Doçentliğe geçişteki sorunlar ne zaman çözülecek?

Kaynak : Memurlar.Net
Haber Giriş : 02 Ocak 2006 00:21, Son Güncelleme : 27 Mart 2018 00:42

İlk kez 1946 yılında yürürlüğe giren 4936 sayılı Üniversiteler Kanunu ile belirlenen doçentlik sınavına yönelik düzenlemeler, günümüze kadar bir çok kez çeşitli değişikliklere uğramasına rağmen hala nihai ve ideal şekline ulaşamamıştır.

1 Eylül 2000 tarih ve 24157 sayılı resmi gazetede yayımlanan ?Doçentlik Sınav Yönetmeliği? 27 Nisan 2002'de (24738 sayılı resmi gazetede yayımlanan değişiklik), 12 Temmuz 2003'de (25166 sayılı resmi gazetede yayımlanan değişiklik), 13 Ocak 2005'de (25699 sayılı resmi gazetede yayımlanan değişiklik) ve son olarak 21 Ekim 2005'de (25973 sayılı resmi gazetede yayımlanan değişiklik) olmak üzere beş yılda beş kez, son bir yılda da iki kez değiştirilmiştir. Bu da yetmiyormuş gibi; ÜAK (Üniversiteler-arası Kurul) tarafından son altı ayda alınan karalarla da (14.09.2005 tarihli ve 03.05.2005 tarihli ÜAK toplantılarında alınan kararlar) iki kez daha yeni düzenlemeler yapılmıştır.

Üniversiteler ve biz akademisyenler için büyük öneme haiz olan ve çok ciddi bir iş olması gereken ?Doçentlik Sınavının? yap boz tahtası gibi bu kadar çok değiştirilmesine rağmen hala nihai ve ideal şekline ulaşamamış olması ve son bir yılda iki kez yönetmelik ve iki kez de ÜAK (Üniversitelerarası Kurul) kararları ile değişiklik yapılmasının nedeni ?Doçent olmayı zorlaştırmak? değilse nedir?

Üniversitelerarası Kurul'un 14.09.2005 tarihli toplantısında alınan karar uyarınca tüm ?Temel Alanlarda Başvuru Koşulunu? sağlayan eserlerde yayımlanmış koşulu aranmakta, ?yayına kabul yazıları? kabul edilmemektedir. Bu değişiklik ile doçentlik sınavına başvuru şartlarını ?yayına kabul yazısı? ile sağlayan adaylar 2005'te doçentlik sınavlarına müracaat edebildikleri halde 2006'da müracaat edemeyeceklerdir.

Üniversitelerarası Kurul'un 03.05.2005 tarihli toplantısında Doçentlik Temel Alanları Başvuru Koşulları içerisinde yer alan ?Başlıca Yazar? tanımı ?tek yazarlı Makale? veya ?danışmanlığını yaptığı lisansüstü öğrenci/öğrenciler ile birlikte yazılmış makale? şeklinde değiştirilmiştir. Bu düzenleme ile hangi yararın amaçlandığı anlaşılamamaktadır. Günümüzde bir çok alanda, farklı uzmanlık alanlarının iç içe geçtiği ve multidisipliner çalışmaların zorunlu hale geldiği gerçeği göz önüne alındığında Sağlık Temel Alanında çok önemli olan ve kıymetli olduğu kabul edilen multidisipliner çalışmaları değersiz kılan bu değişikliğin, gelecekte üniversitelerimizin bilimsel çalışmalarına nitelik ve nicelik bakımından hiçbir yararının olmayacağı bunun aksine zararının olacağı bilinmelidir.

Doçentlik sınav yönetmeliğinde 13.01.2005 tarihinde yapılan değişiklik Doçent adayının daha önce başarılı olduğu bir sınav aşamasından, hiç yoktan başarısız sayıldığı bariz bir haksızlığa neden olmaktadır.

Doçentlik sınav yönetmeliğinde 13.01.2005 tarihinde yapılan (25699 sayılı resmi gazetede yayımlanan) bir değişiklikle; ?Eserlerin incelenmesi aşamasında başarılı olup sözlü sınavlarda 3 (üç) kez başarısız olan doçent adayının sınavı, eserlerin incelenmesinden başlayarak sınavının tüm aşamaları (yeniden) tekrarlanır? denmektedir. Bu değişiklik ile; ile eserlerin incelenmesi aşamasında başarılı olup sözlü sınavlara giren doçent adayı sözlü sınavdan üç kez başarısız olduğunda daha önce başarılı olduğu eserler incelemesi aşamasından da başarısız sayılacak ve sınav bu kez ?sil baştan? eserlerin incelenmesi aşamasından başlayarak sınavının tüm aşamaları (yeniden) tekrarlanacaktır. Bu Doçent adayının daha önce başarılı olduğu bir aşamadan, hiç yoktan başarısız sayıldığı bariz bir haksızlıktır.

Uzun yıllar yardımcı doçentlik kadrosunda çalışmalarına rağmen Doçent Olamayan on binlerce akademisyen var. Ülkemizde yeni Yükseköğretim Kurumlarının kurulmasına hala ihtiyaç duyulmakta ve öğretim üyesi açığı gün geçtikçe artmakta iken; Üniversitelerimizde görev yapan binlerce Yardımcı Doçent unvanlı öğretim üyesi, Doçentlik sınav jürilerin sübjektif kararları yüzünden hakkettikleri akademik yükseltmelere ulaşmalarında; gecikmeler ve sorunlar yaşamaktadırlar.

Günümüzde uygulanmakta olan Merkezi Doçentlik Sınavlarına son verilmelidir.

Bir çok kez çeşitli değişikliklere rağmen hala istenen düzeye ulaşamamış olan bu ?Merkezi Doçentlik Sınavları? uygulamalarda adaletsizliklerin yaşandığı, kendine özgü, apayrı, farklı, tuhaf ve gelişmiş ülkelerin hiç birinde örneği bulunmayan bir ?Unvan sınavı? dır. Doçentlik; öğretim üyeliğinin (akademisyenliğin) tam ortasında bir basamaktır. Doçentlik unvanının bir altı yardımcı doçentlik, bir üstü ise profesörlüktür. Her ikisinde de böyle bir sınav yoktur. Sadece, kadro ilanı şartı ile her üniversitenin kendi yönetmeliğindeki belli kriterlerin göz önüne alındığı atamalardır.

Yardımcı doçent, Doçent ve Profesörlüğe yükseltme ve atanma aynı prosedüre tabi tutulmalı ve Merkezi Doçentlik sınavlarına son verilmelidir. Şimdiki sistemde yardımcı doçent ve profesörlüğe yükselme ve atanma nasıl yapılıyorsa, Doçentliğe yükseltme ve atanma da aynı şekilde olmalıdır.

Yard.Doç.Dr.Selami SERHATLIOĞLU,
Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi, ELAZIĞ


Üniversitelerimizin Akademik unvan uygulamaları çağdışı...

Türkiye'de akademik unvanların veriliş kriterleri de vizyon ve misyonsuzluğu ve birimlerdeki başına buyrukluğu teşvik edici mahiyettedir.

Unvan verilmesinde öğretim üyesinin bölümüne, kurumuna, yöresine ve tüm ülkeye verdiği hizmet göz ardı edilip münferit yayınlar esas alınmakta ve böylelikle öğretim üyelerinin birimlerinden ve çevresinden kopukluğu pekiştirilmektedir. Ve maalesef modern dünya ve bilhassa ABD'de bunun böyle olduğu zannedilmekte ve bu uygulama modernlik ve bilimsellik adına yapılmaktadır. Yani yine özden habersiz kabuk alınmış ve meyve diye takdim edilmiştir. Bu sistemin ağızda bıraktığı buruk tat bile nedense hâlâ ilgilileri uyandırmamıştır. Bu şekilde öğretim üyeleri ülkenin problemlerine eğilip çözüm üretmek yerine kolayca yayın çıkarabilecekleri alanlara yönelmekte ve üniversiteler gerçek hayattan kopmaktadır. Halbuki yayın çıkarmak bir üniversitenin misyonu olamaz; olsa olsa yapılan güzel işleri ve varılan güzel neticeleri başkalarıyla paylaşma aracı olabilir.

Ayrıca, doçentlik imtihanı öğretim üyelerini aşağılayıcı bir mahiyet arz etmektedir ve yardımcı doçentlik unvanını almış kişilere şüphe ile bakıldığı izlenimini vermektedir. Bilgi ölçme imtihanları öğrencilik dönemlerinde verilir. Doktora sınavlarını geçmiş, bir tez yazıp sunmuş ve sunum esnasında sözlü sorulara cevap vermiş, konusunda yayınlar yapmış ve yıllarca üniversitede ders vermiş bir bilim insanını tekrar bir şamar oğlanı gibi imtihana tabi tutmak bir tacizdir, hakarettir ve ilme ve mesleğe hürmetsizliktir. Eğer belki bildiklerini unutmuşlardır diye düşünülüyorsa o zaman tüm öğretim üyelerini belli aralıklarla imtihandan geçirmek gerekir. Bazen merak ediyorum, imtihan jürisindeki hocalar acaba kendileri böyle bir imtihanda ne kadar başarılı olacaklar. Hele bilgisi yeterli olmadığı için başarısız sayılan adayların aynı konuda ders vermek için üniversitelerine geri gönderilmesi hangi ciddiyetle bağdaşır. Bilgi yetersizliği tescillenmiş kişilerin ders verdiği ve araştırma yaptığı üniversitelere kim saygı gösterir ve bu tür öğretim üyelerinin görüşlerine kim itibar eder?

Doçent adaylarını aşağılayıcı mahiyetteki bu imtihan uygulamasından vazgeçilmeli ve doçentlik unvanı, aynen profesörlük gibi, performansa dayalı olarak belli kriterleri sağlayan adaylara izzetlerini rencide etmeden verilmelidir.

Bu, tüm ABD üniversitelerinde böyledir ve aksi düşünülemez.

Prof. Dr. Yunus ÇENGEL /
NEVADA ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ (ABD)

http://www.birses.net/guncels.asp?sayfa=608

http://www.medimagazin.com.tr/haber_35381.html?PHPSESSID=70a8c09c82083e24abc86bed10935315

http://www.zaman.com.tr/?bl=yorumlar&trh=20051027&hn=223860

http://www.memurlar.net/haber/31889/

http://www.birses.net/guncels.asp?sayfa=604

Bu Habere Tepkiniz

Sonraki Haber