Mili Eğitim Eski Bakanı Erkan Mumcu'nun, YÖK taslağıyla ilgili önemli açıklamalarını okumak için tıklayın.
Sizin taslağın Milli Eğitim Bakanlığı'nın hazırladığı taslakla örtüşmediği
söyleniyor?
Benim için, kendi hazırladığım taslağın kendisi kadar, hazırlanma süreci çok
daha önemli ve kayda değerdir. Bakanlığım dönemimde ilgili tüm tarafların mutabakatını
arayan, oldukça açık, katılımcı bir reform sürecini yönettim. Bu sürecin çıktıları
toplumun gözü önündedir. Bakanlığın şu aşamada benimsediği taslak ile önemli
farklar içerdiği doğrudur. Bu, temelde, Anayasa değişikliğine dayalı reform
tasarısıyla, 2547 sayılı kanunda değişiklikle sınırlı düzenleme (Yani Bakan
Çelik'in hazırladığı tasarı - Milliyet) yapılması arasındaki farktan kaynaklanmaktadır.
İki taslak arasındaki mukayeseyi başkalarının yapmasının daha doğru olacağı
kanaatindeyim.
Bir üniversite reformunun olmazsa olmazları nelerdir?
Öncelikle bilimsel özgürlük, anayasal güvence altına alınmalıdır. İkinci olarak
yükseköğretim sistemi merkeziyetçi, bürokratik ve yetkilerin kişilerde olduğu
bir yönetim yerine, yerinden yönetime ve kurulların karar süreçlerinde etkinliğini
sağlayıcı idari bir özerkliğe kavuşturulmalıdır. Üçüncüsü, üniversitelerin devlet
dışı kaynak yaratabilmesi, devletin doğrudan öğrenciyi desteklemesi ve öğretim
üyelerini devlet memuru olmaktan çıkaracak mali özerkliğin sağlanmasıdır.
Sizin taslağınızda bu ilkeler vardı da değerlendirilmedi mi?
Vardı. Esasen uzun süre web sitesinde sunduğumuz taslağımız, bu kurgulara dayalıydı.
Ama ne yazık ki içinde yer alınan koşulların beslediği tansiyon ve alışkanlıklar
nedeniyle gerçek boyutlarıyla kavranmak yerine, dezenformatif girişimlerin kurbanı
oldu. Nitekim bizim taslağımız, kavranma ve anlama çabası içinde olunmadan,
bu endişelerin ve belli çevrelerin yanlış bilgilendirmelerinin belirlediği bir
atmosferde tartışılamadı bile.
Bakan Çelik'in taslağının üniversite çevrelerine danışılmadan hazırlanması
tepki yarattı. Siz taslağı nasıl hazırladınız?
Özellikle eğitim alanında mutlak akılla, ya da hegemonik bir akılla çözümler
geliştiremeyiz. Tüm tarafların mutabakatının aranması, meşruiyetin kaynağı olacaktır.
Bu nedenle bakanlığım dönemimde oldukça açık ve katılımcı bir süreci yönetmeye
çalıştım. Önce tüm üniversite rektörlerine, yükseköğretim kuruluna ve ilgili
sivil toplum kuruluşlarına yükseköğretim reformunun çerçevesini çizen bir mektup
gönderdim. Bakanlığın web sitesinde genel eğilimleri, değerlendirmeleri almak
üzere özel bir sayfa açtık. Yaklaşık 27.000 akademisyenden, bazı üniversite
rektörlerinden görüş ve rapor aldık ve tüm bunları da şeffaf şekilde yayımladık.
Bu görüş ve öneriler doğrultusunda bir tasarı taslağı hazırlayarak tekrar ilgili
tüm kesimlerin katkılarına açtık.
Taslağın hazırlanması aşamasında kimler vardı?
Ahmet İnsel, İlber Ortaylı, Mete Tunçay, Naci Bostancı, Nabi Avcı, Atilla Yayla,
Mümtazer Türköne, Eser Karakaş, Kadir Erdin gibi öğretim üyelerinden, Süha Sevük,
Ömer Saatçioğlu, Üstün Ergüder, Enver Hasanoğlu, Günay Akbal, Zafer Üskül gibi
eskiden rektörlük yapmış yöneticilerden ve sendika temsilcilerinden oluşan seçkin
bir heyetle atölye çalışması gerçekleştirdik, toplantılar yaptık.
Bu katkıya rağmen neden sizin taslağınıza da üniversite çevrelerinden tepkiler
geldi?
Ne başlangıçta, ne de devam eden süreçte YÖK üyeleri ve rektörler, katkı sunmadılar.
Her türlü reform girişimine kategorik olarak karşı olduklarını ilan ettiler.
Tartışmaları hükümetin niyeti ve böyle bir reformu yapamayacağı noktasından
yürütmeyi yeğlediler. Üzülerek ifade ediyorum ki, demokratik, katılımcı ve şeffaf
bir süreç izlememize rağmen, katkı sunma yerine bu süreci sekteye uğratma çabaları
belirleyici oldu.
Rektörler neden bu kadar tepkili?
Tepkinin nedeni, taslakların getirdiği önerilerden tamamen bağımsız olarak rektör,
dekan gibi statülere dönük tehdit olarak algılanmasıdır. Burada sorun, bu pozisyon
- statülerin şimdiki sahiplerinin durumlarının ne olacağı sorunudur. Üzücü olan
bu kadar basit ama katı bir gerekçenin, "laik üniversite" gibi ideolojik
kavramlarla örtülmeye çalışılması ve bu kavramsal alanında basit çıkar güdüleriyle
dejenere edilmesidir.
AB, üniversite standartları açısından Türkiye'yi değişime zorlar mı?
Tıpkı mevzuatımız ve yönetim yapılanmamız Kopenhag Kriterleri'ne nasıl tabi
tutuluyorsa, üniversitelerimizin de AB normlarına uyum sağlaması kaçınılmazdır.
AB'nin işgücü piyasasının nitelikleri olarak dayattığı standartlar, üniversiteleri
bizim tasarımızda getirdiğimiz yönde değişime zorlayacaktır. Bu nedenle bugün
süregelen tartışmalar anlamsızdır. Statüko yanlılarının tartışmaları da gösterdi
ki, değişim sürecinin de dışarıdan yapılmasını bekleyeceğiz. Kamuoyunda Erkan
Mumcu taslağı olarak bilinen reform, bugün olmazsa yarın AB'nin dayattığı bir
şey olarak gerçekleşecek ve tarihte buna tanıklık edecektir.
milliyet