Vakıflar Kanunu Tasarısına eleştirilen bir bakış

Haber Giriş : 16 Haziran 2005 00:23, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42
VAKIFLAR KANUNU TASARISINA ELEŞTİREL BİR BAKIŞ

LÜTFEN DİKKATTT....Toplamı önemli bir miktara ulaşan vakıflar giderlerinin hiçbir denetime tutulmadan harcanması uygun olmadığı gibi, devamlı olarak halk tarafından yapılan şikâyetlerin bir an önce tetkiki mümkün olmadığından, yeniden Teftiş Kurulu oluşturulması bütçeye konmuştur. ( 1 Mart 1923 TBMM 4. toplantı yılı açılışı konuşmasından)

M.Kemal ATATÜRK

Bilindiği üzere üçüncü sektörün en önemli temsilcisi olan Vakıfların ve Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün günümüz koşulları da dikkate alınarak yeni bir anlayışla ele alınması ve sosyal, ekonomik, kültürel, eğitim, sağlık, çevre, insan, özellikle çocuk ve kadın hakları gibi sahalarda daha etkin faaliyet gösterebilmesinin yanında, ulusal ve uluslar arası alanda da üstlerine düşen işlevi yerine getirebilmelerinin, önünün açılması ve sorumluluklarının belirlenmesi için yeniden gözden geçirilmesi, yapılandırılması ve bu konuda bir yasal düzenleme yapılması gerekmektedir.

Hükümet tarafından hazırlanan Vakıflar Kanunu Tasarısı bunların gerçekleştirilmesi için bir fırsat olarak kabul edilmekle beraber anılan tasarının pek çok maddesi; gerek Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş sözleşmesi ve güvenliğiyle, gerek Anayasadaki yürütme ile ilgili maddelere aykırı oluşu, gerekse de Kanun yapma tekniği açısından önemli sorunlar içermektedir.

I- CEMAAT VAKIFLARI İLE İLGİLİ DÜZENLEMELER:

Söz konusu tasarının getirdiği en önemli değişikliklerden birisi ?cemaat vakıflarının? hukuki statüsünde öngörülen köklü değişikliklerdir. Cemaat vakıflarının hukuki dayanağı Lozan Barış Antlaşmasının ?Azınlıkların Korunması? başlığı altında düzenlenen 37-44 maddelerden kaynaklanmaktadır. Bu antlaşmanın anılan maddeleri incelendiğinde; Müslüman olmayan Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşlarının hayri, dini, sosyal, eğitsel ve diğer bireysel haklarının yanında, tüzel kişilik olarak teşekkül eden vakıf gibi kurumsal (kolektif) haklarını da uluslararası sözleşme ile teminat altına almıştır. Bu durum, Türkiye Cumhuriyetinin azınlık sayılmayan diğer vatandaşları ile mukayese edildiğinde azınlık kabul edilen vatandaşlar açısından pozitif ayrıcalıklar getirdiği ortadadır.

Antlaşmanın hemen hemen her maddesinde azınlıkların dini, hayri, sosyal ve eğitsel haklarına vurgular yapılmıştır. Sözü edilen ?Cemaat Vakıfları? da, üzerinde hassas olarak durulan dini, hayri, sosyal ve eğitsel hakların kullanılabilmesi için oluşturularak, bu haklar teminat altına alınmış ve bu haklara kurumsal bir kimlik kazandırılmıştır. Buradan hareketle; söz konusu Cemaat Vakıflarının amacı; dini, hayri, sosyal ve eğitsel konularla sınırlandırıldığına göre, bu vakıfların mal edinme rejiminin de bu konularla sınırlandırılması gerekmektedir. Çünkü vakıf müessesinin tarihsel sürecine göz atıldığında, Vakıf esprisi içinde, başlangıcından bu yana vakfın amacı ve bu amaca özgülenen mal vakıf tanımının ayrılmaz iki temel unsuru olarak değerlendirilmiştir. Bunlar; etle-tırnak gibi birbirinin mütemmim cüz'ü sayılmıştır.Bu nedenle her vakıfta olduğu gibi, cemaat vakıflarının da, amaçlarını gerçekleştirmek için mal edinmeye ihtiyaçları vardır. Ancak burada bir an durup, tekrar cemaat vakıflarının, Türk Hukuk Sisteminin içindeki yerine, Lozan'da kurulan statüsüne ve amacına bakmak yerinde olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası vakıf kurma hakkını, Anayasanın İkinci Bölüm, Kişinin Hakları Ve Ödevleri ana başlığı altında 33. maddede teminat altına alınmıştır. Görüleceği üzere Türk Hukuk Sistemi vakıf kurma hakkını bir kişi hakkı olarak benimsemiştir. Bu hakkı da, Anayasanın 10. maddesinin birinci fıkrasına göre dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetmeksizin herkese tanımıştır. Bu çerçevede Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetmeksizin herkes vakıf kurma hakkına sahiptir.Ancak yine Anayasanın 10. maddesinin üçüncü fıkrasına dayanarak; Türk Medeni kanunun 101. maddesinin üçüncü fıkrasında, Cumhuriyetin Anayasa ile belirlenen niteliklerine ve Anayasanın temel ilkelerine, hukuka, ahlâka, millî birliğe ve millî menfaatlere aykırı veya belli bir ırk ya da cemaat
mensuplarını desteklemek amacıyla vakıf kurulamayacağı hüküm altına alınmıştır.

Anayasanın 10. maddesinin 3. fıkrasında ise aynen; ?Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz? denilmektedir. Dikkat edilirse, Anayasa ve ona dayalı tüm hukuk sisteminde, birey esas alınmıştır ve bu mevzuatın yapısı içinde ?cemaat vakıflarını? göremiyoruz. Çünkü Cemaat Vakıfları bireylerin inisiyatifiyle tüzel kişilik kazanarak, kurulmamıştır. Peki bu vakıflar hukuk sisteminin neresinde yer almaktadır? İşte bu sorunun cevabı bir dizi analizi gerektirmektedir:

Bu kuruluşlar, Osmanlı Hukukunda vakıf adı ile değil, Eşhas-ı Hükmiyenin Gayrimenkule Tasarruflarına Dair Olan 16 Şubat 1328 tarihli Kanun hükümlerine göre ?Müessesat-ı Hayriye? olarak kurulmuştu. Ve cemaatlerin dini, hayri, sosyal, eğitsel, kültürel ve sağlık hizmetlerinin karşılanmasında bu kuruluşlardan yararlanılmaktaydı. Bu kuruluşlar, Lozan Barış Antlaşmasına taraf devletlerin kabulüyle vakıf olarak benimsenmişlerdir. İşte Lozan'da azınlıklara tanınan hak, cemaat vakfı kurma hakkı değil, varolan ?Müessesat-ı Hayriyelerine? tanınan vakıf olma
hakkıdır. Bu antlaşmayla Müessesat-ı Hayriyelerin hukuki niteliği değiştirilmiştir. Amaçları açısından bakıldığında ?cemaat vakıfları? toplumun bütün fertlerini değil, sadece belirli bir cemaatin ortak ihtiyaçlarının karşılanmasını amaçladığından genel nitelikli bireysel değil, istisnai niteliği olan kolektif bir hak olarak kabul edilmelidir. Öte yandan, cemaat sözcüğünün anlamını da irdelemekte ve vakıf sözcüğüne yüklediği anlamı ve işlevi tartışmakta yarar görülmektedir: Cemaat sözcüğü, Türk Dil Kurumu tarafından hazırlanan sözlükte; İmama uyup namaz kılan kişiler, insan kalabalığı, topluluk, bir dinden veya bir soydan olanların topluluğu olarak tanımlanmıştır. Bu tanımdan hareketle, cemaat kavramının kendisi bir ortaklığı, birlikteliği ve kolektiviteyi ifade etmektedir.

Şu halde Cemaat Vakfı olma hakkı, Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı olmakla birlikte, Müslüman olmayan cemaatlere tanınan ve Türk Hukuk Sisteminin bir istisnası olan kolektif bir hak niteliği taşımaktadır. Anayasanın 90. maddesinde, Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası antlaşmalar kanun hükmünde olduğu, bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı, Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümlerinin esas alınacağına ilişkin kural benimsenmiştir. Cemaat Vakıflarının Türk Hukuk Sistemi içindeki Anayasal meşruiyetini bu maddede aramak gerekir. Hukuk Sistemindeki her istisna gibi Cemaat Vakfı olma hakkı da, istisnayı doğuran koşulların sınırları içinde kalmak şartıyla hak olma özelliğini
koruma hakkına sahiptir. Bu koşullar Lozan barış Antlaşmasının 37-44 maddeleri içinde tek tek sıralanmış 42. maddesinde de açıkça ?vakıf? sözcüğüne yer verilmiştir.

Sonuç olarak Lozan'daki antlaşma çerçevesinde değerlendirildiği zaman cemaat vakfı; Müslüman olmayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından, başka bir din ve soya mensup olanların dinsel, Hayri, sosyal ve eğitsel ihtiyaçlarını karşılamak üzere varlıkları, Lozan Antlaşması ile tanınan ve Uluslararası sözleşme ile teminat altına alınan vakıfları ifade etmektedir. Bu tanım, cemaat vakfının istisnai olan hukuki statüsü ve vakıf esprisi birlikte dikkate alındığında; cemaat vakıflarının mal edinme hakları da, cemaatlerin (azınlıkların) Lozan'da belirlenen dinsel, Hayri, sosyal ve eğitsel ihtiyaçlarını karşılamak şartı ile sınırlandırılmalıdır. Başlangıcından bu yana hep bu şart aranmış ve 2762 sayılı yasada cemaat vakıfları ile ilgili hükümlerin bazı maddelerinde değişiklik, bazılarına ise ek yapan 3/8/2002 tarih ve 4771 sayılı, yine 2/1/2003 tarih ve 4778 sayılı Kanunlarla ?dinî, hayrî, sosyal, eğitsel, sıhhî ve kültürel alanlardaki
ihtiyaçlarını karşılamak şartıyla mal edinebilme ve taşınmaz mallar üzerinde tasarruf edebilme hakkı yasal düzenlemeye konu olmuştur.

Ancak son düzenlenen Vakıflar Kanunu Tasarısının 12. maddesinin birinci fıkrası ile ?Vakıflar; mal edinebilirler, malları üzerinde her türlü tasarrufta bulunabilirler? şeklinde yapılan değişiklikle, cemaat vakıflarındaki mal edinme rejimindeki sınırlamalar kaldırılmakta ve Türk Medeni Kanunu Hükümlerine göre kurulan vakıflarla eşdeğer statüye kavuşturulmaktadır. Cemaat vakfını doğuran ve onu istisnai bir hak konumuna getiren, oluşum sırasındaki koşul ve sınırlamalar pas edilmektedir. Ayrıca anılan tasarının Geçici 9. maddesinde de şimdiye kadar yasal sınırlamalar nedeniyle tapuda ?nam-ı müstear? ?nam-ı mevhum? olarak kayıtlı olan taşınmazlar ile evveliyatı vakıf olmakla birlikte yasalara uygun şekilde halen Vakıflar Genel Müdürlüğü yahut Hazineye intikal eden, halen vasiyet eden veya bağışlayan adına kayıtlı taşınmazların da Cemaat Vakıfları adına herhangi bir şart aranmaksızın tescili öngörülmektedir. Üyesi giderek azalan cemaat vakıflarının, Lozan'daki sınırlamaya rağmen, bu kadar çok taşınmaz edinme hevesinin nedenleri ayrı bir araştırma konusu olmalıdır!

Bu değişiklik bir sonraki adımda, doğrudan Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş sözleşmesinin ve temel hukuk sisteminin yeniden tartışmaya açılmasını sağlayacak gelişmelere kapı aralayan bir nitelik içermektedir. Düzenleme salt ihtiyaç ve bir hakkın kullanımından öte Türkiye Cumhuriyetinin bu gün ve gelecekteki güvenliğini de ilgilendirmektedir. Bu nedenle, cemaat vakıfları ile ilgili yasal düzenlemenin, Lozan Antlaşmasına ve halen yürürlükte olan 2762 sayılı Vakıflar Kanunundaki hükümlere sadık kalınarak yapılması gerekmektedir. Bu çerçevede denilebilir ki; bu vakıfların mal edinme hakkı mevcut yasa ve Lozan Antlaşmasındaki amaçlarla sınırlandırıldığı takdirde, cemaat mensuplarının diğer yasal amaç ve ihtiyaçları nasıl karşılanacak? Bu soruya verilecek cevap, Türk Hukuk Sisteminin içinde yer almaktadır. Bilindiği gibi Türkiye Cumhuriyetinin azınlık statüsünde olmayan vatandaşlarına tanınan tüm Anayasal haklardan, azınlık (cemaat) statüsünde bulunan vatandaşlar da yararlanmaktadır. Burada ?cemaat mensupları? ile ?cemaat vakıflarının? ayrı birer hukuki varlık olduğunu kabul etmek gerekir. Bu nedenle Cemaat Vakıflarının mal edinme hakkının Lozan'daki kısıtlamalara bağlanması, cemaat mensuplarının da bireysel haklarının kısıtlanması anlamına gelmemektedir. Cemaat mensupları birey olarak istedikleri takdirde, Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre istedikleri kadar vakıf, dernek vs kurabilme hakkını haizdirler.

Özetle bu tasarıda;
1-Lozan Barış antlaşması ile vakıf olma hakkı tanınan ve Türk Hukuk Sisteminin bir istisnası olan ve kolektif bir hak niteliği taşıyan cemaat vakıfları, genel ve bireysel hak gibi telakki edilerek, yasa tasarısının 12. maddesinin birinci fıkrasında yapılan düzenlemeyle, kuruluş amaçları olan ?dinsel, Hayri, sosyal ve eğitsel ihtiyaçlarını karşılamak üzere?? şartlarına bağlı kalınmaksızın, Lozan'ın ve Anayasanın tanımadığı genişlikte her türlü mal edinme hakkının tanınması, İstisnai ve kolektif nitelikli bir hakkın; bu derece yaygın ve genel olarak kabulü, anılan hakkı doğuran Uluslar arası anlaşmalarda ve Anayasada dahi bulunmadığı halde, bu hakkın kullanım şeklini düzenleyen ve Tatbikat niteliği taşıyan Vakıflar Kanunu tanınmasının, Öncelikle Ulus Devletin kuruluş felsefesine, Lozan Barış Antlaşmasına, Anayasanın 10. maddesinde düzenlenen vatandaşların ?Kanun Önünde Eşitliği Prensibine? ve aynı maddenin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkralarına aykırılık teşkil ettiği,
2-Tasarının Geçici 9. maddesiyle ise, geçmişten bu yana yasal sınırlamalar nedeniyle, hazine yahut Vakıflar Genel Müdürlüğüne intikal eden ne kadar taşınmaz varsa, bunların hepsinin cemaat vakıfları adına tescil edilmesi yönünde bir düzenleme yapıldığı, Bununla birlikte tapuda ne kadar müstear isme yahut Hz İsa veya diğer din büyükleri adına kayıtlı taşınmaz varsa cemaat vakıfları adına tescilinin öngörüldüğü, Ancak bu taşınmazların ne sayısı ne de boyutu konusunda hiçbir ön çalışma yapılmadığı görüldüğünden, bu konunun ciddi manada istismara açık olduğu, Bu düzenlemenin hem uygulamada haksız talepleri tetikleyici, hem de hukuk düzenine olan güveni sarsıcı bir nitelik taşıdığı, Görülmüştür.

Bu nedenle bu konudaki düzenlemelerin halen yürürlükte olan 2762 sayılı Vakıflar Kanunundaki hükümlere sadık kalınarak yapılması gerekmektedir. Cemaat Mensupları dini, Hayri, osyal ve eğitsel konular dışındaki diğer konulardaki vakıflaşma ihtiyaçlarını ise, Türkiye Cumhuriyetinin azınlık statüsünde olmayan diğer vatandaşları gibi, Anayasanın 33. maddesine ve Türk
Medeni Kanunu Hükümlerine göre, bireysel hak niteliği taşıyan vakıflar kurmak suretiyle karşılamalıdırlar.

II-YABANCILARA YURT İÇİNDE VAKIF KURMA, ÜST KURULUŞ KURMA VE KURULU ÜST KURULUŞLARA ÜYE OLMA HAKKI TANINMASI İLE İLGİLİ DÜZENLEMELER:

07/08/2003 tarih ve 4963 sayılı Kanunun 29. maddesi ile eklenen ve halen yürürlükte olan, 227 sayılı KHK'ye Ek Madde-3'ün üç ve dördüncü fıkralarında; ?Yabancı ülkelerde kurulmuş vakıflar, uluslararası alanda işbirliği yapılmasında yarar görülen hallerde, karşılıklı olmak koşuluyla, Dışişleri Bakanlığının görüşü alınmak suretiyle İçişleri Bakanlığının izniyle Türkiye'de faaliyette bulunabilirler, temsilcilik kurabilirler, şube açabilirler, üst kuruluşlar kurabilirler, kurulmuş üst kuruluşlara katılabilirler veya kurulmuş vakıflarla işbirliği yapabilirler. Bu vakıflar, Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre kurulan vakıflar hakkında uygulanan mevzuata tâbidir.? Hükmü bulunmaktadır. Halen yürürlükte bulunan bu maddeye göre, yabancılara Türkiye'de vakıf kurma hakkı değil, yabancı ülkelerde kurulan vakıflara, karşılıklılık esasına dayalı olmak şartıyla uluslar arası işbirliği yapma, Türkiye'de faaliyette bulunma, şube- temsilcilik açma, üst kuruluş kurma, üst kuruluşlara katılma ve yurt içindeki vakıflarla işbirliği yapma hakkı tanınmıştır. Ancak bu tür faaliyetler, Dışişleri Bakanlığının uygun görüşü
ile İçişleri Bakanlığının iznine, tabi olduğu mevzuatın Türk Medeni Kanunu hükümlerine bağlı olduğu belirtilmiştir.

227 sayılı KHK Ek 3. maddesinin bu hükmüne yeni tasarıda yer verilmemesi ve yeni tasarının 83. maddesi ile de 227 sayılı KHK'nin kaldırılması nedeniyle anılan fıkra hükümlerinin tümüyle yürürlükten kaldırılması öngörülmekte ve bunun yerine Türk Hukuk Sisteminin içinde henüz bulunmayan, yabancılara Türkiye'de vakıf kurma hakkı verilmeye çalışılmaktadır.

Buna ilişkin düzenleme tasarının 5. maddesinin son fıkrasında, ? Yabancılar Türkiye'de yeni vakıf kurabilirler? hükmü ile yabancılara Türkiye'de vakıf kurma hakkı tanınacaktır. Yabancıların yurt içinde yeni vakıf kurabileceklerine dair düzenleme, Türk Hukukuna ilk defa olmak üzere bir yenilik getirmekte olup, bu konuda hiçbir yerde herhangi bir düzenleme
bulunmamaktadır. Bu nedenle düzenlemenin hangi tür hukuki ve fiili sonuçlar doğuracağı konusunu irdelemekte yarar görülmektedir. Tasarıdaki metin bu şekliyle yabancılara Türkiye'de Türk Medeni Kanunu Hükümlerine göre vakıf kurma hakkını tanınmaktadır. Ancak madde bu haliyle doğuracağı hukuki ve fiili sonuçlar itibarıyla ucu açık pek çok sorun ve tartışmayı da beraberinde Türk Hukuk Sisteminin ve Uluslar arası ilişkilerin içine taşımaktadır.

Doğması Olası Sorunlar:

1-Her şeyden önce yabancılara, Medeni Kanununa göre yeni vakıf kurma hakkının tanınması, aynı Kanunun 111. maddesinin 1. ve 117. maddenin 2. fıkralarına göre üst kuruluş (federasyon ve konfederasyon) kurma veya kurulmuş üst kuruluşlara üye olma hakkını da içermektedir. 2-Yabancıların kendi kurdukları bu vakıfların yönetiminde yer alıp almayacakları konusunda herhangi bir düzenleme yapılmamıştır. Buna karşı herhangi bir düzenleme olmadığına göre yönetimde yer almayacaklar denilebilir.

Ancak bunun karşı tezleri de beraberinde getireceği açıktır. Bir hak tanındığı takdirde bunun kullanım şeklinin de düzenlenmesi, düzenleme yoksa talep edilmesi kaçınılmazdır.
Bilindiği üzere Medeni Kanun nitelik itibarıyla kısıtlayıcı değil, düzenleyici hukuki metin özelliğini taşımaktadır. Düzenleyici hukuki metinler, haklarla ilgili hükümlerde geniş, kıtlayıcı hükümlerde dar yorumlanmak zorundadır.

Medeni Kanuna atıfla yabancılara yeni vakıf kurma hakkının tanınması, eğer bir kısıtlama getirilmezse, Medeni Kanunun vakıflarla ilgili hükümlerinin, vakıf kuran yabancılar hakkında da uygulanacağı anlamında yorumlanmalıdır. Bu hak yabancıların Türkiye'de kurdukları vakıflarda yönetici olma hakkını da içermektedir.

Anılan Kanuna Göre Kurulan Vakıflar Hakkında Tüzüğün ve müteakip maddelerinde kimlerin vakıf yöneticisi olamayacağı açıkça belirtilmiştir. Bunlar arasında yabancılar bulunmamaktadır ve son derece doğaldır. Çünkü yabancıların Medeni kanun hükümlerine göre Türkiye'de vakıf kurması olgusu yeni bir durumdur.

Eğer bu tasarıda yabancıların vakıf yönetiminde yer alıp almayacakları, alacaklarsa hangi şartlarla yer alacakları konusunda herhangi bir düzenleme yapılmazsa, vakfı kuran yabancıların vakıf yönetiminde bütünüyle yahut kısmen yer almalarına engel herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Çünkü Anayasanın 13. maddesinde, Temel hak ve hürriyetlerin, bir takım koşullar sayıldıktan sonra ancak kanunla sınırlanabileceği, 16. maddesinde ise yabancılar için de bu kısıtlamanın, milletlerarası hukuka uygun olarak kanunla sınırlanabileceği hüküm altına alınmıştır.

Bu nedenle bu maddede yabancıların, kurdukları vakıfların yönetiminde yer alıp almayacaklarına dair bir düzenleme yapılması gerekmektedir. Bu düzenlemede yabancıların yönetimde yer almayacakları şekilde vakıf kurma hakkı verilecekse madde metninin, ?Karşılıklılık ilkesine uygun olarak ve yönetimi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları tarafından oluşturulmak kaydıyla
yabancılar vakıf kurabilirler? şeklinde,Yahut yönetimde yer alacaklarsa ?Karşılıklılık ilkesine uygun olarak yabancılar, yönetiminde çoğunluğu oluşturmamak kaydıyla Türkiye'de vakıf
kurabilirler? şeklinde bir düzeleme yapılmalıdır. Aksi halde; 3- Buradan hareketle yabancılara vakıf, federasyon ve konfederasyon gibi üst kuruluşları kendi aralarında kurma ve bu kuruluşların yönetimde hiçbir sınırlamaya tabi olmaksızın yer alma hakkı tanınmış olacaktır. 4- Bu vakıf ve kuruluşları yöneten yabancılar, yönetici sıfatıyla, her türlü Anayasal hakka sahip olan vakıf üzerinden hareketle, Vakfın Anayasal haklarının kullanımında ciddi bir inisiyatif ele geçirmiş sayılacaklardır

5- Yukarıdaki maddede değinilen inisiyatifin potansiyel gücü, salt ekonomik olmaktan çok stratejik önem de arz etmektedir. Yasa yürürlüğe bu şekliyle girdiği takdirde, büyük bir ihtimalle, Türkiye'de vakıf kurmak isteyen abancıların pek çoğunun küresel sermayenin önde gelen isimleri olacaktır. Bu grup ya da grupların salt insani amaçlarla vakıf kurup işletmediğine ilişkin bilgilerimiz; Gürcistan, Ukrayna, Kırgızistan gibi ülkelerdeki siyasi faaliyetleri ile Avrupa Ülkelerindeki bazı vakıfların PKK-Kongre Gel adlı yasadışı bölücü örgütlere siyasi, ekonomik ve lojistik destek verdikleri hafızalarda halen taze bir şekilde bulunmaktadır. Kurulacak vakıflar, bunların üst kuruluşları ile bu çatılar altında edinilecek taşınmazlar, sahip olunan finansman kaynakları, kurulacak ve işletilecek her türlü ticari şirket ve işletmeleri ile bu oluşumlar çerçevesinde sağlanacak sosyal destek potansiyeli; sıradan bir vakıf kurma hakkının, stratejik önem arz eden bir güce dönüşme olasılığını içinde taşımaktadır. Bu gücün doğuracağı sonuç, gücün kendisi ile gücü elinde bulunduran inisiyatife bağlı olacaktır.

Bu nedenle en azından, eşit düzeyde olmak kaydıyla, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının vakfın yönetiminde yer almasını sağlayıcı kısıtlamalarla, getirilmelidir. Bu durum;
a- Yaratılan gücün ve kontrolünün inisiyatifini paylaşmayı sağlayacak,
b- Bazı faaliyetlerin, daha karar aşamasındayken ülke çıkarları açısından tartışılıp, elenmesine katkıda bulunarak oto kontrol sisteminin işlemesine neden olacak,
c- Vakıf, yöneticileri ve faaliyetleriyle ilgili olarak yapılacak mali, idari, hukuki ve cezai takibat ve denetimlerde, hukuki muhatap ve ikamet adresi bulma imkanı sağlanacaktır.

III-VAKIFLARIN ULUSLARARASI İLİŞKİLERİ İLGİLİ DÜZENLEMELER:

Tasarının 25. maddesinde yurtiçi vakıfların uluslar arası ilişkileri düzenlenmiştir. Bu maddenin birinci fıkrasında; ?Vakıflar amaç veya faaliyetleri doğrultusunda, uluslar arası faaliyet ve işbirliğinde bulunabilirler, yurtdışında şube ve temsilcilik açabilirler, üst kuruluş kurabilirler ve yurt dışında kurulmuş kuruluşlara üye olabilirler.? Hükmü öngörülmektedir.
Bu hüküm bazı farklarla 227 sayılı KHK'de de yer almaktadır. 227 sayılı KHK'ye Ek Madde-3'ün birinci ve ikinci fıkralarında; ?Türkiye'de kurulan vakıflar, amaçları doğrultusunda uluslararası alanda işbirliği yapılmasında yarar görülen hallerde, Dışişleri Bakanlığının görüşü alınmak suretiyle İçişleri Bakanlığının izniyle yurt dışında kurulmuş vakıf veya kuruluşlara üye olabilirler.

Türkiye'de kurulan vakıfların, vakıf senedinde belirtilen amaçlarını gerçekleştirmek üzere uluslararası faaliyette bulunması ve yurt dışında şube açması ile yurt dışındaki benzer amaçlı vakıf veya kuruluşlarla işbirliği yapması, Dışişleri Bakanlığının görüşü alınmak suretiyle İçişleri Bakanlığının iznine bağlıdır? şeklinde düzenlenmiştir. Yürürlükte olan yasada, vakıfların uluslar arası işbirliği ve faaliyette bulunması ile yurtdışında şube açması, Dışişleri Bakanlığının uygun görüşü ile İçişleri Bakanlığının izni şartına bağlanmıştır.

Ancak yeni tasarıda, anılan Bakanlıkların uygun görüş ve izin şartı kaldırıldığı gibi en azından bildirim şartı bile getirilmemiştir. Bu durum Bu tür faaliyetlerin takibinde ve denetiminde ciddi sorunlara yol açabilecek niteliktedir. Bunlar;
1-Tasarı bu şekliyle vakıfların yurtdışı ilişkilerini Devlet kurumlarının takip etme yetkisini elinden almıştır.
2-Türkiye'nin de üyesi olma yolunda üyelik sürecini işlettiği Avrupa Birliği müktesebatında, insan haklarının uluslar arası alanlarda kullanması, ulus devletlerin kendi vatandaşlarının uluslar arası faaliyetlerini takip ve kontrol etme hakkını ortadan kaldırmamaktadır.

Bu nedenle tasarının birinci fıkrasında sayılan faaliyetlerin Vakıflar Genel Müdürlüğü, Dışişleri Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığına önceden bildirilmesi ve faaliyet sonrası da yıllık faaliyet raporlarının ilgili kurumlara gönderilmesi zorunluluğu getirilmelidir.

3-Tasarıda sadece bağış ve yardımlarla ilgili kuruma bildirim zorunluluğu getirilmiş ve bildirimin şekli ve içeriği konusunda yönetmelik düzenleneceği hükmü getirilmiştir. Daha geniş bir alanı kapsayan vakıfların uluslar arası işbirliği ve faaliyetleri, yurtdışında şube, temsilcilik açmaları, üst kuruluş kurmaları ve kurulu üst kuruluşlara üye olmaları ile buralarda yürüttükleri faaliyetlerle ilgili bildirimde bulunma zorunluluğu ve şartları düzenlenmemiştir. Bu nedenle bildirimin kapsamı ve yönetmelik hükümleri içine bu tür faaliyetlerin de alınması gerekir.

4-Öte yandan tasarının 25 maddesinin 2. fıkrasında; vakıfların yurtiçi ve yurt dışındaki kişi, kurum ve kuruluşlardan ayni ve nakdi bağış ve yardım alabilecekleri, yurtdışındaki benzer amaçlı vakıf ve derneklere bağış ve yardım yapabilecekleri, yurtdışı nakdi yardımların banka aracılığı ile yapılması ve Genel Müdürlüğe bildirim zorunluluğu şartıyla bildirimin şekli ve içeriğinin yönetmelikle düzenleneceği hükmü getirilmiştir. Bu fıkranın ?Yurtdışı nakdi yardımların?? ile başlayan ikinci cümlesindeki; ?nakdi? sözcüğünden sonra, ?yardımların? sözcüğünden önce gelmek üzere ?bağış ve? sözcüklerinin eklenmesi suretiyle bağışların da banka aracılığıyla alınması hükme bağlanmalıdır. Aksi takdirde geçmiş düzenlemelerde olduğu gibi, bu metinden sadece yurtdışı yardımlar anlaşılacak ve yardımlar banka kanalıyla yapılırken, bağışlarda bu kanal devre dışı kalacaktır

5-Tasarıda sadece yurtdışından alınan nakdi yardımların banka kanalıyla alınması şartı getirilirken, yurtdışına yapılan bağış ve yardımların banka kanalıyla yapılması şartı bulunmamaktadır. Bu nedenle yurt dışına yapılan bağış ve yardımların da banka kanalıyla yapılması konusunda bir zorunluluk getirilmelidir.

Sonuç itibarıyla bu madde, getirilen eleştiriler çerçevesinde aşağıdaki şekilde yeniden düzenlendiği takdirde bu eksikliklerin giderileceği düşünülmektedir.
?Madde 25- ?Vakıflar; Genel Müdürlüğe, Dışişleri ve İçişleri Bakanlığına önceden bildirimde bulunmak kaydıyla, amaç ve faaliyetleri doğrultusunda, uluslar arası faaliyet ve işbirliğinde bulunabilirler, yurt dışında şube ve temsilcilik açabilirler, üst kuruluş kurabilir ve yurt dışındaki kurulmuş kuruluşlara üye olabilirler.
Vakıflar; yurtiçi ve yurtdışı kişi, kurum ve kuruluşlardan ayni ve nakdi bağış ve yardım alabilirler, yurt içi ve yurt dışındaki benzer amaçlı vakıf ve derneklere ayni ve nakdi bağış ve yardımda bulunabilirler. Yurt dışından alınan veya yurtdışına yapılan bağış ve yardımlar banka kanalıyla yapılır. Vakıflar, birinci fıkrada belirtilen faaliyetlerini her yıl, fıkrada sayılan kurumlara, ikinci fıkrada belirtilen faaliyetlerini Genel Müdürlüğe bildirirler. Bildirimin şekli ve içeriği yönetmelikle düzenlenir.? Şeklinde olmalıdır.

IV- KARAR ORGANI, ÜST YÖNETİM VE DENETİMLE İLGİLİ DEĞİŞİKLİKLER:

Vakıflar Genel Müdürlüğü bu tasarı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü olarak yeniden yapılandırılmaktadır.
5018 sayılı Kamu Mali yönetimi ve Kontrol Kanunun 12. maddesinin dördüncü fıkrasına istinaden düzenlenen (II) sayılı cetvelde Vakıflar Genel Müdürlüğü Özel Bütçeli Kuruluşlar arasında sayılmaktadır. Bu tasarı ile yine özel bütçeli bir Kurum olması öngörülmektedir. Tasarıdaki en köklü değişiklikler aşağıdaki tabloda gösterilmiştir;

Öngörülen Değişiklikler Madde No
-Vakıflar Meclisinin oluşumu, 41
-Meclis üyelerinin nitelikleri ve görev süresi ve atanma şekli, 43
-Genel Müdür yardımcılarının sayısı ve atanma şekli, 49,68
-Genel Müdürlüğün denetimi 37,51,70

A-Vakıflar Meclisinin ve Üst Düzey Yönetimin Oluşumu, Nitelikleri ve Atanma Şekilleri:

Vakıflar meclisi halen 227 sayılı yasanın 4. maddesine göre Vakıflar Meclisi; Vakıfların en üst seviyede danışma ve karar organı olarak, bir başkan ve dört üyeden teşekkül eder.
Tasarı bu meclisi yine en üst karar organı olarak kalmak kaydıyla, başkan dahil on beş üyeye çıkarmıştır. Burada sadece sayının artırılmış olması fazla önem arz etmemektedir. Asıl önemli değişiklik; bu üyelerin kimlerden oluşacağı, nitelikleri ve hangi makam tarafından atanacaklarıdır. Bu nedenle tasarının 43,49 ve 68. maddelerinin birlikte ele alınmasında yarar
görülmektedir. Bunu tablolaştırmak daha çarpıcı olacaktır:

Sıra No Meclis üyeleri Kimin Temsilcisi/ Bulunduğu Makam Teklif Eden/ Seçen
Makam Atama Şekli
1 Başkan Genel Müdür Başkanı Bakan Ortak Kararname
2 Üye Kültür ve Turizm Bak. Müsteşarı Bakan Ortak Kararname
3 Üye Kült. Varl. Ve Müze. Gen Müd. Bakan Ortak Kararname
4 Üye Genel Müdür Yrd. Bakan Ortak Kararname
5 Üye Genel Müdür Yrd. Bakan Ortak Kararname
6 Üye Genel Müdür Yrd. Bakan Ortak Kararname
7 Üye 1. Hukuk Müşaviri Genel Müdür Başbakan veya Bakan
8 Üye Vakıf konusunda bilgi ve deneyimli yüksek okul mezunu - Başbakan
9 Üye ? - Başbakan
10 Üye ? - Başbakan
11 Üye ? - Başbakan
12 Üye ? - Başbakan
13 Üye Yeni Vakıf temsilcisi Yeni vakıflar -
14 Üye Yeni Vakıf temsilcisi Yeni vakıflar -
15 Üye Yeni Vakıf temsilcisi Yeni vakıflar -
16 Üye Mülhak vakıf temsilcisi Mülhak Vakıflar -
17 Üye Cemaat vakıf temsilcisi Cemaat Vakıfları -

Tablo dikkatle incelendiğinde vakıfların en üst karar organı olan Vakıflar Meclisinin tamamına yakın üyelerinin Başbakan tarafından atanması öngörülmektedir. Tasarının getirdiği yenilik ve doğurması muhtemel sorunlar ve Anayasa'ya aykırılıkları aşağıda sıralanmıştır: Bu tasarıyla;
1- Vakıflar ve vakıfların en üst karar organı olan Vakıflar Meclisi önemli ölçüde siyasal iktidarın güdümüne girmektedir. Vakıflar Meclisi üyelerinin; Meclis Başkanı, Genel Müdü Yardımcıları ile Kültür ve Turizm Bakanlığı temsilcileri dışında kalan tüm üyelerinin Başbakan tarafından seçilmesi ve/veya atanması doğal olarak, meclis üyeleri ve bu üyelerin her türlü
kararlarının, Siyasi İktidarın başı olan Başbakanın inisiyatifine girmesi sonucunu doğuracak ve siyasileştirecektir.

Halbuki Yürütme yetkisi ve görevi Anayasanın 8. maddesinde hükümetle beraber Cumhurbaşkanına da verilmiştir. Anayasanın 128. maddesinin ikinci fıkrasına göre ise Memurların ve diğer kamu görevlilerinin atamalarının kanunla düzenleneceği, 105. maddesinde, Cumhurbaşkanı'nın tek başına yapacağı işlemler dışındaki tüm kararlarının Başbakan ve ilgili bakanlarca
imzalanacağı belirtilirken, 23/4/1981 tarih 2451 sayılı Bakanlıklar Ve Bağlı Kuruluşlarda Atama Usulüne İlişkin Kanunun 2. maddesi de, ?Bu Kanuna ekli (1) sayılı cetvelde gösterilen unvanları taşıyan görevlere Bakanlar Kurulu kararı ile, (2) sayılı cetvelde gösterilen unvanları taşıyan görevlere müşterek kararla atama yapılır.? Hükmü mevcut olup, Vakıflar Genel
Müdürlüğü (İdare Meclis Başkan) Vakıflar Meclisi Başkan ve Üyeleri, bu kanunda (2) sayılı cetvelde yer almıştır.

2-Anayasanın Cumhurbaşkanına yürütmenin başı olarak, yürütme ile ilgili olarak verdiği denetim, dengeyi ve uyumu sağlama yetki ve görevi parlamenter demokratik sistemin, siyasal iktidarların elinde çoğunluğun egemenliğine dönüşmesini engellemek amacını taşımaktadır. Ayrıca Anayasanın 128. maddesinde yer alan kamu kurum ve kuruluşlarının yürütmekle yükümlü oldukları asli ve sürekli görevlerin siyasi iktidarların değişimiyle kesintiye uğramasının önünde ciddi bir engel, bu görevleri yürüten memur ve diğer kamu görevlilerinin, iktidarda bulunan siyasi parti veya partilerin siyasal tercihlerinden bağımsız kalmalarının güvencesi işlevini taşımaktadır.

Anayasaya göre, yürütmenin iki kanadından birini oluşturan Cumhurbaşkanı, "yansız" niteliğiyle, siyasal nitelikli Hükümet'e karşı kamu hizmetlerinin eşit şekilde ulaştırılmasının ve bu işlevi yerine getiren kamu görevlisinin güvencesini oluşturmaktadır. Bu güvence, siyasal partilerin tek başına iktidar olduğu dönemlerde daha da önem kazanmakta ve üst düzey atama Kararnamelerinin Cumhurbaşkanı'nca imzalanmasıyla sağlanmaktadır. Ancak yasa tasarısında yapılan düzenlemeyle Vakıflar ve Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün yürüttüğü kamu hizmetlerinin eşit şekilde dağıtılması ve bu hizmetleri yürüten kamu görevlilerinin, siyasal iktidarın haksız tasarruflarına karşı olan güvencesi bütünüyle kaldırılmaktadır. Gerek Vakıflar, gerekse Vakıflar Genel Müdürlüğünün bütünüyle siyasal iktidarın güdümüne girmesi ve hizmetlerin bu çerçevede yürütülmesi öngörülmektedir.

Aynı nitelikteki düzenlemeler Genel Müdür Yardımcıları ile 1. Hukuk Müşavirliğinin atanmasında da öngörülmektedir. Bu durum Anayasanın idarenin bütünlüğü ilkesine, 8, 105 ve 128 maddelerine aykırılık teşkil etmektedir.

3- Tasarıda Genel Müdürün aynı zamanda Meclis Başkanı, Genel Müdür Yardımcıları ile 1. Hukuk Müşavirinin meclis üyesi olarak atanması öngörülmektedir.
Genel Müdür'ün, üyelerin sicil amiri olmamak kaydıyla Meclis Başkanı olarak atanması, karar organı ile icra arasında koordinasyonunu sağlamak açısından önem arz edebilir. Ancak aynı şeyi diğer üyeler için söylemek mümkün görülmemektedir.

a-Mecliste karara bağlanacak hususlara ilişkin takriri hazırlayan Genel Müdür Yardımcıları ve buna uygun görüş veren 1. Hukuk Müşaviri kendi hazırlayıp kabul ettikleri takriri Meclis üyesi sıfatıyla oylama yetkisine sahip olacaktır.

b-Bu henüz alınmamış karar üzerine aynı zamanda yürütmede yer alan üyelerin blok halde, rey ihsası anlamına gelmektedir.Üstelik sayı itibarıyla 17 kişilik Meclis üyesinin yaklaşık %30'una denk gelmektedir.

c-Diğer yandan, anılan görevlerde bulunanlar ile Genel Müdür arasında sicil mirliği açısından ast- üst ilişkisi bulunmaktadır. Bu yapı karar alınmasını gerektiren hususlarda objektif davranılmasını engelleyici bir özellik taşımaktadır.

Bu durum ayrıca, kısmen de olsa karar organı ile icranın bütünleşmesine neden olacağından Anayasanın güçler ayrılığı prensibine aykırılık teşkil etmektedir.

Tasarı bu şekilde Kanunlaştığı takdirde, Meclis oylamaları daima şaibeye açık, alınan karar ve yapılan işlemler Anayasa'ya aykırı hale gelecektir.

Bu nedenle;
-Gerek Vakıflar Meclisinin, gerekse Vakıflar Genel Müdürlüğünün üst yönetiminin, 2451 sayılı Bakanlıklar Ve Bağlı Kuruluşlarda Atama Usulüne İlişkin Kanunun hükümlerine tabi olduğu,
-Vakıflar Meclisinde, Genel Müdür Yardımcıları ile 1. Hukuk Müşavirinin olmadığı,
-Ayrıca bu görevlerde bulunacak kişilerde; yürütecekleri görevlerin niteliğine uygun olarak en az dört yıllık bir yüksek okul bitirme, kamu yönetiminde ve vakıflar konusunda bilgi ve tecrübe sahibi olma gibi kriterlerin de bulunduğu,
bir yasal düzenleme yapılmalıdır.

B-Genel Müdürlüğün Denetimi İle İlgili Değişiklikler:

1-227 sayılı KHK'nin 16. maddesine göre Teftiş Kurulu Başkanlığı, 3046 sayılı Bakanlık ve Bağlı Kuruluşların Teşkilatlanmasına Dair Kanunun hükümlerine uygun şekilde Danışma ve Denetim birimi olarak düzenlendiği halde, tasarının 51. maddesinde Rehberlik ve Denetim Daire Başkanlığı adı altında Ana Hizmet Birimi olarak öngörülmektedir. Söz konusu tasarı, halen
yürürlükte olmayan Cumhurbaşkanlığı'nca bir kere daha görüşülmek üzere 5227 sayılı Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanun hükümlerine paralel hükümler içermektedir. Başka bir deyişle, temel kanundaki değişiklik Cumhurbaşkanı tarafından iade edilince bu engel, tek tek teşkilat kanunlarında yapılan değişikliklerle aşılmaya çalışılmaktadır.

Bu düzenleme ile denetim biriminin niteliği değiştirilmektedir. Nitelikteki bu değişiklik, doğrudan Makama bağlı çalışmanın sağladığı denetim güvenliği ve yansızlığını ortadan kaldırmaktadır. Çünkü diğer Ana hizmet birimleri gibi, Denetim Birimi de Genel Müdür yardımcılarından birisine bağlanabilecek, siyasi ve idari baskılara açık hale gelecektir. Denetim raporları hukukun tesisi ve gerçeğin tespitinden giderek daha fazla uzaklaşma riski ile karşı karşıya kalacaktır.

2- 227 sayılı KHK'nin ve Genel Müdürlüğün idari ve mali iç denetimi 17. maddesine göre Teftiş Kurulu tarafından yapılırken, Tasarıyla Genel Müdürlüğün mali yönden iç denetimi, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun İç Denetimle ilgili hükümlerine uygun şekilde düzenlenirken, idari iç denetiminin hangi birim tarafından yapılacağına dair
herhangi bir düzenleme yapılmamıştır.

İdari nitelikteki iç denetim; idarenin periyodik denetimi, inceleme, soruşturma ve 4483 sayılı Memurlar Ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun hükümlerine göre Ön İncelemeyi içermektedir. Bilindiği üzere idari nitelikteki iç denetim, her kurumun tabi olduğu mevzuata göre denetlenmesi, hata ve noksanların önlenmesi, uygulamacılara rehberlik yapılması, varsa suç unsuru taşıyan iş ve işlemler ile sorumlularının tespiti, özel bir teknik, bilgi, beceri ve uzmanlığı gerektirmektedir. Denetim elemanları, yazılı ve sözlü yarışma sınavlarından sonra üç yıl boyunca, bu vasıfları haiz olacak şekilde gerek teorik, gerekse uygulamalı olarak yetiştirilmektedir. Buna ilişkin yöntem ve kurallar Teftiş Kurullarının tüzüklerinde detaylı olarak yer almaktadır. Sonuç olarak bu iş, bu konuda donanımlı, kariyer sahibi görevliler tarafından yapılmadığı sürece anılan alanda boşluk doğuracaktır.

3-Bu boşluğun, idari nitelikteki iç denetimsizlikle beraber, denetimin kamu görevlilerine sağladığı güveni de ortadan kaldıracağı açıkça görülecektir. Zira kendilerine bu konularda hata ve risklerin önceden öngörülerek önlenmesi için rehberlik eden uzmanlar olmayacağı gibi, haklarındaki suç isnatları da, bu konuda uzman olmayan diğer kamu görevlileri tarafından araştırılacaktır. Bu kamu görevlileri, kendilerine verilen görev konusunda uzman olmadıkları gibi denetim elemanlarına Tüzüklerde sağlanan güvenceye de sahip olmadıkları için yapacakları inceleme, soruşturma ve ön incelemelerin isabetli olma ve siyasi-idari etkilenmelere karşı yansız kalma şansları oldukça düşük olacaktır. Denetimin sağladığı güvencenin ortadan kaldırılması halinde, kamu görevlileri üzerinde siyasi ve idari kıyım oranının, bu günküyle mukayese edildiğinde oldukça yüksek olacağı kaçınılmaz bir sonuç olarak görülmektedir.

4-Tasarının 51. maddesi ile Vakıflar Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu Başkanlığı, kendi idaresini denetleme yetkisi olmayan, ancak sadece özel hukuk tüzel kişisi olan mülhak, cemaat, esnaf ve yeni vakıfları denetleyen Rehberlik ve Denetim Daire Başkanlığı adı altında, ana hizmet birimi olarak düzenlenmektedir. Ayrıca maddenin son fıkrasında bu dairenin çalışma usul
ve esaslarının yönetmelikle düzenleneceği öngörülmektedir. Denetimin, idari denetim yetkisi olmayan ve ana hizmet birimi olarak düzenlenmesinin sakıncaları yukarda açıklanmıştır. Burada sakıncalı olan husus, anılan daire başkanlığının çalışma usul ve esaslarının yönetmelikle düzenleneceğine ilişkin hükümdür.

Türk idare sisteminin bir parçası olan Teftiş Kurullarının tamamının çalışma usul ve esasları tüzükle düzenlendiği halde, yeni tasarıda yönetmelikle düzenlenmesinin öngörülmesi, sadece özel hukuk tüzel kişileri olan vakıfları denetleme yetkisine de siyasi ve idari müdahalelerin daha kolay yapılmasının önü açılmaktadır. İdari denetimde kamu görevlilerinin denetim güvencesinin
kaldırılmasının yanında, özel hukuk tüzel kişileri olan vakıfların da denetim güvencesi ortadan kaldırılmaktadır.

Denetim elemanına, yansız kalması için güvence sağlanmadığı takdirde ondan yansız kalmasını beklemek işin doğasına aykırıdır. Sonuç olarak, hem denetim elemanının tarafsızlık güvencesi, hem de denetlenenlerin denetim güvencesi bu tasarıyla birlikte elinden alınmaktadır.

5-Bilindiği üzere Türk İdari sisteminin temel yasası olan 3046 sayılı Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları Hakkında ? Kanunun 6, 11, 12 ve 33. maddelerinde Bakanlık, bağlı ve ilgili kuruluşların teşkilat yapılarında denetim birimleri yahut teftiş kurullarının danışma ve denetim başlığı altında ve doğrudan ilgili makama bağlı olarak çalışacakları hüküm altına
alındığı halde, tasarı ile öngörülen düzenleme anılan temel yasaya aykırı şekilde yapılmıştır.

Bu tasarı ile Kamunun sürekli, yansız bir şekilde yürütmekle yükümlü olduğu Denetim Hizmetlerinin güvencesi kaldırılmaktadır. Bu nedenle, adı ne olursa olsun denetim biriminin 3046 sayılı yasa hükümlerine göre doğrudan makama bağlı, danışma ve denetim birimleri arasında düzenlenmesi ve idari nitelikteki iç denetim yetkileriyle donatılması gerekmektedir

Özetle;.Vakıflar Kanunu Tasarı Taslağı adı altında hazırlanan bu tasarı, Türk Hukuk Sisteminde, İdare Sisteminde ve Anayasasında bulunmayan bir sürü hüküm içermekte ve bu yüzden de Anayasanın pek çok hükmü ve ilkesine aykırılık teşkil etmektedir.

İLGİLİLERİN DİKKATİNE...

Memurlar.net mailine gönderen: Fehmi Adalet

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber