Uyarma ve Kınama Cezalarının İptali İstemiyle Dava Açılabilecek
T.C.
A N K A R A
5. İDARE MAHKEMESİ
Esas No: 2003-1796
Karar No: 2004-1212
DAVACI :
DAVALI :Milli Eğitim Bakanlığı-ANKARA
DAVANIN ÖZETİ :Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Eğitim Araştırmaları Merkezi ve Akşam Sanat Okulu Matematik öğretmeni olarak görev yapmakta iken düzenlediği inceleme ve değerlendirme raporlarındaki görüşlerinden dolayı 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125/B-a maddesi uyarınca ?kınama? cezası ile cezalandırılan davacı; usul ve zamanaşımı hükümlerine aykırı olarak verilen kınama cezalarına karşı yargı yolunun kapalı olmadığını, cezanın gerekçesini oluşturan suçlama ile buna ilişkin bildirimlerin savunma hakkını ortadan kaldırabilecek ölçüde genel, soyut, belirsiz ve dayanaksız olduğunu, soruşturulmaya başlanıldığının kendisine açık ve yazılı olarak bildirilmesi zorunluluğuna uyulmaması suretiyle savunma hakkının engellendiğini, soruşturmayı açan ve cezayı veren makamın aynı olması nedeniyle yok hükmünde olduğu ileri sürülerek ?kınama? cezasına ilişkin 20.08.2003 günlü ve 4666/73034 sayılı işlemin iptaline karar verilmesi istenilmektedir.
SAVUNMANIN ÖZETİ :657 sayılı Kanunun 135. maddesi hükmüne göre davacı hakkında verilen cezaya karşı itiraz edilebileceği, dava açma olanağı bulunmayan disiplin cezasına karşı açılan davanın öncelikle incelenmeksizin reddi gerektiği, esas yönünden ise; halen Ankara ilinde öğretmen olarak görev yapan davacının daha önce Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı Eğitim Araştırmaları Merkezi ve Akşam Sanat Okulu öğretmeni iken hakkında Bakanlık Müfettişlerince düzenlenen 16.06.2003 gün ve 8847/33, 34, 27 sayılı soruşturma raporunda; düzenlediği inceleme ve değerlendirme raporlarında bir çok hatalarını tespit ettiği eğitim araçları için eğitim ve öğrenim açısından uygun olduğu yönünde görüş bildirmek suretiyle ilgili öğretim araçlarının öğretim kurumlarına tavsiye edilmesine sebep vermesi nedeniyle idari yönden teklifi ile birlikte disiplin yönünden de 657 sayılı Kanunun 125/B-a maddesi uyarınca kınama cezası ile cezalandırılması önerisi doğrultusunda verilen cezanın yasal olduğu iddiasıyla davanın reddi gerektiği savunulmaktadır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Ankara 5. İdare Mahkemesi'nce işin gereği görüşüldü;
Dava, Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Eğitim Araştırmaları Merkezi ve Akşam Sanat Okulunda görev yapmakta iken düzenlediği inceleme ve değerlendirme raporlarındaki görüşlerinden dolayı davacının 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125/B-a maddesi uyarınca ?kınama ? cezası ile cezalandırılmasına ilişkin 20.08.2003 günlü ve 4666/73034 sayılı işlemin iptali istemiyle açılmıştır.
T.C. Anayasasının 129/3. maddesinde; uyarma ve kınama cezalarıyla ilgili olanlar hariç, disiplin kararlarının yargı denetimi dışında bırakılamayacağı belirtilmiştir.
657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 135. maddesinde; disiplin amirleri tarafından verilen uyarma ve kınama cezalarına karşı itirazın varsa bir üst disiplin amirine yoksa disiplin kurullarına yapılabileceği; aylıktan kesme, kademe ilerlemesinin durdurulması ve Devlet Memurluğundan çıkarma cezalarına kaşı idari yargı yoluna başvurabileceği,136/3. maddesinde de;itiraz edilmeyen kararlar ile itiraz üzerine verilen kararların kesin olup, bu kararlar aleyhine idari yargı yoluna başvurulamayacağı hükmüne yer verilmiştir.
Davacının da aralarında bulunduğu Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı görevlileri hakkında yapılan soruşturma sonucu düzenlenen 16.06.2003 günlü ve 8847/33, 34, 27 sayılı rapor doğrultusunda, davacıdan savunmasının istenilmesi, disiplin cezasının verilmesi 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu hükümlerine göre yürütülmüştür.
Buna göre, uyuşmazlığın esasına girmeden önce Anayasa ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun yukarıda yer alan hükümlerini adil yargılanma hakkı, hak arama özgürlüğü ve Anayasanın 90. maddesinde yapılan değişiklikle birlikte ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir.
Anayasanın ?Hak Arama Hürriyeti? başlıklı 36. maddesinde; herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı kimliğiyle sav ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Sav ve savunma hakkı birbirini tamamlayan ve birbirinden ayrılması olanaksız niteliğiyle hak arama özgürlüğünün temelini oluşturur. Önemi nedeniyle hak arama özgürlüğü yalnız toplumsal barışı güçlendiren dayanaklardan biri değil aynı zamanda bireyin adaleti bulma, hakkı olanı elde etme, haksızlığı önleme uğraşının da aracıdır. Bu hakkın kullanılması, yerine getirilmesi olabildiğince kolaylaştırılmalı, olumlu ya da olumsuz sonuç almayı geciktiren, güçleştiren engeller kaldırılmalıdır.
Adil yargılanma hakkı, temel insan haklarından biri olması dolayısıyla 1948 yılında dünya devletlerince kabul edilen ve bir başlangıç teşkil eden İnsan Hakları Evrensel Bildirisinde tanınmış ve uygulanabilir evrensel bir ilke olarak kendine yer bulmuştur. 1948'den bu yana uluslararası bir gelenek haline gelmiş olan bu hak, takip eden yıllarda Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi ve diğer sözleşmelerle yaygınlık kazanmıştır.
Çeşitli sözleşmelerle zamanla ayrıntılı düzenlemelere gidilen bağlılığı artan bu hak, ulusal alanlarda da etkisini göstermiş ve devletlerin bu yapı içinde muhakemenin ulusal yasalara uygun olup olmadığı, ulusal yasaların uluslararası adil yargılanma güvenceleriyle uyumlu olup olmadığı ve yasaların uygulanma biçiminin uluslararası standartlara aykırılık taşıyıp taşımadığı noktalarında yasaların uluslararası uzlaşmaya uyumlaştırma çabalarını getirmiştir.
Türkiye'de de adil yargılanma hakkının içerdiği pek çok ilke ve hak, Anayasa'nın 36, 38, 125, 138 ve 142. maddesinde yer almasına rağmen, 2001 yılında Anayasa'da yapılan değişiklikle kavram olarak 36. maddede yer verilmek suretiyle Anayasa'nın bir parçası haline getirilmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'de idarenin eylem ve işlemlerinin yargı denetimi dışında tutulmasının adil yargılanma hakkının ihlali olarak kabul etmektedir.Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ?Hakansson ve Sturesson-İsveç? davası ile ilgili olarak; uyuşmazlık konusunun sadece hükümet tarafından karara bağlanmasının, ne olağan mahkemeler ne idare mahkemeleri ne de 6. madde açısından mahkeme olarak kabul edilebilecek bir kurul tarafından hukukiliğin denetiminin mümkün olmamasının mahkemeye başvurma hakkının ihlali olduğu, ?Pudos-İsveç? davasında da; başvurucunun taşımacılık ruhsatının Bölge İdare Kurulu tarafında iptal edilmesi sonrasında, son itiraz mercii ve bu uyuşmazlığı karara bağlayan makam olan İletişim ve Ulaştırma Bakanlığının kararına karşı bir mahkemeye veya mahkeme olarak kabul edilebilecek herhangi bir kurula başvurma imkanının olmamasının, ihlal olduğuna karar vermiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi benzer şekilde ?Zander-İsveç? davasında da; başvurucunun arazisinin bitişiğinde yer alan ve çöplük olarak kullanılan arazi nedeniyle içme suyunun kirlendiği iddiasıyla çöp boşaltan şirketin ruhsatının yenilenmesi ve faaliyetlerinin genişletilmesine yönelik olarak ilkin Ruhsat Kuruluna başvurmuş ve bu Kurulun ret kararına karşı da hükümete yaptığı itirazın reddine karşı yargı denetimi tanınmadığı için adil yargılanma hakkına aykırılık olduğu belirtilmiştir.
Özetle, tarafsızlığı ve bağımsızlığından kuşku duyulmayacak şekilde oluşturulmuş bir mahkemeye başvuru olanağının tanınmadığı bir idari rejimin adil yargılanmaya uygun olmadığı ilkesinin kabul edildiği görülmektedir.
Disiplin cezalarına karşı yargı yolunun kapalı olmasının adil yargılanma hakkına aykırılığı ile ilgili yapılan bu açıklamalardan sonra ?hak arama özgürlüğü? ve Anayasa'nın 90. maddesinde yapılan değişiklikle uyumlu olup olmadığı ortaya konulmalıdır.Anayasa'nın 90. maddesinin, ?usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasa'ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz? biçimindeki son fıkrasına ?usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.? cümlesinin eklenmesi nedeniyle ?hak arama özgürlüğü? açısından bu konunun değerlendirilmesi gerekmektedir.Uluslararası Sözleşmelerin Türk hukukundaki yerini doğrudan doğruya düzenleyen hüküm Anayasa'nın 90. maddesinin yukarıda yer verilen son fıkrasıdır.Bu hükümle birlikte,Anayasanın 15, 16, 42 ve 92. maddelerinde de uluslararası hukuka, dolayısıyla uluslararası sözleşmelere göndermede bulunulmuştur.Bu nedenle, öncelikle uluslararası sözleşmelerin Türk hukukundaki yeri belirlenmelidir.
Anayasanın 15. maddesinde, temel hak ve özgürlüklerin kullanımı konusunda alınacak tedbirlerin uluslararası hukuk karşısındaki konumu,16. maddesinde, temel hak ve özgürlüklerin yabancılar için kullanımlarının uluslararası sözleşmeler karşısındaki yeri, 92. maddesinde de,savaş ilanı ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesine veya yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunmasına izin verme yetkisinde uluslararası sözleşmelerle ilgili atıflar bulunmaktadır.
Anayasanın yukarıda yer verilen hükümleri ile uluslararası hukuk kuralları,dolayısıyla sözleşmeler ile ilgili düzenlemeler yapılmıştır.Bu maddelerde belirtilen konulara ilişkin kurallar getiren sözleşme hükümlerini garanti altına alarak bunlara anayasal bir değer yüklenmiştir.
Uluslararası sözleşmeler konusunda yukarıda yer aldığı üzere, özel hükümler getiren maddeler ile birlikte, genel olarak sözleşmelerin Türk hukukundaki hiyerarşik yerini 90. madde düzenlemiştir.Fıkranın birinci cümlesine göre, usulüne göre yürürlüğe konulmuş uluslararası sözleşmeler kanun hükmündedir. Uluslararası sözleşmenin kanun hükmünde olması nedeniyle Türk Hukuk düzeninde doğrudan hüküm doğurucudur. Fıkranın ikinci cümlesine göre, andlaşmalar hakkında Anayasa Mahkemesine başvurulamayacaktır. Buna göre, uluslararası sözleşmelerin Anayasaya aykırı olduğunun ileri sürülememesi uluslararası hukukun üstünlüğünün teyidi olduğu, uluslararası sözleşmeler ile Anayasa arasında bir uyuşmazlık olması durumunda uluslararası sözleşmelerin üstünlüğü doktrinde de kabul görmüştür.
Kaldı ki;Anayasanın 129/3. maddesinde yer alan ?uyarma ve kınama cezalarıyla ilgili olanlar hariç, disiplin kararlarının yargı denetimi dışında bırakılamayacağına? ilişkin düzenlemeden de, uyarma ve kınama cezalarına karşı mahkemeye başvurma hakkını tanıyan iç hukuk kurallarının da Anayasa'ya aykırı olmadığının da yasa koyucu tarafından amaçlandığının anlaşılması gerekir.
Uluslararası sözleşmelerin iç hukukta geçerliliği ve Anayasa'da önceden de yer alan düzenlemeler ile ilgili bu açıklamalardan sonra son Anayasa değişiklikleri ile yeni oluşan hukuksal durum ve iç hukuk kurallarına etkisi üzerinde değerlendirmede bulunulması şarttır. 2001 yılında gerçekleştirilen Anayasa değişiklikleri öncesinde hazırlanan 37 maddelik Anayasa değişiklikleri paketinde onaylanmış uluslararası sözleşmelerin iç hukuktaki yeri ve değeri konusunda yer alan ?kanunlar ile milletlerarası antlaşmaların çatışması halinde milletlerarası anlaşmalar esas alınır? şeklindeki düzenlemeden son anda vazgeçilmiştir.Anayasanın 90. maddesinde yapılması düşünülen bu değişiklik yukarıda yer verilen haliyle 22.05.2004 günlü ve 25449 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.
5170 sayılı Yasa'nın 7. maddesi ile yapılan değişikliğin Anayasa Komisyonu'nda yapılan görüşmeler neticesinde gerekçesi; ?uygulamada usulüne göre yürürlüğe konulmuş insan haklarına ilişkin milletlerarası antlaşmalar ile kanun hükümlerinin çelişmesi halinde ortaya çıkacak bir uyuşmazlığın hallinde hangisine öncelik verileceği konusundaki tereddütlerin giderilmesi amacıyla 90. maddenin son fıkrasına hüküm eklenmektedir.? şeklindedir.
Yasa koyucu temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklar demek suretiyle yargı yetkisini Türk milleti adına kullanan ?adli, idari ve askeri yargı? yerleri ile birlikte yasama ve yürütme organının da yeni kural çerçevesinde hareket etmeleri gerektiğini belirtmiştir. Yargı yetkisini kullanan mahkemelerin yetkilerinin kullanımı ile ilgili düzenlemeler Anayasa'nın 9. ve 138. maddelerinde yer almaktadır. Anayasanın 9. maddesinde, yargı yetkisinin Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılacağı, 138. maddesinde de, yargıçların görevlerinde bağımsız olduklarını, Anayasa, yasa ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm vereceklerini, hiçbir organ, makam, merci ve kişinin, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve yargıçlara emir ve talimat veremeyeceklerini ve genelge gönderemeyeceklerini, tavsiye ve telkinde bulunulamayacağını kesin bir dille kurala bağlamaktadır.
Anayasanın 138. maddesinde yer alan ?hukuka? uygun karar vermenin iç hukuk yanında uluslararası hukuk da dahil olarak anlamak gerekir. Ulusal üstü hukuk herhangi bir şekilde ulusal hukuka dahil olmuşsa yargı yetkisini kullanan hakimlerin bunu göz önünde bulundurması zorunludur.
Yeni metinde yer alan ?temel hak ve özgürlüklerin? iç hukukta yer alan temel hak ve özgürlüklerle sınırlı olmaması gerekir. Usulüne uygun yürürlüğe giren tüm uluslararası sözleşmelerde yer alan temel hak ve özgürlüklerin kapsam içinde bulunduğu anlaşılmaktadır.Uluslararası insan hakları hukukunun anlaşma, sözleşme, şart, pakt gibi belgelerce tanıdığı ve güvenceye aldığı tüm insan hakları bu güvence altındadır.
Yapılan bu açıklamalar ışığında Uluslararası İnsan Hakları Hukukunun temel belgelerinden olan ve Türkiye tarafından da kabul edilerek onaylanan Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesinin ilgili hükümlerinin Anayasamızda ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun disipline ilişkin hükümler içeren maddelerindeki ?uyarma ve kınama" cezalarına ilişkin kuralların aynı konuda farklı düzenlemeler içerip içermediğinin belirlenmesi gerekmektedir.
Türkiye tarafından 15 Ağustos 2000 tarihinde imzalanan ve 4 Haziran 2003 tarihinde TBMM'de onaylanan Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesi 4868 sayılı Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanunun 18 Haziran 2003 günlü ve 25142 sayılı Resmi Gazetede yayınlanmasıyla yürürlüğe girmiştir. Sözleşmenin Başlangıç bölümünde; ?bu sözleşmeye taraf devletlerin Birleşmiş Milletler Şartı'nda ilan edilen prensiplere göre insanlık ailesinin bütün üyelerinin doğuştan sahip oldukları insanlık onurunu ve eşit ve vazgeçilmez haklarını tanımanın yeryüzündeki özgürlük, adalet ve barışın temeli olduğunu dikkate alarak, bu hakların insanın doğuştan sahip olduğu insanlık onurundan türediğini kabul ederek, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi'ne uygun bir biçimde korkudan ve yoksulluktan kurtulma özgürlüğünü kullanabilen özgür insan idealinin ekonomik ve sosyal ve kültürel hakları ile birlikte kişisel ve siyasal haklarını da kullanabildiği şartların yaratılması halinde gerçekleşebileceğini kabul ederek Birleşmiş Milletler Şartı'na göre devletlerin insan haklarına ve özgürlüklerine her yerde saygı gösterilmesini sağlama ve bu haklara ve özgürlüklere uygun davranma yükümlülüğünü dikkate alarak, içinde yaşadıkları topluma ve diğer bireylere karşı ödevleri bulunan bireylerin, bu sözleşmede tanınmış olan hakları ilerletme ve bu haklara uyulmasını sağlamak için çaba gösterme sorumluluğu bulunduğunun farkında olarak, aşağıdaki hükümlerde anlaşmışlardır? hükmüne yer verilmiştir.
Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesinin III. Bölümünde yer alan ?Adil yargılanma hakkı? başlıklı 14. maddesinde ise; herkesin mahkemeler ve yargı yerleri önünde eşit oldukları, herkesin hakkındaki bir suç isnadının veya hak ve yükümlülükleri ile ilgili bir hukuki uyuşmazlığın karara bağlanmasında, hukuken kurulmuş yetkili, bağımsız ve tarafsız bir yargı yeri tarafından adil ve aleni olarak yargılanma hakkına sahip oldukları belirtilmiştir.
Sözleşmenin yukarıda yer verilen maddesi ile ?hak arama özgürlüğü? güvenceye alınmıştır.Temel insan haklarından olan bu hakkın kullanılabilmesi için hiçbir kısıtlamaya tabi olmaması gerekir.Mahkemeye başvurma hakkını engelleyen tüm yasaklamaların Sözleşme'ye de aykırı olacağı tartışmasızdır. Adil yargılanma hakkının tam ve koşulsuz gerçekleşmesi ve mahkemeye başvurma hakkının güvenceye alınması konularında sınırsız hükümler içermesi nedeniyle birçok ulusal ve uluslararası kurallara göre ileri durumda bulunan Sözleşmenin kısıtlayıcı hükümler içeren kurallara göre öncelikli kabul edilerek uyuşmazlıkların çözümünde uygulanması çağdaş hukuk anlayışının doğal bir sonucudur.
Buna göre, hak arama özgürlüğüne yönelik temel hükümler içeren ve uluslararası ölçekli insan hakları hukukunun kaynağı olan ve Türkiye tarafından da imzalanarak yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Uluslararası Sözleşmesinin ?adil yargılanma hakkı? başlıklı 14. maddesinin mahkemeye başvurma hakkının hiçbir şekilde kısıtlanmamasını öngören hükümleri ile ?uyarma? ve ?kınama? cezalarına karşı yargı yolunu kapayan iç hukuk düzenlemelerinin aynı konu hakkında farklı hükümler içermesi nedeniyle, Anayasa'nın 90. maddesinde yargı organlarını da bağlayıcı şekilde yapılan değişiklik sonrasında oluşan son hukuki durum karşısında, BM Siyasi ve Medeni Haklar Uluslar arası Sözleşmesinin 14/1. maddesinin bu uyuşmazlıkta esas alınması gereken hukuk kuralı olduğu sonucuna varılmıştır.
Buna göre, ?uyarma? ve ?kınama? cezalarına karşı yargı yolunu
kapayan iç hukuk
kuralları yerine, ?adil yargılanma hakkı?, ?hak arama özgürlüğü? ve
?mahkemeye
başvurma hakkı? ilkeleri doğrultusunda dava açılması gerektiğini
kurala bağlayan
Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Uluslararası
Sözleşmesinin 14. maddesinin
uyuşmazlıkta esas alınması suretiyle davacıya 657 sayılı Devlet
Memurları Kanunun
125/B-a maddesi uyarınca verilen ?kınama? cezasına karşı dava
açılabileceği
kanaatiyle davanın esas yönünden çözümlenmesi yapılacaktır.
657 sayılı Devlet Memurları Kanunun ?Kınama cezasını gerektiren fiil
ve haller?
başlıklı 125/B-a fıkrasında; verilen emir ve görevlerin tam ve
zamanında yapılmasında,
görev mahallinde kurumlarca belirlenen usul ve esasların yerine
getirilmesinde,görevle
ilgili resmi belge, araç ve gereçlerin korunması, kullanılması ve
bakımından
kusurlu davranmanın kınama cezasını gerektirdiği hüküm altına
alınmıştır.
Dava dosyasının incelenmesinden, ?Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı Yayın ve Kültür Dairesi bünyesinde oluşturulan Eğitim Araçlarının İnceleme ve Rapor Değerlendirme Komisyonunda? görev yapan bir kısım kamu görevlisinin eylem ve işlemleriyle ilgili olarak yapılan soruşturma sonucunda düzenlenen 16.6.2003 günlü, 8847/33, 34, 27 sayılı soruşturma raporunda, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı Yayın ve Kültür Dairesi Bünyesinde oluşturulan eğitim araçlarını inceleme ve rapor değerlendirme komisyonlarında görev yapan ve kadroları Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı Eğitim Araştırmaları Merkezi ve ASO Müdürlüğünde bulunan, aralarında davacının da bulunduğu öğretmenlerin inceledikleri eğitim araçları için, bu araçlarda önemli hatalar tespit etmelerine ve bu hataları raporlarında belirtmelerine rağmen ?uygun bulunmuştur? yönünde görüş belirtmek suretiyle, eğitim araçlarının hatalı olarak okul ve kurumlara girmesine neden oldukları, eğitim araçlarını incelerken Eğitim Araçları İnceleme Yönetmeliği hükümlerine uymadıkları, kendilerine verilen görevleri iyi, doğru ve itina ile yapmadıkları ve bu eylemin 657 sayılı Yasanın 125 (B-a) maddesindeki disiplin suçunu oluşturduğu? sonucuna varılarak disiplin yönünden anılan madde uyarınca kınama cezasıyla cezalandırılmaları, idari yönden ise inceledikleri eğitim araçlarında birçok hata tespit etmelerine rağmen ?uygun bulunmuştur? şeklinde rapor tanzim ettikleri, bu davranışları ile kurumun yıpratılmasına neden oldukları, bu nedenle Eğitim Araştırmaları Merkezi ve ASO öğretmenliğinden alınarak Ankara İli içerisindeki okullarda öğretmen olarak görevlendirilmelerinin önerildiği, izleyen süreçte de belirtilen görüş doğrultusunda atama işlemi ile birlikte davacı hakkında 657 sayılı Devlet Memurları Kanunun 125/B-a maddesi uyarınca dava konusu ?kınama? cezasının verildiği anlaşılmaktadır.
Davacının imzasının bulunduğu inceleme raporlarında, incelenen eğitim aracındaki eksiklikler açık olarak yazılmış, değerlendirme kısmında ise şekil ve muhteva yönünden uygun bulunduğu belirtilmiş, dolayısıyla inceleme ve değerlendirme raporları, bu konuda asıl kararı verecek olanların nesnel bir değerlendirme yapabilmelerine olanak verecek şekilde hazırlanmıştır. Öte yandan, Yönetmeliğin bu gibi bir değerlendirmeye imkan tanımadığı belirtilmiş ise de, idarenin günlük ve gelişen ihtiyaçları dikkate alınarak uzun bir süredir devam ettirilen uygulamanın kamu görevlileri tarafından usul kabul edilerek aynı yönde işlem yapılması da idari faaliyetin doğal akışına uygundur. Nitekim anılan soruşturma sonucunda yönetmelik ve genel uygulamadan kaynaklanan aksaklıklar tespit edilerek bu yönde yönetmelik değişikliğine gidilmiştir.
Bu durumda; davacının görevini, görev mahallinde oluşmuş olan usullere uygun olarak yerine getirdiği ve hizmetin yürütülmesiyle ilgili genel aksaklıklar var ise, görevi itibariyle bu durumda sorumlu tutulamayacağı sonucuna ulaşıldığından; aksi yöndeki değerlendirmeye dayanılarak 657 sayılı Devlet Memurları Kanunun 125/B-a maddesi uyarınca verilen cezada hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle dava konusu işlemin İPTALİNE, aşağıda dökümü yapılan 31.910.000 lira yargılama giderinin davalı idareden alınarak davacıya verilmesine, artan posta avansının istemi halinde davacıya iadesine, 29.06.2004 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
BAŞKAN ÜYE ÜYE
Hayrettin ÖZDEMİR Mustafa GENÇ M. Önder TEKİN