Öğretmenler neden artık ciddiye alınmıyor?

Kaynak : Memurlar.Net
Haber Giriş : 01 Ekim 2007 16:17, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42

Aşağıdaki makale "Haber Gönder" ile memurlar.net'e iletilmiş olup, aynen yayımlanmaktadır.

ÖĞRETMEN KİMLİĞİNİN DÖNÜŞÜMÜ
Rüstem BUDAK

Her güç hâkimiyetini köklü ve sürekli bir hale getirmek için kendisini koruyacak, temsiliyetini devam ettirecek nesiller yetiştirmeyi amaçlar. Devrimler yapıldığı zaman dönüşüme önce eğitimden başlanır. Hangi siyasal güç olursa olsun devamlılığı için bunun yeni nesile öğretilmesi ve taşınması noktasında öğretmene ihtiyaç duymuştur. İktidarı ellerinde bulunduranlar; kendi siyasal, kültürel yapılanmalarına uygun nesillerin yetişmesi için kendi fikriyatındaki öğretmenlerini de yetiştirmiştir.

Her kelimenin ait olduğu bir düşünce coğrafyası vardır. Bunu her coğrafyada aynı kullanamazsınız. Ancak her coğrafya bunu kendi iklimine göre dönüştürür. Muallim kelimesi Osmanlı İmparatorluğu'ndaki eğitim felsefesini de yansıtan bir isimlendirmedir. Muallim; ders veren, öğreten, talim eden, hoca, öğretici olarak terbiye etmeyi esas alarak eğitim ve öğretim hedefini birlikte gerçekleştirmeye çalışır. İnsanlarda fikir, beden ve ahlak terbiyesini gerçekleştirmeyi hedef edinmişlerdi. Osmanlı imparatorluğunun son döneminde Muallimler var oldukları düşünsel- sosyal- siyasal atmosferinde etkisiyle çok farklı bir portre çizmişlerdir. İmparatorluk mirasına ve perspektifine sahip, özgüvenleri yüksek, bilgiye vakıf, değişimin öncüsü oldular. O dönemde yetişen nesiller daha sonra cumhuriyetin kurucu askeri- siyasi kadroları oldular. Düşülen çıkmazdan akl-ı selim yollar bulmaya çalışan, iradeli çözümler sunan bir vizyonları vardı. Düşünceye nüfuz düzeyleri şu andaki çağdaşlardan ileri düzeydeydi.

Öğretmen ise Cumhuriyet döneminde Muallim kelimesinin eş anlamlısı olarak kullanılmasına rağmen kavram olarak birbirini tam olarak tamamlayamaz. Eğitim ve öğretimi birbirinden ayıran laik, batılı bir bakış açısını içinde barındıran bir kelimedir. Yeni cumhuriyetin hedefi de bu olduğu için kavram olarak birbirleriyle örtüşmektedirler. İmparatorluk mirasını çeşitli haklı- haksız sebeplerle dışlayan yeni cumhuriyet kendi misyonunu ortaya koyup savunacak yeni bir öğretmen kimliği oluşturdu. Ahlaki terbiyeyi ikinci plana iten pozitivist yaklaşımla fikir ve beden terbiyesi ön plana getirilerek siyasal hayattaki laikleşme çabalarına paralel olarak teknik insan oluşturmaya dönük bir çabanın uygulayıcısı oldular. Tarihsel geçmişle her türlü bağları bazen zorla bazen gönüllü koparılan öğretmenler siyasal duruşun verdiği görevi en iyi şekilde yapmaya çalıştılar.

Yeni cumhuriyetin düşünce ve felsefesini taşıyan nesillerin yetişmesi için öğretmenler ihtiyaç duyulmuştur. Harfler değiştirilmiş, eğitim kurumları yapılandırılmış ve düşünsel dönüşümün halka yayılması için bu fikriyatı yayacak öğretmenler yetiştirilmeye çalışılmıştır. Hangi güç olursa olsun her zaman öğretmene ihtiyaç duyduğundan öncelikle onları yetiştirmeye çalışır. Yönetmek istediği halkın düşünsel dönüşümünü gerçekleştirmesine çalışır. Bu dönüşüm gerçekleşmeden güçlü olması mümkün değildir. İmparatorluk bakiyesi adına ne varsa bunların derin dönüşümü gerçekleştirilmeliydi. 1950'li yıllara kadar öğretmenler bu misyonla Anadolu'ya gitmişlerdir. ?Öğretmenlerin mesleki rollerine ilişkin rakip, çatışan söylemlerin bulunmadığı tek parti döneminde devletin ve yönetici elitin beklentilerinin öğretmenlerin mesleki kimliklerinin biçimlendirilmesinde şüphesiz önemli etkileri olmuştur. Bu hem kabul edilebilir öğretmen davranışlarının tanımlanması, hem de rejimin kültürel ajanı olarak öğretmen kurgusunun şekillendirilmesi anlamında böyledir. Yönetici elitin bir parçası ve modernleştirme misyonunun öncüleri olma bilincinin, tek parti dönemi meslek gruplarının kendilerini hükümetle özdeşleştirmelerini sağladığı konuyla ilgili çalışmalarda da sıklıkla vurgulanmıştır.(1) Gerçekten de yeni kuşak içerisinden modernist-pozitivist öncülük misyonunu heyecanla kucaklayan, örneğin Reşat Nuri'nin Çalıkuşu veya Yeşil Gece romanlarını okuyup köylere koşan az sayıda da olsa öğretmenlerin çıktığını biliyoruz. Ancak bu idealin gerçeklikle çakışmadığını, ekonomik güvensizlik, sosyal statülerine ilişkin kaygıları ve köy öğretmenlerinin durumunda kültürel izolasyon hissi gibi etmenlerin öğretmenlerin büyük bölümünün kendileri için biçilen rollerden kaçmalarına, içe kapanmalarına hatta kimi durumlarda alkolizme sürüklenmelerine yol açtığını söyleyebiliriz. Öğretmen kimliğinin geleneksel rollerini aşacak biçimde, yeni rejimin ve Kemalist inkılâbın kitlelere taşınması amacıyla yeniden kurulmasına yönelik çabalar, büyük ölçüde 1930 Serbest Cumhuriyet Fırkası deneyiminin beklenmedik ölçüde halk desteği görmesinin rejimin önde gelenlerinde yarattığı şokun sonucudur. Bilindiği gibi 1929 Buhranı'nın kırsal kesimde yol açtığı tahribat köylülüğün rejime yabancılaşmasına yol açmış, bu da rejimin kitlelerle bağının zayıflığı fikrinin gelişmesine neden olmuştur. Bu bağlamda, kentli siyasi elitin köy öğretmenlerini köydeki stratejik konumlarından dolayı propagandist ve ajitatör olarak devşirmeye çalışmaları anlaşılabilir.?2 Her biri devrimlerin merkezden taşraya taşıyıcısıdır. Yerleşik güçlere karşı büyük bir mücadele verdiler. Toplumsal dönüşümün gerçekleşmesi için çok büyük fedakârlıklara girişmiştir. Bu dönem öğretmenleri Cumhuriyet devrimlerinin toplumun her alanına yayılması için çok boyutlu çalışmalar yapmışlardır. Nüfusun çoğunluğu köylerde yaşadığı için en ücra yerlere gitmekten imtina etmemişlerdir. Bu bölgelerde ekonomik ve sosyal dönüşümü gerçekleştirmek için açılan Köy Enstitüleri ile bir taraftan taşradaki insanları eğitim kurumları yoluyla değiştirmiş, hem de coğrafik zorlukları tanıyan ve bunların üstesinden gelebilecek donanıma sahip olmuşlardır. Hem idealist hem de bilgi ve yetenek noktasında çok boyutlu donanıma sahiptiler.

1950 yıllarından sonra öğretmen kimliğinde siyasal değişmelere paralel olarak değişmeler olduğunu görmekteyiz. Cumhuriyet tarihi boyunca her zaman sorunların nirengi noktasını oluşturan din algısı ve eğitimine bağlı olarak değişmelerin yaşandığını görmekteyiz. 1960'lı yıllardan sonra soğuk savaş dönemine paralel olarak Türkiye'deki kamplaşmalara bağlı olarak öğretmen kimliğinin değiştiğini görmekteyiz. Bu dönemde öğretmenlerin çoğunluğu ideolojik aidiyetine bağlı olarak bir mücadeleye girmişlerdir. Milli eğitim sisteminin değil kendi ideolojik kampının öğretmeni olmuşlardır. Okullar öğretmenlerin kendi ideolojik tercihlerini öğrencilere verebilmenin mücadele alanı olmuştur. Bu kamplaşmanın doğurduğu örgütlenme kümeleri ortaya çıkmıştır. Bu dönemde ki öğretmenler ideallerin insanı olmak bakımından olumlu görülse de sürekli karşısındakini tehlikeli olarak addeden anlayışları Türkiye'ye faturası çok ağır olmuştur. Binlerce cana mal olan bu süreçte öğretmenlerin rolü sorgulanmalıdır. Kimlik ve aidiyet sorunu, özgürlük kavramının tam olarak içselleştirememe halen devam eden birçok sorunda olduğu gibi düşünsel ve eylemsel yürüyüşümüzü engellemektedir. Halen yaşadığımız tıkanıklıkta yerel veya uluslar arası projelerin parçası olmaya devam eden öğretmenlerin ve eğitim sisteminin geldiği noktayı yaşadığımız pratikte daha iyi gözlemlemekteyiz.

12 Eylül ile sanal ve banal ideolojik kamplaşma döneminin sona erdiğini ve yeni toplumsal mühendislik çalışmasıyla ideolojisiz, ilkesiz, omurgasız bir eğitim ve öğretmen yapısının oluşturulmaya çalışıldığını gözlemlemekteyiz. 1980'li yıllardan sonra liberal politikaların artması, toplumsal etki güçlerinin çoğalması ile öğretmenlerde dönüşmüştür. Ekonomik olarak önceki yıllara göre alım düzeyi düşen öğretmenlerde ekonomik sorun öncelikler arasına girmiştir. Öğretmen yetiştirmedeki problemler, kitle iletişim imkânlarına karşı doğru strateji kuramadığından savunmasız kalan öğretmenler kendilerine yeni bir konum belirleme zorunda kalmışlardır. Öğretmenler Günü'nde her kesimden insanın övgü cümleleri ile belirttikleri misyondan gün geçtikçe uzaklaşan öğretmenleri bekleyen yeni süreç memurlaşmadır. İşini belli saatler arasına sıkıştıran, yaparken ruhunu katmayan, bürokratik mekanizmanın parçası olan eğitim ve öğretimin ruhundan her geçen gün biraz daha uzaklaşan öğretmen donanımsız olduğundan yeni durum karşısındaki mevzisini bulamamakta, kazanımlarını elde etmeden kaybetme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Belirtilen idealleri sadece resmi kitaplarda kalan öğretmen teknik karşısında yenik düşmüştür. Düşünme- yorumlama- üretme iradesi bitme noktasına gelmiş bulunmaktadır. Bu noktada Gazeteci Mehmet Altan'ın şu yorumunu dikkatle okumakta fayda var.

?Öğrenimin içeriği yeryüzünde "yaratıcılığı geliştirme" noktasına geldi, bizde ise hala "devlete memur yetiştirme" anlayışına sabitlenmiş, erimeye devam ediyor.
Entelektüel bir uğraş olan öğretmenlik, bizde ise uzun zamandır eprimiş memurluk haline gelmiş. Öğretmen, bırakın ilgi alanının çağa paralel gelişmelerini izlemeyi, eskilerde öğrendiğini bile unutur olmuş. Yeryüzünde entelektüel kadroları oluşturan eğitimciler, bizde az maaşa yaşam çilesi çeken sıradan devlet memuru rolüne indirgenmiş; daha da vahimi bu rol öğretmenlerce de neredeyse benimsenmiş. Yabancı dil bilmeyen, alanındaki yenilikleri ve yerli, yabancı basını izlemeyen, enerjisi alınmış günlük bir yaşamı tekrarlayarak paslanan, kamunun maaş bordrosunda da sürekli hırpalanan, hırpalandıkça yaşam kalitesi düşen ve bunu da bir mazeret olarak kullanan koca bir topluluk. Dünyada entelektüel bir iş olan öğretmelik, Türkiye'de aynı işi kalıplaşmış bir şekilde tekrarlayan rutin bir yeknesaklığa inmişse, bunu nasıl aşabiliriz? Koca bir memur yığınından yeniden entelektüel bir ordu nasıl yaratabiliriz? Değişimi hızlandırmak ve yaygınlaştırmak istiyorsa, Türkiye'nin temel sorularından ve sorunlarından biri bu.?(
3)

Öğretmenin rolüne güven ve saygı her geçen gün azalmaktadır. Toplum, idare ve öğrenciler tarafından öğretmenler ciddiye alınmamaktadır ve değer verilmemektedir. Bunu sözel anlamda değil pratik anlamda söylüyorum. Şahsiyetli, kişiliğiyle, davranışlarıyla örnek öğretmen sayısı ne kadardır?

Kişinin sözünün değeri olabilmesi ve etkisinin artabilmesi için gerçekten ?Söz'nün değerli ve yaptığının anlamlı? olması gerekiyor.

Yaşamsal pratikte söz ile pratiğin birbirini tamamlaması, bilginin altyapısının sağlam ve iş alanına vukufiyetle mümkündür. ?Eğitimde yaşanan temel sorunları aşmanın yolu, öğretmenin rolüne güven ve saygı duymaktan geçer. Öğretmene ve onun yeteneklerine güveni olmayan bir eğitim sistemi çökmeye mahkûmdur! Cemil Meriç eğitimde yaşanan yozlaşma karşısında, ilme yeniden "şahsiyet" öğretmenliğe ise "asillik" kazandırmaya çabalar. Meriç'e göre, öğretmen, Zeus gibi kafasından bir Athena doğurmadığı için zürriyetsizleşmiştir; zürriyetini kaybeden öğretmenin başından kopan "parça"nın "canavarlaşması" ise hazindir. Okullarda artan şiddet olaylarını düşünürken, zihnimde dolaşan şeylerden birisi Meriç'in öğrenciyi "parça" olarak nitelemesi ve bu parçanın "canavar"laştığını ifade etmesi idi. Öğretmen öğrencisine şekil vermeye nokta koyduğu andan itibaren, öğrenci öğrencilikten çıkmakta, "parça" olmaktadır, "parça"nın "canavarlaşması" ise hazin olsa da beklenmedik değildir.? (4)

İlme şahsiyet kazandırma ve öğretmenliğe asillik. Artık ne kadar uzak görünen ama olması zaruri asli unsurlar. Öğretmenin değerinin yitirilmesinde öncelikle tabii ki yine kendisinin rolü büyüktür. Bunun kurumsal ve bireysel sebepleri vardır. Bunların ortadan kaldırılması gerekiyor. Yoksa şiddet başta olmak üzere okullarda daha birçok sorunun artarak devam edeceğinden şüphemiz yoktur. Okullarda öğretmenin etkisinin azaltılmasının aksine artırılması, öğrenci merkezlilik diye ithal, basmakalıp kavramlarla düşünmek yerine daha gerçekçi anlayış ve arayışları bulmak- uygulamak zorundayız. Öğretmenin artık kurumsal desteğini yitirdiği Türkiye'de kendi değerini koruyucu ve inşa edici adımlar atması, daha önce hazır olarak kendisine verilen değeri şimdi tekrar kendi emekleri ile elde etme gayretine girmesi gerekiyor. Bu yaftaları, övgüleri takanlar bunları tekrar alma hakkına sahiptir ancak kendi kendine taktırdığın, yakıştırdığın sözleri, değeri kimse alamaz. Aksi halde öğretmenin başından kopan "parça"nın (öğrencinin) daha çok canavarlaştığına şahit olacağız.

Öğretmenlerin geldiği ve gitmekte olduğu dönüşüm için olumlu düşünceler maalesef zor gözükmektedir. Saygınlığını yitiren öğretmenlerin ve öğretmenliğin etkisi de buna paralel olacaktır. Bu dönüşümün elbette ki Türkiye'nin tüm yönleri bulunduğu ve bulunmayı istediği hedeflerden bağımsız düşünemeyiz. Kimliğin yeniden tanımlanması, konumun belirlenmesi, değişimi doğru okuyarak ve yorumlayarak en doğru yolu bulmamız mümkündür. Kendi iradelerinin belirleyici olduğu, tepkiyi çözüme dönüştüren, muhalif ve entelektüel dilini yitirmeyen öğretmenler varlığını ortaya koyup çabalarını artırmalıdırlar.

Kaynaklar:
1- Tanıl Bora, ?Türkiye'de Meslek Kuruluşları: ?Kamu?, ?Sivil? ve ?Milli?nin Muglak Kesişim Alanı
2- Barış Alp Özden / Journal of Historical Studies
3- Mehmet Altan / Sabah Gazetesi- 17/04/2006
4- Bekir Gür / ?Okullarda tırmanan şiddet mi, bayağılık mı?? makalesi

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber