Üniversite reformu gündeme geliyor
ÜNİVERSİTE reformu tıkandı. Çünkü reformu hükümet istiyor, YÖK camiası karşı
çıkıyor.
Kemal Gürüz'den bir reform bekleyemezdik. Ama Prof. Erdoğan Teziç'in olgun kişiliğine
ve hukukçu vasfına yakışan, tıkanmış reformun önünü açmaktır.
Bunu yapmaya da hazırlanıyor.
Teziç, 14-15 Kasım tarihlerinde, bütün rektörlerin ve işten anlayanların katılımıyla
iki gün süreli bir tartışma düzenliyor. Tartışılmak üzere önceden hazırlattığı
metinde çok olumlu açılım önerileri var:
Üniversitelerin YÖK'e karşı da özerk olması öngörülüyor.
Akademik kadrolaşmada kangrene dönmüş eş dost ilişkilerini ve ideolojik iltimasları
önleyecek, performansı esas alacak sistemleri tartışmaya açıyor.
Üniversiteye girişte, liseden sonra Fransız türü 'olgunluk sınavı' veya İngiliz
türü 'seviye tespit sınavı' gibi elemelerle hem kaliteyi yükseltmek hem meslek
liselerindeki tıkanmayı gidermek amaçlanıyor.
Tepedeki YÖK'ten alttaki öğrenci sınavına uzanan kapsamlı bir reform arayışı.
Tartışmaların sonuçları Cumhurbaşkanı'na ve Başbakan'a sunulacak.
* * *
REKTÖRLER Komitesi'nin ünlü bildirisini hatırlıyorsunuz: "Van Rektörü'nü
savunmak, cumhuriyeti savunmaktır!"
Bazı rektörlerle konuştum, bu bildirinin içlerine sinmediğini söylediler ama
bunu açıklamaktan çekindiler!
TV programlarında, yayın öncesindeki sohbetlerde bu bildiriyi ve YÖK'ün oligarşik
yapısını eleştiren rektörleri biliyorum, ama bu görüşlerini yayında söylemediler!
Çünkü "YÖK'e ters düşmek" ve "cumhuriyete sahip çıkmıyor"
diye damgalanmak üniversiteler için gerçek bir felakettir. Bunu YÖK başkanları,
rektörler bile göze alamaz!
Prof. Teziç'in kendi yaptığı bütün açıklamalarda itidalli bir hukuk dili ile
Van Rektörü'nü savunması, ama Rektörler Komitesi'nin o zehir zemberek bildirisini
alkışlar arasında okuması arasındaki çelişkinin sebebi de bu manevi baskı ortamıdır.
Hatta bildiri taslağı çok daha sertmiş, ama bazı rektörler ve Prof. Teziç biraz
yumuşatabilmiş, açıklanan zehir zemberek bildiri bu "biraz yumuşatılabilmiş"
metin imiş!
* * *
ÜNİVERSİTE bakımından da, genel zihniyet dünyamız bakımından da temel bir sorunumuz
"bilgi" ile "değer" arasındaki farkı ve aralarındaki tartışmalı
etkileşimi yeterince özümseyememiş olmamızdır.
Üniversite hayatımızda 1933 tasfiyesinden itibaren, her askeri müdahalede "bilgi"yi
'devlet iktidarı'nın vazettiği "değer yargıları"na feda eden bir yapılanmayı
geliştirdik. Ve işte neticede böyle hiyerarşik ve otoriter bir yükseköğretim
sistemi ortaya çıktı.
"Değer yargıları" ile damgalanmak felakettir!
"Değer yargıları" dediğiniz zaman akan sular durur! Hatta üniversite
adına "ordu göreve" diye bildiri yayımlamak bile 'caiz' olur! Hiçbir
rektör açıkça eleştiremez!
Rektörler Komitesi'nin bildirisi de, "yukarı ile ters düşmek" korkusu
da bu atmosferi yansıtan iki örnektir.
Çağı yakalamak istiyorsak, üniversite reformunda ademi merkeziyetçi bir yaklaşım,
mesela mütevelli heyet sistemi ele alınmalıdır. Mutlaka "ideoloji"yi
değil, "performans"ı ve "akademik ahlak"ı üstün kılacak
mekanizmalar getirilmelidir.
taha akyol/milliyet