biteni kavramakta zorlanıyordu.
Bense... 12 Mart 1971 muhtırasını, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997 darbelerini yaşayarak, 27 Mayıs 1960 darbesini ve diğer açık ya da örtülü müdahaleleri kitaplardan öğrenmiş bir insan olarak hiç şaşırmadım.
Türkiye işte böyle bir siyasi yapıya sahip. Bürokratik elit, demokratikleşmeye ve küreselleşmeye karşı konumunu ve imtiyazlarını korumak için direniyor.
Son aylarda bunu hukuku kullanarak ( 367 uydurması ) ve halkın bir kısmını harekete geçirerek ( mitingler ) yapmaya çalışıyordu. Şimdi ise işin içine bir de muhtıra katıldı.
- Bir de ' pratik' duruma bakalım: Hukukçuların ve siyasetçilerin ezici çoğunluğu tarafından yapay, hatta saçma bir iddia bulunmasına rağmen, 367 konusu Anayasa Mahkemesi'ne gitti.
Hiç hoş olmadı ama ne yapalım: Mahkeme bir karar verecekti, biz de sonucu beğensek de, beğenmesek de onu meşru bulacaktık. Ama şimdi o da tartışmalı hale geldi. Çünkü muhtırayla birlikte kararın üstüne ' Genelkurmay siyasetinin' gölgesi düştü.
- Bu tuhaf durumu nasıl aşmalı? En etkili çözüm, seçim gibi görünüyor. En kısa zamanda seçime gitmek gerek. Yenilenmiş, tazelenmiş bir Meclis, huysuzlanan bürokrasiyi dizginleyecektir.
Ancak seçim süreci de sancılı olacak:
Seçime gidelim ama ne zaman? Karar çarşamba günkü ikinci tur yapılmadan önce mi alınmalı? Yoksa üçüncü turun ardından, yani Abdullah Gül cumhurbaşkanı seçildikten sonra mı?
Bu arada Anayasa Mahkemesi ' 367 gereklidir' derse vay halimize. Çünkü geçen yazılarda gösterdiğim gibi, yeni Meclis de cumhurbaşkanını seçemeyebilir. (Bul 183'ü, kilitle Meclis'i!)
- Bitmedi: Siz bakmayın halkın sabah programlarında göbek atmasına, geceleri dizilere, yarışmalara takılmasına... İlkokulu bitirememiş insanlar dahil, herkes TV sayesinde dönen tezgâhları öğreniyor.
Derdini iyi anlatırsa, oy kaybı ne kelime, ' mağdur' AKP seçimden daha da güçlü çıkabilir. (Bir partinin, Meclis'teki sandalyelerin yüzde 64'üne sahip olmasına rağmen mağdur duruma düşmesi, herhalde ancak Türkiye'de olabilir.)
Ancak... Bu seçimin 2002'deki gibi bir sonuç vermemesi için de müdahaleler olacaktır: AKP'nin kazanacağı milletvekili sayısını azaltmak için mesela yüzde 10 barajını indirmeye çalışabilirler.