Yükseköğretimin Sorunları ve Çözüm önerileri
Yükseköğretimin Sorunları ve Çözüm önerileri
Selami SERHATLIOĞLU ([email protected] )
Fırat Üniversitesi, Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi / ELAZIĞ
GİRİŞ:
Bilim ve kültür tüm medeniyetlerin ve toplumların temelidir. Yükselen her toplumda bilimin önderliği aşikârdır. Tarihte ve günümüzdeki bütün büyük devletler bu temelden güç almaktadırlar. Bilim adamlarının tüm devletlerin kuruluşlarında ve yükselmelerinde olduğu kadar yıkılmalarında ve geri kalmalarında da aynı derecede payları ve sorumluluklarının olduğu çok iyi bilinen bir gerçektir.
Üniversiteler evrensel ilkeler doğrultusunda öncelikle bilimin üretildiği ve paylaşıldığı, toplumun geleceğine yön vermede önemli bir etkiye sahip hayati kurumlardır.
Türk Yükseköğretimi 1981 de çıkarılan 2547 sayılı yasa ile üniversite eğitiminin yaygınlaşmasına fayda sağlarken, uygulamada birçok eleştirilere yol açmıştır. Yükseköğretime bir dönem iyisi, kötüsü, günahı ve sevabı ile damgasını vuran YÖK ve uygulamalarına bağlı olarak yaşanan sorunlar ve öneriler kamuoyunda yıllardır tartışılmaktadır. Çözüm için yapılan girişimlerde bu güne kadar hiçbir ilerleme sağlanamamıştır. Bazı yöneticilerin, yıllardır artarak biriken sorunları görmezden gelmeleri yanında kendilerini kurumlarının sahipleri gibi görmeleri çözüm bulmayı zorlaştırmaktadır. Oysa biz önyargılardan arınıp bilim ve aklın rehberliğinde geniş bir katılımla çözüme ulaşmanın her zaman mümkün olabileceğine inanmaktayız.
Üniversitelerimizin tüm toplumun ortak varlığı olduğu gerçeği ile, bizleri de çok yakından ilgilendiren bu önemli sorunumuzun tartışılması ve çözümünün aranmasında, kendi payımıza düşeni yapmak adına görüş ve önerilerimizi bilim dünyası ve kamuoyuna sunmayı görev bilmekteyiz.
Fırat Üniversiteli bir grup öğretim üyesi olan bizler, görüşlerimizi ortaya koyma bağlamında; ülkemiz yükseköğretiminin ihtiyaçlarına azami ölçüde cevap verebilecek arzulanan bir modelin geliştirilmesine katkı sağlamak amacıyla önerilerimizi sunuyoruz.
ÖNERİLER :
1- Yükseköğretimimizdeki sorunların çözümlerine ilişkin değişiklik talepleri göz ardı edilmemeli ve yapılması gerekenler daha fazla ertelenmemelidir.
Yükseköğretimimizdeki mevcut sorunların çözümü üniversitelerin temel bir ihtiyacı ve toplumun önemli bir beklentisi halini almıştır. Bu gerçek tüm yetkili kişi ve makamlar tarafından yıllardır dile getirilmektedir. Gelmiş geçmiş tüm hükümetlerin programlarında YÖK ile ilgili değişiklik taahhüdü, bütün siyasi partilerin programlarında YÖK ile ilgili iyileştirme vaatleri ve TBMM'nin geçmiş dönemlerdeki çalışmalarında meclis tutanaklarında görüleceği üzere hacimli ve kapsamlı konuşmalar/tespitler ile belli aşamalara gelmiş ancak sonuçlanmamış girişimler ve kanun teklifleri mevcuttur.
YÖK'ün Haziran 2006 da kamuoyuna sunduğu, 22 eki ile birlikte 236 sayfayı bulan ?TÜRKİYE'NİN YÜKSEKÖĞRETİM STRATEJİSİ (TASLAK RAPOR)? başlıklı kapsamlı bir çalışmada; mevcut durum, sorunlar ve çözüm stratejileri yer almaktadır. Bu taslak raporda; birçoğumuzun yıllardır içtenlikle dile getirdiğimiz gerçekler aynen yer almaktadır.
Milli Eğitim Bakanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanının YÖK ile ilgili değişiklik yapılması gerektiği yönünde sayısız konuşmaları ve demeçleri vardır.
Üniversitelerin, rektörlerin ve büyük çoğunluğu ile öğretim elemanları ve öğrencilerin Yükseköğretimde değişiklik talepleri ve beklentileri devam etmektedir.
Türk üniversite hayatı da cumhuriyet döneminden günümüze kadar yaşanan gelişmelere paralel olarak değişime uğramıştır, bundan sonrada günün gereklerine göre değişmeye ve gelişmeye devam etmelidir.
2- Önümüzdeki dönemde Hükümet-YÖK ve Üniversite-Toplum İlişkileri normalleştirilmelidir.
Üniversiteler evrensel ilkeler doğrultusunda öncelikle bilimin üretildiği ve paylaşıldığı alanlardır. Bilgi üretmek, üretilen bilgiyi öğrencilere ve topluma aktarmak, insanlığın hizmetine sunmak, sorumluluk duygusu yüksek, ülke ve dünya sorunlarına duyarlı çağdaş bireyler yetiştirmek üniversitelerin öncelikli görevidir.
Üniversiteler hep toplumun önünde olmalı, değişen dünyaya uyum sağlayarak toplumun ihtiyaçlarını ve yararını gözeterek bilim üretmelidir. Üniversitelerimiz, bilgi üretimi ve nitelikli işgücü yetiştirilmesinin yanı sıra, çeşitli alanlarda sunduğu hizmetlerle yalnızca bulunduğu kente ya da ülkeye değil, tüm insanlığın sağlığına, mutluluğuna ve esenliğine hizmet etmelidir.
Son yıllarda YÖK ve üniversitelerimiz bilimsel araştırmalardan çok siyasi çıkışlarıyla gündeme gelir oldu. Üniversitelerin tarihsel gelişiminde tüm dünyada daha fazla özgürlük ve demokrasi talebinde bulunulduğu gerçeğine karşın, bizim üniversitelerimizde maalesef tam tersi bir görüntü verilmektedir. Bu durum birçok olumsuz sonuçların yanında üniversitelerin her geçen gün toplumdan daha da uzaklaşmasına neden olmaktadır. Bunun giderilmesi için üniversiteler kendilerini de sorgulamak zorundadırlar.
Siyaset ise; bilim dünyasından tamamen ayrıdır. Değişkenleri çoktur. Güncel politikalardan etkilenir. Siyasetin ve günlük politikaların üniversiteye müdahalesi toplumun gelişme süreçlerini olumsuz etkiler.
Geçmişte yaşanan olumsuzluklardan ders çıkartıp her kurum ve kuruluşun kendi misyonu içerisinde toplumsal ihtiyaç ve beklentileri göz önüne alarak sorumluluklarını yerine getirmeleri zaruridir. Bu bağlamda; önümüzdeki dönemde Hükümet-YÖK ve üniversite-toplum İlişkileri mutlak surette normalleştirilmelidir.
3- Anayasamızda Yükseköğretimle ilgili maddeler sadeleştirilmeli ve Yükseköğretim kurumlarının kanunla kurulması anlayışından vazgeçilmelidir.
Anayasa'da, yükseköğretimin ayrıntılarına girmek değişim ve gelişim sürecindeki ülkemizde yeni kurullar oluşturulması ve bunların ilişkilerine kadar varan kuralların Anayasa'ya konulması, toplumun dinamizmini ve gelişmesini zorlaştırmaktadır.
Bizim ihtiyacımız kısa ve özlü anayasadır. Anayasamızda Yükseköğretim ile ilgili 130 ve 131'inci maddeleri sadeleştirilerek amaç ve temel ilkelerin yazılması yeterli olacaktır. Yapılacak düzenlemelerde, yetkiler şahıslarda değil, kurullarda toplanmalı ve önemli kararlar kurullarda alınmalıdır.
Özel girişimciler belirlenen gerekli koşullarını yerine getirerek serbestçe yükseköğretim kurumu kurabilmelerinin hiçbir sakıncası olmamalıdır.
4- Üniversiteler için ?kısa ve özlü bir çerçeve yükseköğretim yasası' en uygun modeldir.
Yükseköğretimde köklü bir iyileştirme yapılmak isteniyorsa; Anayasa değişikliğinin ardından ?her üniversitenin kendi misyonu ve vizyonunu ortaya koyabileceği ana unsurları düzenleyen, kısa, ayrıntıdan uzak, yükseköğretimdeki farklılaşmayı ve çeşitliliği dikkate alan, yeni bir çerçeve YÖK yasası? en uygun modeldir.
Üniversitelerimizin geçirdiği evreler göz önüne alındığında, Yükseköğretim yasasında en yaralı ve köklü değişikliği sağlamak için; YÖK'ün üniversitelere doğrudan müdahale eden değil, onları dışarıdan denetleyen bir koordinasyon kurulu haline getirilmesinin yararları daha iyi anlaşılacaktır.
Özel statülü devlet üniversitesi, mütevelli heyetiyle yönetim, işletme hakkının devri gibi yeni açılımlara müsait hale getirilmelidir. Çok kısa bir çerçeve yasası çıkarılmalı ve yükseköğrenimin ana unsurları düzenlenmelidir.
Eğitim, öğretim, akademik yükselmelerde tüm üniversitelerin uyması gereken asgari koşullar Çerçeve yükseköğretim yasası ile belirlenmelidir.
Yükseköğretim Kurulu ve Üniversitelerarası Kurul birbirinden ayrılarak Yükseköğretim Kurulu ve Üniversitelerarası Kurul'un görev ve yetki alanları kesin hatlarla belirlenmelidir. Üniversitelerarası Kurul Avrupa'da olduğu gibi sadece üniversite rektörlerinden oluşturularak tüm akademik konularda en yetkili karar organı haline getirilmelidir.
Tek tip üniversite yerine ihtisas alanlarına göre yeni bir yapılanmaya imkan verilmelidir.
Çerçeve yükseköğretim yasasına uygun olarak her üniversite kendi Yükseköğretim Kanunu niteliğinde bir yönetmelik hazırlayabilir.
Akademik konularda olduğu gibi idari ve mali konularda da yetkiler rektörlere değil, üniversite üst kurullarına verilmelidir.
5- Rektörler seçimle değil atama ile tayin edilmeli ve Dekanların atamasında YÖK'ün devreden çıkarılmalıdır.
Rektörlük seçimleri çoğu üniversitede akademisyenlerin büyük zaman ve enerji kayıpları yanında, hem seçimden önce, hem de seçim ve atamadan sonra öğretim üyeleri arasında kamplaşmalara ve husumetlere yol açmaktadır. Bunun çok tipik örneklerini mensubu bulunduğumuz Fırat Üniversitesi dâhil birçok üniversitede yaşamaktayız. Gereksiz soruşturmalar, haksız suçlamalar, mesnetsiz mahkemeler, kadroları verilmeyerek bir şekilde cezalandırılan akademisyenler vb. gibi olumsuz uygulamalar vakaiadiyeden sayılmakta, bunun sonucunda da kaybeden üniversitelerimiz ve ülkemiz olmaktadır.
Rektörlerin atama ile değil de seçimle gelmeleri söz konusu olacak ise, bu seçim tam demokratik olmalı; yani en fazla oyu alan, Rektör olarak atanmalıdır. Güzide kurumlarımız üniversitelerdeki seçim ilkesinin ciddiye alınması ve bu arada bugünkü 'rektör seçimi adı altında oynanan komedi?ye de son verilmesi gerekmektedir.
Dekanların atamalarında ise; YÖK devreden çıkarılmalıdır.
6- Özel Üniversite açılması önündeki anayasal ve yasal engeller kaldırılmalı ve gerekli koşullarını yerine getirilerek serbestçe yükseköğretim kurumu açılabilmelidir. Gerçek bir yükseköğretim reformu için; için özel üniversitelerin kurulmasına izin verilemesinin yanında kuruluşunu ve gelişimini tamamlayan devlet Üniversitelerinin özelleştirilmesi de tartışılmalıdır.
Yürürlükteki 1981 Anayasamızın Yükseköğretim kurumları ile ilgili 130. maddesinde ?..üniversiteler Devlet tarafından kanunla kurulur. Kanunda gösterilen usul ve esaslara göre, kazanç amacına yönelik olmamak şartı ile vakıflar tarafından, Devletin gözetim ve denetimine tâbi yükseköğretim kurumları kurulabilir." denmektedir
Gününüzde ?hülle anlayışı?yla faaliyetlerine devam eden Vakıf üniversiteleri tam anlamı ile özel üniversite sayılmazlar. Türkiye'de, özel üniversite açmak Anayasa hükmü olarak yasak olduğu için vakıf üniversiteleri kuruluyor. Bugün ülkemizde bir çoğu güzel hizmetler veren bu vakıf üniversiteleri Anayasa'mızın özel üniversitelerin açılmasını engelleyen maddelerine karşı bir nevi hülle anlayışıyla çalışmaktadırlar.
Yükseköğretimimizdeki okullaşma oranı gelişmiş ülkelerin çok gerisindedir. Yeni üniversitelerin açılması dahi yeterli bir oranı sağlamamaktadır.
Yükseköğretimimizdeki okullaşmanın arzu edilen düzeye ulaşması için özel üniversite açılmasının önündeki yasal engellerin bir an önce kaldırılması gerekmektedir. Bunu sağlamak için Anayasa'da, yükseköğretimle ilgili maddelerin değiştirilmesi dahil ne gibi hukuki düzenlemeler gerekiyorsa hepsinin en kısa zamanda yapılarak toplumun dinamizminin ve gelişmesinin önü açılmalıdır.
Eğitim kurumlarını kamu okulları ve özel okullar şeklinde ayrı değerlendirmek, yanlış olur. Özel okul ve özel üniversiteler ülkemiz eğitimine hizmet eden kurumlar olarak görülmelidir.
7- Üniversite kapısındaki yığılmanın azaltılmasının çareleri aranmalı ve Mesleki eğitimin özendirici hale getirilmelidir.
Bu husus YÖK'ün Haziran 2006 da kamuoyuna sunduğu ?Türkiye'nin Yükseköğretim Stratejisi? taslak raporu 17. sayfasında da aynen yer almaktadır. Mesleki eğitimin özendirici hale getirilmenin bir yolu her meslek lisesi mezununa iş garantisi vermektir. Pratikte bu mümkün olamayacağına göre imkân dâhilinde olan en gerçekçi yegâne çözüm yolu Üniversite Giriş Sınavında uygulanan katsayı adaletsizliğinin giderilmesidir.
Yapılan sınavları kazanan hiç kimse yükseköğretimden mahrum bırakılmamalı, etkin burs mekanizması kurulmalı ve belirli bir kontenjan dâhilinde dar gelirli öğrenciler ücretsiz okutulmalıdır.
8 - Yeni Üniversiteler kurulmasına karşı çıkılmamalıdır.
Üniversite sınavı, gençlerimiz için sorun ve endişe kaynağı olmayı sürdürmektedir.
Her yıl yapılan Üniversite Seçme Sınavında hiçbir yükseköğretim kurumuna giremeyen (açıkta kalan) gençlerin sayısı Yükseköğretimdeki toplam öğrenci mevcudundan daha fazladır.
Üniversiteli olma imkanı bulamayan bu milyonlarca gencin hemen hemen tamamı bin bir sıkıntıyla maddi manevi tüm imkanlarını zorlayarak büyük paralar ödeyip dersanelere gidiyorlar. Ancak; dersanelerde ?mezun olmak? veya ?meslek sahibi olmak? mümkün olmadığı için bu da asla çözüm olmuyor. Dersaneler, maalesef diploma vermiyor ve hiç birini meslek sahibi yapmıyor. Tam tersine bu acımasız zorunlu yarış birçok gencimizi ?psikolojik sorunlu? yapıyor. Ülkemizin pırıl pırıl çocuklarını ?kendine güvensiz? ?ümitsiz?, ?mesleksiz? ailesine ve içinde yaşadığı topluma küsmüş bireyler haline getiriyor. Yeni üniversitelerin açılması en başta bu gençlerin kazanılmasına yardımcı olacaktır.
Türkiye genç nüfusumuzun ve gelişme dinamiklerinin gerektirdiği üniversiteleşme süreci bir hayli gecikmiş olmasına rağmen yeni üniversitelerin açılması gündeme geldiği her dönemde, haklı veya haksız olarak "tabela üniversiteleri" ithamı ile yoğun bir eleştiri sergilenmektedir. Oysa bütün eleştirilere rağmen o gün bir takım imkânsızlıklarla kurulmuş olan üniversitelerin çoğu bugün alkışlanacak bir seviyeye gelmiş durumdadır. Bu üniversiteler aynı zamanda bulundukları şehrin mimarisine, ekonomisine, sosyal ve kültürel gelişimine de çok önemli katkılarda bulunmuşlardır.
Toplumların talep ve beklentileri ihtiyaçlardan kaynaklanır. Ülkemize yeni üniversiteler açılması günümüz gençliği için en başta gelen ihtiyaçtır. Yeni üniversitelerin kurulmasına karşı çıkanların kendilerine göre bir takım haklı gerekçeleri olmakla birlikte, Üniversite kapısında bekleyen milyonu aşkın gencimizin diploma veremeyen ve meslek sahibi yapamayan dersanelerin yerine üniversitelerde okuma imkânına kavuşması bir zorunluluk halini almıştır.
Yeni üniversitelerin açılmasına karşı çıkanların mantığına göre hareket edilseydi bu gün başarılı bir şekilde hizmet veren doğu ve güneydoğu Anadolu'da hiçbir üniversitenin kurulması mümkün olamazdı. Kaldı ki 2007 Türkiye'sindeki mevcut potansiyel yeni üniversiteler kurulmasına çok daha müsaittir.
Üniversitelerimizin bulunduğu bölgenin ekonomik, toplumsal ve kültürel yönden gelişmesinde ve kalkınmasında itici güç olduğu bir gerçektir. Bunun için tüm illerimiz, hatta birçok ilden daha çok gelişmiş kazalarımızda yöre halkının bir üniversiteye sahip olmak istemeleri anlayışla karşılanmalıdır.
9- Üniversitelerimizde öğretim elemanı açığını giderici tedbirler alınmalıdır.
Üniversitelerimizde en önemli sorunlardan biride, öğretim elemanı açığıdır. Öğretim elemanı sayımızın yetersiz olmasının yanı sıra, öğretim elemanlarının üniversiteler arası dağılımında da büyük dengesizlik olduğu bilinen bir gerçektir. Dengeyi sağlayabilmek için ilk adım, öğretim elemanlarımızın tüm üniversitelerde eşit ve cazip çalışma imkânlarına kavuşturulmasıdır.
10- Öğretim elemanlarının ücret politikalarında iyileştirilmeler yapılmalıdır.
Yükseköğretim sisteminin kalitesini dünya standartlarına yaklaştırmayı amaçlayan bir reform taslağında, aynı zamanda ücretlerle ilgili düzenlemelerinde olması gerekir.
Biz biliyoruz ki üniversite camiasının ekonomik gücü son yıllarda giderek azalmıştır. Oysaki akademisyenlik, bireyin kendini yenilemesini ve bilgisini sürekli tazelemesini gerektirir. Ayrıca, toplumun gözünde belli bir saygınlığı olan üniversite hocalarının statülerine uygun bir yaşam standardına ulaşmaları en tabii haklarıdır.
Gelecekte kaliteli öğretim elemanları yetiştirebilmenin önlemlerini bu günden almalıyız. Akademisyenlik mesleğin kalitesini, statüsünü ve çekiciliğini artırmak içinde ücretlerde iyileştirme yapılmalıdır. Akademik personel ücretleri arasındaki mevcut ?eşitsizlikler? ve ?adaletsizlikler? mutlaka giderilmelidir.
2002 yılında 3729 sayılı Bakanlar Kurulu kararnamesinde; üniversite çalışanları bir bütün olarak ele alınmadı sadece birinci derecedeki doçentler ile profesör maaşlarında artış sağlandı. Oysa maaş artışına en çok ihtiyaç duyan kesim; araştırma görevlileri, okutmanlar ve yardımcı doçentlerin kapsam dışı bırakılması akademik personel arasında ikinci sınıf psikolojisine neden oldu. Neticede bu gelişme huzur değil, huzursuzluk kaynağı olarak üniversitelerde çalışma barışını bozmuştur.
Üniversitelerde nitelikli personel istihdamı için üniversite çalışanlarının özlük haklarının geciktirilmeden verilmesi ve her kademe için adil bir ücret artışı elzemdir. Bu yapılmadığı takdirde gelecekte bugün karşılaştığımız sorunları çok daha ağır bir şekilde yaşamak zorunda kalacağız.
Öğretim elemanlarımızın ekonomik olanaklarının iyileştirilmesi, özgür bir çalışma ortamında bilimsel araştırmalarına olanak sağlanması, bu mesleğin yeniden çekici duruma getirilmesi için zorunludur.
11- Her kademedeki Tüm öğretim Elemanlarının Özlük Sorunları çözümlenmelidir.
Akademik kariyerlerin tüm basamaklarındaki atamalar ve yükseltmeler Lisans-üstü giriş, araştırma görevlisi, yardımcı doçentlik, doçentlik ve profesörlük vs. daha önceden oluşturulmuş ve ilan edilmiş açık, adil, şeffaf, öngörülebilir kurallara bağlı olarak yapılmalıdır.
Şu andaki uygulama ve hazırlanan taslakta öğretim elemanları içinde sadece Doçent ve Profesörlerin iş güvenceleri vardır. İş güvencesi, Anayasamızda her çalışan için temel bir hak iken, Yardımcı Doçentlerin, Araştırma Görevlilerinin, Öğretim Görevlilerinin, Okutmanların ve Uzmanların bu güvenceden mahrum bırakılmaları kabul edilemez.
Tüm öğretim elemanlarının işe alınmaları, akademik unvan elde etmeleri ve kadrolara atanmaları önceden belirlenen ve bilinen Akademik Performans Değerlendirme Kriterler'ilerine göre yapılmalıdır. Daha açık bir ifadeyle, üniversitelerde araştırma görevlisi istihdamında, yardımcı doçentlik, doçentlik ve profesörlüğe yükseltilmede, objektif nesnel performans kriterleri oluşturulmalı ve bu kriterler dikkate alınarak akademik unvanlar kazandırılmalıdır.
12- Yardımcı Doçentlik kadroları daimi statüde olmalıdır. Yardımcı Doçentler her yüksekokul mezunu gibi 1. dereceye kadar çıkabilmelidirler.
Üniversitelerimizdeki Yardımcı Doçentlerin yıllardan beri devam eden özlük sorunları çözümlenmelidir. Yardımcı doçentler; mastır, doktora eğitimini tamamlanış, bilimsel çalışmaları değerlendirilerek kabul edilmiş akademik formasyona sahip öğretim üyeleridir. Ancak okutup mezun ettikleri öğrencilerinin bile, rutin olarak 1. dereceye kadar terfi edebildikleri halde yardımcı doçentler 3. dereceden yukarıya asla çıkamamaktadırlar. Oysa bizler bunun, her şeyden önce memuriyetten gelen en doğal bir özlük hakkı olduğunu düşünüyoruz.
Yine bu akademisyenler, yardımcı doçent kadrosunda değil de her hangi bir kamu kuruluşunda çalışıyor olsa idiler; tüm diğer devlet memurlarında olduğu gibi her üç yılda bir derece ve her yılda bir kademe ilerlemesi alabilecekken, üniversitelerde yardımcı doçent olarak görev yaptıkları için bu haktan mahrum bulunmakta yani bir noktada yardımcı doçent olduklarından dolayı cezalandırılmaktadırlar. Özellikle Anadolu'daki üniversitelerin eğitim yükünü üstlenen ve sayıları on bir binin üzerinde olan yardımcı doçentler, 2 ya da 3 yıllık uzatmalarla en çok 12 yıl görev yapmakta bu sürenin sonunda sorgusuz - sualsiz kapının önüne konulabilmektedirler.
Ülkemizde yetişmiş insanları harcamak bu kadar kolay olmamalı.
Hepimiz biliyoruz ki bir öğretim üyesinin yetişmesi için büyük bir emek ve uzun bir süreç gerekmektedir. Pahalı bir yatırımdır. En verimli çağında kapı önüne konulmak yerine diğer öğretim üyeleri gibi yardımcı doçentlerin de daimi kadroda olmaları gerekir.
13- Akademik Yükselmelerde Yapılacak Düzenlemelerde Doktora Esas Alınmalıdır
Akademik hayatın en zorlu ve önemli basamağı doktora dönemidir. Doktora döneminde elde edilen bilgi ve tecrübeler, büyük ölçüde akademisyenin gelecekteki başarılarını da belirleyecektir. Hâlbuki Üniversitelerimizde akademik hayatın dönüm noktası olarak doçentlik kabul edilmekte ve tüm gayretler bir an evvel doçent olma yönünde sarf edilmektedir. Son yıllarda yapılan yeni düzenlemeler doktora eğitiminin değerini daha da düşürmüş olup, günümüzde doktora eğitimi çoğu zaman ciddi bir denetimden uzaktır. Bu durum, doktora öğrencisinin zayıf yetişmesine sebep olmakta ve akademik hayatı boyunca sıkıntı çekmesine yol açmaktadır. Doktora eğitimi orijinal bilimsel çalışmaların gerçekleştirildiği zaman dilimi olmanın ötesinde, akademik kişiliğe sahip olmanın gerektirdiği özelliklerin de kazanıldığı hassas bir dönemdir. Yabancı dil öğrenmeden kongrede bildiri sunmaya kadar pek çok faaliyet bu dönemde gerçekleştirilir. Elbette öğrenme devam eden bir süreçtir. Ancak, doktorasını bitiren akademisyen artık kendi alanında bilgisine başvurulacak uzman bir kişidir. Ayrıca, doktora sonrası öğrenmeye devam edebilmek için de iyi bir doktora eğitimi almış olmak şarttır.
14 - Öğretim üyelerini rencide edici bir mahiyet arz etmekte olan Doçentlik sözlü sınavlarına son verilmelidir. Yardımcı doçentlik unvanını almış kişilere şüphe ile bakıldığı izlenimini veren bu sınavların objektif olduğunu kimse iddia edemez.
1 Eylül 2000 tarih ve 24157 sayılı resmi gazetede yayımlanan ?Doçentlik Sınav Yönetmeliği? 27 Nisan 2002'de (24738 sayılı resmi gazetede yayımlanan değişiklik), 12 Temmuz 2003'de (25166 sayılı resmi gazetede yayımlanan değişiklik), 13 Ocak 2005'de (25699 sayılı resmi gazetede yayımlanan değişiklik) ve son olarak 21 Ekim 2005'de (25973 sayılı resmi gazetede yayımlanan değişiklik) olmak üzere beş yılda beş kez, son bir yılda da iki kez değiştirilmiştir. Bu da yetmiyormuş gibi; ÜAK (Üniversiteler-arası Kurul) tarafından son altı ayda alınan karalarla da (14.09.2005 tarihli ve 03.05.2005 tarihli ÜAK toplantılarında alınan kararlar) iki kez daha yeni düzenlemeler yapılmıştır.
Üniversiteler ve biz akademisyenler için büyük öneme haiz olan ve çok ciddi bir iş olması gereken ?Doçentlik Sınavının? yap-boz tahtası gibi bu kadar çok değiştirilmesine rağmen hala nihai ve ideal şekline ulaşamamış olması ve son bir yılda iki kez yönetmelik ve iki kez de ÜAK (Üniversitelerarası Kurul) kararları ile değişiklik yapılmasının nedeni ?Doçent olmayı zorlaştırmak? değilse nedir?
Doçentlik sınav yönetmeliğinde 13.01.2005 tarihinde yapılan değişiklik Doçent adayının daha önce başarılı olduğu bir sınav aşamasından, hiç yoktan başarısız sayıldığı bariz bir haksızlığa neden olmaktadır.
Doçentlik sınav yönetmeliğinde 13.01.2005 tarihinde yapılan (25699 sayılı resmi gazetede yayımlanan) bir değişiklikle; ?Eserlerin incelenmesi aşamasında başarılı olup sözlü sınavlarda 3 (üç) kez başarısız olan doçent adayının sınavı, eserlerin incelenmesinden başlayarak sınavının tüm aşamaları (yeniden) tekrarlanır? denmektedir. Bu değişiklik ile; ile eserlerin incelenmesi aşamasında başarılı olup sözlü sınavlara giren doçent adayı sözlü sınavdan üç kez başarısız olduğunda daha önce başarılı olduğu eserler incelemesi aşamasından da başarısız sayılacak ve sınav bu kez ?sil baştan? eserlerin incelenmesi aşamasından başlayarak sınavının tüm aşamaları (yeniden) tekrarlanacaktır. Bu Doçent adayının daha önce başarılı olduğu bir aşamada daha sonra hiç yoktan başarısız sayıldığı bariz bir haksızlıktır.
Uzun yıllar yardımcı doçentlik kadrosunda çalışmalarına rağmen Doçent Olamayan on binlerce akademisyen var. Ülkemizde yeni Yükseköğretim Kurumlarının kurulmasına hala ihtiyaç duyulmakta ve öğretim üyesi açığı gün geçtikçe artmakta iken; Üniversitelerimizde görev yapan binlerce Yardımcı Doçent unvanlı öğretim üyesi, Doçentlik sınav jürilerin sübjektif kararları yüzünden hak ettikleri akademik yükseltmelere ulaşmalarında; gecikmeler ve sorunlar yaşamaktadırlar.
Merkezi Doçentlik Sınavı uygulamada bir sürü adaletsizliklerin yaşandığı kendine özgü, apayrı, farklı, tuhaf ve gelişmiş ülkelerin hiç birinde örneği bulunmayan bir ?Unvan sınavı? dır. Doçentlik; öğretim üyeliğinin akademisyenliğin tam ortasında bir basamaktır. Doçentlik unvanının bir altı yardımcı doçentlik, bir üstü ise profesörlüktür. Her ikisinde de böyle bir sınav yoktur. Sadece, kadro ilanı şartı ile her üniversitenin kendi yönetmeliğindeki belli kriterlerin göz önüne alındığı atamalardır.
Doçentlik sözlü sınavları aynı zamanda öğretim üyelerini aşağılayıcı bir mahiyet arz etmekte ve yardımcı doçentlik unvanını almış kişilere şüphe ile bakıldığı izlenimini vermektedir. Bu sınavın objektif olduğunu kimse iddia edemez. Bilgi ölçme sınavları öğrencilik dönemlerine özgüdür. Doktora sınavlarını geçmiş, bir tez yazıp sunmuş ve sunum esnasında sorulara cevap vermiş, konusunda yayınlar yapmış ve yıllarca üniversitede ders vermiş bir bilim insanını tekrar bir öğrenci gibi sözlü sınava tabi tutmak mesleğe hürmetsizliktir. Eğer belki bildiklerini unutmuşlardır diye düşünülüyorsa o zaman tüm öğretim üyelerini belli aralıklarla sınavdan geçirmek gerekir. Ayrıca, sınavda başarısız sayılan adayların işlerine aynen devam etmek ve ders vermek için üniversitelerine geri gönderilmesi hangi ciddiyetle bağdaşır. Bilgi yetersizliği tescillenmiş kişilerin ders verdiği ve araştırma yaptığı üniversitelere kim saygı gösterir ve bu tür öğretim üyelerinin görüşlerine kim itibar eder? Doçent adaylarını aşağılayıcı mahiyetteki bu imtihan uygulamasından vazgeçilmeli ve doçentlik unvanı, aynen profesörlük gibi, performansa dayalı olarak belli kriterleri sağlayan adaylara kişiliklerini rencide etmeden verilmelidir.
Yardımcı doçent, Doçent ve Profesörlüğe yükseltme ve atanma aynı prosedüre tabi tutulmalı ve Merkezi Doçentlik sınavlarına son verilmelidir. Şimdiki sistemde yardımcı doçent ve profesörlüğe yükselme ve atanma nasıl yapılıyorsa, Doçentliğe yükseltme ve atanma da aynı şekilde olmalıdır.
15 ? Akademik yükseltmeler liyakat ? hakkaniyet ölçütleri gözetilerek yapılmalı ve Araştırma görevlileri TUS benzeri merkezi bir sınavla alınmalıdır
Mevcut sistem kişilik sahibi, özgür, kendine özgüveni yüksek öğretim elemanı yetiştirilmesini engellemektedir. Bu gün üniversitelerimizin büyük çoğunluğunda Araştırma görevlilerinin, hocaların takdirleri olmaksızın üniversiteye girmeleri neredeyse imkansızdır. Onlar eğer isterlerse, sınav formalitedir ve istenen kişi araştırma görevlisi kadrosuna atanır. Sonrasında da ,araştırma görevlisinin tüm akademik hayatı hocaları ve tez danışmanı ile olan iyi ilişkilerine bağlıdır. Bu ilişki iki tarafı içinde akademik hayatın sonuna kadar devam edecek olan ve aynı zamanda hiçte etik olmayan bir ortam oluşturur. Bunun önlenmesi için; Bütün Üniversitelerde Araştırma Görevlilerinin tümünün Atamaları TUS (Tıpta Uzmanlık Sınavı) benzeri Merkezi sınavlarla yapılmalıdır.
Araştırma görevlilerinin fen, sağlık ve sosyal bilimlerin her alanında TUS benzeri merkezi bir sınavla alınmaları ile lisansüstü eğitiminde somut bir fırsat eşitliği sağlanmış olacaktır.
Böylece adam kayırmacılığında önü kesilecek, lisans eğitimini bitirmiş her Türk gencine hak ettiği üniversitede kariyer yapmaya olanak verecek ve Anayasamızın emrettiği eğitimde fırsat eşitliği sağlanmış olacaktır.
16 - Yükseköğretim Türkçe olmalıdır.
Dil, millî kültürün temel öğesidir. Dilin, milleti oluşturan en önemli unsurlardan biri olduğu gerçeği hepimizce bilinmektedir. Toplumu birbirine bağlayan dil, önemini yitirdikçe bireyler arasındaki bağ zayıflar, bunun sonucu ulusal bütünlükte çözülme ve ayrılma isteklerine kadar gider. Dilin bu önemli nitelikleri dolayısıyla Türkçe eğitimi, hem çocuklarımız hem de toplumumuz açısından hayati önem taşımaktadır.
Anayasamızda da TÜRKÇE'nin resmi dil olduğu açıkça ifade edilmiştir. Buna rağmen ülkemizde yabancı dil konusundaki zorlamalar Türkçemiz'in önünü kesecek boyutlara ulaşmaktadır. Resmi ve Anadilimiz dururken yabancı dille eğitim yapmanın gelecekteki olumsuz sonuçları çok iyi değerlendirilmelidir.
17 - Yabancı dil akademik hayatın her safhasında bir problem olmaktan çıkarılmalıdır
Akademik yükselmelerde Uygulanan Zorunlu Yabancı dil sınavları kaldırılmalıdır. Yabancı dil öğrenme ile yabancı dil sınavları bir birinden farklıdır. Hiçbir akademisyen yabancı dil öğrenmeye/öğretmeye karşı olamaz (mümkünse birden fazla yabancı dil öğrenilsin). Ancak, İngiliz'in İngiliz'den istemediği ağır gramer özellikli yabancı dil sınavlarını akademisyenlerin önüne engel olarak koymak büyük yanlışlıktır. Öğretim elemanlarına mutlaka bir yabancı dil sınavı uygulanacak ise; bu sınav akademik hayatın başında ve sadece bir kez (yüksek lisans veya doktora öncesi, okuduğunu anlamaya yönelik yani; Türkçe'den yabancı dile/yabancı dilden Türkçe'ye tercüme şeklinde) yapılmalı, sonraki hiç bir kariyer basamağında artık yabancı dil sınavı yapılmamalıdır.
Anayasamızda Türkçe'nin resmi dil olduğu açıkça ifade edilmiştir. Buna rağmen ülkemizde yabancı dil konusundaki zorlamalar Türkçe'mizin önünü kesecek boyutlara ulaşmaktadır.
Türkçe'miz hem yazım ve hem de iyi bir bilim dilidir. Resmi ve Anadilimiz dururken yabancı dille eğitim yapmanın gelecekteki olumsuz sonuçları çok iyi değerlendirilmelidir.
18 - Üniversitelerimizde bilimsel ve fikri verimliliğin artırılmasının yolları aranmalıdır.
Üniversitelerimizde mevcut sıkıntıların başında bilimsel ve fikri verimliliğin düşük seviyede olması gelmektedir. Bunda elbette üniversite öncesi eğitim ve öğretimin payı büyüktür. İlköğretim çağından itibaren ezberci bir sistemin kıskacında yetişen ve uzun sınav maratonu boyunca yorulan gençlerimizin yıllar boyunca kazanmış oldukları ezberci ve kolaycı yaklaşımı hemen terk ederek akademik hayatlarında bilimsel yönden üretken olmalarını beklemek gerçekçi değildir. Bu sebeple eğitim sisteminin baştan aşağı gözden geçirilerek, gençlerin yeteneklerini ortaya çıkaracak, araştırmaya, muhakemeye ve gözleme dayalı bir çalışma disiplinin kazanılmasını sağlayacak tedbirler alınmalı ve üniversitelerimizde bilimsel verimliliğin artırılması için başarıyı ödüllendiren bir sistem getirilmelidir.
19 - Başarılı Üniversiteler ve Öğretim Üyeleri Ödüllendirilmelidir.
Üniversitelerde çalışanların ayrıcalıklı kılınacağı yasal bir ödüllendirme sistemi olmalıdır. Üniversiteler arasında rekabetin teşvik edilmesi bilimsel yeniliklere elbette hız katacaktır. Ancak, bu yapılırken, üniversiteler arasında bölgesel farklılıklardan kaynaklanan eşitsizliklerin bir an evvel giderilmesi yönünde de tedbirler alınmalıdır. Aksi halde, yeni kurulmuş bulunan veya bölgenin mahrumiyetinden dolayı gelişmesini tamamlamamış olan üniversiteler haksız bir rekabetin içine sokulmuş olacaklardır. Üniversiteler arasında gerçek bir rekabet ortamının sağlanması ise, ancak yarı özel bir yönetim sistemi oluşturulmasıyla mümkündür.
Öğretim üyesi başına düşen bilimsel faaliyetler gibi objektif kriterler göz önünde bulundurularak üniversitelerin performanslarının değerlendirilmesi yararlı olacaktır. Üniversiteler bu değerlendirmelerin sonuçlarına göre sıralanarak başarılı olanların bütçe imkânları artırılmalı ve bu üniversitelerde görev yapan öğretim elemanlarının ücret seviyeleri de yükseltmeler yapılmalıdır. Üniversitelerde öğretim üye ve elemanlarının tam gün süreli çalışması esas olmalıdır.
20- Araştırmalara gerekli kaynaklar bulunmalıdır.
Sosyal ve ekonomik faydaya dönük, çözüm üreten araştırmalara öncelik verilmeli ve teşvik edilmelidir. Araştırma ağırlıklı üniversiteler, fakülteler ve bölümler oluşturarak, bu birimlere ek sorumluluk ve kaynak sağlanabilmelidir.
21 - İdari ve Mali özerklik sağlanmalıdır.
Avrupa Birliği Ve Dünya İle Bütünleşmede Özerklik Şarttır.
Tek tip üniversite anlayışından kurtulmak için Üniversitelerin idari yapılarının ayrıntıları, çerçeve yasanın ana esaslarına uymak şartıyla üniversitelere bırakılmalı ve 'Girişimci üniversite' nosyonu yerleştirilmelidir.
22- Üniversitelerde Etik Değerlere önem verilmeli ve bu konuda da topluma örnek davranışlar sergilenmelidir.
Bilimde etik değerler bilim üretiminin nasıl yapıldığını ana unsurlardan biridir. Bilim insanlarının mesleklerini icra ederken yerine getirdikleri görevleri yaparken uymaları gerek kuralları içerir.
Etik değerlerdeki aşınma son yıllarda toplum ahlakını ve ülkenin bilimsel geleceğini tehdit eder boyutlara ulaşmıştır. Bilim Etiği başta olmak üzere ?Toplumsal Etiğin Gelişmesi ve Yerleşmesi? için; tüm toplumsal faaliyetlerde etik değerler öncelikli olarak göz önünde bulundurulmalıdır.
YÖK'ün hazırladığı ''Türkiye'nin Yükseköğretim Stratejisi'' raporunda, üniversitelerin etik değerler konusunda açık olmaları gerektiği vurgulanarak, ''Her kurum toplumdaki saygınlığını açık seçik şekilde belirlenmiş etik standartların bulunmasından ve davranışlarının bu etik standartlara uyum içinde olmasından alır. Türkiye'nin üniversite tarihinde etik standartlar üzerinde duyarlığının artması ve bu konuda görüşmelerin başlaması 1980'li yıllardan sonra olmuş ve tartışma alanı da büyük ölçüde yayın etiğiyle sınırlı kalmıştır. Üniversiteler için bir gelişme stratejisi öneren bu çalışma günümüzde üniversitelerin tüm işlev alanlarındaki etik standartlarının açık hale getirilmesini de stratejik önemde bir sorun olarak görmektedir'' söylemine katılmamak mümkün değildir.
23 - Üniversite sivil Toplum ilişkilerine önem verilmelidir.
Gelişmiş demokrasilerde sivil toplum örgütlerinin önemi bilinmektedir. Yükseköğretimde yapılacak düzenlemelerde kurullarda sivil toplum ve eğitim sendikalarından da temsilcilerin alınması uygun olacaktır.
2547 Sayılı Yükseköğretim Kanunu 12 Eylül 1980 ihtilali döneminde bir tepkinin sonucu ve çıkarıldığından idari özerklik özellikle dikkate alınmamıştır. Tam bir merkeziyetçi yaklaşım olarak tüm yetkiler hiyerarşik bir şekilde yönetici konumunda olan kişilere verilmiştir. Zamanla ülkemiz genelindeki demokratikleşmeye paralel olarak yapılmaya çalışılan çabalara rağmen arzu edilen demokratikleşme sağlanamamıştır.
Gerçekten demokratikleşme isteniyorsa YÖK başkanı ve üyelerinden başlayarak anabilim dalı başkanına kadar bütün yöneticiler için seçilme ve atanma yeni baştan düzenlenmelidir. Bugün yasadaki en demokratik seçim seçimidir. Ancak ne gariptir ki; idareciler arasında yasal olarak yetkileri en az olan da Anabilim Dalı başkanlıklarıdır.
Üniversiteler yasalar çerçevesinde kendi ek kaynaklarını oluşturabilmelidirler.
24 - Yetkili kurullarda öğrencilerde temsil edilmeli, öğrencilerin barınma sorunları çözülmeli ve öğrencilere yönelik sosyal imkânlar artırılmalıdır.
Öğrencilerin en azından kendilerini ilgilendiren kararların alındığı kurullarda temsil edilmesi gerekir.
Doğdukları ve yaşadıkları yörelerden uzakta eğitim gören gençlerimizin barınma sorunlarının çözülmesi ve öğrenci yurtlarında verilen hizmetlerin niteliğinin artırılması gerekmektedir. Bu sorunun çözümünde de devletimizin yanı sıra sivil toplumun, vakıfların ve gönüllü yurttaşlarımızın katkılarından yaralanılmalıdır.
SONUÇ:
Hazırlanacak yeni Yükseköğretim Yasa Tasarısında, mevcut eksikliklerinin ve olumsuzlukların azami derecede giderilebilmesi ve yasanın yürürlülüğe gireceği ilk günden itibaren yoğun ve haklı eleştirilere uğramaması için; YÖK, Üniversiteler ve Milli Eğitim Bakanlığı'nın yanı sıra, sivil toplumun ve üniversitelerimizdeki her kariyerde akademisyenlerin görüş ve düşüncelerini de dikkate alacak çalışmalarının topluma açık ve şeffaf olarak yürütülmesinin yararlı olacağı kanaatini taşımaktayız.
Görüş ve önerilerimizin dikkate alınması ümidi ile saygılar sunarız.
ÖZET:
1- Yükseköğretimimizdeki sorunların çözümlerine ilişkin, değişiklik talepleri göz ardı edilmemeli ve yapılması gerekenler daha fazla ertelenmemelidir.
2- Önümüzdeki dönemde Hükümet-YÖK ve Üniversite-Toplum İlişkileri normalleştirilmelidir.
3- Anayasamızda Yükseköğretimle ilgili maddeler sadeleştirilmeli ve Yükseköğretim kurumlarının kanunla kurulması anlayışından vazgeçilmelidir.
4 - Üniversiteler için ?kısa ve özlü bir çerçeve yükseköğretim yasası' en uygun modeldir.
5- Rektörler seçimle değil atama ile tayin edilmeli ve Dekanların atamasında YÖK'ün devreden çıkarılmalıdır.
6- Özel Üniversite açılması önündeki anayasal ve yasal engeller kaldırılmalı ve gerekli koşullarını yerine getirilerek serbestçe yükseköğretim kurumu açılabilmelidir. Gerçek bir yükseköğretim reformu için; için özel üniversitelerin kurulmasına izin verilemesinin yanında kuruluşunu ve gelişimini tamamlayan devlet Üniversitelerinin özelleştirilmesi de tartışılmalıdır.
7-Üniversite kapısındaki yığılmanın azaltılmasının çareleri aranmalı ve Mesleki eğitimin özendirici hale getirilmelidir.
8- Yeni Üniversiteler kurulmasına karşı çıkılmamalıdır.
9- Üniversitelerimizde öğretim elemanı açığını giderici tedbirler alınmalıdır.
10-Öğretim elemanlarının ücret politikalarında iyileştirilmeler yapılmalıdır.
11-Her kademedeki Tüm öğretim Elemanlarının Özlük Sorunları çözümlenmelidir.
12-Yardımcı Doçentlik kadroları daimi statüde olmalıdır. Yardımcı Doçentler her yüksekokul mezunu gibi 1. dereceye kadar çıkabilmelidirler.
13-Akademik Yükselmelerde Yapılacak Düzenlemelerde Doktora Esas Alınmalıdır
14- Öğretim üyelerini rencide edici bir mahiyet arz eden Doçentlik sözlü sınavlarına son verilmelidir. Yardımcı doçentlik unvanını almış kişilere şüphe ile bakıldığı izlenimini veren bu sınavların objektif olduğunu kimse iddia edemez.
15- Akademik yükseltmeler liyakat ? hakkaniyet ölçütleri gözetilerek yapılmalı ve Araştırma görevlileri TUS benzeri merkezi bir sınavla alınmalıdır
16- Yükseköğretim Türkçe olmalıdır.
17- Yabancı dil akademik hayatın her safhasında bir problem olmaktan çıkarılmalıdır.
18- Üniversitelerimizde bilimsel ve fikri verimliliğin artırılmasının yolları aranmalıdır.
19- Başarılı Üniversiteler ve Öğretim Üyeleri Ödüllendirilmelidir.
20- Araştırmalara gerekli kaynaklar bulunmalıdır.
21- İdari ve Mali özerklik sağlanmalıdır.
22- Üniversitelerde Etik Değerlere önem verilmeli ve bu konuda da topluma örnek davranışlar sergilenmelidir.
23- Üniversite sivil Toplum ilişkilerine önem verilmelidir.
24-Yetkili kurullarda öğrencilerde temsil edilmeli, öğrencilerin barınma sorunları çözülmeli ve öğrencilere yönelik sosyal imkanlar artırılmalıdır.