İş yerinde 'topuklu ayakkabı' ile kaza geçirdi, 13 yıl sonra tazminat aldı!
İşyerinde topuklu ayakkabı kazası 'İş Kazası' sayılır mı? Bir bankanın bireysel pazarlama departmanı olan çalışan, işyerinde çalışırken, bol paça pantolonuna takılan topuklu ayakkabısının azizliğine uğramıştı. Paçasına takılan ayakkabı nedeniyle merdivenlerden yuvarlanan banka çalışanı, açtığı tazminat davasında, İş Mahkemesi olayı iş kazası olarak değerlendirirken, Yargıtay, çalışanın hatası demişti.. Hukuk Genel Kurulu tartışmaya noktayı koydu.
14.12.2006 tarihli iş kazasında (Çalışanın topluklu aykkabı ile iş kazası yapması) çalışan hakkını 28.11.2019 tarihinde alabildi. İşte zorluklarla geçen 13 yıllık mücadelenin ayrıntıları...
Bir bankanın bireysel pazarlama departmanı olan çalışan, işyerinde çalışırken, bol paça pantolonuna takılan topuklu ayakkabısının azizliğine uğramıştı. Paçasına takılan ayakkabı nedeniyle merdivenlerden yuvarlanan banka çalışanı, açtığı tazminat davasında, İş Mahkemesi olayı iş kazası olarak değerlendirirken, Yargıtay, çalışanın hatası demişti..
2006 yılında yaşanan talihsiz olayda, mesai saati içerisinde Müdürü tarafından
çağrılan banka personeli odasına dönerken, bol paça pantolonuna takılan uzun
topuklu ayakkabısı nedeniyle merdivenlerden yuvarlanmıştı. Açtığı tazminat davasında,
Yerel Mahkeme olayı iş kazası sayarak, tazminata hükmetmişken, Kararın Banka
tarafından temyizi üzerine, Yargıtay işyerindeki merdivenlerden, üzerinde bol
paçalı pantolon ve sivri topuklu ayakkabı bulunduğu halde inişi esnasında düşmesini
tamamen kendi kusurundan olduğunu ifade ederek, olay esnasında illiyet bağının
kesildiğine karar vermişti.
Bayan memurun tamamen kendi kusurundan ileri geldiğini, gerekli dikkat ve özeni göstermiş olsaydı, böyle bir olayın olmayacağını söylediği Kararda, Hukuk Genel Kurulu son sözü söyledi..
KIYAFET YÖNETMELİĞE UYGUN- OLAY 'İŞ KAZASI'
Hukuk Genel Kurulu, Kararında, İş Kıyafeti Uygulama Esaslarında, iş kadınlarının nasıl giyineceğinin belirtildiğini ve Banka çalışanının da, kaza günü giydiği pantolon ve topuklu ayakkabının, Yönetmeliğe uygun olduğunu söyledi.
İŞ GÜVENLİĞİ EĞİTİMİNE DİKKAT ÇEKTİ
Ayrıca, İş Güvenliği eğitiminin önemine de dikkat çekilen kararda, İşyerinin İş güvenliği eğitimleri esnasında, kıyafetlerin ve ayakkabıların banka içinde olası düşmeyi önleyici şekilde giyinilmesi konusunda çalışanlara gerekli uyarıda bulunması gerektiğini ifade etti. Meydana gelen olayda, iş güvenliğine dair eğitim, gözetim ve denetim görevinin davalı işverence yerine getirilmediği anlaşılmaktadır diyerek, olayı 'İş Kazası' olarak değerlendirdi.
Hukuk Genel Kurulu Kararında özetle şöyle dedi;
'..somut olaya gelindiğinde; davaya konu 14.12.2006 tarihli iş kazası davalı
iş yerinde gerçekleşmiş olup, Özel Daire bozma kararında davacı işçinin kaza
tarihinde bol paçalı pantolon ve sivri topuklu ayakkabı giymek suretiyle meydana
gelen kazada ağır kusuru bulunması sebebiyle illiyet bağının kesildiğinden söz
edilerek davalı işverenin kazadan dolayı sorumlu tutulamayacağı belirtilmiştir.
Ancak davalı işverenin "İş Kıyafeti Uygulama Esasları" bu tespiti
doğrulamamaktadır. Zira, belirtilen düzenlemede iş kadının nasıl giyinmesi gerektiği
belirtilmiş olup, bu belirleme gereğince de davacı işçinin kaza gününde giymiş
olduğu kıyafet ve ayakkabının iş yeri için belirlenen esaslara uygun bir kıyafet
olduğu anlaşılmakla birlikte, kıyafetlerin ve ayakkabıların banka içinde olası
düşmeyi önleyici şekilde giyinilmesi konusunda çalışanlara gerekli uyarıda bulunulmadığı,
gereken iş güvenliğine dair eğitim, gözetim ve denetim görevinin davalı işverence
yerine getirilmediği anlaşılmaktadır. Bu nedenlerle, eldeki davada davacının
meydana gelen kazada ağır kusuru bulunduğundan bahisle illiyet bağının kesildiğinden
söz edilemez.
Hal böyle olunca, yerel mahkemece yukarıda açılanan hususlara değinilerek verilen
direnme kararı usul ve yasaya uygundur..'dedi. (28.11.2019)
KARARIN TAM METNİ
Hukuk Genel Kurulu 2016/1912 E. , 2019/1235 K. sayılı kararın tam metni:
Taraflar arasındaki "tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama
sonunda; Mersin 4. İş Mahkemesince maddi tazminatın kabulüne, manevi tazminatın
ise kısmen kabulüne dair verilen 30.09.2014 tarihli ve 2012/111 E., 2014/384
K. sayılı karar taraf vekillerince temyiz edilmekle, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin
07.09.2015 tarihli ve 2015/1499 E., 2015/15871 K. sayılı kararı ile:
"...1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici nedenlere göre, davacı vekilinin tüm, davalı vekilinin ise aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine,
2-Dava, sigortalının iş kazası sebebiyle maluliyetine dayalı maddi ve manevi
zararlarının giderilmesi istemlerine ilişkindir.
Mahkemece, davacının maddi tazminat davasının kabulü ile, 76.520,52 TL maddi,
manevi tazminat davasının ise kısmen kabulü ile 40.000 TL manevi tazminatın
iş kazası tarihi olan 14/12/2006 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle
birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir.
Dosya kapsamındaki kayıt ve belgelerden; davacının, davalı Banka Şube Müdürlüğünde
bireysel pazarlama yönetmeni olarak çalışmakta iken olay tarihi olan 14/12/2006
tarihinde işyeri içerisindeki asma katta bulunan müdür odasından kendi masasına
dönüşü esnasında merdivenlerden düşerek yaralandığı, SGK Teftiş Kurulu Başkanlığı
tarafından olayın iş kazası olduğu ve davacının iş kazasının gerçekleşmesinde
% 100 oranında kusurlu bulunduğunun tespit edildiği, mahkemece itibar olunan
3 kişilik bilirkişi kusur raporunda ise, davacının %50, davalının ise %50 oranında
kusurlu olduğunun tespit edildiği anlaşılmaktadır.
İnsan yaşamının kutsallığı çerçevesinde işveren, işyerinde işçilerin sağlığını
ve iş güvenliğini sağlamak için gerekli olanı yapmak ve bu husustaki şartları
sağlamak ve araçları noksansız bulundurmakla yükümlü olduğu olay tarihinde yürürlükte
bulunan İş Kanunu'nun 77. maddesinin açık buyruğudur. Bu kapsamda işveren özen
yükümlülüğü kapsamında alması gereken önlemleri almamış ve bu nedenle de zararlandırıcı
bir olay meydana gelmiş ise akti yükümlülüğünü yerine getirmeyen işverenin bu
zarardan sorumlu tutulacağı tartışmasızdır. Fakat işverinin almadığı yada eksik
aldığı bu önlemler ile zararlandırıcı olay arasında nedensellik olması esastır.
Diğer bir ifade ile eğer zararlı netice ile işverence hiç alınmayan yada eksik
alınan önlemler arasında doğrudan bir bağ kurulamıyor ise bu zararlı neticeden
işverenin sorumlu tutulması doğru olmayacaktır. Aksinin kabulü işverenin oldukça
geniş sınırlar içeren akti sorumluluğunun sınırlarının daha da genişletilmesi
olur ki bu kabul edilebilir bir hal değildir. Yine kaza ile işverence alınmayan
önlemler arasında uygun illiyet bağının bulunması da işverenin sorumluluğu için
esastır.
Ayrıca şunu belirtilmekte de fayda vardır. Teknik bilgi gerektiren hallerde
mahkemelerce konusunda uzman kişilerden bilirkişi raporu alınması gerekli olmakla
birlikte bilirkişilerin raporundaki değerlendirmelerin mahkemelerce denetlenmesi,
gerektiğinde mahkemece ek rapor alınması, ek rapora rağmen bilirkişi değerlendirmesinin
oluşa uygun düşmediği tespit olunması halinde ise gerekirse bir başka bilirkişi
heyetine olayın inceletilmesi gerekir.
Somut olayda; 12.08.2013 tarihli kusur bilirkişi raporu hükme esas alınmışsa
da; bu rapordaki değerlendirmeye göre varılan sonuç hatalı olmuştur. Zira bir
işverenin çalışanına karşı özen yükümlülüğü bulunmakla birlikte buradaki akdi
yükümlülüğü sınırsız değildir. Eğer zararlandırıcı olay kazaya uğrayanın ağır
kusurundan kaynaklanmışsa illiyet bağının kesilmesi söz konusu olacaktır.
Bu kapsamda davacının olay tarihi olan 14/12/2006 tarihinde, tanık anlatımlarında
da belirtildiği üzere işyerindeki merdivenlerden üzerinde bol paçalı pantolon
ve sivri topuklu ayakkabı bulunduğu halde inişi esnasında, ayakkabısının paçasına
girmesinin yargılama konusu kazanın asıl sebebi olduğu açıktır. Hal böyle olunca
da işverenin bu mezkur olayda özen yükümlülüğü kapsamında alabileceği bir tedbir
ve giderek sorumluluğunu gerektirecek bir kusuru bulunmadığından bu sebeplerle
davanın reddi gerekirken kabulüne karar verilmesi hatalı olmuştur.
Mahkemece yukarıda açıklanan maddi ve hukuksal olgular dikkate alınmadan, yazılı
şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davalı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli
ve hüküm bozulmalıdır..."
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama
sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği
anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, iş kazasından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat istemlerine ilişkindir.
Davacı vekili, müvekkilinin davalı işverenin iş yerinde 23.03.2006 tarihinde
çalışmaya başladığını, 14.12.2006 tarihinde iş yerinde merdivenden düştüğünü,
iş kazası sonucunda ayağında kırık oluştuğunu ve bu nedenle sağlık raporu aldığını,
raporlu iken 06.03.2007 tarihinde iş sözleşmesinin davalı işveren tarafından
feshedildiğini ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla
iş kazası nedeniyle 1.000TL maddi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesi
isteminde bulunmuş; 08.05.2014 tarihli ıslah dilekçesi ile maddi tazminat talebini
77.520,52TL'ye yükseltmiş ve kazadan dolayı müvekkilinin manevi zararı olduğunu
iddia ederek 150.000TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini
talep etmiştir.
Davalı vekili, davacının tazminat talebinin bir dayanağının bulunmadığını savunarak
davanın reddini savunmuştur.
Yerel Mahkemece, davacının davalı iş yerinde çalışırken 14.12.2006 tarihinde
iş kazası geçirdiği, Yüksek Sağlık Kurulu raporu ve Adli Tıp Kurumu İhtisas
Dairesi raporuna göre %36,2 oranında malül kaldığı, 12.08.2013 tarihli iş güvenliği
uzmanlarından oluşan bilirkişi heyeti raporuna göre de davalı ve davacının iş
kazasının oluşumunda %50 oranında kusurlu oldukları, davalının kusur oranına
göre 77.520,52TL'lik maddi zarardan sorumlu olduğu, ayrıca müstekar Yargıtay
içtihatlarında ıslah dilekçesi ile birlikte harcı yatırılmak şartı ile manevi
tazminat talep edilmesine cevaz verildiği, bu sebeple iş kazası geçiren ve malül
olan davacının olay sebebiyle elem ve acı duyduğu, manevi zararının olduğu,
bu manevi zararın tarafların kusur oranları, olayın ağırlığı, sürekli iş göremezlik
hali ve oranı, işçinin yaşı, olay ve dava tarihleri, ülkenin ekonomik koşulları,
tarafların sosyal ve ekonomik durumları, gelişen hukuk yaklaşımı ve caydırıcılık
kriterlerine göre manevi zararın hükümde gösterilen miktar kadar olduğu gerekçeleriyle,
maddi tazminat isteminin kabulü ile 76.520,52TL maddi tazminatın iş kazası tarihi
olan 14.12.2006 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan
tahsiline, manevi tazminat isteminin de kısmen kabulü ile 40.000TL manevi tazminatın
iş kazası tarihi olan 14.12.2006 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle
birlikte davalıdan tahsiline, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiştir.
Taraf vekillerinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde
gösterilen nedenlerle bozulmuştur.
Yerel mahkemece ilk karardaki gerekçeler tekrar edilmek ve bu gerekçelere ek
olarak davalı bankanın "İş Kıyafeti Uygulama Esasları"nın Özel Dairece
yapılan tespiti doğrulamadığı, davacının kıyafetinin banka çalışanı olması ve
banka sektörünün görselliğe verdiği önem sebebiyle uygun bir kıyafet olduğu
gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davalı vekilince temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının 14.12.2006
tarihinde davalı iş yeri olan bankanın merdivenlerinden düşmesi şeklinde gerçekleşen
zararlandırıcı olayda ağır kusurunun bulunup bulunmadığı, zararlandırıcı olay
ile zarar arasındaki illiyet bağının davacının ağır kusuru nedeniyle kesilip
kesilmediği, buradan varılacak sonuca göre davalının maddi ve manevi tazminatla
sorumlu tutulup tutulamayacağı noktasında toplanmaktadır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasının incelenmesinden
önce, bozmadan sonra davacı vekilince mahkemeye sunulmuş olan "İş Kıyafeti
Uygulama Esasları"nın mahkemece direnme kararına gerekçe yapılmış olması
karşısında, direnme adı altında verilen kararın gerçekte yeni bir gerekçeye
dayalı yeni hüküm niteliğinde olup olmadığı hususu ön sorun olarak ele alınıp
incelenmiş, oy birliğiyle ön sorunun bulunmadığına karar verilip işin esasının
incelenmesine geçilmiştir.
Mahkeme ve Özel Daire arasındaki uyuşmazlığın çözümünde öncelikle konu ile ilgili
kavram ve mevzuat hükümlerinin açıklanması yerinde olacaktır.
Geniş anlamıyla sorumluluk kavramı, bir kişinin başka bir kişiye verdiği zararları
giderme yükümlülüğü olarak açıklanmıştır. Hukuki anlamda sorumluluk ise taraflar
arasındaki borç ilişkisinin zedelenmesi sonucu doğan zararların giderilmesi
(tazmin edilmesi) yükümlülüğünü içerir.
Kusur sorumluluğu, bir kimsenin hukuka aykırı ve kusurlu bir davranışla sözleşme
dışında diğer bir kimseye vermiş olduğu zararın giderilmesini düzenleyen sorumluluk
türüdür. Bu sorumlulukta kusur, sorumluluğun kurucu unsuru olarak düzenlenmiştir
(Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2017, s. 594). Kusur sorumluluğunda
bir zararı başkasına tazmin ettirmek, ancak zarar onun kusurlu bir fiilinden
doğmuş ise mümkündür (Tandoğan, H.: Türk Mes'uliyet Hukuku, Ankara 1967, s.
89). Kusur sorumluluğuna doktrin ve uygulamada eş anlamda olmak üzere "haksız
fiil sorumluluğu" veya "sübjektif sorumluluk" da denilmektedir.
Bununla birlikte sorumluluğun asli şartı; zararla söz konusu davranış veya olay
arasında bir sebep sonuç ilişkisinin bulunmasıdır. Bu sebep sonuç ilişkisine
genel anlamda illiyet bağı denir. Burada sözü edilen illiyet bağı uygun illiyet
bağıdır. Uygun illiyet bağı, olayların olağan akışına ve hayat tecrübesine göre,
sebebin, meydana gelen sonucu yaratmaya elverişli olmasıdır. Uygun illiyet bağı,
sorumluluğu, zarar veren bakımından öngörülebilir risklerle sınırlamaktadır
(Eren, s. 561). Başka bir deyişle, hayatın olağan akışı ve hayat tecrübesi bakımından
öngörülemez zararlar uygun illiyet bağı kapsamında sorumluluğu doğurmayacaktır.
İlliyet bağı; mücbir sebep, zarar görenin kendi kusuru veya üçüncü kişinin
kusuru nedeniyle kesilebilir. Aynı zamanda sorumluluktan kurtulma sebebi olan
bu üç sebep, sadece kusur sorumluluğunda değil, kusursuz sorumlulukta da kabul
edilmektedir (Eren, s. 561.). Her üç neden açısından da, illiyet bağının kesildiği
iddiası, sorumlu kişiler tarafından açıkça ispatlanmadıkça kabul edilmemelidir.
Bu bakımdan sorumluluktan kurtulmak oldukça zorlaştırılmıştır.
İş kazasından kaynaklanan tazminat davalarında sorumluluğun temeli hizmet sözleşmesine
dayanmaktadır. İşçi ve işverenin hizmet sözleşmesinden kaynaklanan sıkı iş ilişkisi,
işçi yönünden işverene içten bağlılık (sadakat borcu), işveren yönünden işçiyi
korumak ve gözetmek borcu şeklinde ortaya çıkar. Gerçekten işçi, işverenin işi
ve iş yeri ile ilgili çıkarlarını korumak, çıkarlarına zarar verebilecek davranışlardan
kaçınmak, buna karşı işveren de, işçinin kişiliğine saygı göstermek, işçiyi
korumak, iş yeri tehlikelerinden zarar görmemesi için iş sağlığı ve güvenliği
önlemlerini almak, işçinin özlük hakları ve diğer maddi çıkarlarının gerektirdiği
uygun bildirimlerde ve davranışlarda bulunmak, işçinin çıkarına aykırı davranışlardan
kaçınmakla yükümlüdür.
Sanayi ve teknolojideki gelişmeler, yeni işletmelerin açılması, fabrikaların
kurulması iş yerlerindeki makineleşmenin artmasına yol açmış, bu durum iş kazaları
ile meslek hastalıklarında artışlara neden olmuştur. Bu gelişme, iş yerinde
iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin daha etkili şekilde alınması gereğini ortaya
çıkarmıştır.
İşveren, gözetme borcu gereği, çalıştırdığı işçileri, iş yerinde meydana gelen
tehlikelerden korumak, onların yaşam, bedensel ve ruhsal sağlık bütünlüklerini
korumak için iş yerinde teknik ve tıbbi önlemler dahil olmak üzere bilimsel
ve teknolojik gelişmelerin gerekli kıldığı tüm önlemleri almak zorundadır.
Bu genel açıklamalardan sonra, iş kazasının meydana geldiği tarihte yürürlükte
bulunan mevzuat kapsamında bir kazanın hangi "hal ve durumlarda" iş
kazası sayılacağı "yer ve zaman" koşullarıyla sınırlanarak belirtilmiş
olduğunu ifade etmekte yarar vardır.
Konuya ilişkin yasal düzenleme, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun "İş
Kazası ve Meslek Hastalığının Tarifi" başlıklı 11. maddesinde yer almakta
ve bu maddenin iş kazasına ilişkin (A) fıkrasında aynen;
"A) İş kazası aşağıdaki hal ve durumlardan birinde meydana gelen ve sigortalıyı
hemen veya sonradan bedence veya ruhça arızaya uğratan olaydır.
a) Sigortalının işyerinde bulunduğu sırada,
b) İşveren tarafından yürütülmekte olan iş dolayısıyla,
c) Sigortalının, işveren tarafından görev ile başka bir yere gönderilmesi yüzünden
asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda,
d) Emzikli kadın sigortalının çocuğuna süt vermek için ayrılan zamanlarda ,
e) Sigortalıların, işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere toplu
olarak götürülüp getirilmeleri sırasında. ..." denilmektedir.
Açıklanan bu madde hükmüne göre, iş kazası; maddede sayılı olarak belirtilmiş
hal ve durumlardan herhangi birinde meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya
sonradan bedence veya ruhça arızaya uğratan olaydır.
Gerek uygulama ve gerek öğretide açıkça kabul edildiği ve madde metninden de
anlaşıldığı üzere bu hallerden birine girmeyen sigorta olayı iş kazası sayılamaz.
Sayılan bu hallerin birlikte gerçekleşme koşulu bulunmayıp, herhangi birinin
gerçekleşmiş olması gerekli ve yeterlidir.
Eş söyleyişle, iş kazası hukuksal nitelikte bir olay olup, bu olayın yukarıda
açıklanan yasa maddesinde sınırlandırılan ve belirtilen hallerden herhangi birinin
oluşmasıyla ortaya çıkması gerekir.
Yeri gelmişken, iş kazasının unsurları üzerinde de kısaca durulmalıdır. Bunlar
şöyle sıralanabilir: kazaya uğrayan sigortalı sayılmalı; bu sigortalı bir kazaya
uğramalı ve uğranılan kaza 506 sayılı Kanun'un yukarıda ayrıntısı açıklanan
11. maddesinin (A) fıkrasında sayılan hal ve durumlardan birinde meydana gelmeli;
sigortalıyı hemen veya sonradan bedence veya ruhça arızaya uğratan bir olay
biçiminde gerçekleşmeli; bu olay ile sigortalının uğradığı zarar arasında uygun
illiyet (nedensellik) bağı bulunmalıdır.
Hemen ifade etmek gerekir ki, yasanın iş kazasını sigortalıyı zarara uğratan
olay biçiminde nitelendirmiş olması illiyet (nedensellik) bağını iş kazasının
bir unsuru olarak ele almayı gerektirmiştir. Ne var ki, burada aranan "uygun
illiyet (nedensellik) bağı" olup, bu da yasanın aradığı hal ve durumlardan
herhangi birinde gerçekleşme olgusu ile sonucun birbiriyle örtüşmesi olarak
anlaşılmalı, yasada olmadığı halde, herhangi başkaca kısıtlayıcı bir koşulun
varlığı aranmamalıdır.
Kısacası; anılan yasal düzenleme, sosyal güvenlik hukuku ilkeleri içinde değerlendirilmeli;
maddede yer alan herhangi bir hale uygunluk varsa zararlandırıcı sigorta olayının
kaynağının işçi olup olmaması ya da ortaya çıkmasındaki diğer etkenlerin değerlendirilmesinde
dar bir yoruma gidilmemelidir.
Ayrıca somut olayda iş kazasının gerçekleştiği tarihten sonra yürürlüğe giren
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 13. maddesine
göre iş kazası;
"a) Sigortalının işyerinde bulunduğu sırada,
b) (Değişik bend:17.04.2008-5754 S.K./8.mad) İşveren tarafından yürütülmekte
olan iş nedeniyle sigortalı kendi adına ve hesabına bağımsız çalışıyorsa yürütmekte
olduğu iş nedeniyle,
c) Bir işverene bağlı olarak çalışan sigortalının, görevli olarak iş yeri dışında
başka bir yere gönderilmesi nedeniyle asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda,
meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedenen ya da ruhen özüre uğratan
olaydır." şeklinde tanımlanarak 506 sayılı Kanunda belirtilen iş kazası
kavramı genişletilmiştir. 5510 sayılı Kanun bakımından inceleme yapıldığında
sosyal güvenlik hukuku anlamında iş kazası unsurları kazaya uğrayanın 5510 sayılı
Kanun anlamında sigortalı sayılması, sigortalının kazaya uğraması, sigortalının
kaza sonucu bedensel veya ruhsal bir zarara uğraması ve kaza ile sigortalının
uğradığı bedensel zarar arasında uygun nedensellik bağının bulunmasıdır (Güzel,
A./Okur,A.R./Caniklioğlu,N.:Sosyal Güvenlik Hukuku, İstanbul 2014, s. 417-432).
5510 sayılı Kanun'da iş kazası sayılan hallerden (b) bendi dışında kazanın yapılan
işle ilgisini aramamaktadır. İş kazası kavramının kanunda bu şekilde geniş düzenlenmesinin
sebebi sosyal güvenlik hakkının koruyucu kapsamının mümkün olduğunca genişletilmesinin
amaçlanmasıdır (Süzek, S.: İş Hukuku (Genel Esaslar ve Bireysel İş Hukuku),
İstanbul 2015, s. 449).
Anayasanın 17. maddesinde "Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma
ve geliştirme hakkına sahiptir.
Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne
dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz".
Hükmü getirilerek, yaşama hakkı güvence altına alınmış, bu yasal güvencenin
yaşama geçirilmesinde iş ve sosyal güvenlik mevzuatında da işçilerin korunması,
işin düzenlenmesi, iş güvenliği, sosyal düzen ve adaletin sağlanması düşüncesi
ile koruyucu birtakım hükümler getirilmiştir.
818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 332. maddesinde "İş sahibi, aktin özel halleri
ve işin mahiyeti noktasından hakkaniyet dairesinde kendisinden istenebileceği
derecede çalışmak dolayısıyla maruz kaldığı tehlikelere karşı icabeden tedbirleri
ittihaza ve münasip ve sıhhi çalışma mahalleri ile, işçi birlikte ikamet etmekte
ise sıhhi yatacak bir yer tedarikine mecburdur.
İş sahibinin yukarıdaki fıkra hükmüne aykırı hareketi neticesinde işçinin ölmesi
halinde onun yardımından mahrum kalanların bu yüzden uğradıkları zararlara karşı
isteyebilecekleri tazminat dahi akde aykırı hareketten doğan tazminat davaları
hakkındaki hükümlere tabi olur." hükmü düzenlenmiştir.
Yasa koyucu 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 332. maddesinin karşılığını 01.07.2012
tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 417. maddesinin
ikinci fıkrasında düzenlemiştir.
Anılan fıkrada "İşveren, işyerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması
için gerekli olan her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak;
işçilerde iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla
yükümlüdür." hükmü yer almaktadır.
Bu fıkraya göre işverenin, işçinin yaşam, sağlık ve bedensel bütünlüğünü korumak
için gerekli önlemleri alma yükümlülüğü öngörülmektedir. Burada, işverenin özellikle
iş kazalarına karşı gerekli önlemleri alma yükümlülüğü söz konusudur. Buna göre
işveren, hizmet ilişkisinin ve yapılan işin niteliği göz önünde tutulduğunda,
hakkaniyet gereği kendisinden beklenen, deneyimlerin zorunlu kıldığı, teknik
açıdan uygulanabilir ve iş yerinin özelliklerine uygun olan önlemleri almakla
yükümlüdür.
Aynı maddelere paralel olarak, 4857 sayılı İş Kanunu'nun "İşverenlerin
ve İşçilerin Yükümlülükleri" kenar başlıklı 77. maddesinin 1. fıkrasında
da benzer bir düzenlemeye yer verilmiştir. Bu fıkraya göre "İşverenler
iş yerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi
almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak, işçiler de iş sağlığı ve güvenliği
konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdürler."
Bundan başka işveren, mevzuatta öngörülmemiş olsa dahi bilimsel ve teknolojik
gelişmelerin gerekli kıldığı iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini almak zorundadır.
Bilim, teknik ve örgütlenme düşüncesi yönünden alınabilme olanağı bulunan, yapılacak
gider ve emek ne olursa olsun bilimin, tekniğin ve örgütlenme düşüncesinin en
yeni verileri göz önünde tutulduğunda, işçi sakatlanmayacak, hastalanmayacak
ve ölmeyecek ya da bu kötü sonuçlar daha da azalacaksa her önlem işverenin koruma
önlemi alma borcu içine girer.
Bu önlemler konusunda işveren iş yerini yeni açması nedeniyle tecrübesizliğini,
bilimsel ve teknik gelişmeler yönünden bilgisizliğini, ekonomik durumunun zayıflığını,
benzer iş yerlerinde bu iş güvenliği önlemlerinin alınmadığını savunarak sorumluluktan
kurtulamaz. Gerçekten çalışma hayatında süregelen kötü alışkanlık ve geleneklerin
varlığı işverenin önlem alma borcunu etkilemez. İşverenlerce, iş güvenliği açısından
yaşamsal önem taşıyan araç ve gereçlerin işçiler tarafından kullanılması sağlandığında,
kaza olasılığının tamamen ortadan kalkabileceği de tartışmasız bir gerçektir.
Nitekim, günümüzde gelişen sanayi ve teknoloji karşısında yukarıda açıklanan
hükümler yeterli görülmemiş, insan yaşamının kutsallığı çerçevesinde işverenin,
iş yerinde işçilerin sağlığını ve iş güvenliğini sağlamak için gerekli olanı
yapmak ve bu husustaki şartları sağlamak ve araçları noksansız bulundurmakla
yükümlü olduğu 4857 sayılı İş Kanunu'nun 77. maddesinin açık buyruğu iken, İş
Kanunu'nun 77. ve devamı bir kısım maddeler 30.06.2012 tarihli ve 28339 sayılı
Resmi Gazete'de yayımlanan 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu'nun 37.
maddesiyle yürürlükten kaldırılmıştır. 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu,
işverenin sağlık ve güvenlik önlemlerini alma yükümlülüğünü daha ayrıntılı bir
biçimde düzenlemiştir.
6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu'nun "İşverenin Genel Yükümlülüğü"
kenar başlıklı 4. Maddesine göre:
(1) İşveren, çalışanların işle ilgili sağlık ve güvenliğini sağlamakla yükümlü
olup bu çerçevede;
a) Mesleki risklerin önlenmesi, eğitim ve bilgi verilmesi dahil her türlü tedbirin
alınması, organizasyonun yapılması, gerekli araç ve gereçlerin sağlanması, sağlık
ve güvenlik tedbirlerinin değişen şartlara uygun hale getirilmesi ve mevcut
durumun iyileştirilmesi için çalışmalar yapar.
b) İş yerinde alınan iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerine uyulup uyulmadığını
izler, denetler ve uygunsuzlukların giderilmesini sağlar.
c) Risk değerlendirmesi yapar ve yaptırır.
ç) Çalışana görev verirken, çalışanın sağlık ve güvenlik yönünden işe uygunluğunu
göz önüne alır.
d) Yeterli bilgi ve talimat verilenler dışında ki çalışanların hayati ve özel
tehlike bulunan yerlere girmemesi için gerekli tedbirleri alır.
(2)İşyeri dışındaki uzman kişi ve kuruluşlardan hizmet alınması, işverenin sorumluluklarını
ortadan kaldırmaz.
(3)Çalışanların iş sağlığı ve güvenliği alanındaki yükümlülükleri, işverenin
sorumluluklarını etkilemez.
(4) İşveren, iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerinin maliyetini çalışanlarına
yansıtamaz.
Aynı Kanun'un "Risklerden Korunma İlkeleri" kenar başlıklı 5. maddesine
göre;
(1) İşverenin yükümlülüklerinin yerine getirilmesinde aşağıdaki ilkeler göz
önünde bulundurulur:
a)Risklerden kaçınmak,
b)Kaçınılması mümkün olmayan riskleri analiz etmek,
c)Risklerde kaynağında mücadele etmek,
ç)İşin kişilere uygun hale getirilmesi için iş yerlerinin tasarımı ile iş ekipmanı,
çalışma şekli ve üretim metotlarının seçiminde özen göstermek, özellikle tekdüze
çalışma ve üretim temposunun sağlık ve güvenliğe olumsuz etkilerini önlemek,
önlenemiyor ise en aza indirmek,
d)Teknik gelişmelere uyum sağlamak,
e)Tehlikeli olanı, tehlikesiz veya daha az tehlikeli olanla değiştirmek,
f)Teknoloji, iş organizasyonu çalışma şartları, sosyal ilişkiler ve çalışma
ortamı ile ilgili faktörlerin etkilerini kapsayan tutarlı ve genel bir önleme
politikası geliştirmek,
g)Toplu korunma tedbirlerine, kişisel korunma tedbirlerine göre öncelik vermek,
ğ)Çalışanlara uygun talimatlar vermek."
Yine 6331 sayılı Kanun "Risk Değerlendirmesi; Kontrol, Ölçüm ve Araştırma"
karar başlıklı 10. maddesinde,
"(1) İşveren, iş sağlığı ve güvenliği yönünden risk değerlendirmesi yapmak
veya yaptırmakla yükümlüdür. Risk değerlendirmesi yapılırken aşağıdaki hususlar
dikkate alınır:
a) Belirli risklerden etkilenecek çalışanların durumu.
b) Kullanılacak iş ekipmanı ile kimyasal madde ve müstahzarların seçimi.
c) İşyerinin tertip ve düzeni.
ç) Genç, yaşlı, engelli, gebe veya emziren çalışanlar gibi özel politika gerektiren
gruplar ile kadın çalışanların durumu.
(2) İşveren, yapılacak risk değerlendirmesi sonucu alınacak iş sağlığı ve güvenliği
tedbirleri ile kullanılması gereken koruyucu donanım veya ekipmanı belirler.
(3) İşyerinde uygulanacak iş sağlığı ve güvenliği tedbirleri, çalışma şekilleri
ve üretim yöntemleri; çalışanların sağlık ve güvenlik yönünden korunma düzeyini
yükseltecek ve işyerinin idari yapılanmasının her kademesinde uygulanabilir
nitelikte olmalıdır.
(4) İşveren, iş sağlığı ve güvenliği yönünden çalışma ortamına ve çalışanların
bu ortamda maruz kaldığı risklerin belirlenmesine yönelik gerekli kontrol, ölçüm,
inceleme ve araştırmaların yapılmasını sağlar."
Hükmü yer almaktadır.
Görüldüğü üzere, işverenin çalışanlarla ilgili sağlık ve güvenliği sağlama yükümlülüğünün
çerçevesi, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu'nun 4. maddesinde çizilmiştir.
Bu çerçevede işverenin, "Çalışanların işle ilgili sağlık ve güvenliğini
sağlamakla yükümlü olduğu belirtildikten sonra, yapacağı ve uymakla yükümlü
bulunacağı bir takım esaslara yer verilmiştir. Bunun gibi 5. maddede işverenin
anılan yükümlülüklerle gerçekleştireceği korunma sırasında uyacağı ilkeler belirlenmiştir.
10. maddede ise iş yerinde sağlık ve güvenlik sağlanırken, işverenin yapacağı
risk değerlendirmesi çalışmasında dikkate almakla yükümlü bulunduğu hususlar
belirlenmiştir (HGK'nın 09.10.2013 tarihli, 2013/21-102 E., 2013/1456 K. sayılı
kararı).
6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu işverenlerin yükümlülüklerini belirlerken
aynı zamanda çalışanların da yükümlülüklerini belirlemiştir.
Kanunun 19. maddesine göre;
"(1) Çalışanlar, iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili aldıkları eğitim ve
işverenin bu konudaki talimatları doğrultusunda, kendilerinin ve hareketlerinden
veya yaptıkları işten etkilenen diğer çalışanların sağlık ve güvenliklerini
tehlikeye düşürmemekle yükümlüdür.
(2) Çalışanların, işveren tarafından verilen eğitim talimatları doğrultusunda
yükümlülükleri şunlardır.
a) İşyerindeki makine, cihaz, araç, gereç, tehlikeli madde, taşıma ekipmanı
ve diğer üretim araçlarını kurallara uygun şekilde kullanmak, bunların güvenlik
donanımlarını doğru olarak kullanmak, keyfi olarak çıkarmamak ve değiştirmemek.
b) Kendilerine sağlanan kişisel koruyucu donanımı doğru kullanmak ve korumak.
c) İşyerindeki makine, cihaz, araç, gereç, tesis ve binalarda sağlık ve güvenlik
yönünden ciddi ve yakın bir tehlike ile karşılaştıklarında ve koruma tedbirlerinde
bir eksiklik gördüklerinde, işverene veya çalışan temsilcisine derhal haber
vermek,
ç) Teftişe yetkili makam tarafından işyerinde tespit edilen noksanlık ve mevzuata
aykırılıkların giderilmesi konusunda, işveren ve çalışan temsilcisi ile işbirliği
yapmak.
d) Kendi görev alanında iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için işveren ve
çalışan temsilcisi ile işbirliği yapmak."
Hükmü öngörülmüştür.
İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu'nun 37. maddesiyle, 4857 sayılı Kanun'un 2. maddesinin
4. fıkrası, 63. maddesinin 4. fıkrası, 69. maddesinin 4, 5 ve 6. fıkraları,
77, 78. 79, 80, 81, 83, 84, 85, 86, 87, 88, 89. 95, 105 ve geçici 2. maddeleri
yürürlükten kaldırılmış, 4857 sayılı Kanun'un 4. maddesinin 1. fıkrasının (f)
bendinde yer alan "İş Sağlığı ve Güvenliği hükümleri saklı kalmak üzere"
ifadesi ile 98. maddesinin 1. fıkrasında yer alan "85. madde kapsamındaki
işyerlerinde ise çalıştırılan her işçi için bin Yeni Türk Lirası" ifadesi
metinden çıkartılmıştır.?
Yine 6331 sayılı Kanun'un "Atıflar" kenar başlığını taşıyan geçici
1. maddesinde "(1) Diğer mevzuatta iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili olarak
4857 sayılı Kanun'a yapılan atıflar bu kanuna yapılmış sayılır" hükmü düzenlenmiştir.
Yukarıda yapılan bu açıklamalardan sonra 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 332.
maddesinin karşılığı olarak çağdaş yaklaşımla düzenlenen 6098 sayılı Türk Borçlar
Kanunu'nun 417. maddesinin 2. fıkrasında; "İşveren, iş yerinde iş sağlığı
ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri
noksansız bulundurmak; işçilerde iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her
türlü önleme uymakla yükümlü" olacağı belirtilerek, İş Kanunu'nun 77/1.
maddesiyle bütünlük sağlandığı gibi 3. fıkrasında; "İşverenin yukarıdaki
hükümler dahil kanuna ve sözleşmeye aykırı davranışı nedeniyle işçinin ölümü,
vücut bütünlüğünün zedelenmesi veya kişilik haklarının ihlaline bağlı zararların
tazmini sözleşmeye aykırılıktan doğan sorumluluk hükümlerine tabi" olduğu
hükme bağlanmak suretiyle, hizmet sözleşmesinden kaynaklanan sorumluluğun hukuki
niteliği konusunda tartışmalar sona erdirilmiş, sözleşmeye aykırılıktan kaynaklanan
ölüme ve vücut bütünlüğünün zedelenmesine veya kişilik haklarının ihlaline bağlı
zararların tazmininde sözleşmeden doğan sorumluluk hükümlerinin uygulanacağı
öngörülmüştür.
4857 sayılı İş Kanunu'nun 77 ve devamı maddelerini yürürlükten kaldıran 6331
sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu 4 ve 5. maddelerde işverenin yükümlülüklerini,
19. maddede de çalışanların yükümlülüklerinin çağdaş anlayışla daha ayrıntılı
ve somut olarak ortaya koymuş ve kusur sorumluluğunun sınırlarını kusursuz sorumluluğun
sınırlarına yaklaştırmıştır.
6331 sayılı Kanunun 4 ve 5. maddeleri ile buna uygun olarak çıkarılan iş sağlığı
ve güvenliği yönetmelikleri hükümleri işverenin sorumluluğunu objektifleştiren
kriterler olarak değerlendirilmelidir. Bu sebeple mevzuatta yer alan teknik
iş kurallarına uyulmaması işverenin kusurlu davranışı olarak kabul edilmelidir.
Ancak işveren sadece anılan yazılı kurallara değil, yazılı olmayan ve teknolojinin
gerekli kıldığı önlemlere aykırı davrandığında da kusurlu görülerek oluşan zararı
karşılamalıdır.
Tüm bu açıklamalar ışığında somut olaya gelindiğinde; davaya konu 14.12.2006
tarihli iş kazası davalı iş yerinde gerçekleşmiş olup, Özel Daire bozma kararında
davacı işçinin kaza tarihinde bol paçalı pantolon ve sivri topuklu ayakkabı
giymek suretiyle meydana gelen kazada ağır kusuru bulunması sebebiyle illiyet
bağının kesildiğinden söz edilerek davalı işverenin kazadan dolayı sorumlu tutulamayacağı
belirtilmiştir. Ancak davalı işverenin "İş Kıyafeti Uygulama Esasları"
bu tespiti doğrulamamaktadır. Zira, belirtilen düzenlemede iş kadının nasıl
giyinmesi gerektiği belirtilmiş olup, bu belirleme gereğince de davacı işçinin
kaza gününde giymiş olduğu kıyafet ve ayakkabının iş yeri için belirlenen esaslara
uygun bir kıyafet olduğu anlaşılmakla birlikte, kıyafetlerin ve ayakkabıların
banka içinde olası düşmeyi önleyici şekilde giyinilmesi konusunda çalışanlara
gerekli uyarıda bulunulmadığı, gereken iş güvenliğine dair eğitim, gözetim ve
denetim görevinin davalı işverence yerine getirilmediği anlaşılmaktadır. Bu
nedenlerle, eldeki davada davacının meydana gelen kazada ağır kusuru bulunduğundan
bahisle illiyet bağının kesildiğinden söz edilemez.
Hal böyle olunca, yerel mahkemece yukarıda açılanan hususlara değinilerek verilen
direnme kararı usul ve yasaya uygundur.
Ne var ki, bozma nedenine göre diğer temyiz itirazları Özel Dairece incelenmediğinden, bu yönde inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
S O N U Ç: Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme uygun olup, davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 21. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 28.11.2019 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.