MEB Hukuk Müşavirliğinin hukuktan haberi var mı?
Bilindiği üzere; Türk Eğitim Sen tarafından 10 Haziran 2014 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan Milli Eğitim Bakanlığına Bağlı Eğitim Kurumları Yöneticilerinin Görevlendirilmelerine İlişkin Yönetmeliğe açılan davada Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, (YD İtiraz No:2014/11151) eğitim kurumu yöneticilerinin görevlendirilmelerine ilişkin Yönetmeliğin bazı hükümleri hakkında yürütmenin durdurulması kararı vermiştir.
Söz konusu karar;
A- Müdürlük görev süresinin uzatılmasına ilişkin değerlendirme sürecinde ilçe milli eğitim müdürü, eğitim kurumundan sorumlu şube müdürü ve insan kaynaklarından sorumlu şube müdürünün, değerlendireceği okul müdürü ile en az altı ay süreyle çalışmış olması gerektiği,
B- Müdür başyardımcısı ve müdür yardımcısı görevlendirmelerinin sadece okul müdürünün teklifi üzerine yapılmasının doğru olmadığı, duyuru ve değerlendirme ölçütleri konularak yapılması gerektiği yönünde olmasına karşılık Milli Eğitim Bakanlığı bu Danıştay kararına uymamıştır. Bu karar gereğince 6 aydan eksik çalışan yetkililerin vermiş olduğu puanlar iptal edilerek diğer puanlar yüz üzerinde değerlendirilip geçer puanı alanların görevine devam etmesi geçer puanı almayanların ise görevine son verilmesi gerekmektedir. Ayrıca görevden alına tüm müdür yardımcıların göreve iade edilmesi gerekmektedir.
Danıştay İdari Dava Dairelerinin bu Kararı sonrasında görevden alınan çok sayıda okul müdürü ve müdür yardımcısı, MEB'e başvurarak göreve atanma talebinde bulunmuş. Konu, MEB Hukuk Müşavirliğine iletilmiştir.
Milli Eğitim Bakanlığı İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğünün 16.10.2015 tarih ve 10486335 sayılı yazıları ekine yer alan Hukuk Müşavirliğinin 12.10.2015 tarih ve 10243648 sayılı yazıları ile bu taleplere verilen görüşte,
1- Eski yönetici atama yönetmeliğinin uygulanmasına nedeniyle açılan ve YDveya iptal kararı verilenlerin, davacıların yeniden atanmasına imkan vermediğini,
2- Verilen YD veya iptal kararlarının, "İptal kararlarının yürürlükten kaldırılan mevzuatı canlandırmayacağı" açıklaması ile yürürlükten kaldırılan 2014 tarihli yönetmeliği canlandırmayacağı,
3- Bekletilen yargı kararları için, 6 Ekim'de yürürlüğe giren yönetmelik hükümlerinin uygulanması,
gerektiğini belirtmiştir.
Bakanlık, Hukuk Müşavirliğinin bu görüş yazısı ile okul yöneticilerinin haksızlığa uğramasına sebep olan ve hükümleri doğrultusunda yapılan işlemleri mahkemelerin iptal ettiği yönetmelikte değişikliğe gitmek yerine 10/6/2014 tarihli ve 29026 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Milli Eğitim Bakanlığına Bağlı Eğitim Kurumları Yöneticilerinin Görevlendirilmelerine İlişkin Yönetmeliği yürürlükten kaldırarak mahkeme kararlarını etkisiz kılacağını zannettiği 17.04.2015 Tarihli ve 29329 Sayılı Resmi Gazete'de Yayımlanan Milli Eğitim Bakanlığı Öğretmenlerinin Atama Ve Yer Değiştirme Yönetmeliğin hazırlamıştır.
Bu yolu tercih etmesinin görünürdeki nedeni Danıştay kararına uymak gibi gösterilmekle birlikte 16 bin okul müdürü için 2014 yılında yapılan yanlı değerlendirmeler sonucunda eski yönetmelikten kaynaklanan binlerce davayı bertaraf etmek, hukuki olarak bir boşluk oluşturmaya çalışmaktır.
Her ne kadar bakanlık, hukukun etrafından dolaşmaya çalışsa da adaletin tecellisinden kaçışın mümkün olmayacağı, hukuk dışına çıkanların er geç bir gün yanlışları ile baş başa kalacakları ve hesap verecekleri de mutlak bir gerçektir.
Müdürlük görev süresinin uzatılması için 75 puan üzerinden yapılan değerlendirmeyi içeren kısımların yeni yönetmelikte yer almaması sonucu bu konuda hakkını arayanlar adına devam eden davalar bakımından yeni yönetmeliğin yayımlanması ile birlikte ortaya çıkabilecek hukuki sorunlar kamuoyunu meşgul etmeye devam etmektedir.
75 puan değerlendirmesiyle ilgili iptal davasında mahkemelerin iptal kararları göz ardı edilerek, işlemin yasal dayanağı ortadan kalktı şeklinde bir aymazlığa girilmesi idarenin çamura yatmasından başka bir şey değildir.
Bakanlığın illere yazdığı yazı, eski yönetmeliği ve mahkemelerin müdürler lehine vermiş oldukları kararları yok saymaktadır. MEB'in, on binleri zarara uğratan sübjektif atamaları yaptıktan sonra "yönetmeliği değiştirdim" diyerek sorumluluğu üzerinden atmaya kalkması tam bir şark kurnazlığıdır. Ancak bu noktada yeni değerlendirme, eski yönetmeliğe göre yapılmalıdır.
Burada Hukuk Müşavirliğinin görüş yazısındaki "İptal kararlarının yürürlükten kaldırılan mevzuatı canlandırmayacağı" açıklaması skandal ötesi bir saptamadır. Hukukun biline en temel ilkelerine aykırıdır. Bu hukuk müşavirliğinin görüş yazısının ülkemizdeki hukukun nereye geldiğinin gösterilmesi için Hukuk Fakültelerinde idari hukuk derslerinde ders konusu olarak irdelenmesi gerekmektedir.
Şöyle ki;
Yargı, kararını davanı açıldığı tarihteki mevzuata göre verir.
İdare Hukuku ve İdari Yargılama Hukukunda ise Ceza Hukukundan farklı nitelikte ve bağımsız bir hukuk dalı olmasının bir sonucu olarak, farklı ilke ve uygulamaların hakim olduğu ve bunun başında idari işlemin tesis edildiği tarihteki hukuk kurallarının ve hukuki statünün esas alınması olduğu bilinmektedir.
Örneğin Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Hukuk Müşavirlikleri ile ilgili açıklama metninde "Hukuk Müşavirlikleri, görüş talep edilen hadiseyi, yürürlükteki mevzuat (işlemin tesis edildiği tarihteki mevzuat da göz önünde bulundurulmak suretiyle), emsal mes'elelerde verilmiş yargı kararları, doktrin ve genel hukuk prensipleri çerçevesinde inceleyerek, hukuki bakımından görüşlerini olması gereken sür'atlilik içinde talep eden icracı birime bildirmeleri gerekmektedir." ifadesine yer vermiştir.
Her idari işlem, tesis edildiği zaman ki hukuki düzenlemelere göre değerlendirilmek zorundadır.
Zira idare hukuku ilkelerine göre yürütmenin durdurulması veya iptaline karar verilen bir işlemin yeniden değerlendirilerek bir karar verilip uygulanacağı durumlarda yürütmenin durdurulmasına ya da iptaline karar verilen işlemin tesis edildiği tarihteki hukuki koşullara dönülmesi gerekeceği ve uygulamanın da o tarihte yürürlükte olan mevzuat hükümlerine göre yapılması gerektiği hukuki bir gerçekliktir.
Anayasa Mahkemesi, 20.5.2010 tarih ve E:2009/34, K:2010/72 sayılı kararında; "Anayasa'nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti, bir hukuk devleti olarak nitelendirilmiştir. Hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayıp yargı denetimine açık olan devlettir." hükümleri,
"Kişilerin, devlete güven duymaları, maddi ve manevi varlıklarını korkusuzca geliştirebilmeleri, temel hak ve özgürlüklerden yararlanabilmeleri ancak hukuk güvenliği ve üstünlüğünün sağlandığı bir hukuk düzeninde gerçekleşebilir. Hukuk devletinin sağlamakla yükümlü olduğu hukuk güvenliği, kişilerin, hukuk düzeninin koruması altındaki haklarını elde etmeleri için gereken her türlü önlemin alınmasını zorunlu kılar. Ayrıca, Devletin, yargı denetimini yaygınlaştırarak adaletin gerçekleştirilmesini sağlaması hukuk devleti ilkesine yer veren Anayasa'nın 5. maddesinin de bir gereğidir." hükümleri ile Hukuk Devleti olduğumuzu ve hukuk güvenliği, kişilerin, hukuk düzeninin koruması altındaki haklarını elde etmeleri için gereken her türlü önlemin alınmasını zorunlu kıldığı vurgulanmıştır.
Bu Anayasa Mahkemesi kararları, hukukun temel ilkelerine rağmen MEB Hukuk Müşavirliği, yukarıdaki görüşünde "İptal kararlarının yürürlükten kaldırılan mevzuatı canlandırmayacağı" açıklamasını yapabilmiştir.
Yine Anayasa Mahkemesi, 10.07.2013 tarih ve E:2012/107, K:2013/90 sayılı kararında; "Devletin, yargı denetimine tabi tutulmuş ve yine yargı organlarınca hukuka aykırı olduğu yönünde karar verilmiş bir işlemi uygulamaya devam etmesi, hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmamaktadır. Hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek açılan bir dava ile ilgili verilen yargı kararlarının kesinleşmesine kadar uygulanmaması, davayı açan ve lehine karar verilen kişiye ait hakkın teslimini engellemektedir. Hukuk devletinde ise adaletli bir hukuk düzeninin kurulması ve sürdürülebilmesi temel amaçtır. Yine hukuk devleti ile hukukun temel kılınması, idarenin eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olmasının temel amaçların birisi de, hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle iptal edilen bir işlemden dolayı kişilerin daha fazla zarar görmemesi ve menfaatlerinin ihlal edilmemesidir." hükümleri,
"Anayasanın 36. maddesinde; "Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı merciileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir" hükümleri,
"Anayasamızda yer alan adil yargılanma hakkı, hukuk devletinin egemen olduğu toplumlarda yer alan bireylerin en önemli haklarından biridir. Bu hakka sahip olan bireyler, gerek yargılama esnasında gerek yargılama neticesinde verilen yargı kararlarının uygulanması sürecinde adaletin tecelli etmesini isterler. Yargılamanın devam ettiği süreç içerisinde, hukuka uygun adil bir kararın verilmesi için gerekli koşulların oluşturulmasını sağlamak kadar, yargılama neticesinde verilen kararın gecikmeksizin uygulanmasını sağlamakta hukuk devleti olmanın bir gereğidir. Yargılama, aynı zamanda bireylerin hak arama mücadelesinin zeminidir. Bireylerin haklarının ihlalinin kim tarafından yapıldığının esas olarak bir önemi yoktur. Dolayısıyla bu ihlali gerçekleştirenin idare olması, adil yargılama hakkının gölgede kalmasına hukuki bir gerekçe olamaz." hükümleri,
"Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir hukuk devleti olduğu belirtilmekte, aynı Anayasanın 125. maddesinin birinci fıkrasında da, "idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır." hükümleri,
"Hukuk devleti, kişiye tüm hak ve özgürlükleri tanıyıp, bunlara saygı gösteren ve bu hakları koruyucu, adil bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmeye kendini zorunlu sayan ve bütün faaliyetlerinde hukuka ve Anayasa'ya uyan bir devlet, demektir." hükümleri,
"Hukuk devletinin dayandığı hukuki temellerden birisi ve belki de en önemlisi idarenin hukuka bağlılığının sağlanmasıdır. Bu da ancak İdarenin, İdare Hukuku sahasında tesis ettiği işlem ve eylemlere karşı İdari Yargı yolunun, Özel Hukuk hükümlerine göre yaptığı faaliyetlerine karşı ise Adli Yargı Yolunun açık tutulmasıyla mümkün olabilir." hükümleri,
"Anayasanın 125. maddesinin birinci fıkrasındaki "İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır." hükmü, hukuk devleti ilkesinin bir gereğidir." hükümleri,
"Anayasa'nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti, bir hukuk devleti olarak nitelendirilmiştir. Hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayıp yargı denetimine açık olan devlettir." hükümleri,
"Kişilerin, devlete güven duymaları, maddi ve manevi varlıklarını korkusuzca geliştirebilmeleri, temel hak ve özgürlüklerden yararlanabilmeleri ancak hukuk güvenliği ve üstünlüğünün sağlandığı bir hukuk düzeninde gerçekleşebilir. Hukuk güvenliği ve hukukun üstünlüğünün sağlanabilmesi için ise devletin her türlü işlem ve eyleminin yargı denetimine açık olması gerekir. Nitekim, Anayasa'nın 125. maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesinde "İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır." denilmek suretiyle bu husus anayasal güvenceye kavuşturulmuştur. Ancak, hukuk güvenliğinin ve hukukun üstünlüğünün sağlanması için devletin işlem ve eylemlerine karşı yargı yolunun açık tutulması yeterli olmayıp yargı mercileri tarafından verilen kararların gecikmeksizin uygulanması da gerekir. Bir işlemin hukuka aykırı olduğu yapılan yargısal denetim neticesinde tespit edilmesine rağmen işlemin iptali yönündeki yargısal kararın uygulanmaması, devletin işlem ve eylemlerine karşı yargı yolunun açık tutulmasını anlamsız hale getirir. Zira, hukuk güvenliği ve hukukun üstünlüğü sadece hukuka aykırılıkların tespit edilmesiyle değil bunların tüm sonuçlarıyla ortadan kaldırılmasıyla sağlanabilir." hükümleri ile bireylerin haklarının ihlalinin kim tarafından yapıldığının esas olarak bir önemi olmadığı bir ihlali gerçekleştirenin idare olması, adil yargılama hakkının gölgede kalmasına hukuki bir gerekçe olamayacağı,hukukun üstünlüğünün sağlanması için devletin işlem ve eylemlerine karşı yargı yolunun açık tutulması yeterli olmayıp yargı mercileri tarafından verilen kararların gecikmeksizin uygulanmasının gerektiği,hukuk güvenliği ve hukukun üstünlüğü sadece hukuka aykırılıkların tespit edilmesiyle değil bunların tüm sonuçlarıyla ortadan kaldırılmasıyla sağlanabileceği vurgulanmıştır.
"Bir kişinin bile hakkını yersek bu makamlar bize haram olsun" diyen, Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu, Milli Eğitim Bakanı Sayın Nabi Avcı, Müsteşar Sayın Yusuf Tekin; çağrım sizleredir.
"Fırat'ın kenarında bir kuzuyu kurt kapsa yarın adli ilahide Ömer'den sorulur" cümlesinde dile gelen hakikati, kurt sofrasında parça parça edilen kuzuların çığlıklarını duymazdan gelerek kimse ayakta tutamaz.
En basit hukuk kaidelerinin bile keyfi olarak ayaklar altına alınması mazur görülemez. Kamu idaresinin bir ciddiyeti vardır. Asgari düzeyde bile olsa kendisini kayıt altına aldığı usul ve esasları vardır. Adalet, hakkaniyet her işin olduğu gibi idarenin de temelidir. Bu sebeple adalet, hakkaniyet; birkaç kişinin keyfine ve karanlık ilişkiler ağının kuytu köşelerine terk edilemez.
Benim bir günde internet üzerinde Anayasa Mahkemesi kararları üzerinde yaptığım araştırmada yukarıdaki sonuçlara ulaşmama rağmen MEB Hukuk Müşavirliğinin; yukarıdaki görüşünde "İptal kararlarının yürürlükten kaldırılan mevzuatı canlandırmayacağı" açıklamasını yapabilmesi manidardır.
Ahmet KANDEMİR